İki haftada bir yayımlanacak olan bu mülakatlar dizisinde Türkiye toplumunun ezilen, sömürülen, hesaba katılmayan, görünmez kılınan, sözü dinlemeye değer sayılmayan, esamisi okunmayan ‘sıradan’ insanları ile hayat hikâyelerini, gündelik hayatın türlü gailelerini, dertlerini ve mücadelelerini konuşacağım. Konuştuğumuz konular mülakatı veren insanın ‘haline’ göre farklılaşacak tabii ki. Ama Türkiye kapitalizminin insanları maruz bıraktığı veya mahkûm etmiş göründüğü toplumsal-sınıfsal ilişkilere ilişkin tanıklıklar, düşünceler ve duygular; ‘hayat kavgası’nda başa gelenler ve izlenen yollar; siyasal ve ideolojik süreçlere bakışlar özel bir yer tutacak. Gündelik hayatta sık sık karşılaştığımız gibi, kimi durumlarda egemenlerin gırtlağıyla konuşulduğu da olacak elbette. Her halükârda, halk kitlelerinin içinden konuştuğu anlam haritalarını yakından takip etmek, sosyalist-devrimci bir siyasal pratik ve dil geliştirmeyi dert edenler için hayati bir iş. Bu mülakatların bu arayışa küçük ve dolaylı da olsa bir katkıda bulunacağını umuyorum.
(Üç kısa not: 1. Orijinal halleri epey uzun olan mülakatları aynen yayımlamak, gazetenin ayırabileceği yer kısıtlı olduğu için imkânsız. Bu nedenle mülakatların belli kısımlarını seçmek zorundayım. 2. Birçok durumda insanlar kimliklerinin gizlenmesini istediği için adlarını ve bazı kişisel bilgilerini değiştirdim. 3. Yazıya aktarırken konuşma dili ve şive özelliklerini korumanın anlamlı olacağını düşündüm.)
TOGO İŞÇİSİ CEMAL: Umut, umudu getirecek
Cemal 40 yaşında ve 20 küsur yıl Ankara’daki Togo ayakkabı fabrikasında çalışmış bir işçi. Evli ve biri, üniversite sınavı için dershaneye giden üç çocuğu var. Karısı zaman zaman gündelikçilik yapıyor. Ankara’nın en yoksul mahallelerinden birinde kirada oturuyorlar. Cemal, sendikaya üye olduğu için 34 arkadaşıyla birlikte 27 Nisan’da işten atılmış. Atılmadan önce 1.000 TL civarında ücret alıyormuş. Bu da kıdemli bir işçinin ücreti! Yoksa işçilerin birçoğunun ücreti 700-800 TL civarında. Cemal ve arkadaşlarının işten atıldıktan sonra Eskişehir yolu üzerindeki fabrikanın önünde başlattıkları eylem, polisin onları üç defa gözaltına almasına rağmen hâlâ devam ediyor. Eyleme üyesi oldukları Deri-İş Sendikasının yanı sıra, çeşitli partiler ve bu arada fabrikanın tam karşısındaki ODTÜ kampusundan gelen öğrenciler de destek veriyor. Yoğun bir araba trafiğinin olduğu Eskişehir yolundan geçen kimi arabaların korna çalarak destek vermeleri de işçilere moral veriyor.
>>>> İlk girdiğin zamandan beri ne değişti fabrikada?
