“Yıllarca ötekileştirilen, horlanan, dışlanan insanların eşit yurttaş haline gelmesini kimse farklı yerlere çekmemelidir. Türkiye’de yaşananlar sadece ve sadece bir normalleşme sürecidir.” Bilinebileceği gibi bu cümleler Tayyip Erdoğan’ın “seçmeli” Kuran dersini savunurken kullandığı cümleler. Tayyip; asker-polis söz konusu olduğunda, İslamcı sermaye söz konusu olduğunda, dini değerleri kullanma ihtiyacı duyduğunda bu tanımları (ötekileştirilen, horlanan, dışlanan) bolca kullanmayı adet haline getirdi. Asıl kast ettiği ise bu ülkenin gerçekten ötekileştirilen, horlanan, dışlananları değil elbette, kendisi ve kendisi gibilerin iktidar olanaklarından istedikleri gibi yararlanamamış olmaları.
Peki, bu ülkenin gerçekten ötekileştirilen, horlanan, dışlananları kimler? Kürtler, kadınlar, Aleviler. Emekçiler, güvencesizler, yoksullar.
Ötekileştirilen Kürtler. Yıllarca yok sayıldılar, görmezden gelindiler. Ortak siyasal iradelerini ortaya koyarak taleplerini yükses sesle dile getirdiklerinde ise katliamların, yargısız infazların, zorla göç ettirmenin mağduru oldular. Cezaevlerine konuldular. AKP, dokuz yıl önce iktidara geldiğinde yeni anayasa yapacak, Kürt sorununu çözecekti. Bugün gelinen noktada, otuz binin üzerinde Kürt öldürülmüş, on binin üzerinde Kürt cezaevlerine konulmuş durumda. Cezaevlerindekilerin 7000’i yasal siyaset alanının muhatapları, 6’sı milletvekili, 32’si belediye başkanı, 190’ı belediye ya da il genel meclisi üyesi. Çok değil son bir hafta içerisinde 267 kişi gözaltına alındı, 111’i tutuklandı. Daha bir yıl öncesine kadar muhatap kabul edilip, gizli gizli görüşülen Abdullah Öcalan’a bir yıldır görüşme yasağı uygulanıyor.
Bunları yapan AKP iktidarı değilmiş gibi hala Kürt sorununu çözecekleri sahte umudunu yaymaya çalışıyorlar. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, “Kuzey Irak’ta tartışmalar var, hatta silahsızlandırmaya kadar gidecek bir tartışma var, ABD de işin içinde” diye uydurabiliyor. (PKK’nin hemen ardından yaptığı yalanlama, AKP’nin kendi iç propagandasında dikkate bile alınmıyor elbette.)
Bunlarla birlikte Kılıçdaroğlu da nasıl bir “koku” aldıysa Meclis’in kapanmasına günler kala Kürt sorununu çözme inisiyatifini birdenbire kendinde buluverdi. Üstelik,“Kürt sorunu benim genel başkanlığıma mal olacaksa olsun” Don Kişotluğuyla. Zamanlaması yanlış, parti içi hesap olduğu çok belli, içeriği bile belli olmayan sözde yöntem önerisi. Figüranın, esas oğlandan rol çalma girişimi. Ama esas oğlan Tayyip olunca, işler tersine dönmekte. AKP, bu öneriyi kendi Kürt sorunu çözümsüzlüğünde mutlaka kullanacaktır.
Kısacası, ötekileştirilen Kürtler, bu dönemde yine, BDP’nin dışarda bırakıldığı koşullarda, AKP’nin, CHP’nin ve MHP’nin kendi iç hesaplarının bir aracı olarak kullanılmaya çalışılacak. Ama yok saydıkları, yok etmek istedikleri hala orada ve orada olmaya devam edecek.
