Bir süredir AKP ile liberallerin arası bozuk. Liberallerin ağzından, kaleminden 10 yıldır çıkmayan eleştiriler şimdilerde dökülmeye başladı. Kenara itilmişlikle karışık bir hayal kırıklığı açık açık dile getiriliyor. Ahmet Altan, “biz halkız, ferman devletinse, meydanlar bizimdir” diyor. Baskın Oran, “bizi ele güne rezil etme” diyor. Murat Belge “laiklik elden gidiyor” diyor. Erdoğan kadar liberallerin haleti ruhiyesi de masaya yatırmalık olmuşken, politik psikoloji üzerine çalışmaları ile de bilinen Akıl Defteri dergisi editörü Cemal Dindar’a başvurduk. Dindar, liberallerin AKP açısından artık kullanma sürelerinin geçtiğini ve AKP'ye karşı tepkilerinin de toplumsal kaygılarla ilgisi bulunmadığını söylüyor. 

* * *

"AKP şimdi karşısına çıkan badireleri de atlatırsa bir sonraki seçimde Ertuğrul Günay’a ne ihtiyacı var. Günay’ın eski bir solcu olarak kullanım değeri bitti. Ya da liberallerin sözüne ne ihtiyacı var...

"Ahmet Altan’ın köşe yazısının sonuna eklediği 'O devletse, biz halkız. Ferman devletinse, meydanlar bizimdir' cümlelerindeki gibi güçlü bir karşı çıkış beklemek safdillik olur....

"Sola ya da solun yücelttiği değerlere atfın hala bu kadar diri olması o idealizasyonun solun düşmanı olduğunu saklamayanlarda bile devam ettiğini gösteriyor...

* * *

Sendika.Org: Liberal entelijansiyada, AKP’nin otoriterleşmesi ve dinsel söylemi öne çıkarması karşısında bir süredir bir tavır değişikliği görülüyor. On yıl boyunca AKP’ye karşı çıkanların söyledikleri birtakım şeyleri kendileri de tekrarlıyor, laikliğe ilişkin kaygılardan bahsediyor, antideokratik uygulamalardan şikayet ediyorlar. Bu değişimi neye yormak lazım? Akılları başlarına mı geldi? 

Cemal Dindar: Ne olursa olsun, Milli Görüş’ten AKP’ye kadar gelen süreçte İslami hareketin yaşadığı serüvenle liberallerin yaşadığı serüven 1990’larda daha belirgin olarak örtüşmüş olsa da, “yeni bir Türkiye kurma” konusunda işbirliği olanakları çıkmış olsa da liberalizm her şeye rağmen modernitenin çocuğu. Dolayısıyla sözünü oradan kuranlarla Milli Görüş ve AKP çizigisi içinde yer almış olanların bir yerde çatışacakları muhakkaktı. 

Bu çatışmanın Türkiye açısından verimli olup olmayacağı ayrı bir tartışma. Hakikaten, Ahmet Altan’ın köşe yazısının sonuna eklediği “O devletse, biz halkız. Ferman devletinse, meydanlar bizimdir” cümlelerindeki gibi güçlü bir karşı çıkış beklemek safdillik olur. Fakat Türkiye’deki liberal geleneğin kendi modern köklerini anımsaması ve oradan cümleler kurması da her şeye rağmen hayrımızadır. Bir kere bunu teslim etmek lazım. 

Kendilerine “liberal sol” dediler mi bilmem ama toplumda “liberal sol” denilince akla gelen isimleri (Murat Belge, Ahmet Altan, Basın Oran vs.) konuşuyoruz. Birincisi orada bir tuhaflık var. Belki Türkiye’ye özgü. Belki tarihsel olarak zamanın ruhuyla da ilgili. Aslında solun içinde olduğunu, sola yakın olduğunu, hiç değilse sola muhabbet duyduğunu düşündüğümüz bu insanlarla da konuşuyoruz biz yakın döneme kadar. Öyle olmasalar bile öyle tahayyül ettiğimiz kişiler bunlar. AKP sürecine yaklaşmaları, neoliberal dönüşüm içinde yeni bir Türkiye projesinde buluşmaları, aynı zamanda mevcut soldan kopuş süreçleri olmuştu. 


