Haziran ayı yaklaştıkça, yani meclisin kapanma günü yaklaştıkça siyasetin gündemi de yoğunluğunu yitiriyor. Hatırlanacağı gibi geçen yıl bu ...
Haziran ayı yaklaştıkça, yani meclisin kapanma günü yaklaştıkça siyasetin gündemi de yoğunluğunu yitiriyor. Hatırlanacağı gibi geçen yıl bu dönemler tüm siyaset seçimlere hazırlanıyordu. Seçimlerin üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Artık yavaş yavaş 3’üncü AKP döneminin ilk yılının bilânçosunu çıkarmak gerekecek. Bu bir yılın emekçilerin, yoksulların “hayrına” geçirildiğini söylemek elbette imkânsız. Sermaye lehine uygulamaların (Avrupa krizine rağmen ciddi bir tökezleme yaşamadan) hayata geçirildiği, gericiliğin tüm sosyal dokuya yayılması için toplum mühendisliği yapıldığı da bir gerçek.
Diğer yandan AKP’nin bu bir yıl içinde tüm planlarını harfiyen uygulayabildiği de söylenemez. Bunların arasında özel istihdam büroları, bölgesel asgari ücret, yeni sendikalar yasası, iş güvenliği yasası olduğu gibi, yeni yargı “reformu” ve yerel yönetimler yasası gibi sistem için temel öneme sahip olanlar da mevcut. Ve elbette “yeni anayasa”. Ve elbette kısmen buna bağlı olarak da Kürt sorunu. Ve elbette Suriye’ye dönük hayaller…
Tayyip Erdoğan her seçildiği dönemde yeni anayasa sözü vermiş olduğu gibi 3’üncü iktidar döneminin yasama yılı başlangıcında da (yani geçen sonbaharda) yeni anayasanın en geç haziran ayında bitirilmesi gerektiğini ifade etmişti. Bu hedefi açıklarken, haziran ayına kadar yapılması gereklerin bitirileceğini hesap ediyordu kuşkusuz. Hatta nisan ayı, başta Beşir Atalay olmak üzere kurmay AKP’liler tarafından kritik ay ilan edilmişti. Nisan ayında yeni yargı yasası ve yerel yönetimler yasası ile birlikte “yeni” demokratik adımlar atılacak, KCK’lıların büyük bölümü serbest bırakılacak ve Kürt Sorunu’nda yeni bir evreye girilecekti. Formül de Mart ayında açıklanmıştı: “1-Kürtlerle Kürt sorunu konuşulacakmış. Yani BDP muhatap alınacakmış ama şartlar sağlanırsa. 2-PKK ile PKK sorunu konuşulacakmış. Yani silah bırakma, teslim olma konuları dışına çıkılmayacakmış. 3-AB Yerel Yönetim Şartı üzerinden çözüm sağlanabilirmiş. Yani Türkiye’nin, AB Yerel Yönetim Şartı üstündeki şerhi kaldırılabilirmiş, böylece anadil eğitimini garanti edebilirmiş. Ayrıca her şey yolunda giderse Beşir Atalay tarafından müjdesi verilen üçüncü yargı paketi sayesinde KCK sanıklarının büyük bir bölümü de tahliye edebilirlermiş.”
Ancak Kürt sorunu karşısındaki bu plan gerek AKP içindeki politik tercih farklılıklarından gerekse Irak ve Suriye’deki gelişmelerden dolayı uygulamaya geçirilemedi. Ve bu konuda etkili olan bir diğer etken de kuşkusuz AKP’nin BDP’ye alternatif bir siyasal temsiliyet çıkaramamasıdır. (Bu noktada Hizbullah’ın AKP politikalarıyla uyumlu yeni dönem hareketliliği ve İslamcı Kürt Partisi üzerinden yapılabilecek hesaplar dikkate alınmalıdır.) Bununla birlikte diğer kritik yasalar da AKP’nin performans eksikliği nedeniyle ertelenmek zorunda kaldı. Sadece çok acil olanlar, MİT yasası, 4+4+4 yasası, 2 B ve kentsel dönüşüm yasası gibiler kendilerine yer bulabildi.