Horlanan Kadınlar. Yani değersiz, önemi olmayan, aşağılanan kadınlar. AKP’nin çok şey vaat ettiği ve her seferinde daha çok şeyi geri aldığı kadınlar. Dinin gericiliğine, kapitalizmin vahşetine AKP iktidarında teslim edildiler. AKP iktidarında kadın cinayetleri yüzde 1400 arttı. AKP iktidarında erkeklere hiçbir kural getirilmezken, kadınlara, kapanmak özgürlük olarak sunuldu. Kaç çocuk doğuracaklarına Tayyip karar verir oldu. Ve son darbe (şimdilik), kürtaj olup olmama kararını bile AKP'li erkek bakanlar karar verir oldu. Tüm bilimsel veriler kürtajı yasaklamanın anne ölümlerini arttıracağını gösteriyor. Açıktır ki bundan sonra güvenli olmayan düşüklere bağlı olarak hayatını kaybeden her kadının katili Tayyip Erdoğan'dır. Durum böyle iken AKP içinde şimdiye kadar bunu dile getiren sadece bir kişi oldu. Dünyadaki her acıya sahte gözyaşı döken Emine Erdoğan, bu konuda ne diyor acaba? Ya da her fırsatta AKP’yi iktidara taşımakla övünen o çok çalışkan, çalınmadık kapı bırakmayan AKP Kadın Kolları yöneticileri nerelerdedir acaba?
AKP hükümetinin, yaklaşımını güçlendirmek için Diyanet İşleri’nden görüş istemesi ise başlı başına bir ucube. Türkiye’de Sünni, Alevi, Hıristiyan, Yahudi gibi çeşitli inançlara sahip ve belli bir dinsel inanca bağlı olmayan insanlar var. Yoksa kürtaj yasağı sadece Sünni Müslüman kadınlar için mi düşünülüyor? Ya da sırasıyla tüm dini inanç otoritelerinden görüş mü alınacak? Peki inançsızlar ne olacak?
Ya dışlanan Aleviler ne olacak? Sünni Müslümanlığın kurallarıyla yaşamaya zorlanan Alevileri, zorunlu din derslerine eklenen zorunlu-seçmeli din dersleri ve özellikle “4+4+4” yasasının farklı dinci uygulamalarıyla daha sıkıntılı günler bekliyor. Alevilerin asimilasyonunda yeni bir dönüm noktası yaratan AKP iktidarı, ırkçılık, çinsiyetçilik ve mezhepçiliğin yeni biçimleriyle ayrımcılık politikalarını derinleştiriyor.
Ve Kürdü, Türkü, Alevisiyle, kadını, erkeği, çocuğu, yaşlısıyla, emekçiler, güvencesizler, yoksullar; AKP iktidarının gerçek ötekileştirilen, horlanan, dışlananlarıdır. Ve AKP’nin üçüncü döneminde çok daha fazla değersizleşenleridir. AKP iktidarında insan, AKP iktidarında emekçi sadece bir araçtır. Son günlerde yaşanan birkaç örneğe bakmak bile yeterli olur.
AKP iktidarı, 12 Eylül’de bile konmayan, havaalanı çalışanlarına grev yasağı koydu. Buna direnen 305 çalışan işlerinden atıldı. Neden? Çünkü THY’nin rekabet gücü zayıflayabilirmiş. Kar oranı 2007’de yüzde 11, 2008’de yüzde 10 ve 2009’da yüzde 10 olan ve 2012’de de kar oranını artırmaya devam eden THY ile övünen AKP, bunu sağlayan emekçileri kölelik koşullarında, üstelik zorla çalıştırmayı kendisine bahşedilmiş bir hak olarak görüyor.
Çalışma Bakanı Faruk Çelik şikayet ediyor: “Verimli personelle verimsiz personel arasında bir fark getireceğiz. Bir personel, 8 saat boyunca nefes almadan çalışacak, bir diğeri de oturarak aynı maaşı alacak. Bu işten ne anladık biz” diyor. Tayyip tespitte bulunuyor: “Öğretmenler az çalışıp, çok tatil yapıyorlar”. Kendi milletvekilleri kaç ay çalışıp, kaç ay tatil yapıyorlar acaba? Ama Tayyip’in onlara, onların tatile ihtiyacı var. Ama bu toplumun işçiye, doktora, öğretmene ihtiyacı; işçinin, doktorun, öğretmenin insanca bir yaşama ihtiyacı yok! Bu arada “haklarını” yememek gerek, Milli Eğitim Bakanı Dinçer, “Ağustos’ta 40 bin öğretmen alacaklarını” açıkladı. Ama hatırlamakta fayda var: AKP’nin geçen yıl ki Milli Eğitim Bakanı Nimet Baş (Çubukçu) da geçen yıl yine bu dönemde, yani seçimden önce, “Ağustos’ta 55 bin öğretmen atayacaklarını” vaat etmiş; ancak seçimden sonra bu vaat unutulmuştu!
