Toplumsal bir hareket ya da örgütlenme bünyesinde yapılan müzik devrimcidir, sadece isyan etmez, onun alternatif bir dünya önerisi vardır, ister sözlerle olsun ister notalarla...


“bir ülkenin türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür.”  Victor Jara

Müzik konusu yüzlerce kitaba ve makaleye konu olmuş bir eylem biçimidir. İnsanlar müziği farklı biçimde tanımlar. Jacques Attali “Gürültüden Müziğe” adlı eserinde yaşamın gürültüsünden müziğe varan evrimleşmeyi çok güzel bir şekilde tanımlamış: “Bilim daima hislerimizi kontrol etmeye, hesaplamaya, soyutlaştırmaya, hadım etmeye çalıştı. Sadece ölümün sessiz olduğunu, yaşamınsa gürültülerle dolu olduğunu unuttu: İş gürültüleri, eğlence gürültüleri, yaşam ve doğa gürültüleri; satılmış, satın alınmış, dayatılmış veya yasaklanmış gürültüler; başkaldırı, devrim, öfke ve umutsuzluk gürültüleri… Müzikler ve danslar; yakınmalar ve meydan okumalar…. Dünyada tek bir temel eylem yoktur ki, gürültü olmadan gerçekleşsin.” (Attali 2005:13) “Bu gürültülerden biri olan müzik, en az lisan kadar eski bir buluştur.” (Attali 2005:14)

Adorno ise “müzik, iyiyi veya fenayı, tarihi artık tanımayan bir dünya kavranışının resmini tasarlar” diyor. (Soykan 2000:75)

Müzik onlarca yıl önce insanların kendilerince ürettikleri ve yorumladıkları bir eylem olmaktan çıkıp kapitalist üretim ilişkilerinin içinde eritilmiş ve bir sanayi haline getirilmiştir. “19.yüzyılın hala hoşgörebildiği türden ‘pre-kapitalist’ nitelikteki ‘müzik yapma adacıkları’ yüzyılımızın kültür yaşamında silinip gitmiştir. …Adorno’ya göre müziği onun dolaysız kullanımının içinde gerçekleştirilmekte olduğu kültürel yaşam ortamından ayıran ve onu gelip-geçici sesler topluluğu biçiminde bir meta durumuna getiren bir süreç boyunca müzik basit dolaysız kullanım biçiminden ayrıldıkça kendi yabancılaşmasını ve insandan soyutlanışı da tamamlamış oluyordu.” (Oskay 1995:33-34)

Çünkü her çağın verili üretim ve mülkiyet tarzı o çağın toplumsal ilişkilerini ve kültürünü belirler. Marx, bir buçuk asır önce “bireylerin yaşamlarını ortaya koyuş tarzı, onların ne olduklarını çok kesin olarak yansıtır” diyordu. Çünkü diyordu Marx, “onların ne oldukları, demek ki, onların üretimiyle, ne ürettiklerine uygun düştüğü kadar onu üretiş biçimlerine de uygun düşer. Demek ki, bireylerin ne oldukları, onların üretimlerinin maddi koşullarına bağlıdır.” (Marx-Engels 1992:20) Üretim tarzı bireylerin veya toplumların eylem tarzlarını, yaşam ve bilinçlerini belirler. Kültür, sanat, ideoloji de bu yaşama biçimlerini belirleyen üretim tarzının bir yansımasıdır.

İşgücünün meta olduğu böylesi bir üretim tarzı, toplumsal ilişkiler de dahil olmak üzere toplumdaki maddi veya maddi olmayan her şeyi sermayenin çıkarları açısından değerlendirir. Kitleler maddi ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamaya giriştiklerinde bunu, bu alanlardaki metaları satın alarak yaparlar. Yiyecekten giyeceğe, eğlenceden entelektüel ihtiyaçların karşılanmasına değin hemen her alanda ilgili metalarla ilişki içine girerler. Giyim, konut gibi maddi geçim araçlarını doğrudan pazardan satın alan kitleler, müzik, eğlence, tiyatro-sinema, resim entelektüel bilgi gibi sosyal ihtiyaçlarını da, yine pazardan meta formunda satın alarak giderirler.

