Avrupa Futbol Şampiyonası Ukrayna ve Polonya'nın ev sahipliğinde başladı. soL Radyo'da Ankara Havası ve Toprak Saha programlarının hazırlayıcı ve sunucularından Erkan Yıldız, turnuvanın tarihinden bazı anları ve orak çekiçli forma ile bu turnuvaya katılanları yazdı...
Avrupa Futbol Şampiyonası Polonya-Ukrayna ortak yapımı bir organizasyonun ev sahipliğinde başladı. Ev sahipleri, özellikle Ukrayna, turnuva öncesi deyim yerindeyse “futbolu ile değil, çıkardığı olaylarla” çokça gündem oldu. Sokak köpeklerinin katledilişinden, tamamlanması sıkıntı yaratan tesislere, ırkçılığın tehditkar yüzünden, gericilik piyasacılığına, fahiş oranda artan otel fiyatlarından, “Ukraynalı kadınlar fahişe değildir” eylemlerine pek çok gündem geride kalmadı belki ama sonuçta turnuva başladı.
Peki sahi nasıl başladı bu turnuva?
İlk Dünya Kupası'ndan tam 30 yıl sonra 1960 yılında, Avrupa Uluslar Kupası adıyla düzenlenen turnuva, Fransa’ nın başkenti Paris’te oynanan finallerle şampiyonunu buldu. Finaller dediysek şimdiki gibi 16 takımlı, bilmem ne kadar gün süren bir turnuva değil. Yarı final ve final maçlarından mürekkep, Paris’e gelene dek 17 takımın mücadele ettiği bir turnuva. 17 takım içinde bizimkiler SSCB, Demokratik Almanya, Macaristan, Yugoslavya, Çekoslavakya, Romanya ve Bulgaristan’ın da bulunduğu tam 8 takımla bir ağırlığa sahipler. Bu ağırlık ilk kupanın finaline de yansıyor. SSCB- Yugoslavya finalinde kupa 2-1’ lik maç sonucuyla SSCB’nin oluyor. 2. Yugoslavya, 3. ise Çekoslavakya. Burada Türkiye için bir not düşmek yerinde olabilir. İlk turnuvadan itibaren elemelerde yerini alan bir Türkiye var. 1996 yılına kadar finallere katılamayan Türkiye’nin ilk turnuvada elemelerdeki rakibi Romanya karşısında tutunma şansı olmuyor. Romanya’nın ilk maçtaki üç golüne karşılık Lefter Küçükandonyadis’in iki golü yetmiyor ve Türkiye eleniyor.
1980 yılıyla birlikte düzenlenen altı finalde de başta SSCB olmak üzere, sosyalizm bayrağı altında yaşamlarını sürdüren ülkelerin turnuvada bir ağırlığı olduğunu görüyoruz. Bu altı turnuvada SSCB, bir şampiyonluk, bir ikincilik, bir dördüncülük alırken, Çekoslavakya bir şampiyonluk, iki üçüncülük, Yugoslavya iki ikincilik, bir dördüncülük, Macaristan ise bir üçüncülük bir dördüncülük alıyor. Karşı tarafta ise Batı Almanya iki şampiyonluk ve bir ikincilikle oldukça iddialı.
Ve hemen belirtelim. Turnuvada finaller ilk defa 8 takımla yine 1980'de oynandı. Finallere katılım sayısının artmaya başlamasıyla piyasa arasında ilişki kurmak gayet yerinde. Daha fazla takım daha fazla maç, daha fazla sponsorluk geliri, daha fazla tüketim ve 80’lerde değilse bile 90’ lardan itibaren daha fazla yayın geliri anlamına geliyor.