Bu toplumun adalete, adil bir hukuk sistemine de ihtiyacı yok. Ama AKP’nin ve Tayyip’in var. AKP hükümeti 4. Yargı Paketi’ni hazırlıyormuş. İlk üçünden; ötekileştirilen, horlanan, dışlananlar yararına bir şey çıktığını hatırlayan var mı? Üçüncüsü hala Meclis gündeminde. Ama bu sefer Meclis’te bir önerge verilerek Özel Yetkili Mahkemelerin yeniden düzenlenmesi sağlanacakmış. Hani o eski DGM’lerin sadece adı değiştirilerek kurulan, hukuksuzluğu, keyfiliği kanıtlanmış ÖYM’ler, Tayyip’in açıklamasına göre “tamamen kaldırılabilir”miş. Neden? Toplumsal kriz yarattığı için mi? Elbette hayır. Tayyip-Cemaat dalaşında cemaatin tetikçiliğini yaptıkları için ya da Tayyip’in gelecek projelerinde takoz olma ihtimalleri olduğu için. Şike Davasında, MİT Davasında, Başbuğ Davasında Tayyip’i dinlemedikleri için. Saflaşma o kadar açık ki Zaman yazarı ve Cemaat’in önemli isimlerinden sahibinin sesi Hüseyin Gülerce “İlk defa AK Parti tabanında endişe gördüm. Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılacağı yolundaki açıklamalar, ‘AK Parti nereye gidiyor?’ diye soruyor. Allah korusun, ‘ya ters bir rüzgâr eserse’ diye huzursuz olmayalım mı?” diye de ekliyor. Ama iktidar dalaşında tek bir yer yok ki. Bu kez de AKP güdümündeki Eğitim-Bir-Sen’e karşı Gülenciler Aktif Eğitimciler Sendikası’nı kurdu. Bunlardı değil mi, ötekileştirilen, horlanan, dışlanan insanlar!
Tekrar etmekte yarar var; AKP’nin yaptığı hiçbir şey doğrudan toplum için, insan için yapılmamaktadır. Amaç; gerici, faşist iktidarını emperyalist-kapitalist çıkarları gerçekleştirmek üzere korumak, sağlamlaştırmaktır. Bu eksenden kurulan bir iktidarla halk arasında uzlaşmaz çelişkiler, büyük çıkar farkları vardır. Bizim ekmeğimizle onların ekmeği farklı, bizim acımız onların acısı değil, bizim sevincimiz onların sevinci değil. Onların dünyası, bizim dünyamız değil.
Bizim dünyamızda emek var. Barış, kardeşlik, eşitlik var. Bizim dünyamızda bunlar için mücadele var. Mücadeleyi sürdüren örgütlerimiz, yoldaşlığımız, dostluğumuz var.
***
O örgütlerimizden biri olan Halkevleri var. Ve Halkevleri, bu dönem 22.Genel Kurulunu yapıyor. İki yılda bir genel kurul yaptığına göre yaklaşık 44 yıllık bir örgüt olmalı. Ama öyle değil, Halkevleri 80 yıllık bir örgüt. Aradaki boşluklar siyasi iktidarların kapatmasıyla geçmiş. Ama her seferinde yeniden dirilmiş, yeniden mücadele alanlarındaki onurlu yerini almış Halkevciler.
