İvan Ergiç ismini 2009-2011 yılları arasında oynadığı Bursaspor’dan biliyoruz. Oysa onu farklı kılan oynadığı oyun kadar sağlam bir siyasi, felsefi duruşa sahip olmasıydı. Kendini Marksist olarak tanımlayan Ergiç, sermaye düzeni ile futbol oyunu arasında beliren çelişkiyi sık sık dile getiriyordu. Hatta 2011 yılında Karaburun’da düzenlenen Bilim Kongresi’ne katılıp Toplumda Sosyal-Darwinizm ve Piyasa Toplumunda Varoluş Mücadelesi başlıklı bir sunum yapmıştı. Ergiç bazen hayat felsefesini oynadığı oyuna da yansıtıyordu, örneğin ‘Kariyerinde hiç kırmızı kart ile oyundan çıkmamış ve sadece 4 sarı kart görmüş olması’ sıkça altı çizilen bir veriydi.

İşte böylece, Türkiye’de futbol oynamış ve futbola dair söyleyecek sözü olan futbolculardan biri olarak ismini belleklere yazdırdı. Futbolu erken denebilecek bir yaşta bırakan Ergiç, bugünlerde futboldan çok daha farklı alanlarda isminden söz ettiriyor. Artık isminin başına ‘şairi’ ve ‘oyun yazarını’ da eklememiz gerekiyor. Öyle ki kendisinin üç şiir kitabı yayınlandı. Şimdilerde ise tiyatro oyunları yazıyor. Toplumsal hareketlerin de içerisinde yer almaya her zaman olduğu gibi devam ediyor.

Biz de aradan geçen zamanın ardından Ergiç ile sohbet etme fırsatı bulduk. Kendisi ile modern, endüstriyel ve cinsiyetçi futbola karşı alternatiflere dair konuştuk ancak özellikle son yıllarda kaçırdığımız gelişmelere odaklanmak isteyerek şiirlerini sorduk. Aşk, kişisel deneyimler ya da toplumsal/siyasi temaları tercih eden şair Ergiç bize edebiyat yolculuğunu anlattı.


ŞİİR VE OYUN YAZARLIĞIYLA İLGİLENİYORUM’

Futbolu bırakalı epey bir zaman oluyor. Kariyerinizi otuz yaşında Bursaspor’da sonlandırdıktan sonra hayat nasıl devam ediyor?

Aslında kariyerimi oldukça erken bitirdim; çünkü usandım ve insanın sağlığına da dikkat etmesi gerekiyor. İnsanlar profesyonel sporların vücut için ne kadar yıkıcı olduğunun farkında değil. Yani, son 13 yıldır emekliliğimin tadını çıkartıyorum. Çoğunlukla yazmakla meşgulüm, üç şiir kitabım yayımlandı ve an itibariyle Zagreb’de bir tiyatro oyunu oynuyorum. Bu benim -genç Sırp oyun yazarı bir arkadaşımla birlikte- yazdığım ilk oyun. Sanırım şiirin yanı sıra oyun yazarlığına da ilgim var. Nasıl gelişeceğini göreceğiz.

Bunun haricinde çoğunlukla eski Yugoslavya’da ve kısmen İsviçre’deki siyasi inisiyatiflere ve hareketlere zaman zaman rastlantısal olarak dahil oluyorum. Sırbistan’da biz hâlâ gerçek anlamda solcu bir siyasi hareketi bekliyoruz. Ne yazık ki dünya savaşlarla, özellikle de nükleer savaş tehlikesiyle öyle bir durumda ki, ülkelerimizdeki sorunlar bazen gülünç görünüyor.

TÜRKÇE İSİMLİ BİR ŞİİR: SENSİZLİK

Aslında edebi çalışmalarınızdan biraz daha bahsetmek isteriz. Üç şiir kitabınızın basıldığını söylediniz. Sizin için şiir ne ifade ediyor? Edebiyat yolculuğunuz nasıl başladı ve devam etti? Her ne kadar henüz Türkçeye çevrilmemiş olsa da yazdıklarınıza göz gezdirirken dikkatimi çeken bir Türkçe ifade oldu: Kitaplarınızın birinde Türkçe olarak yazdığınız ‘Sensizlik’ isimli bir bölüm olduğunu gördüm. Bizle hikayesini paylaşabilir misiniz?

