HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

Kemalizm defansa geçebilir mi? (İSMAİL GÜNEY YILMAZ)

Solun bugünkü sorunu Kemalizm’e uzak olmasından değil, tek başına bir siyasal odak olarak bir kuvvet ifade etmiyor oluşundan kaynaklanıyor. ...


Solun bugünkü sorunu Kemalizm’e uzak olmasından değil, tek başına bir siyasal odak olarak bir kuvvet ifade etmiyor oluşundan kaynaklanıyor. Bu bir süreçti ve inişli çıkışlı bir hikâyeden sonra ’68 sonrasının en kötü ahvaline gelinmiş oldu. Krizlere alışkın olan Türkiye solu için hâlihazırdaki vaziyet krizden ötedir. Fiziken bir tasfiyeyle karşı karşıyayız...

Üzerine çok fazla yazılmış ve her daim güncelliğini koruyan bir mesele olsa da Kemalizm, hakkında konuşması biraz zor bir konudur. Bunun iki sebebi var. Birinci zorluk, ülke nüfusunun çoğunluğunun meseleye dair duygusallığa ve hassasiyete sahip olmasından ileri geliyor. İkinci zorluksa Kemalizm deyince ne anlaşıldığı, kimin bu tanımdan ne anladığı noktasında düğümleniyor.

Kurucu ideoloji olarak Kemalizm’den ziyade, kurucu baba olarak Mustafa Kemal figürünün karizmasının ağırlığı birbiriyle bağı olmayan birçok ideolojiyi, akımı kuşatır. Kendine meşruiyet biçmek için Atatürk’ten bir de dinden âlâ olgu bulunmaz.

Bu hakikatten ötürü, kimisi samimi kimisi yapmacık/çıkarcı saiklerle, kendi meşrebine göre birer Atatürk çizer. Herkes kendi işine gelen Atatürkçülük çadırında toplanır. Kimi onun Türkçü/milliyetçi söz ve icraatlarını bayrak edinir, kimi dua ederken çekilmiş fotoğrafını paylaşır. Kimisi onun laiklik vurgularını ve bu yoldaki köktenci/militan pratiğini öne çıkarır. Kimisi de erken döneminde ve millî mücadele sırasında kalmış bazı çoğulcu söylevlerine ya da “Bursa Nutku”na sarılır.

Çünkü Mustafa Kemal’e ihtiyaç var. Oysa ki bir tane Mustafa Kemal var. Yaşamış, savaşmış ve bir devleti/ülkeyi (yeniden) kurmuştur. Onun kendine özgü bir sınıfsal duruşu ve ideolojisi vardı, eylemleri, söylemleri hem gayet nettir hem de “Kemalizm” denilen şey bir miktar bulamaç bir ideoloji olduğu için isteyenin istediği yere çekebileceği olanaklar da sunar.

Gerçi ziyadesiyle keskin, politik duruşu belirgin olan ideologların ya da kutsal kitapların okumalarından bile birçok farklı yorum çıkmıyor mu? Bir düzine Lenin okuması var örneğin.

Hâliyle daha karmaşık bir miras bırakmış Mustafa Kemal’in eylemlerinden ya da metinlerinden de bin türlü sonuç çıkarmak doğal karşılanmalı. Hemen şimdi Gençliğe Hitabe’yi okuyup silahlı mücadeleye bile başlayabilirsiniz hatta. Oysa metni yazan bizzat müesses nizamı kuran kişidir.

Kemalizm, “dêmos”/“krátês” ve devrimcilik

27 Mayıs müdahalesine doğru ve devamında Kemalist bürokrasinin bir kesiminde “ihtilalci” bir yönelim belirdi. Bu kesim içinde bir grupta da bir tür “Nasırcılık” diyebileceğimiz daha ileri, bir “Türk sosyalizmi” arayışçısı bir öz ortaya çıktı. Bu akımlar, dönemin öğrenci hareketiyle de muazzam bir etkileşim hâlindeydi. 27 Mayıs müdahalesinin sivil ayağının öğrenci/gençlik hareketi olduğu mâlumdur zaten. 555K ile doruğa ulaşan ve siyasal eliti fiilen de hırpalayan eylemlilikler genel olarak demokrasi mücadelesi, özelde gençlik hareketi tarihimizde de mühim bir duraktır.