Her seferinde en baştan kurmuşlar örgütlerini, ama hiçbir zaman ana amaçları örgütleri olmamış. Halkevi onlar için halkın mücadelesinin sadece bir aracı olmuş: Örgüt mücadele için gerekli. Mücadele ettikçe örgütlenmiş, örgütlendikçe daha iyi mücadele etmişler. Hem önder hem nefer olmayı amaçlamışlar.
Halkın çıkarından ayrışmış başka bir çıkarlarının olmadığının hep bilincinde olmuşlar. Sınıflar mücadelesinin değişik dönemlerinde farklı politik görevler belirlemiş, bu görevler için canla başla savaşmışlar: “Halkın Hakları Mücadelesi” diyorlar bu politik göreve. Halkevleri’nin son on beş yılına bu mücadele damgası vurmuş. Çünkü neoliberal kapitalizmin kamusal hakların gaspını, talanını amaçlayan saldırganlığına karşı halkın çıkarı, bu saldırının boşa çıkarılmasıdır. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere tüm kamusal hakların kazanılması mücadelesi, aynı zamanda demokratik halk iktidarına gidecek yolu açacaktır. Bu hedef bugünden yarına “kesintisiz” ilerlemenin yoludur.
Bu uğurda Halkevciler mücadele tarzlarını yasallıkla ya da icazetle belirlemiyorlar. Militan, meşru ve kitlesel mücadele tarzı “halk için halkla birlikte” hayata geçiriliyor.
Örgütlenme anlayışı, politik çizgisi ve mücadele tarzıyla Halkevciler, aynı zamanda sol içinde de örgütsel anlamda yerleşmiş tutucu, bürokratik kalıpları kırıyor, politik mücadeleye güncel devrimci içeriğini kazandırıyor.
Egemen sınıfların ezberi ise çoktan bozuldu. Kent arazilerinin, vadilerin sermayeye piyasalarına pazarlanması, rantiyeye peşkeş çekilmesi engellendi. Halkın ulaşım hakkına yüksek zamlarla gelen sadırıların simgesi haline gelen tunikeler işe yaramaz hale getirildi. Halkevcilerin bulunduğu yerlerde “katkı payı” adı altında alınan haraçları alamaz; HES projeleriyle, zehir madencilik teknikleriyle toprağı, suyu, havayı tahrip edemez ve doğayı talan edemez hale geldiler.
Rüyalarında bile yumurta gören yalancılar, talancılar, rantiyeciler şemsiyesiz sokağa çıkamaz oldular.
Bundan sonra da çıkamayacaklar….SENDİKA.ORG
Peki, bu ülkenin gerçekten ötekileştirilen, horlanan, dışlananları kimler? Kürtler, kadınlar, Aleviler. Emekçiler, güvencesizler, yoksullar.
Ötekileştirilen Kürtler. Yıllarca yok sayıldılar, görmezden gelindiler. Ortak siyasal iradelerini ortaya koyarak taleplerini yükses sesle dile getirdiklerinde ise katliamların, yargısız infazların, zorla göç ettirmenin mağduru oldular. Cezaevlerine konuldular. AKP, dokuz yıl önce iktidara geldiğinde yeni anayasa yapacak, Kürt sorununu çözecekti. Bugün gelinen noktada, otuz binin üzerinde Kürt öldürülmüş, on binin üzerinde Kürt cezaevlerine konulmuş durumda. Cezaevlerindekilerin 7000’i yasal siyaset alanının muhatapları, 6’sı milletvekili, 32’si belediye başkanı, 190’ı belediye ya da il genel meclisi üyesi. Çok değil son bir hafta içerisinde 267 kişi gözaltına alındı, 111’i tutuklandı. Daha bir yıl öncesine kadar muhatap kabul edilip, gizli gizli görüşülen Abdullah Öcalan’a bir yıldır görüşme yasağı uygulanıyor.
Bunları yapan AKP iktidarı değilmiş gibi hala Kürt sorununu çözecekleri sahte umudunu yaymaya çalışıyorlar. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, “Kuzey Irak’ta tartışmalar var, hatta silahsızlandırmaya kadar gidecek bir tartışma var, ABD de işin içinde” diye uydurabiliyor. (PKK’nin hemen ardından yaptığı yalanlama, AKP’nin kendi iç propagandasında dikkate bile alınmıyor elbette.)