İlk girdiğimiz zaman devlet dairesi gibiydi diyebilirim. Yol param vardı, ikramiyem vardı, mesailerinm yüzde 100’dü. Aile, kömür yardımları da olurdu. Ama şu on senede, 2001 krizinden sonra her şeyimizi elimizden aldılar. İkramiye, yol parasını kaldırdı, “maaşınıza ekliycem” dedi. Ama düşünemedik ki yol parasını eklediği zaman yol parasına gelen zamdan gaybedecez. Her şeyi gaybedecemizi biz düşünemedik. Bi de beş-altı sene öncesine kadar, fabrika dört ortaktı, iki ortağa düştüler. “Onların borcunu ödeyelim”, “Elinizi daşın altına goyun, bizim yanımızda olanın biz de yanında olacaz” dediler. Ama bizim elimiz daşın altından bi türlü çıkmadı. Her sene zam isteyince “Daha iyi olacak, bu fabrika sizin” dendi, “Siz benim evlatlarımsınız” filan... Baktık, yıllar geçtikçe biz daha kötüye gittik, ama patronlarımız daha iyiye gidiyo. Üç mağzadan on üç mağzaya çıktılar. Bize bi gatkısı olmadığı için en son yılbaşında otuz kırk arkadaş yukarıya çıkıldı, zam istendi. Çünkü yüzde üç, dört, beş zam verdiler; o da otuz kırk milyon bi şey ediyo.
>>>> Patron ne dedi?
Dedi ki “Ben üç-dört ay sonrasını göremiyorum”, “Ne haliniz varsa görün” Bunları diyince insanların artık iyice gelmiş burasına kadar. Patron öyle diyince örgütlenme yoluna gitmeye karar verdik. Başardık da bunu. Sendikaya üye olduğumuzu bi ay sakladık, kimse duymadı...
>>>> Niye böyle değişti patronlar?
Valla bence patronların değişmesinin tek şeyi, kendilerinin ellerini çekip çocuklarının gelmesi. Onlar çekirdekten yetişmedi, okuyup geldiler... Sadece yukarda oturmakla kaldılar. İşin içine girmedikleri için işçinin ne çile çektiğini bilmiyolar, nası şartlarda çalıştığını bilmiyolar... Yüz göz olmazlardı. Ondan yani. Bilinçsiz, çekirdekten yetişme olmadığı için.
>>>> Size katılmayan işçilerin katılmama sebebi neydi?Valla, korktular mı desem, patrona yakınlar mı desem, anlayamadık. Patrondan, ben bilmiyom, arkadaş olmaz. Seni gorumaz patron. Yarın bir gün işine gelmediği zaman gönderecek, bu iki iki daha dört... Biz katılmıycaz dediler; halbuki bize de sendikalaşalım diyen onlardı...
>>>> Şimdi size selam bile vermiyorlarmış?
Tanımıyolar bile.
>>>> Peki, hasbelkader tekrar işe başladınız, ne olacak o zaman?
Biz gene onları gucaklayacaz. Bizim amacımız gucaklamak, birlik. Sınıf mücadelesi de birlik, mücadele, zafer. Onlar da paylaşsınlar bu zaferi. Biz kazanıp girersek onlar da alsınlar haklarını.
>>>> Varsay ki patron biraz daha yüksek bir ücret verdi, sendikayı da kabul etti; sorun biter mi fabrikada?
Bi anda bitmez, çünkü iş yerine alıp belki de bize kin tutucak. Belki bi gaç ay sonra teker teker gönderecek. Ama biz onu da gonuşuyoruz... Bi gaç ay sonra, bi kişi de gönderse, biz gene biriz.
>>>> Bundan sonra ne olur peki?
Biz bu yoldan dönmeyiz... Biz onlardan, onların zenginliğini istemedik. Arabasını istemedik, evini istemedik, fabrikasını istemedik. Sadece insanca yaşamak istedik. Ee, ben ürettikçe sen gazanıyosun, ver biraz da ben gazanıyım... Gece gündüz çalışmak zorunda deyilim ki ben. Benim de bi dinlenme saatim olması lazım, eve gidip de tekrar iş mi yapıyım? Beş altı tane arkadaşımız ek iş yapıyo.
>>>> Ne yapıyolar?
Taksicilik, gece bekçiliği, hamallık...
>>>> Peki, fabrikada hayat nasıldı? Patron nası davranıyodu?