Tüm bunlar AKP’nin bu yılki planlarını gelecek yıla ertelemesine neden olacak. Bu ise gelecek yılın çok daha yoğun bir gündemle ve toplumun ezilen, dışlanan kesimleri için çok daha yıkıcı geçecek olması anlamına geliyor.
Bu arada yeniden gündeme getirilen “başkanlık sistemi” tartışmalarının fikir antrenmanı yapmaya bile yaramadığı aşikar. Yerel seçimlerle genel seçimlerin birleştirileceği tartışmalarının şu an için bir anlamının olmadığı da aşikar. Yeni dönem planları önümüzdeki yaz ayları içinde şekillenecek.
Bu yılın en belirgin özelliklerinden bir diğeri ise yüzde 50 oy almış AKP iktidarına karşı gelişen toplumsal tepkilerdi. Tayyip’in her fırsatta dile getirdiği demokrasi anlayışına göre tek şart “parlamentoda çoğunluğun sağlanmasıdır.” Halkın bu “onay”ı sağlandıktan sonra, bunu alan parti/lider her şeyi yapmaya muktedirdir. Ancak halkın geri kalan yüzde 50’si (hatta AKP’ye oy verenlerin bir kısmı bile), siyasal süreçlere katılımının tıkandığını “fark ederek”, bu yıl içinde sokağı ciddi bir seçenek olarak kullanmaya başlamıştır. Hatırlanacağı gibi geçen yılın işaret fişeği Hopa’da atılmıştı. Hopa halkının Tayyip’i kovalaması anlık bir öfke değil, siyasal bir tepkidir. Benzer bir biçimde gazetecilerin cezaevine tıkılmasına karşı gerçekleştirilen kitlesel eylemler de sadece basın özgürlüğü duyarlılığı değil, AKP faşizmine karşı bir siyasal tepkidir. Yine benzer bir biçimde Alevilerin, Sivas Katliamı sanıklarının zaman aşımından “yırtmalarına” karşı tepkileri de bu kapsamdadır. Artık AKP’nin çoğunluğunu oluşturduğu parlamento, halkın sorunlarının çözüm yeri değil, sorunlarının kaynağıdır. Bunu fark eden CHP bile grup toplantısını “sokak”ta yapmak zorunda kalmıştır. Toplumsal siyasal tepkinin en üst biçimini bulduğu yer ise kuşkusuz 1 Mayıs alanları oldu.
Sol muhalefetin öznelerinin tüm bu bir yılı “verimli” geçirdiklerini ve 1 Mayıs’la birlikte siyasal/örgütsel bir iç değerlendirme yaptıklarını söylemek ise imkansız. Birkaç istisna dışında 1 Mayıs gösterilerinin solun gözüne sokması gereken özelliği, örgüt kortejlerindeki sayısal düşüştür. Ve elbette ki bu kortejlerde, güncel siyasal taleplerin neredeyse hiç olmayışıdır. Bu gerçekliğin bizzat herkes tarafından görülmüş olmasına karşın durumun değiştirileceğine ilişkin bir umut da görülmüyor.
1 Mayıs’ın sona ermesiyle birlikte solda bir gevşemenin, rehavetin olmasını anlamak mümkün ancak kabul etmek imkansız. Çünkü toplumsal sorunların yakıcılığı yaz ile birlikte artacak. Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in 1 Mayıs’ta keyfine diyecek yoktu. 35 yıldır ilk kez 1 Mayıs’a AKP’li sendikacıların kıyağı ile katılan Bakan Faruk, kamu çalışanlarının yüzde 16 zam taleplerini sırıtarak “bakacağız, bakacağız” diyerek yanıtlıyordu. AKP zam oranını açıkladı: yüzde 3+3. Bu oranı o 1 Mayıs alanında, AKP’li sendikacı ve işçilerin doldurduğu alanda açıklasaydı ya. AKP, referandumda geçirdiği, toplu görüşme yerine ondan daha geri ve grevsiz bir “toplu sözleşme” düzeneği getiren “kamu çalışanları sendika yasası” sayesinde tüm kamu çalışanlarına yeni bir “kazık” atacak.