1_11.jpg
80’lerle birlikte piyasanın kirli elini daha fazla hissettirmesine karşılık, futbolseverlerin yüreğinde yer edinen turnuvalarda var kuşkusuz. İşte onlardan biri 1984 yılında, kupanın ilk düzenlendiği topraklarda, Fransa’da düzenlenen turnuva. Kimler yok ki sahada. Platini, Gires, Tigana, Arconada, Ceulemens, Gerets, Scifo, Lerby, Völler, Rumenigge, Simoviç ve daha nice futbol efsanesi sokakta kendileri olabileceğimiz kadar içimize girmişlerdi bu turnuvayla. Bakmayın siz hakkında şimdi dile getirilen kayırmacı olduğu, torpil geçtiği, eyyam yaptığı ifadelerine, sahanın yeşilinde Platini babasının oğlunu bile tanımaz, topu sağa, sola, köşeye ama mutlaka kaleye bırakıverirdi. Hal böyleyken Platini’nin 9 golle, hala kırılamayan bir rekorla kral olması tesadüf değildi. Ama son maça kadar takımını adeta sırtlayan, ama finalde, Platini’nin köşeye gönderdiği topu tam da tutmuşken koltuğunun altından kaçırıp, Fransa’ya kupayı adeta hediye eden İspanyol kaleci Arconada’nın yediği gol tesadüften başka neyle açıklanabilir ki…
fra-spa-arconada84.jpg
Ve unutulmaz 88
Unutulacak gibi bir turnuva olmadı gerçekten. Nereden bilebilirdik ki bu filmi son kez izlediğimizi. Gönül verdiğimiz orak çekiçli formaların son kez bu turnuvada ve finalde yer alacağını nereden bilebilirdik. Hele o finalin dünyanın atılan en güzel gollerinden biriyle kaybedileceğini… Baştan alalım isterseniz. 10-25 Haziran tarihleri arasında Batı Almanya’da oynanan finallere Batı Almanya, İtalya, İspanya, Danimarka, Sovyetler Birliği, Hollanda, İrlanda, İngiltere katılmışlardı. İtalya, Batı Almanya, Hollanda ve SSCB’nin kadroları herhalde kendi takım tarihlerinin en iyi kadroları olageldiler. Ama ille de Sovyetler Birliği ayrı bir efsaneydi. Kalede dünyanın en iyi kalecisi kabul edilen Dassaev, dünyada yılın futbolcusu seçilen Belanov, Sovyetler Birliği için attığı tam 52 golle hizmette sınır tanımayan Oleg Blokhin, Pratasov, Zavarov, Mihaileçenko ve diğerleri. Başlarında bir futbol dehası Valeriy Lobanoskiy. Hatırlayanlar olacaktır, o tarihlerde Lobanoskiy hem Dinamo Kiev’i hem de SSCB milli takımını çalıştırıyordu. Kulaktan kulağa dolaşan, efsaneleşen antreman programlarının uygulayıcısı, sadece futbolcu değil geleceğin futbol adamını da seçen spor adamı Valeri Lobanoskiy. Ve futbol çevrelerinde, bu iki takımla ilgili olarak, söze “2000’li yılların futbolunu oynuyorlar“ ifadesiyle başlanırdı. 2000’li yıllarda bu futbolu oynayan takımsa herhalde hala yoktu. Turnuvaya hızlı bir giriş yapan SSCB milli takımı ilk maçında Hollanda’yı 1-0’la geçip hemen ardından İrlanda ile 1-1 berarbere kalıyordu. Grubun son maçında SSCB İngiltere’yi 3-1 lik bir skorla geçerken, grup lideri olarak yarı finale çıkmıştı. Yarı finaldeki rakibi İtalya’yı da 2-0’ la geçip finale çıkan SSCB’nin finaldeki rakibi grup maçlarında 1-0 yendiği Hollanda’ydı. Hollanda deyip geçmeyelim. Cruyf’lı Hollanda ile eş bir kadroya sahipti Hollanda. Rijkard, Gullit, Van Basten üçlüsünün adını duyurduğu turnuva oldu bu. Hem de ne ad duyurmak. Turnuvanın sonrasında transfer oldukları İtalya’nın Milan takımına senelerce şampiyonluklar, kupalar kazandırdılar. İşte bu Hollanda ile karşılaştı bizimkiler. 25 Haziran 1988 tarihinde saatler 15.30’u gösterdiğinde başlayan maç dengeli bir şekilde 32. dakikaya kadar devam etti. 32. dakikada Gullit attığı golle Holanda 1-0 öne geçti. Ancak SSCB her an herşeyi değiştirebilirdi. Dakikalar 54. gösterdiğinde gerçekten de herşey değişti. Fakat bizimkilerin lehine değil Hollanda’nın lehine. Bu dakikada sadece maçın değil, orak-çekiçli formaya gönül veren herkesin dengesini bozan bir gol attı Van Basten. SSCB kalesine göre sol tarafatan ceza sahasının köşesine doğru inen Hollandalı futbolcunun, SSCB kalesinin sağına doğru yaptığı ortaya gelişine öyle bir vurduki Van Basten, herhangi bir mazeret üretme şansımız kalmadı. Maç herkes için bu dakikada bitti aslında. Kupayı Hollanda alırken, hafızamızda orak-çekiçli formalarıyla, boyunları bükük bir şekilde sahayı terk eden futbolcuların siluetleri kaldı. Ve yediği bu golden sonra Dassaev de bir diğer efsane, aynı zamanda yurttaşı, kaleci Lev Yashin gibi “dünyanın en güzel gollerini yiyen” iki kaleciden birisi oldu.