Patronlar sürekli sıkardı. Hani, “Gafanızı kaldırmayın, sürekli çalışın.” Tuvaletlerimiz kitli; okulda öğrenciler izin alır ya ben tuvalete gidebilir miyim diye, o şekilde gideceksin. Ya ustabaşından, ya patrondan izin alıcaksın tuvalete gidebilmek için. Anahtar güvenlikte dururdu, gider anahtarı alırdık, işimizi görür, geri kitler verirdik.
>>>> Peki, niye böyle bir şey yaptı?
Sözde işçiler gaytarıyomuş, tuvalete çok gidiliyomuş. Bu tuvalete gittiğimiz molaları da biz akşamları kendimiz çalışarak telafi ediyoduk.
>>>> Ne hissediyordun böyle olunca?
İnanın zoruma gidiyordu yani. Ben çocuk değilim, izin alıp mı tuvalete gidecem? Yani afedersiniz, altımıza mı edelim? Köleyiz biz yani. Açıkça kölelik. Açık cezaevi gibiydi yani. Gapılar kitlensin, demirler çekilsin, kimse kimseyi görmesin... Afedersin rahatsızlığımız oluyor, çok sıkışıyosun, gidemiyosun. Acaba bi laf diycek mi diye insanlar çekiniyodu. İnsanlık dışı bi şey yani bu.
>>>> Bir de kameralar varmış ha?
Her yerde var. Çoğu noktaları gözetlemek için. Tuvalette bile vardı, onu iptal ettiler gerçi. Artık çalışıyo mu bilmiyoduk, ama vardı.
>>>> Birinin kolu kesilmiş, yara bandı sorun olmuş, öyle mi?
Evet, kolu kesilince, patron “Yarana bakayım” demiş. Patron bunu der mi ya! Ecza dolabına gidip de bi şey bulamıyosun, patronun yanında. Elini gösteriyon, kesiğin küçükse önemli değil ama büyükse yara bandı verecek sana. Sen canından gaybetmişin, önemi yok. Yeter ki o malına mal gatsın. Artık kendimiz yarabandımızı yanımızda daşıyoduk. Alıyoduk çekmecelerimize goyuyoduk. Olur ya, bıçakla çalışıyoruz...
>>>> Togo’da çalışıyorsunuz ama çoğunuzun ayağında Togo ayakkabı yok?
Öyle. Zaten ayakkabı vermiyolardı. Bu haktı ama onu da iptal ettiler. Senede iki sefer ayakkabı verilirdi. Ayakkabıyı satıyosunuz diyip onu da galdırdılar. Verdikleri ayakkabı da zaten müşterinin giyemediği, iade olmuş ayakkabı, bi ay giymiş, iki ay giymiş... Onu işçiye dağıtıyodu. Onu da kesip çöpe atıyolardı, vermiyolardı işçiye.
>>>> Sattıkları ayakkabılar epey pahalı değil mi?
İki yüz elli üç yüzden aşşâ ayakkabı yok.
>>>> Yani bir ayda sana verdiği, üç çift ayakkabının parası.
Onu hepimiz düşünüyoz yani. Evde de düşünüyoz. Çoluğumuzla çocuğumuzla, eşimizle de düşünüyoz. Ha, diyoz, “üç çift ayakkabıya çalışıyoz”...
>>>> Memlekette işçinin hakkını savunan kimse var mı?
O da galmamış ya inan ki. Sendikalara bakıyorum, mesela Türk-İş’in içinde on sendika bi yere ayrılmış; bunlar birbirine sahip çıkıyo; öbürleri hiç bakmıyolar bile. Sendikalar sahip çıkmazsa hakkını savunacan hiç bi yer kalmıyo. İnsanlar hakkını savunamıyo yani.
>>>> Peki siyasetçiler, partiler...
“Gelecez” diyolar, siyasetçisi olsun, partiler olsun; ama tam sahip çıkan yok.
>>>> Senin var mı bir siyasi eğilimin, tercihin?
Hiçbi şeyim yoktu.
>>>> Seçimde kime oy verdin?
Seçimde, ben şimdi ne yalan söyleyim, sağ partiye verdim.
>>>> AKP’ye mi?