Kemalizm’in kendisi demokrasiyle doğrudan bağlaşık sayılamazsa da, ülkemizde tarihin o özel durağında bu ideolojik çerçeve halkçı/sosyal bir akımı amorf bir biçimde de olsa yaratabilmişti. Temel motivasyonu “devrimleri savunmak” olan bu yönelimin bağrından hedefi daha radikal bir yere, “devrimleri ilerletme”ye koyan sosyalist soldan etkilenmiş kişi ve gruplar çıktı. Asker ve sivil (öğrenci ve aydın) tabanı olan mezkur yönün askerî kanadı Talat Aydemir’in ayaklanmalarıyla başlayan süreçten 12 Mart’a kadar giden süreçte bastırıldı. Türkiye’nin 1960-1971 arası dönemi bir sürekli cunta oluşumları çarpışmaları, bir kaynama dönemidir. 9 Mart[1] fikrinin 12 Mart’ta ezilmesiyle askeriye içindeki sosyalizan eğilim organize bir güç olarak etkisizleştirilmiş oldu. Devrimci ya da devrimcilere sempati besleyen subayların 12 Eylül’de tasfiyesiyle de askeriye içinde “Marksist terör” diye bir sorun kalmadı.

İşte Türkiye devrimci hareketi de DP dönemindeki andığımız Atatürkçü gençlik hareketiyle akrabadır. Hareketin askerlerle bağı ise Talat Aydemir’le olmasa da, 12 Mart’a giden dönemdeki cunta fikirleriyle şu veya bu biçimde dirsek/fikir temasında olma biçimindedir. Askeriye içi devrimcilik (cuntacılık değil) 12 Mart öncesi kısmen, sonrasındaki kesitteyse tamamen ’71 devrimciliğinin (özellikle THKP-C’nin) bir parçasıdır. Fakat bilcümle en alt rütbedeki subaylardan mürekkeptir.

Siyasal spektrumun otoriteryen/milliyetçi (sağ) tarafında konumlandırılabilecek Kemalizm, Osmanlı’ya karşı ihtilalci, (toplumun da ekseriyetini oluşturan) muhafazakâr/gerici kliklere karşı da militan laisist aksiyonuyla solun üzerinde, ülke koşulları gereği ciddi bir tortu bırakmıştır. Türkiye devrimciliğinin temellerini de atan ’68 hareketinin hiçbir öznesi, rüşeym evresinde Atatürkçülükten, Kuvvacılıktan gayrı hiçbir şekilde değildir. ’71 devrimci çıkışı Kemalizm’den uzaklaşma yönünde merhale kat etmişse de, Kemalizm’i aşmak işi (Kaypakkaya hariç) sonraki kuşaklarda gerçekleşebildi. Her harekette bunun tamamen sağlıklı bir şekilde gerçekleştiği elbette söylenemez. İfrat/tefrit durumu, özellikle düşünsel amatörlükler döneminde olağandır. Farz-ı misal Cumhuriyet’in hiçbir faydasının olmadığı gibi uç yorumlar da görüldü/görülüyor.[2] Tıpkı bugün “halkın cumhuriyetini yeniden kazanmak” gibi abuk sabuk yorumların görülüyor olması gibi. Oysa Cumhuriyet’in hiçbir zaman halkın olmadığı, onun her döneminde bir elitler diktatoryası olduğu tartışmadan uzak bir meseledir.

Pop Kemalizm

Son cümleden hareketle devamla şunun altını önemle çizmeliyiz. Çizmeliyiz ki günümüzün ideolojik hercümercine kuvvetli bir müdahalede bulunabilelim. Şu sıralar, yani AKP’nin uzun gerici iktidarı döneminde liberalinden solcusuna herkes Kemalizm’e iade-i itibar ve tövbe istiğfar yarışındayken sık tekrarlanan bir tez var. Bu teze göre sol, Kemalizm’le, bayrakla, Cumhuriyet’le barışırsa gelişme olanağı yakalayabilir. Oysa Türkiye devrimci hareketinin en güçlü, en gelişkin olduğu dönem Kemalizm’den tamamen uzak olduğu ’76-‘80 arası iç savaş sürecidir. Burada biz de başka bir yanılgıya sebebiyet vermemek için hemen uyaralım. Anılan dönemde Türkiye sosyalist akımının güçlenmesinin Kemalizm’den uzaklaşmasıyla da bir ilgisi yoktur. Bilakis bu hareketlerin tabanında hâlâ Mustafa Kemal’i sevgi ve saygıyla anan, hatta seçimlerde CHP’ye oy veren binler vardı. ’80 öncesinin siyasî-ekonomik atmosferinde geniş kitlelerin, başta can güvenliği sorununda düğümlenen arayışları onların radikal hareketlere akmasını sağlamıştır. Bu büyük kitlelerin okudukları dergilerde gördükleri Cumhuriyet eleştirilerinden, devlete karşı silahlı mücadele diskurundan ya da mesela “Kürdistan” ifadesinden olumsuz etkilenmedikleri aşikâr. Yani mesele bir güç odağı olabilmekte kilitleniyor özetle.