Adorno, kültürün de bir endüstri haline dönüştüğünü ortaya koyan “kültür endüstrisi” tanımlamasını ve kapitalist sistemin bunu nasıl kullandığını net ifadelerle dile dökmektedir. “İnsanın bağımlılaşması ve köleleşmesi, yani kültür endüstrisinin yok edici etkisi, ABD'de yapılan bir programda halktan bir kişinin, insanlar ünlü karakterleri taklit ederlerse çağımız sorunlarının yok olacağı yönündeki görüşünden daha iyi bir biçimde tarif edilemezdi. Kültür endüstrisi, ikiyüzlüce önüne geçtiği mutluluktan insanları uzaklaştırmak için aldatıcı bir memnuniyet duygusunu devreye sokmakta, dünyanın tam da kültür endüstrisinin istediği gibi olduğu fikriyle bir refah havası yaratmaktadır. Kültür endüstrisinin asıl etkisi aydınlanma karşıtlığında kendini göstermektedir ve doğa üstündeki gittikçe artan teknik egemenlik olarak aydınlanma, Horkheimer’la benim daha önce de yazdığımız gibi, kitleleri aldatma haline gelmekte, bilinci zincire vurma yöntemine dönüşmektedir.” (Adorno 2003:83)

Erich Fromm, çağdaş kapitalizm büyük sayılarla, uysallık içinde bir araya gelecek insanlara gereksinim duyduğunu söylüyor. Kapitalist anlayışa göre, bu insanlar giderek artan bir şekilde tüketime yönelmeli, beğenileri kalıplaşmalı ve kolayca etkilenip yönlendirilmelidirler. Kendini özgür ve bağımsız hisseden, hiçbir otoriteye, ilkeye ya da özduyuya kul olmamış insanlara gereksinim duyan kapitalizm -bunların, buyruk almaya, kendilerinden isteneni yapmaya, toplumsal mekanizmayla sürtüşmeden yaşamaya yatkın olmasını da ister. Ve bunu sağlamak için çalışır.

Bunu da hegemonya yoluyla yapar. “Hegemonya terimi, belli toplumsal grupların, sadece zorlama veya egemen fikirlerin doğrudan dayatılmasıyla değil,  ‘hakim sınıfların hem meşru hem de doğal görünebilmesi için toplumsal otorite’yi diğer tabi gruplara uygulayabildiği bir durumu betimler (Hall 1977). Hegemonya hâkim sınıfların ‘bütün olası tanımları kendi alanı etrafında yapılandırabildiği sürece’ elde tutulabilir (Hall 1977).” (Hebdige 2004:22)

Stuart Hall ise hegemonya ve rıza konusunda şunları söylüyor: “Hegemonya, toplumdaki asli ekonomik süreçler üzerinde etkili bir üstünlük sağlamış olan başat bir sınıf ittifakının ya da yönetici bloğun, bir toplumun hayat tarzlarını, adetlerini ve anlayışlarını, bizatihi biçimini, kültür ve medeniyet düzeyini, doğrudan doğruya tikel bir sınıfın dar çıkarlarına yarar sağlamasa bile, bir bütün olarak hayatın başat üretim sisteminin gelişimini ve genişlemesini destekleyen bir yönde dönüştürülebilecek ve yeniden biçimlendirilebilecek şekilde toplum üzerinde sağladığı üstünlüğünü geliştirdiği ve yaydığı tüm süreçleri kuşatır.” (Küçük 1999:119)

Müzik günümüzde kültürel üretim alanında en çok işlem gören bir “meta”dır. Radyolar ve müzik televizyonları neredeyse sürekli olarak müzik endüstrisinin ürünlerini kullanıra ve pazarlar. Günümüzde müzik kitle iletişiminde ve pazarlamada kullanılır. Büyük mağazalar ve marketler -ABD’de kapitalistler yapılan araştırmalarda insanları hangi tür müziklerin alışverişe yönlendirdiğine dair verilere göre hareket eder- müzik yayını yapar. Müzik bir sanat ürünü olmaktan çıkmış bir “mal” olmuştur ve “mal” insanların egemen ideolojiye boyun eğmelerinde bir araç olarak kullanılmaktadır.