Ama iktidar çevresindeki entelektüeller tartışırken dönüp dönüp sola atıf yapıyor. Sanki memlekette çok etkili bir sol varmış gibi. Etyen Mahçupyan gibi sağcı liberaller sol üzerine yazı dizileri kaleme alıyor. Hadi Uluengin gibi sol düşmanı dönekler bile kendi meşruiyetlerini tanımlamak için “ben de zaten vaktiyle solcuydum” deme ihtiyacı duyuyor. 

Bu, Türkiye ve benzeri coğrafyalarda önemli bir şeye işaret ediyor. Aydın olmak, yaşama iktidarın kulu olmadan müdahale etmeyi arzu etmek, hep sola dair bir şeydi. Çok uzun dönem bu böyle oldu. Sol, üzerinden silindirler geçmiş olmasına, ahlaki alandan bile saldırılara uğramış olmasına rağmen demek ki hala idealizasyonunu koruyor. “Adam olmak” demek ki hala solcu olmakla ilgili. Dolayısıyla sola ya da solun yücelttiği değerlere atfın hala bu kadar diri olması o idealizasyonun solun düşmanı olduğunu saklamayanlarda bile devam ettiğini gösteriyor. Hatta sermayede bile. 

Adam yeni bir don çeşidi buluyor, “bu devrim” diyor don çeşidine. Özal dönemi olsun, kadın başbakanımız olması olsun, “bu bir devrim” diye anıldı. Anadolu kaplanları iktidara geldi “bu bir devrim” dediler. “Devrim” gibi kelimelerin, solun yücelttiği kavramların sağın başarılarında bile kullanılmak zorunda oluşu bence bu idelizasyonun hala dipdiri ayakta durduğunu göstermesi açısından önemli. 

Bu da mevcut solun gücüyle değil nihai olarak solun cümleyi hep farklı bir yerden kurmuş olmasıyla ilgili; en basit haliyle “sömürüsüz bir dünya” istemesi mesela. Bu dünyada ezen ezilen ilişkisi varsa, ezilenlerden yana tutum almak, aklını yüreğini oraya yatırmak, gönül bağını ordan kurmak… 

Bir evde kardeşler, anne, baba yaşıyorsa; çocuklar despot babaya yaranmaya çalışmak yerine kardeşlerle ittifak kurup anneden yana saf tutar. Bizim topraklarımızın çok orijinal sahnesi bu. Ama bence babayı da despotluk durumundan kurtarmak, hakikaten babayı da biraz sevmek istiyoruz. Babamız da kıymetlidir ama evdeki şef de olmasın. Şefe yaranmaya çalışan kardeşler de olmasın. Kardeşlik ittifakı, kardeşlik dayanışması ya da Fransız Devrimi’nin üç ilkesi doğrultusunda eşitlik, kardeşlik ve özgürlük olsun yaşadığımız ortamda. Bu yanlarını değerlendirdiğimizde, mevcut solun gücünden, güçsüzlüğünden bağımsız olarak, sürekli referans gösterildiğine göre demek ki sol ilkeler insanlığın ilkeleri olarak hala ayakta. 

Bugün yaşadığımız süreç gümbür gümbür gelirken liberaller AKP’yle değil solla uğraşıyordu. 1 Mayıs tartışmaları vs. Bir taraftan solla bir bağları olduğunu iddia ederken bir yandan da sürekli sola saldırıyorlar, solu yeniden biçimlendirmeye çalışıyorlar. Şimdi bundan vazgeçerler mi dersiniz? 