Solun da bugünkü sorunu Kemalizm’e uzak olmasından değil, tek başına bir siyasal odak olarak bir kuvvet ifade etmiyor oluşundan kaynaklanıyor. Bu bir süreçti ve inişli çıkışlı bir hikâyeden sonra ’68 sonrasının en kötü ahvaline gelinmiş oldu. Krizlere alışkın olan Türkiye solu için hâlihazırdaki vaziyet krizden ötedir. Fiziken bir tasfiyeyle karşı karşıyayız.

Bu fiziksel tasfiyenin ilacını da kendisinden başka her şey olmakta görenler var. CHP’nin bir tık solunda kendine yer beğenmiş bir akımın devrimciliğe bir faydası olmayacağını uzun uzun izaha gerek yok hâlbuki.

Popüler olana yönelip kitleselleşme umudunun sonu, o alanın asıl sahibine asimile olup cümleten yok olarak sukut-u hayale uğramak olur anca. Bu sebeple TİP’in yüzde 1,5’i halkın sosyalizme eğilimi açısından umut verici olsa da, TİP’in politik eğilimleri ve söylem dönüşümü göz önünde tutulduğunda berhava olacak bir potansiyel gibi durmaktadır. TİP’ten çok farklı olmayan otuz yıllık yasal sol partilerin dramatik oylar alıyor olmasıysa az önce andığımız durumdan daha da acıdır.

Elbette, Erdoğanizmin sultası altında, faşist hareketlerin bu kadar geliştiği bir durakta sabah akşam Kemalizm tahlili ve eleştirisi yapılması gerekliliğini savunmuyoruz. Normal koşullarda artık bu tarihin bir konusu olmalıydı zaten. Ancak Türkiye solunda liberal baskılanma ve etkinin ikiz kardeşi olan Kemalizm sirayeti üzerinde durmak da elzem görünüyor. Bağımsız, güçlü bir halk, sınıf hareketi olabilmek için önce sınır çizgilerini özenle, kıskançlıkla çizmek gerek.

İttifak kurma meselesine gelince. İttifaklar zaten mevcut siyasal konjonktürler içinde doğallığında gelişen bileşimlerdir. Yalnız günümüzdeki durumda Kemalist/Kemalizan tabanla geniş bir sol yönelimli ittifakın kurulabilmesinin zemini bulunmuyor. ‘90’larda Kemalist aydınların[3] faşizmce budanmasını takiben SHP’den Baykal’ın ulusalcı CHP’sine oradan Kılıçdaroğlu’nun alabildiğine faydacı/liberal CHP’sine giden süreçte bu taban tamamen sağcılaştırıldı. Geleneksel olarak Denizlere, Mahirlere sempati durumu çelişik bir biçimde bir kesimde devam ediyorsa da bu insanlarımız artık sandıktan başka bir şeyi düşünemeyen, siyasete müdahale edemeyen, pasif, beklemeci, karamsar bir çehreye hapsedildiler. Kemalizm’in “sol” yorumu birkaç yazara düşecek denli daraldı. Kemalist kesimlerde entelektüel donanım İslamî kesimin bile gerisine düşecekti ki, AKP’nin yirmi yıllık iktidarının İslamcılığın entelektüel damarını neredeyse kurutmasıyla hemen hemen eşitlendiler.

Paşalarla iltisaklı Cumhuriyet mitinglerinde değil ama Gezi’de Atatürkçü kitlelerin militanlaşabilme eğilimi görüldü. Ama bu eşyanın tabiatı gereği sınırlı ve çelişik bir eğilimdi ve ivmesini onlara etkide bulunan devrimci harekete borçluydu.

Özetle dememiz o ki, sol, bir kesimi dönüştürüp radikalleştirebilme umudundaysa evvela kendi radikalizmini muhafaza etmesi gerekmektedir. (İSMAİL GÜNEY YILMAZ - SENDİKA.ORG)

Dipnotlar:

[1] 9 Martçıların anayasa taslağını okumak, metnin mevcut TC anayasasından çok da farklı olmadığına şahit olunarak belki de bir “hayal kırıklığı”na sebebiyet verebilir.

[2] Meşrutiyetten Cumhuriyet’e ileri adımlar yok sayılamaz. Bunlar eleştirel, somut olgular üzerinden incelenip değerlendirilmelidir. Yapılanlara, yapılmayanlara dair tahliller hakkaniyetli olmalı ve işin içine o gün o öznelerce zaten yapılamayacak olanlar bir eleştiri unsuru olarak katılmamalı.

[3] Kemalist aydınların/ sol Kemalizm’in solculuğunu ziyadesiyle abartmak, onları tamamen “bizden” görmek gibi de hatalı bir eğilim mevcut.

Business News