1 Mayıs geride kaldı ama muhalefetin gündemleri geride kalmadı. Kentsel dönüşüm yasası bu
ay çıkarılmaya çalışılacak. Barınma hakkı için mücadele edenler yine Ankara’da olacak. 31 Mayıs, Hopa direnişinin ve öğretmen Metin Lokumcu’nun AKP tarafından katledilmesinin yıldönümü. Metin Lokumcu ve yoldaşları yine Hopa’da olacak ve bu sadece bir anma değil, Hopa halkının AKP’ye karşı sürdürdüğü muhalefetinin yeni bir günü olarak yaşanacak.
Ve 4+4+4 eğitim yasası! AKP bu işi bitirdiğini ve sonlandırdığını sanıyor! Yağma yok. Bu ülkenin kız ve erkek çocuklarının (ve hatta henüz doğmamış olanlarının) geleceği; bilim hırsızı, emeği ve işçiyi değersiz gören, mezhep takıntılı ve kadın düşmanı bu şahsa yani Ömer Dinçer’e teslim edilemez.
Başta AKP’ye oy verenler olmak üzere tüm toplum bilmelidir ki AKP’nin bu toplumu ilerletebilecek bir eğitim politikası ve bu politikayı hayata geçirebilecek yeteneğe, bilgiye, donanıma sahip aklı ve kadrosu yoktur. Bu bir iddia değil, kanıtlanmış bir gerçektir. AKP’nin iktidar olduğu bu üçüncü dönem dahil olmak üzere bütün Milli Eğitim Bakanları (Nimet Çubukçu, Hüseyin Çelik) eğitim alanını bir oyun/deney alanına çevirdiler. Biri SBS diye bir sistem icat etti, diğeri iptal etti. Dershaneleri kaldıracağız dediler, dershane sayısında fahiş artış yarattılar. Okul türleriyle (yok süper lise, yok laboratuvar lise, yok Anadolu Lisesi) sürekli oynadılar… Bu dönem içinde bu eğitim sisteminden geçen her çocukta kalıcı hasar bıraktı bu sorumsuz, çapsız AKP zihniyeti ve onun temsilcisi bu bakanlar. Şimdi bu görevi devralan şahıs Ömer Dinçer. AKP’nin ilk döneminde Tayyip’in Başdanışmanlığını (akıl hocalığını) yapan bu şahıs, ikinci dönemde Çalışma Bakanı idi, şimdi ise Milli Eğitim Bakanı. Profesör sıfatına kanılmasın, o sıfatı başkalarının tezlerinden intihal (bilim hırsızlığı) yaparak elde ettiği kanıtlanmıştı.
4+4+4 ile AKP, artık iyiden iyiye toplum mühendisliğine soyunmuş durumda. İktidar döneminin önemli bölümünü ordunun kendisine müdahale etmesini engellemeye ve orduyu kendi kadrolarının denetimine almaya çalışan AKP, hatırlanacağı gibi bu dönemde sürekli “ordu kışlaya” sloganını diline pelesenk etmişti. Şimdi AKP’ye “ordu kışlaya, imam da camiye” deme zamanıdır. AKP sözde din ulemaları aracılığıyla doğrudan siyasal sonuçları olacak yeni bir sosyal doku inşa etmeyi amaçlamaktadır.
Bu sosyal dokunun önemli sonuçlarından biri “tek tip mezhepleştirme” olacaktır. 4+4+4’ün uygulanmasıyla tüm Alevi çocukları Sünnileştirilmeye çalışılacaktır. Dinini İslam, mezhebini Sünni olarak benimseyen devlet, bütün toplumu ümmet kalıbına uymaya zorlayacak.
Amaçlanan sosyal doku değişikliğinin belki de en önemli sonucu kadınlar üzerinde olacak. Kız çocuklarının eğitim süreçlerinin başından itibaren her türlü sosyal etkileşimden uzak, içe kapalı, baskıcı bir zihniyetle yetiştirilmesi amaçlanmaktadır. Kocasına her şart altında biat eden eş, çocuklarına tek tipleştirilmiş bir dini eğitim veren anne yaratmak AKP’lilerin en büyük hayalidir.
