Yaşanan tüm bu olaylar, bu kadim toplumun ivedilikle korunması gerektiğini gösteriyor; zira Mezopotamya’nın çok kültürlü, çok etnisiteli yap...
Yaşanan tüm bu olaylar, bu kadim toplumun ivedilikle korunması gerektiğini gösteriyor; zira Mezopotamya’nın çok kültürlü, çok etnisiteli yapısını korumak her birimizin görevi...
Dünya Filistin’de gerçekleştirilen korkunç soykırımı konuşurken ve binlerce insan her gün yapılan gösterilere rağmen bu soykırımı durduramamışken, sessiz sedasız zulme uğrayan başka topluluklar da yaşadıklarının duyulmasını istiyor.
Günlerden 10 Haziran 2014… IŞİD, Musul’u ele geçirdikten sonra Sincar'a (Şengal) doğru ilerlemeye başlıyor (Cockburn, 2016: 339). 3 Ağustos sabahı, Ninova vilayetindeki Êzidî yurdu olan Sincar bölgesine ulaşıyor (bazıları kendilerine Êzidî Kürtleri demeyi tercih ederken, bazıları Müslüman Kürtlerden de bizzat baskı ve şiddet görmüş olmalarından mütevellit kendilerini Kürt olarak değil; sadece Êzidî olarak adlandırıyorlar). Beş saat süren şiddetli bir çatışmanın ardından IŞİD kasabayı ele geçiriyor ancak Êzidî nüfusunun bir kısmı kaçmayı başarıyor (Stonehouse, 2019: 92-93). IŞİD onları Êzidîlerce kutsal sayılan Sincar Dağı’nın eteklerine kadar takip ediyor ancak Êzidîlerin direnişi daha fazla ilerlemelerini engelliyor.
3 Ağustos 2014 tarihinde dağın eteğinde çok sayıda katliam gerçekleştirildi; özellikle Sincar'ın güney ve güneydoğu bölgelerinde bulunan toplu mezarlar ve katliamın yapıldığı alanlar Yazda Belgelendirme Projesi (Yazda Documentation Project) tarafından da belgelendi. 3 Ağustos günü 50 bin kadar Êzidî, bu kutsal dağa sığındı; ancak yüzlerce kişi, barınak ve malzeme olmadan 50 °C'ye varan aşırı sıcaklar, susuzluk ve açlık nedeniyle burada hayatını kaybetti (Hornung, 2022: 242; Stonehouse, 2019: 93).
Mezopotamya mirasının hayati bir parçası
Êzidîler bu sonuncu soykırımı 74. soykırım olarak adlandırıyorlar. Nüfusu katliamlarla oldukça düşürülmüş ve bu katliamların çoğuna Türkiye’de maruz kalmış bu dini ve etnik azınlık, ağırlıklı olarak Kurmancî konuşuyor; kökleri Irak, Türkiye, Suriye ve İran'a dayanıyor. Êzidîler, din olarak Êzidîliği benimseyen ve dünyanın en fazla tehlike altında olan dini azınlıklarından biri (Rosa, 2018; Hamadamin vd., 2022: 275). Bu dinin, kökleri Mezopotamya uygarlıklarına dayanan ve din propagandası yapmayan eski bir inanç olarak, 7 bin yıldan daha eski olduğuna inanılıyor. Êzidî kültürü, kendine özgü gelenekleri, doğayla ve manevi inançlarla olan derin bağları ile önemli zorluklara göğüs gererek, Mezopotamya mirasının hayati bir parçası olmayı sürdürüyor.
Êzidîler, dinleri ve etnisiteleri nedeniyle tarihte yaşadıkları diğer soykırımlara benzer 3 Ağustos 2014 tarihli korkunç soykırımdan sonra Irak’taki kamplara sığınmak durumunda kalmışlardı. Irak’taki kamplarda son derece kötü koşullarda yaşayan bu kadim halk, yurtlarına Sincar’daki ciddi altyapı sorunları nedeniyle geri dönemiyor. Buna rağmen, 2022 yılında ayyuka çıkan ve dini liderler tarafından yayılan ve kışkırtılan nefret söylemleri nedeniyle zaman zaman bazı Êzidîler su, elektrik gibi temel hizmetlerin sağlanmadığı, IŞİD tarafından yerle bir edilen evlerinin yerlerine yenilerinin yapılmadığı Sincar’a her şeye rağmen geri dönüş yapmışlardı.
En son, Uluslararası Dünya Yerli Halkları Günü (International Day of the World's Indigenous Peoples) de olan 9 Ağustos 2024 tarihinde bu nefret söylemleri sıradışı bir şekilde yeniden arttı. Zira Êzidî Peşmerge komutanı Kasım Şeşo'nun 3 Ağustos’ta 74. Soykırım’ın 10. yıldönümünü anma konuşması sırasında yaptığı bazı yorumlar çarpıtılarak sosyal medyada servis edildi. Êzidîler yine hedef gösterildi.