Hayır vazgeçmezler. Çünkü eğer bugün çizilen çerçeveyle sınırları belirlenen bir Türkiye olacaksa buna yeni bir sol lazım. İyi niyetli bir çaba olduğunu düşünmeme rağmen bu Anti-kapitalist Müslümanlar meselesinin de bu yeni solun telvinleri olduğunu düşünüyorum. Bu ülkede ne olursa olsun ama müslüman olsun. Ya da kökeni mutlaka oraya bir çapa atsın. 

Şimdi yeni solun önemli ayraçlarından biri de solcu olduğunu ispatlamak için sola küfretmek zorunda olman. Birçoğu da bunu yapıyor. 

Bu bir yandan da şuna işaret ediyor: Sol gerçekten çok güçlüymüş. Sol derken sosyalist solu kastediyorum. Solun solcuların bile kavrayamadığı, toplumun kılcal damarlarına giden bir gücü varmış. 

Yeni sola uygun bir solcu olarak kabul görmen için evvela sola küfretmen gerekiyor. Sonra arada birtakım şeyler yapacaksın. Mesela 77 1 Mayıs Katliamı iki sol grubun çatışmasıydı diyeceksin. 

Türkiye tarihi yeniden yazılıyor aslında. Dersim, Maraş, Sivas. Sivas daha yakın tarihte gözümüzün önünde oldu. Onu Alevilerin yaptığnı öne sürebiliyorlar. Zaten zaman zaman (Zaman demişken isabet oldu Zaman gazetesi bu işleri yapıyor) Aziz Nesin’i provokatörlükle suçlamaya dönük yayınlar hep olurdu. 

Babamızı da sevmek isteriz dediniz. Baskın Oran da “Başbakanım lütfen bizi karşıtlarına rezil etme” diyor. Aslında hala beklenti var. Sanki istenmeyen bir ayrılık gibi AKP ile yaşadıkları. Liberallerin gözünün hala orada olduğunu görüyoruz… 

Liberal diye andığımız kişiliklere baktığımızda bunların epey şehirli ve şehirde de epey güçlü ailelerin çocukları olduğunu görüyoruz. Bu konuşmamıza vesile olan aktörleri tek tek düşünürsek üst sınıf ve aynı zamanda da “bu memleketin sahibi biziz” diyen ailelerden geliyor bunlar. Bunların çoğunu da babalarıyla birlikte düşünürüz biz. Örnek olsun Murat Belge’nin hayat hikayesini düşünürken Burhan Bey’i düşünürüz. Ya da Ahmet Altan’ı düşündüğümüzde Çetin Bey kesinlikle devreye girer. Bu pozisyonların şöyle bir yanı var. Emeksiz bir yere gelmek konusunda çok şanslılar. Baba destekler. Türkiye’de o adamların çocukları oldukları için doğar doğmaz şanslıdırlar. Dolayısıyla iktidar karşısındaki bu durumları çok şaşırtıcı değil. Erdoğan’a seslenirken, “beni ele güne rezil etme baba”, diye seslenmeleri çok tesadüfi değil. 

Tayyip Bey de Türkiye’yi yönetirken çok kişisel bir hikayeyi yaşıyormuş gibi yönetiyor. Ailenin şefi, babası gibi, aileyi çekip çevirir gibi. "Ne özgürlüğü kardeşim, ekmeğinizi veriyorum ya" da diyebilir. Bu çok tipik, evrensel bir tartışmadır. Gücünü çok artırmış bir despotun gözünde, özgürlük güçtür aslında. 

Dolayısıyla liberalizmin açmazı belki tam da burada başlıyor. Bunların birçoğu aslında devletten nemalanmış insanlar. Baktığın zaman hiç yüzleri yere gelmedi liberallerin. Hep işleri güçleri oldu. Yeni bir proje çıktığında hep kapıları çalındı. Allah daha da beter etsin! Haset anlamında söylemiyorum, yeni sürecin sadece destekçileri değil uygulayıcıları da oldular. Sorumlularıdırlar. 