AKP, sermayenin desteğini ise her türlü hak mücadelesini “öbür dünya”ya erteleyen geniş bir işçi yığını yaratacağı vaadiyle alıyor. Haksızlığa, zulme karşı çıkmayan, verilenle yetinen sadece işyerinde mescit talebini dile getiren güvencesiz, sendikasız ama tarikata bağlı genç işçiler/işsizler güruhu.
Bu gelecekten kaçmaya çalışmak nafile. Bu ülkenin sosyalistleri, solcuları, demokratları, bu ülkenin ilerici kadınları, bu ülkenin ilerici Alevileri, bu halkın öğretmenleri, çocuklarınız için bireysel kurtuluş aramak nafile. AKP’nin eğitim politikalarına karşı tek yol okulda, sokakta, mahallede mücadele etmekten geçiyor.
AKP'nin eğitim politikalarına karşı mücadele de en önemli mevzilerden biri olan/olması gereken Eğitim-Sen için de bu süreç farklı değerlendirilmeli. Son yıllarda üye sayısı azalan, toplumsal pozisyonu zayıflayan Eğitim-Sen, 4+4+4'e karşı mücadele içinde hem kendisi için devrimci bir yenilenme sağlayabilir hem de toplumsal bağları zayıflamış örgütü yenilenmiş bir toplumsal misyonla donatabilir. Yıllardır yaşanan gerilemenin ardından 4+4+4 sürecinde, Nisan ayında Eğitim-Sen’in yeni üye sayısındaki önemli artış ve İstanbul başta olmak üzere velilerin kalabalık toplantılarla öğretmenleri ve Eğitim-Sen’i zorlamaya başlaması bu gerçekliğe işaret ediyor. Bunun başlangıç adımı; eğitim hakkı mücadelesini toplumsallaştıran, benmerkezci olmayan, kurumlar arası ilişkiyi eşit bir düzlemde kuran bir yaklaşımdan geçiyor. Bu saldırıyı durdurmak her türlü grupsal, kişisel rekabetten önemlidir. Eğitim-Sen üyesi tüm öğretmenler, başta öğrenciler ve veliler olmak üzere tüm toplum kesimleri içinde bu saldırıya karşı durmanın gereklerini anlatmak ve onlarla birlikte mücadele etmek ile “yükümlü”dür.
Geleceğimiz, bu ülkenin çocuklarının geleceği AKP gericiliğine, AKP faşizmine terk edilecek kadar değersiz mi? SENDİKA.ORG
Diğer yandan AKP’nin bu bir yıl içinde tüm planlarını harfiyen uygulayabildiği de söylenemez. Bunların arasında özel istihdam büroları, bölgesel asgari ücret, yeni sendikalar yasası, iş güvenliği yasası olduğu gibi, yeni yargı “reformu” ve yerel yönetimler yasası gibi sistem için temel öneme sahip olanlar da mevcut. Ve elbette “yeni anayasa”. Ve elbette kısmen buna bağlı olarak da Kürt sorunu. Ve elbette Suriye’ye dönük hayaller…
Tayyip Erdoğan her seçildiği dönemde yeni anayasa sözü vermiş olduğu gibi 3’üncü iktidar döneminin yasama yılı başlangıcında da (yani geçen sonbaharda) yeni anayasanın en geç haziran ayında bitirilmesi gerektiğini ifade etmişti. Bu hedefi açıklarken, haziran ayına kadar yapılması gereklerin bitirileceğini hesap ediyordu kuşkusuz. Hatta nisan ayı, başta Beşir Atalay olmak üzere kurmay AKP’liler tarafından kritik ay ilan edilmişti. Nisan ayında yeni yargı yasası ve yerel yönetimler yasası ile birlikte “yeni” demokratik adımlar atılacak, KCK’lıların büyük bölümü serbest bırakılacak ve Kürt Sorunu’nda yeni bir evreye girilecekti. Formül de Mart ayında açıklanmıştı: “1-Kürtlerle Kürt sorunu konuşulacakmış. Yani BDP muhatap alınacakmış ama şartlar sağlanırsa. 2-PKK ile PKK sorunu konuşulacakmış. Yani silah bırakma, teslim olma konuları dışına çıkılmayacakmış. 3-AB Yerel Yönetim Şartı üzerinden çözüm sağlanabilirmiş. Yani Türkiye’nin, AB Yerel Yönetim Şartı üstündeki şerhi kaldırılabilirmiş, böylece anadil eğitimini garanti edebilirmiş. Ayrıca her şey yolunda giderse Beşir Atalay tarafından müjdesi verilen üçüncü yargı paketi sayesinde KCK sanıklarının büyük bir bölümü de tahliye edebilirlermiş.”