Çevrimiçi nefret söylemi
Petricor İnsan Hakları Örgütü, Êzidîlere yönelik şiddeti teşvik eden ve 24 saat içinde dolaşıma sokulan 3 bin 750 paylaşım ve yorumun çevrimiçi olarak belgelendiğini kaydetti. 9 Ağustos 2024 tarihinde yaygınlaşan nefret söylemleri inanılmaz boyutlara gelmiş durumda. Zaho’da bulunan Jam-Meskho ve Duhok'ta bulunan Kabrtoo kamplarından ayrılan yaklaşık 1000 aile ve toplamda 25 bin kişi, Sincar bölgesine doğru göç etmeye başladı.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi de 10 Ağustos’ta bir açıklama yaparak bu nefret söylemlerine son verilmesi gerektiği konusunda uyarıda bulundu. Ama gerek bölge halkı gerekse bölgede aktif bir şekilde çalışan sivil toplum örgütleri ciddi bir önlemin alınmadığını belirtiyorlar. Zira Êzidîler, ne bölgedeki Kürt yönetimine ne de Êzidî-karşıtı otoritelere güven duyuyorlar. Nitekim bu otoriteler, hem onları korumaktan aciz olduklarını hem de koruma niyetinde olmadıklarını birçok defa kanıtladılar. Görüştüğüm sivil toplum örgütü temsilcileri ve çalışanları da bu durumu teyit ederek, halkın sadece, kendilerini birçok kez soykırımdan kurtarmış olan Sincar Dağı'na güvendiklerini belirtiyorlar. Dağın coğrafi yapısını, mağaralarını, kör noktalarını iyi bilen Êzidî halkı en azından oraya saklanarak kurtulabiliyor.
Uluslararası Dünya Yerli Halkları Günü ile bu nefret söylemlerinin aynı güne gelmesinin planlı olduğunu düşünmediğini belirten; çeşitli alanlarda gençleri güçlendirmeye yönelik faaliyetler yürüten ‘The Youth Bridge Organization’ın kurucusu ve genel direktörü Farhan Ibraheem Ali, bu söylemlerin arkasında İslami politik partilerin ve radikallerin olduğunu belirtiyor:
“Êzidîler ne zaman birşey yapsa bunu nefret söylemlerini yaymak için bir gerekçe olarak kullanıyorlar. Asıl amaç, etnik ve dini azınlıkları sonsuza kadar silerek, bölgenin kontrolünü ele geçirmek.”
Kürdistan Bölgesel Yönetimi
2014 yılında IŞİD saldırıları sırasında dağa sığınarak diğerleri gibi ancak 10 gün sonra kurtulmayı başaran İbraheem, 3 Ağustos 2014’ten sonra kurulan ve diasporadaki Êzidîlerin de bölgeye gelmesiyle güçlenen Êzidî güvenlik kuvvetlerinin ise güçten düştüğünü, ellerindeki savunma araçlarının oldukça zayıf olduğunu ve bölgeyi, herhangi bir riskin belirmesi halinde, yeterince savunamayacaklarını aktarıyor:
“Êzidî savunma gücünde görev yapan askerler zaten maaşlarını Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden alıyorlar ve 6 aydır maaş da alamıyorlar. Bizden bir heyet Kürt yönetimiyle görüşme yaptı ama anlaşılan yönetim bile bu nefret söylemleriyle başa çıkamıyor. 2022’de de bir haftada 5 milyon nefret söylemi sosyal medyada dolaşıma sokulmuştu. Bu da ikincisi. Üçüncü dalganın gelmesi halinde gerçekten tehlikeye düşeceğimize inanıyoruz.”
İbraheem’in de aktardığı gibi Êzidî halkı, güvenli olması koşuluyla nereye olursa olsun göç etmek istiyor ve uluslararası toplumun da kendilerine kapılarını açmasını istiyor:
“Herkes güvencesiz hissediyor, kimse ne yapacağını bilmiyor. İlişkilerimizin olduğu Almanya ve ABD de toplu göç halinde halkımızın etnik özelliklerini kaybedeceğini, bu yüzden kitlesel bir göçe izin veremeyeceklerini söylüyorlar.”
YPJ’nin rolü
Bölgede yine aktif bir şekilde çalışan ve etnik topluluklarla ilgili uluslararası atölye çalışmaları da düzenleyen bir başka sivil toplum örgütünün ismini vermek istemeyen kurucusu (Z) ile yaptığımız görüşmede ise, YPJ'nin radikal İslamcılara karşı Êzidîleri hayatları pahasına savunacağına inandığını; ama PDK’nin harekete geçmekten ve bir sonraki seçimlerde oy kaybetmekten çok korktuğunu belirtti:
“Tek yaptıkları kınama mesajı yayımlamak.”