Bunlarla birlikte Kılıçdaroğlu da nasıl bir “koku” aldıysa Meclis’in kapanmasına günler kala Kürt sorununu çözme inisiyatifini birdenbire kendinde buluverdi. Üstelik,“Kürt sorunu benim genel başkanlığıma mal olacaksa olsun” Don Kişotluğuyla. Zamanlaması yanlış, parti içi hesap olduğu çok belli, içeriği bile belli olmayan sözde yöntem önerisi. Figüranın, esas oğlandan rol çalma girişimi. Ama esas oğlan Tayyip olunca, işler tersine dönmekte. AKP, bu öneriyi kendi Kürt sorunu çözümsüzlüğünde mutlaka kullanacaktır.
Kısacası, ötekileştirilen Kürtler, bu dönemde yine, BDP’nin dışarda bırakıldığı koşullarda, AKP’nin, CHP’nin ve MHP’nin kendi iç hesaplarının bir aracı olarak kullanılmaya çalışılacak. Ama yok saydıkları, yok etmek istedikleri hala orada ve orada olmaya devam edecek.
Horlanan Kadınlar. Yani değersiz, önemi olmayan, aşağılanan kadınlar. AKP’nin çok şey vaat ettiği ve her seferinde daha çok şeyi geri aldığı kadınlar. Dinin gericiliğine, kapitalizmin vahşetine AKP iktidarında teslim edildiler. AKP iktidarında kadın cinayetleri yüzde 1400 arttı. AKP iktidarında erkeklere hiçbir kural getirilmezken, kadınlara, kapanmak özgürlük olarak sunuldu. Kaç çocuk doğuracaklarına Tayyip karar verir oldu. Ve son darbe (şimdilik), kürtaj olup olmama kararını bile AKP'li erkek bakanlar karar verir oldu. Tüm bilimsel veriler kürtajı yasaklamanın anne ölümlerini arttıracağını gösteriyor. Açıktır ki bundan sonra güvenli olmayan düşüklere bağlı olarak hayatını kaybeden her kadının katili Tayyip Erdoğan'dır. Durum böyle iken AKP içinde şimdiye kadar bunu dile getiren sadece bir kişi oldu. Dünyadaki her acıya sahte gözyaşı döken Emine Erdoğan, bu konuda ne diyor acaba? Ya da her fırsatta AKP’yi iktidara taşımakla övünen o çok çalışkan, çalınmadık kapı bırakmayan AKP Kadın Kolları yöneticileri nerelerdedir acaba?
AKP hükümetinin, yaklaşımını güçlendirmek için Diyanet İşleri’nden görüş istemesi ise başlı başına bir ucube. Türkiye’de Sünni, Alevi, Hıristiyan, Yahudi gibi çeşitli inançlara sahip ve belli bir dinsel inanca bağlı olmayan insanlar var. Yoksa kürtaj yasağı sadece Sünni Müslüman kadınlar için mi düşünülüyor? Ya da sırasıyla tüm dini inanç otoritelerinden görüş mü alınacak? Peki inançsızlar ne olacak?
Ya dışlanan Aleviler ne olacak? Sünni Müslümanlığın kurallarıyla yaşamaya zorlanan Alevileri, zorunlu din derslerine eklenen zorunlu-seçmeli din dersleri ve özellikle “4+4+4” yasasının farklı dinci uygulamalarıyla daha sıkıntılı günler bekliyor. Alevilerin asimilasyonunda yeni bir dönüm noktası yaratan AKP iktidarı, ırkçılık, çinsiyetçilik ve mezhepçiliğin yeni biçimleriyle ayrımcılık politikalarını derinleştiriyor.