Ancak Kürt sorunu karşısındaki bu plan gerek AKP içindeki politik tercih farklılıklarından gerekse Irak ve Suriye’deki gelişmelerden dolayı uygulamaya geçirilemedi. Ve bu konuda etkili olan bir diğer etken de kuşkusuz AKP’nin BDP’ye alternatif bir siyasal temsiliyet çıkaramamasıdır. (Bu noktada Hizbullah’ın AKP politikalarıyla uyumlu yeni dönem hareketliliği ve İslamcı Kürt Partisi üzerinden yapılabilecek hesaplar dikkate alınmalıdır.) Bununla birlikte diğer kritik yasalar da AKP’nin performans eksikliği nedeniyle ertelenmek zorunda kaldı. Sadece çok acil olanlar, MİT yasası, 4+4+4 yasası, 2 B ve kentsel dönüşüm yasası gibiler kendilerine yer bulabildi.
Tüm bunlar AKP’nin bu yılki planlarını gelecek yıla ertelemesine neden olacak. Bu ise gelecek yılın çok daha yoğun bir gündemle ve toplumun ezilen, dışlanan kesimleri için çok daha yıkıcı geçecek olması anlamına geliyor.
Bu arada yeniden gündeme getirilen “başkanlık sistemi” tartışmalarının fikir antrenmanı yapmaya bile yaramadığı aşikar. Yerel seçimlerle genel seçimlerin birleştirileceği tartışmalarının şu an için bir anlamının olmadığı da aşikar. Yeni dönem planları önümüzdeki yaz ayları içinde şekillenecek.
Bu yılın en belirgin özelliklerinden bir diğeri ise yüzde 50 oy almış AKP iktidarına karşı gelişen toplumsal tepkilerdi. Tayyip’in her fırsatta dile getirdiği demokrasi anlayışına göre tek şart “parlamentoda çoğunluğun sağlanmasıdır.” Halkın bu “onay”ı sağlandıktan sonra, bunu alan parti/lider her şeyi yapmaya muktedirdir. Ancak halkın geri kalan yüzde 50’si (hatta AKP’ye oy verenlerin bir kısmı bile), siyasal süreçlere katılımının tıkandığını “fark ederek”, bu yıl içinde sokağı ciddi bir seçenek olarak kullanmaya başlamıştır. Hatırlanacağı gibi geçen yılın işaret fişeği Hopa’da atılmıştı. Hopa halkının Tayyip’i kovalaması anlık bir öfke değil, siyasal bir tepkidir. Benzer bir biçimde gazetecilerin cezaevine tıkılmasına karşı gerçekleştirilen kitlesel eylemler de sadece basın özgürlüğü duyarlılığı değil, AKP faşizmine karşı bir siyasal tepkidir. Yine benzer bir biçimde Alevilerin, Sivas Katliamı sanıklarının zaman aşımından “yırtmalarına” karşı tepkileri de bu kapsamdadır. Artık AKP’nin çoğunluğunu oluşturduğu parlamento, halkın sorunlarının çözüm yeri değil, sorunlarının kaynağıdır. Bunu fark eden CHP bile grup toplantısını “sokak”ta yapmak zorunda kalmıştır. Toplumsal siyasal tepkinin en üst biçimini bulduğu yer ise kuşkusuz 1 Mayıs alanları oldu.