Bizimkiler tarih sahnesinden çekilirken…
“İki binli yılların futbolunu oynayan takım”dan da, ülkeden de birşeyin kalmadığı bir tarihte 1992'de İsveç’ te oynanan turnuvayla birlikte, damağımızda hep eksikliğini hissettiğimiz bir tat oluştu bu turnuvada. Artık hangi takımı tutacaktık biz? Forması bile uyduruk olan Bağımsız Devletler Topluluğu’nu mu? Yugoslavya yaşadığı iç savaş ve BM tarafından uygulanan yaptırımlar sonucu turnuvadan atılmış, yerine turnuvaya giren Danimarka şampiyon olmuştu. Danimarkalı futbolcular tatillerini yarıda bırakıp katıldıkları turnuvada herkesi altüst edip kupaya uzanmayı bildiler.
96’da, Türkiye ile birlikte 6 takımın turnuvaya ilk kez katılması bile gönül rahatlığıyla yanında yer alacağımız takımı işaret etmedi bize. Huzursuz huzursuz Türkiye’nin maçlarını izleyip, sevinmeye gayret gösterdik. Rakibine atmadığı tekmeden dolayı eleştirilen futbolcusu olan, Emre Belözoğlu’nu baştacı eden, maça değil meydan muharebesine hazırlanan ve herşey bir kenara oynamayı değil oynatmamayı tercih eden bir futbol takımının aldığı sonuçlara sevinmek, takdir edersinizki ekstra bir gayret gerektiriyor.
96 şampiyonası aynı zamanda, turnuvanın bugünkü sayıda takımla oynandığı ilk tarih. Turnuva tarihinde 2. kez takım sayısı artırılıyor ve finaller 8 takımla değil 16 takımla oynanmaya devam ediyor. Bu değişiklikte paranın belirleyiciliğinden sanırız ki özel olarak bahsetmeye hacet yok.
Aradan geçen zaman diliminde şampiyona 4 yılda bir oynanmaya devam etti. Turnuva tarihi boyunca Almanya oynadığı 5 finalle en başarılı takım olarak katıldığı bu turnuvanın da favorisi görünüyor. Almanya’yı, son beş turnuvaya katılmayan SSCB’nin 4 finalle takip ettiğini belirtelim.
Ve geçelim yazının son cümlelerine...
Yazının başında değindiğimiz gibi şampiyona oynanmaya devam ediyor. Belki de bu turnuvada biraz daha dikkatle izleyebiliceğiniz iki takım önerebiliriz size. Birisi turnuvanın evsahibi Ukrayna. Gerekçemiz ise Oleg Blokhin. Blokhin orak-çekiçli formayı son giyenlerden ama hiç çıkarmayanlardan. Komünist kimliğiyle siyaset yapmaya devam eden Ukrayna teknik direktörü Blokhin umarız ki başarılı olsun. Bir diğeri ise mütevazi futbolu, rocker teknik direktörü ile Hırvatistan.
Turnuva Türkiyeli futbolsevere, futbol dışı her türlü iğrençliğin belirlediği bir sezonun ardından, stressiz, hırs yapmadan, keyifle maç seyretme fırsatı sunuyor. Maçları tabii ki tadını çıkarmaya gayret ederek seyredin. Bir de arada bir bizimkilerin, Dasaev’in, Belanov’un, Blokhin’in, orak-çekiçli formayı son kez giyenlerin kulaklarını çınlatarak…
Erkan Yıldız (soL)
Daha yeni Daha eski