Ve Kürdü, Türkü, Alevisiyle, kadını, erkeği, çocuğu, yaşlısıyla, emekçiler, güvencesizler, yoksullar; AKP iktidarının gerçek ötekileştirilen, horlanan, dışlananlarıdır. Ve AKP’nin üçüncü döneminde çok daha fazla değersizleşenleridir. AKP iktidarında insan, AKP iktidarında emekçi sadece bir araçtır. Son günlerde yaşanan birkaç örneğe bakmak bile yeterli olur.
AKP iktidarı, 12 Eylül’de bile konmayan, havaalanı çalışanlarına grev yasağı koydu. Buna direnen 305 çalışan işlerinden atıldı. Neden? Çünkü THY’nin rekabet gücü zayıflayabilirmiş. Kar oranı 2007’de yüzde 11, 2008’de yüzde 10 ve 2009’da yüzde 10 olan ve 2012’de de kar oranını artırmaya devam eden THY ile övünen AKP, bunu sağlayan emekçileri kölelik koşullarında, üstelik zorla çalıştırmayı kendisine bahşedilmiş bir hak olarak görüyor.
Çalışma Bakanı Faruk Çelik şikayet ediyor: “Verimli personelle verimsiz personel arasında bir fark getireceğiz. Bir personel, 8 saat boyunca nefes almadan çalışacak, bir diğeri de oturarak aynı maaşı alacak. Bu işten ne anladık biz” diyor. Tayyip tespitte bulunuyor: “Öğretmenler az çalışıp, çok tatil yapıyorlar”. Kendi milletvekilleri kaç ay çalışıp, kaç ay tatil yapıyorlar acaba? Ama Tayyip’in onlara, onların tatile ihtiyacı var. Ama bu toplumun işçiye, doktora, öğretmene ihtiyacı; işçinin, doktorun, öğretmenin insanca bir yaşama ihtiyacı yok! Bu arada “haklarını” yememek gerek, Milli Eğitim Bakanı Dinçer, “Ağustos’ta 40 bin öğretmen alacaklarını” açıkladı. Ama hatırlamakta fayda var: AKP’nin geçen yıl ki Milli Eğitim Bakanı Nimet Baş (Çubukçu) da geçen yıl yine bu dönemde, yani seçimden önce, “Ağustos’ta 55 bin öğretmen atayacaklarını” vaat etmiş; ancak seçimden sonra bu vaat unutulmuştu!
Bu toplumun adalete, adil bir hukuk sistemine de ihtiyacı yok. Ama AKP’nin ve Tayyip’in var. AKP hükümeti 4. Yargı Paketi’ni hazırlıyormuş. İlk üçünden; ötekileştirilen, horlanan, dışlananlar yararına bir şey çıktığını hatırlayan var mı? Üçüncüsü hala Meclis gündeminde. Ama bu sefer Meclis’te bir önerge verilerek Özel Yetkili Mahkemelerin yeniden düzenlenmesi sağlanacakmış. Hani o eski DGM’lerin sadece adı değiştirilerek kurulan, hukuksuzluğu, keyfiliği kanıtlanmış ÖYM’ler, Tayyip’in açıklamasına göre “tamamen kaldırılabilir”miş. Neden? Toplumsal kriz yarattığı için mi? Elbette hayır. Tayyip-Cemaat dalaşında cemaatin tetikçiliğini yaptıkları için ya da Tayyip’in gelecek projelerinde takoz olma ihtimalleri olduğu için. Şike Davasında, MİT Davasında, Başbuğ Davasında Tayyip’i dinlemedikleri için. Saflaşma o kadar açık ki Zaman yazarı ve Cemaat’in önemli isimlerinden sahibinin sesi Hüseyin Gülerce “İlk defa AK Parti tabanında endişe gördüm. Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılacağı yolundaki açıklamalar, ‘AK Parti nereye gidiyor?’ diye soruyor. Allah korusun, ‘ya ters bir rüzgâr eserse’ diye huzursuz olmayalım mı?” diye de ekliyor. Ama iktidar dalaşında tek bir yer yok ki. Bu kez de AKP güdümündeki Eğitim-Bir-Sen’e karşı Gülenciler Aktif Eğitimciler Sendikası’nı kurdu. Bunlardı değil mi, ötekileştirilen, horlanan, dışlanan insanlar!