İsyan, bireysel olarak kaldığında çok bir anlam ifade etmez. Bunun devrim ya da ayaklanma olarak adlandırılabilmesi için kitleselleşmesi gerekir. Müzikte isyanın işlenişi de bu çerçeve içerisinde ele alınabilir. Toplumsal hareketten kopuk, bireysel olarak bir şeylere karşı çıkmak amacıyla yapılan müzik, isyancı müzik olarak adlandırılabilir. Ama toplumsal bir hareket ya da örgütlenme bünyesinde yapılan müzik devrimcidir, sadece isyan etmez, onun alternatif bir dünya önerisi vardır, ister sözlerle olsun ister notalarla…

“Sartre’ye göre, asi, karşı çıkıp isyan ettiği Düzen’in gizli yardakçısıdır. Asinin amacı yeni ve daha iyi bir sistem kurmak değildir; yalnızca tüm kuralları alaşağı etmek ister. Devrimci ise, asinin tersine, yapıcıdır; adaletsiz bir sistemin yerine daha iyi, yeni bir sistemi geçirmek ister ve bu yüzden de özdisiplinli, özverili bir kişiliği vardır. Asi, sorumsuz olduğundan sefahatin verdiği esrikliğe dalıp bugünü yaşayabilir; devrimci ise kimliğini kolektif, uzun erimli, ancak gelecekte gerçekleştirilebilecek bir reform düşüncesiyle haz duyar. Rock’ın devrimci bir sanat olmayıp baş eğmezliğin ve ego gösterilerinin, kapitalizm ve patriyarkiyle suç ortaklığı ettiğini ya da onların sınırları içinde kalmaya mahkûm olduğunu biliyor, kabul ediyoruz.” (Reynolds & Pres 2003:20)

Burjuva sanatçılar ve bazı liberal aydınlar, devrimci sanatı etkisizleştirmek için, sanatın siyasetten bağımsız olduğunu, güzel olanın da bu olduğunu söylemektedirler. Bu onların sınıfsal duruşlarının bir gereğidir. Dünden bugüne üretim araçlarına sahip olanlar kültürü şekillendirmişler ve kendilerine yönelen kültürel ürünleri yasaklamışlardır, bu yönde üretim yapanları ya bir şekilde yanlarına çekmişler ya da toplumla buluşmalarını engellemek için ellerinden geleni yapmışlardır.

Müzik de devrimci ideolojinin kitlelere anlatılması ve benimsetilmesinde kullanılan bir araçtır. Devrimci bir yaklaşım sergilenirse sanat, burjuvazinin güdümünden ve burjuva bireyciliğinin ekseninden çıkarılmalıdır.

Dünyada devrimci gelişmelerin olduğu ülkelerde müzisyenlerin etkileri çok olmuştur. Latin Amerika’da olsun, Yunanistan ve Türkiye’de olsun devrimci dönemlerde devrimci müzisyenler ortaya çıkmış ve müzik tarihine geçmişlerdir. Victor Jara, İnti-İlimani, Theodorakis, Ali Asker devrimci duruşları ve yaptıkları müzikle hala önemlerini sürdürürler.

Bütün bunlardan ders alan burjuvazi devrimci müzisyenleri daha başında yok etmek için her şeye isyan eden ama bir duruşu olmayan müzisyenlere dokunmaz hatta onları destekler. Çünkü onların isyanı amaçsızdır ve onlar ideolojisizliği yücelterek egemen ideolojiye hizmet ederler.

Her sınıf kendi sanatını yaratır ve isteklerini bu şekilde topluma anlatır. Bu anlamda işçi sınıfının sanatını yaratmak için mevcut olan burjuva sanatını yok saymadan hatta onun kullanılabilecek yönlerini alarak yeni bir sanat yaratmak gerekir. Ancak nihayetinde üretim araçları işçi sınıfının eline geçmedikçe bir işçi sınıfı sanatından bahsetmek mümkün olmayacaktır. Bunun için halkın isyan ettiği noktalarda ona yön vermek ve isyanını devrimcileştirmek için bir ideolojik yapıya ihtiyaç vardır. Devrimci durumlar devrimci müziğin yaratılması için gerekli ortamı ve yapıyı/yapıları yaratacaktır. 1980 öncesinde olduğu gibi.

“Yitik bir ülkeyi korumaya değil / yeniden kurulacak bir ülkeyi / aşktan örmeye benzer devrimci olmak”… (SAVAŞ ÇOBAN BİANET - 19.07.2014) 

Daha yeni Daha eski