Hep tek parti, tek parti diyoruz ama Türkiye şu son seçime kadar büyük bir koalisyonla yönetiliyordu. Neydi bu? 12 Eylül’den sonraki yeni sağla yeni solun koalisyonuydu. Cemaat-AKP anlamında da söylemiyorum. 12 Eylül’le birlikte önü açılmış yeni bir sol, bu sürecin arkasında oldu. 

Özneleriyle tarif edersek... 

Yeni sağ özellikle Anavatan Partisi’dir. Turgut Özal yeni sağın büyük uygulayıcısı ve distribütörü, Türkiye’ye getiren acentasıdır deyim yerindeyse. Hiçbir zaman omurga merakı yoktur. Şimdilerde bölgedeki değişimle birlikte bir omurga merakı var. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşananlar üzerine dediler ki “dindarlık şeklinde bir omurga şart ülkeye.” Ama bunun öncesinde omurgasızdı: içimizde milliyetçi mutlaka olsun, solcu mutlaka olsun, daha mukaddesatçı muhafazakar çevre olacak bunu içinde ve liberaller de olacak. İçine giren her türlü rengi almak gibi bir şey. 

Tayyip Bey muhafazakar demokrat diyor partisi için. Turgut Bey’in de iddiası buydu. Turgut Bey aynı zamanda renkli şort giyen, şortla asker denetleyen, köprüden geçerken “koy bir İbrahim Talıses de dinleyelim hanım” diyen alacalı bulacalı bir kişiliktir de. Yaşam tarzında, bize yansıtılan sahnelerde çok da öyle mukaddesatçı kapalı Anadolu mütedeyyini görmeyiz. Demek ki böyle işine geleni vitrine koyma anlamında bir omurgasızlık var… Bu bitti. 

AKP şimdi karşısına çıkan badireleri de atlatırsa bir sonraki seçimde Ertuğrul Günay’a ne ihtiyacı var. Günay’ın eski bir solcu olarak kullanım değeri bitti. Ya da liberallerin sözüne ne ihtiyacı var. Onlar da şaşırdılar. Çünkü biz artık başka bir sembol sistemiyle konuşuyoruz Türkiye’yi. Siyaseti, günlük yaşamı konuşurken daha dini kavramlar öne çıkıyor. Bunları da kabul ederek liberalizm mümkün değil artık. 

Ama liberallerin buna yönelik bir çaba ve beklentisi vardı. Örneğin Murat Belge, "Biz onlar için mücadele ettik, o başörtülü kızlar da 'bu adam iyi bir adamdır' diyecek" diyordu. 

Murat Bey değil yalnızca, bu tartışmaların ilk mecralarından biri Birikim dergisiydi. Ama ben bu son olayları faydasız bulmuyorum. Bu hayırlı bir şey. En azından bu süreçle birlikte bir netleşme imkanı veriyor. Olur, olmaz, o ayrı. Kehanette bulunmuyorum. Fakat modernitenin çocuklarıyla premodern arasında ve postmodern arasındaki ayrımı dayatan bir süreçte yaşıyoruz. Hakikaten bu kavramlarla devam edilerek liberallik yapılamaz. Bu iyi bir şey, hayırlı bir şey. Yaparlarsa da çok takla atmaları lazım, yazık. 

Baskın Bey’le ilgili olarak da seçimlere girdiği zaman, liberallik işte bu dediğim bir sahne vardır. Seçimler bitmiş. Bağımsız adaydı, kazanamadığı anlaşıldı. Gazetecinin biri sordu Baskın Hoca’ya, şimdi ne yapacaksınız, dedi. “Ne yapayım. Bodrum’a gidip güzel yaşantıma devam edeceğim” dedi. Şimdi demek ki o güzel yaşamı da riske eden bir durum var o yeni söylemde. Asıl hikaye orada. Yine çok kişisel bir yerden bakıyorlar. Toplumun geçmişi geleceğiyle ilgili bir dertleri yok gibi geliyor bana. Yazık.SENDİKA.ORG
Daha yeni Daha eski