Tekrar etmekte yarar var; AKP’nin yaptığı hiçbir şey doğrudan toplum için, insan için yapılmamaktadır. Amaç; gerici, faşist iktidarını emperyalist-kapitalist çıkarları gerçekleştirmek üzere korumak, sağlamlaştırmaktır. Bu eksenden kurulan bir iktidarla halk arasında uzlaşmaz çelişkiler, büyük çıkar farkları vardır. Bizim ekmeğimizle onların ekmeği farklı, bizim acımız onların acısı değil, bizim sevincimiz onların sevinci değil. Onların dünyası, bizim dünyamız değil.
Bizim dünyamızda emek var. Barış, kardeşlik, eşitlik var. Bizim dünyamızda bunlar için mücadele var. Mücadeleyi sürdüren örgütlerimiz, yoldaşlığımız, dostluğumuz var.
O örgütlerimizden biri olan Halkevleri var. Ve Halkevleri, bu dönem 22.Genel Kurulunu yapıyor. İki yılda bir genel kurul yaptığına göre yaklaşık 44 yıllık bir örgüt olmalı. Ama öyle değil, Halkevleri 80 yıllık bir örgüt. Aradaki boşluklar siyasi iktidarların kapatmasıyla geçmiş. Ama her seferinde yeniden dirilmiş, yeniden mücadele alanlarındaki onurlu yerini almış Halkevciler.
Her seferinde en baştan kurmuşlar örgütlerini, ama hiçbir zaman ana amaçları örgütleri olmamış. Halkevi onlar için halkın mücadelesinin sadece bir aracı olmuş: Örgüt mücadele için gerekli. Mücadele ettikçe örgütlenmiş, örgütlendikçe daha iyi mücadele etmişler. Hem önder hem nefer olmayı amaçlamışlar.
Halkın çıkarından ayrışmış başka bir çıkarlarının olmadığının hep bilincinde olmuşlar. Sınıflar mücadelesinin değişik dönemlerinde farklı politik görevler belirlemiş, bu görevler için canla başla savaşmışlar: “Halkın Hakları Mücadelesi” diyorlar bu politik göreve. Halkevleri’nin son on beş yılına bu mücadele damgası vurmuş. Çünkü neoliberal kapitalizmin kamusal hakların gaspını, talanını amaçlayan saldırganlığına karşı halkın çıkarı, bu saldırının boşa çıkarılmasıdır. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere tüm kamusal hakların kazanılması mücadelesi, aynı zamanda demokratik halk iktidarına gidecek yolu açacaktır. Bu hedef bugünden yarına “kesintisiz” ilerlemenin yoludur.
Bu uğurda Halkevciler mücadele tarzlarını yasallıkla ya da icazetle belirlemiyorlar. Militan, meşru ve kitlesel mücadele tarzı “halk için halkla birlikte” hayata geçiriliyor.
Örgütlenme anlayışı, politik çizgisi ve mücadele tarzıyla Halkevciler, aynı zamanda sol içinde de örgütsel anlamda yerleşmiş tutucu, bürokratik kalıpları kırıyor, politik mücadeleye güncel devrimci içeriğini kazandırıyor.
Egemen sınıfların ezberi ise çoktan bozuldu. Kent arazilerinin, vadilerin sermayeye piyasalarına pazarlanması, rantiyeye peşkeş çekilmesi engellendi. Halkın ulaşım hakkına yüksek zamlarla gelen sadırıların simgesi haline gelen tunikeler işe yaramaz hale getirildi. Halkevcilerin bulunduğu yerlerde “katkı payı” adı altında alınan haraçları alamaz; HES projeleriyle, zehir madencilik teknikleriyle toprağı, suyu, havayı tahrip edemez ve doğayı talan edemez hale geldiler.
Rüyalarında bile yumurta gören yalancılar, talancılar, rantiyeciler şemsiyesiz sokağa çıkamaz oldular.
Bundan sonra da çıkamayacaklar….SENDİKA.ORG