Sol muhalefetin öznelerinin tüm bu bir yılı “verimli” geçirdiklerini ve 1 Mayıs’la birlikte siyasal/örgütsel bir iç değerlendirme yaptıklarını söylemek ise imkansız. Birkaç istisna dışında 1 Mayıs gösterilerinin solun gözüne sokması gereken özelliği, örgüt kortejlerindeki sayısal düşüştür. Ve elbette ki bu kortejlerde, güncel siyasal taleplerin neredeyse hiç olmayışıdır. Bu gerçekliğin bizzat herkes tarafından görülmüş olmasına karşın durumun değiştirileceğine ilişkin bir umut da görülmüyor.
1 Mayıs’ın sona ermesiyle birlikte solda bir gevşemenin, rehavetin olmasını anlamak mümkün ancak kabul etmek imkansız. Çünkü toplumsal sorunların yakıcılığı yaz ile birlikte artacak. Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in 1 Mayıs’ta keyfine diyecek yoktu. 35 yıldır ilk kez 1 Mayıs’a AKP’li sendikacıların kıyağı ile katılan Bakan Faruk, kamu çalışanlarının yüzde 16 zam taleplerini sırıtarak “bakacağız, bakacağız” diyerek yanıtlıyordu. AKP zam oranını açıkladı: yüzde 3+3. Bu oranı o 1 Mayıs alanında, AKP’li sendikacı ve işçilerin doldurduğu alanda açıklasaydı ya. AKP, referandumda geçirdiği, toplu görüşme yerine ondan daha geri ve grevsiz bir “toplu sözleşme” düzeneği getiren “kamu çalışanları sendika yasası” sayesinde tüm kamu çalışanlarına yeni bir “kazık” atacak.
1 Mayıs geride kaldı ama muhalefetin gündemleri geride kalmadı. Kentsel dönüşüm yasası bu
ay çıkarılmaya çalışılacak. Barınma hakkı için mücadele edenler yine Ankara’da olacak. 31 Mayıs, Hopa direnişinin ve öğretmen Metin Lokumcu’nun AKP tarafından katledilmesinin yıldönümü. Metin Lokumcu ve yoldaşları yine Hopa’da olacak ve bu sadece bir anma değil, Hopa halkının AKP’ye karşı sürdürdüğü muhalefetinin yeni bir günü olarak yaşanacak.
Ve 4+4+4 eğitim yasası! AKP bu işi bitirdiğini ve sonlandırdığını sanıyor! Yağma yok. Bu ülkenin kız ve erkek çocuklarının (ve hatta henüz doğmamış olanlarının) geleceği; bilim hırsızı, emeği ve işçiyi değersiz gören, mezhep takıntılı ve kadın düşmanı bu şahsa yani Ömer Dinçer’e teslim edilemez.
Başta AKP’ye oy verenler olmak üzere tüm toplum bilmelidir ki AKP’nin bu toplumu ilerletebilecek bir eğitim politikası ve bu politikayı hayata geçirebilecek yeteneğe, bilgiye, donanıma sahip aklı ve kadrosu yoktur. Bu bir iddia değil, kanıtlanmış bir gerçektir. AKP’nin iktidar olduğu bu üçüncü dönem dahil olmak üzere bütün Milli Eğitim Bakanları (Nimet Çubukçu, Hüseyin Çelik) eğitim alanını bir oyun/deney alanına çevirdiler. Biri SBS diye bir sistem icat etti, diğeri iptal etti. Dershaneleri kaldıracağız dediler, dershane sayısında fahiş artış yarattılar. Okul türleriyle (yok süper lise, yok laboratuvar lise, yok Anadolu Lisesi) sürekli oynadılar… Bu dönem içinde bu eğitim sisteminden geçen her çocukta kalıcı hasar bıraktı bu sorumsuz, çapsız AKP zihniyeti ve onun temsilcisi bu bakanlar. Şimdi bu görevi devralan şahıs Ömer Dinçer. AKP’nin ilk döneminde Tayyip’in Başdanışmanlığını (akıl hocalığını) yapan bu şahıs, ikinci dönemde Çalışma Bakanı idi, şimdi ise Milli Eğitim Bakanı. Profesör sıfatına kanılmasın, o sıfatı başkalarının tezlerinden intihal (bilim hırsızlığı) yaparak elde ettiği kanıtlanmıştı.