Z, YPJ'nin binlerce Êzidînin yaşadığı Duhok’a erişiminin olmadığını ve sadece Sincar’da aktif olduğunu da konuşmasına ekliyor. Bölge halkının nereye gidecekleri konusunda ciddi anksiyete yaşadığını ise şu sözlerle aktarıyor:
“Son bir ay boyunca birçok danışanımız soykırımı anarken öfkesini, korkusunu ve hayal kırıklığını dile getirdi. Sık sık yorgun, sinirli ve depresyonda olduklarını, uyuyamadıklarını ve kabuslar gördüklerini aktarıyorlar. Hepimiz yeni yasaların yürürlüğe konularak nefret söylemlerinin durdurulmasını umuyoruz; ancak bunun için sahada herhangi bir çalışma göremiyoruz. Görünen o ki IŞİD'le benzer zihniyeti taşıyanlar; Êzidîlere saldırmak, onları küçük düşürmek, Êzidî bireyini değersiz, yok olmayı hak eden kâfirler olarak etiketleyerek soykırımı meşrulaştırmak için fırsat kolluyorlar.”
“Güneşin Kızları”
YAS (Yazidi@School)’ın kurucularından, Hollanda’da yaşayan Margaret Rijkelijkhuizen, Êzidî gençlere gönüllü bir şekilde online İngilizce dersler veriyor:
“Geçen yıl mart, nisan aylarında Hollanda'da, Reber Dosky tarafından çekilen ‘Güneşin Kızları (Daughters of the Sun)’ belgeselinin ilk gösterimi yapıldı. Belgesel, IŞİD tarafından köleleştirildikten sonra hayatta kalan, birbirlerinin sevgisi ve desteğiyle hayatlarını yeniden inşa etmeye çalışan dokuz genç kadını anlatıyordu. Bu genç kadından beşi, filmin galası için Hollanda'yı ve parlamentoyu ziyaret etmek, soru-cevap oturumlarına katılmak, gazete ve medya kuruluşlarına röportaj vermek için Hollanda’ya davet edildiler.”
"Belgeseli izledikten sonra ben de onlarla tanıştım ve kendi kendime sordum: Nasıl yardımcı olabilirim, ne yapabilirim? Reber’in yaptığı tercüme yardımıyla bana artık okula gidemediklerini, insan hakları avukatı, öğretmen ya da doktor olmak istediklerini söylediler. 3 dakika içinde karar vermiştim, Sincar’a gidecek ve İngilizce öğretecektim.”
Saldırılar
Yazidi@School projesini eylül ayında bölgede başlatan Rijkelijkhuizen, eğitim için kendilerine bir sınıf verilmediğini ve elektrik gibi önemli ihtiyaçların da bulunmaması nedeniyle projelerini online olarak sürdürmeye karar verdiklerini aktarıyor:
“Barzani Yardım Vakfı (BCF) başlangıçta bana kampta ders verme ve barınma için izin vererek projemi desteklemişti; ancak daha sonra benden ödeme beklendiğini fark ettim. Êzidîler için bir ders vermek bile birçok badire atlatmak anlamına geliyor. Bir kapı kapandı ama neyse ki yeni bir kapı açıldı. Şimdi, sekiz ay sonra, çeşitli ülkelerden 8 öğretmeniz. Her seviyede İngilizce derslerimiz ve 184 kayıtlı Êzidî öğrencimiz var. Öğrencilerimizin yaş ortalaması ise 22.”
Rijkelijkhuizen, Türkiye’nin İnsansız Hava Araçları (İHA) ve Türkiye’den yapılan bombalamalar nedeniyle yerel halktan birçok insanın hayatını kaybettiğini de anlatıyor. Birkaç gün önce dolaşıma sokulmuş nefret söylemleri hakkında ise öğrencilerinin oldukça kaygılı olduğunu aktarıyor:
“Birçok öğrencimiz bize videolar, fotoğraflar gösteriyorlar, endişeleniyorlar. Kamptayken birkaç kişi bana şunları söyledi: Tekrar katledileceğimizi biliyoruz; sadece ne zaman olduğunu bilmiyoruz. Umutsuz hissediyorlar, güvenlik istiyorlar, dünyanın onları oldukları gibi kabul etmesini istiyorlar. O kadar hayal kırıklığı yaşıyorlar ki, tüm bunlar kalbimi çok kırıyor.”
Yaşanan tüm bu olaylar, bu kadim toplumun ivedilikle korunması gerektiğini gösteriyor; zira Mezopotamya’nın çok kültürlü, çok etnisiteli yapısını korumak her birimizin görevi. (SELEN VARGÜN ALITKAN - BİANET)
Hiç yorum yok