Benim için şiir bir kaçış biçimidir ve hepimiz bazen kaçmaya ihtiyaç duyarız. Bunu yapmanın en iyi yolu yaratıcı olmaktır. Benim şiirlerimde aşk ve kişisel deneyimler var ama aynı zamanda toplumsal ve siyasal temalar da var. Şiirin yalnız yetenekle değil aynı zamanda çalışma ve öğrenmeyle de ilgili olduğunu anladım. Şiir, okulda öğrendiklerimizden fazlasıdır; ki bu da bize usta okuyucular olabilmek için temel bilgileri verir.


Sensizlik, kitabın aşk ile ilgili bölümlerinden biri. Bu kelimede bir ilginçlik var. Ne Sırpçada ne de diğer dillerde benzeri bir kelimeye rastlamadım. Bu kelime özel bir kişinin yokluğunda hissedilen özgün ve çok şiirsel duygu hakkında. Ben de ‘sensizlik’ kelimesini Facebook’ta paylaştım ve viral oldu. Ve işler öyle boyutlara ulaştı ki nihayet Sırpçanın resmi standart kelime hazinesine dahil edildi. Yani Sırp dil bilimine katkıda bulunduğumu söyleyebilirim (gülüşmeler).

‘NAZIM HİKMET’İ OKUDUM’

Sizi etkileyen yazarlar ya da şairlerden bahsetmek gerekirse neler söyleyebilirsiniz? Türkiye’den takip ettiğiniz şairler, yazarlar var mı?

Romantizm akımı döneminden itibaren klasik Sırp, Hırvat ve Boşnak şiiriyle büyüdüm, ki aynı zamanda okul müfredatımızın parçasıydı. Daha sonra daha serbest ifadeler ve daha az biçimsellik içeren avangart, modern ve çağdaş şiir ile karşılaştım. Bunlardan bazıları sadece şiir ekolleri değildi, aynı zamanda siyasi ve kültürel hareketlerdi, sürrealizm gibi. Elbette etkilenme var ancak herkesin kendi tarzını bulması gerekiyor ve bu devamlı üzerinde çalıştığınız bir konu olmalı.

Maalesef Türkçem şiir okuyacak kadar yeterli olmadığı için sadece Sırp-Hırvatçaya çevrilenleri okuma şansına eriştim. Mesela bir sosyalist ve büyük bir şair olduğu için Yugoslavya’da çok sevilen Nazım Hikmet’i okudum.


‘LABORATUVAR TAKIMLAR FUTBOLU DOMİNE EDİYOR’

Futboldan söz açmak gerekirse, hayat boyu deneyimleriniz üzerinden modern futbola dair neleri gözlemleme fırsatı buldunuz? Sizce endüstriyel/modern futbolun eksik yanı ne? Sizce futbolda sermaye artık oyunun kendisine daha fazla mı müdahale ediyor?

Gözlemlediğimiz şey daha ileri seviyelere taşınan ticarileşmedir ve bunun sonunu göremiyoruz. Küreselleşen futbol, tüm dünyada sermayeyi seferber etti: Kişilerin en iyi oyuncuları satın alıp yarattıkları ‘laboratuvar’ takımlar ile en tepedeki futbolu domine edebildiği bir anlayışı hakim kıldı. Ve finansal fairplay düzenlemelerinin bu duruma ya çok az etkisi oluyor ya da hiçbir etki göstermiyor. Bu sporun yozlaşması uzun zamandır sürüyor ancak sonuç olarak oyunun ta kendisini de yozlaştırıyor. Performansın bilimselleştirilmesinin yanı sıra ‘kazanma’ halinin finansal ödüllere bağlı oluşu, ortadaki oyunu yalnızca sonucun zorunluluk olduğu işlevsel yollara indirgedi.