4+4+4 ile AKP, artık iyiden iyiye toplum mühendisliğine soyunmuş durumda. İktidar döneminin önemli bölümünü ordunun kendisine müdahale etmesini engellemeye ve orduyu kendi kadrolarının denetimine almaya çalışan AKP, hatırlanacağı gibi bu dönemde sürekli “ordu kışlaya” sloganını diline pelesenk etmişti. Şimdi AKP’ye “ordu kışlaya, imam da camiye” deme zamanıdır. AKP sözde din ulemaları aracılığıyla doğrudan siyasal sonuçları olacak yeni bir sosyal doku inşa etmeyi amaçlamaktadır.
Bu sosyal dokunun önemli sonuçlarından biri “tek tip mezhepleştirme” olacaktır. 4+4+4’ün uygulanmasıyla tüm Alevi çocukları Sünnileştirilmeye çalışılacaktır. Dinini İslam, mezhebini Sünni olarak benimseyen devlet, bütün toplumu ümmet kalıbına uymaya zorlayacak.
Amaçlanan sosyal doku değişikliğinin belki de en önemli sonucu kadınlar üzerinde olacak. Kız çocuklarının eğitim süreçlerinin başından itibaren her türlü sosyal etkileşimden uzak, içe kapalı, baskıcı bir zihniyetle yetiştirilmesi amaçlanmaktadır. Kocasına her şart altında biat eden eş, çocuklarına tek tipleştirilmiş bir dini eğitim veren anne yaratmak AKP’lilerin en büyük hayalidir.
AKP, sermayenin desteğini ise her türlü hak mücadelesini “öbür dünya”ya erteleyen geniş bir işçi yığını yaratacağı vaadiyle alıyor. Haksızlığa, zulme karşı çıkmayan, verilenle yetinen sadece işyerinde mescit talebini dile getiren güvencesiz, sendikasız ama tarikata bağlı genç işçiler/işsizler güruhu.
Bu gelecekten kaçmaya çalışmak nafile. Bu ülkenin sosyalistleri, solcuları, demokratları, bu ülkenin ilerici kadınları, bu ülkenin ilerici Alevileri, bu halkın öğretmenleri, çocuklarınız için bireysel kurtuluş aramak nafile. AKP’nin eğitim politikalarına karşı tek yol okulda, sokakta, mahallede mücadele etmekten geçiyor.
AKP'nin eğitim politikalarına karşı mücadele de en önemli mevzilerden biri olan/olması gereken Eğitim-Sen için de bu süreç farklı değerlendirilmeli. Son yıllarda üye sayısı azalan, toplumsal pozisyonu zayıflayan Eğitim-Sen, 4+4+4'e karşı mücadele içinde hem kendisi için devrimci bir yenilenme sağlayabilir hem de toplumsal bağları zayıflamış örgütü yenilenmiş bir toplumsal misyonla donatabilir. Yıllardır yaşanan gerilemenin ardından 4+4+4 sürecinde, Nisan ayında Eğitim-Sen’in yeni üye sayısındaki önemli artış ve İstanbul başta olmak üzere velilerin kalabalık toplantılarla öğretmenleri ve Eğitim-Sen’i zorlamaya başlaması bu gerçekliğe işaret ediyor. Bunun başlangıç adımı; eğitim hakkı mücadelesini toplumsallaştıran, benmerkezci olmayan, kurumlar arası ilişkiyi eşit bir düzlemde kuran bir yaklaşımdan geçiyor. Bu saldırıyı durdurmak her türlü grupsal, kişisel rekabetten önemlidir. Eğitim-Sen üyesi tüm öğretmenler, başta öğrenciler ve veliler olmak üzere tüm toplum kesimleri içinde bu saldırıya karşı durmanın gereklerini anlatmak ve onlarla birlikte mücadele etmek ile “yükümlü”dür.
Geleceğimiz, bu ülkenin çocuklarının geleceği AKP gericiliğine, AKP faşizmine terk edilecek kadar değersiz mi? SENDİKA.ORG
Hiç yorum yok