Her şeyin ötesinde oyuncular -ki en dezavantajlı sınıflardan geliyorlar- bunun yarattığı sonuçların farkında değiller. Gramsci’nin dediği gibi ‘kültürel hegemonyanın’ temsilcileri olarak, rekabetçilik, bireysel başarı ya da şan şöhret gibi tipik kapitalist, darwinist değerleri yansıtmaya hizmet ediyorlar. Üstelik bu değerler sadece sahayla yansıtılmıyor, aynı zamanda tüketim odaklı bir yaşam tarzının ‘reklamını’ yapıyorlar. İronik bir şekilde oyuncuların yansıttığı değerler ile kendi sınıfsal arka planlarının hiçbir alakası yoktur.

‘HER İNSAN SİYASİ BİR VARLIK OLMALIDIR’

Türkiye’de futbol kariyeriniz kadar siyasi duruşunuz ile tanındınız. Hatta Karaburun Bilim Kongresi’nde bir sunum da yapmıştınız. Doğrusunu söylemek gerekirse futbol sahnesinin alışık olduğu bir ‘yüz’ değildiniz. Çoğunlukla futbolcuların siyasi-toplumsal mevzulara girmediğini görüyoruz. Sizce bu alanda siyasi görüşü dile getirmenin zorluğundan mı ileri geliyor yoksa kişisel bir tercihin mi ürünü?

Her insan siyasi bir varlık olmalıdır. Ve her sporcu bir adım öne çıkıp konuşmalıdır, en azından kendi mesleği hakkında. Ancak bunun için bilgilendirilmesi ve siyasi görüşünü oluşturması gerekiyor. Ne yazık ki birçok futbolcuya fırsatçı ve konformist olmaları öğretilirken bir duruşa ve görüşe sahip olmamaları tembih ediliyor. Böylece daha kolay manipüle ediliyorlar ve sponsorluklarla ‘profil’ haline geliyorlar: Herhangi bir şirket için bir marka yüzü, siyasi bir duruşun ya da felsefi bir dünya görüşünün yüzü değil.

Kariyerimde fikirlerim yüzünden bazı sorunlar yaşadım. Her şeyi sorgulayan ve eleştiren bir futbolcuyu tolere edebilecek kulüpleri bulmakta zorlandım. Ancak hiçbir zaman ‘muhalif’ değildim,  (belki en iyi ihtimalle konformizm karşıtıydım). Çünkü bunu, eski zamanların sporcularıyla kıyaslayamayız. Örneğin ABD’deki Afroamerikalı sporcular ya da Güney Amerika’daki otokratik ve totaliter rejimler altında yaşamış sporcular ile kıyas yapmamız mümkün değil.

‘İNSANCIL FUTBOL FARKLI BİR TOPLUM YAPISIYLA MÜMKÜN OLUR’

Son olarak, sizce endüstriyel olmayan, masküleniteden/cinsiyetçilikten uzak bir futbol anlayışı yaratmak mümkün mü? Size göre ideali nasıl tanımlarsınız?

Bunun ancak tamamen farklı bir toplumda mümkün olabileceği kanısındayım. Geçen bu yılların ardından net bir sonuca ulaştım: İnsancıl bir topluma sahip olmadan oyun olarak daha insancıl bir yüze sahip saf bir futbola sahip olamayacağız. Futbol sadece toplum yapısının değerlerini yeniden üretmekle kalmıyor, aynı zamanda onun en belirgin tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. Farklı bir toplum yapısına sahip olana kadar sadece küçük müdahalelerle -özellikle finansal sınırlamalar, kapsayıcılık, fair play, vs gibi- futbolu insanileştirmeye yönelik kısmi girişimler olacak.

Öte yandan maskülenlikten/cinsiyetçilikten bahsettiğinde mesela ‘modern futbola karşı’ özü itibariyle amacı iyi olan bazı girişimler var. Bunlar güzel şeyler ama aynı zamanda onların da son derece maskülen ve rekabetçi olduklarını görüyoruz. Dolayısıyla ‘geleneksel’ taraftarlık kültürünün de kendi sınırları var.

Özetlemek gerekirse: Futbolun köktenci değişikliklere, vizyona ve bir şeyleri değiştirme isteğine ihtiyacı var. Bu da ancak tamamen farklı bir küresel ortamda gerçekleşecek. (KAVEL ALPASLAN - GAZETE DUVAR)

Daha yeni Daha eski