AKP’ye verdim. Ama şimdi şuraya bakıyorum, etrafıma bakıyorum bi tane yok. Gittiler, arkadaşlarımız adımıza ziyaret ettiler, CHP’ye gittiler, ordan da AKP’ye gittiler.. “Patron değil mi?”, “Maaşını vermiyo mu?”, “Tazminatını ödemedi mi?”, “Mal onun değil mi? İster yapar ister yapmaz” gibisinden laflar etmişler.
>>>> AKP’de mi?
Evet. Bu yaklaşımı görünce insan daha bi değişik bakıyo artık partiye. Ben gerçi, içine girip de üye olmadım. Ama oraya veriyoduk. Öyle görüyoduk. Ama değişiyo insanlar yani.
>>>> Şimdi pişman mısın oy verdiğine?
Ya, şu anda pişmanım. Bana sahip çıkmıyo, mal olarak vermiyo, ama öbürleri? Gucak açmışlar. Bana ve arkadaşlarıma burda gucak açıyo. Bi lokma ekmeği getirip paylaşıyo.
>>>> Kim paylaşan?
Alt partiler yani. CHP gibi zengin deyil. MHP gibi zengin olmayan partiler.
>>>> Peki, AKP deyince, nasıl yönetiyorlar memleketi sence?
Ee, bazı yönlerden iyi gözüküyo ama işin içini hiç kimse bilmiyor. Yani insanlara güzel gösteriyor; ama arka tarafında neler dönüyo bilmiyoruz.
>>>> Neyi iyi yapıyor görünüyorlar?
İlacımızı ezzaneden rahat alır olduk, hastaneye gittiğimiz zaman belki çok beklemiyoz. Ama insanlara geçim derdi olarak herhangi bir yaklaşım yok... Geçinemedikten sonra şurası güzel olmuş, Togo çok güzel, AKP bunu yapmış der misin? Demezsin. Biliyosun ki ora zengin yaşıyo; sen burda eziliyosun. Hani, her şeyi güzel gözle göremiyosun.
>>>> Ama kendini sağ diye düşünüyorsun?
Öyle düşünüyorum. Ama solu da hiç bi yere atmam. O da benim. Sol da benim, sağ da benim.
>>>> Peki, dindar mısındır?
Ya dini görevlerimi yapmaya çalışırım. Elimden geldiğince. Namazımı kılmaya çalışırım, orucumu tutarım. Ama bu demek deyil ki kendimi cidden ayırd ediyorum. Ben şu adamın yanına yaklaşamam; o yok yani.
>>>> Bir de cemaatlerden söz ediliyor. Onlara ne diyorsun?
Biz ilgilenmiyoruz onlarla. Hiç içlerine de girmedim, girmeyi de düşünmem; çünki... Hani bakıyorum şeylerine bazen, bi kaç arkadaşımdan bildiğim için... Farklı şeyler; onu yaşadığın zaman her hayatın biter yani...
>>>> Sizin direnişe bir grup ODTÜ öğrencisi destek verdi. Onlar hakkında daha önce ne düşünüyordunuz, şimdi ne düşünüyorsunuz?
Bi bilinçlilik yoktu. “Okuyolar ama her gün hır gür çıkarıyolar, bunlar ne yapıyolar” derdik. Ama şimdi daha farklı bakıyorum. Yani haklı bi mücadeleleri varmış. Parasız okul istiyolar. Türkiye’de şartların daha değişik ve güzel olmasını istiyolar. Tekel eylemine biz gitmedik. “İyi maaş alıyolar, güzel geçiniyolar, niye gelip de burda duruyolar” dedik.
>>>> Ha, eleştiriyordunuz onları?
Evet, hepimiz öyle dedik. Ama şimdi bakıyom, olması gereken buymuş. Gazanmak için o insanların yaptığı haklı bi mücadeleymiş, bunu gördük, öğrendik. Burası bizim için bi üniversite, bi hayat okulu. Arkadaşlarla beraber öğreniyoz işte.
>>>> Hayat okulu diye burayı kastediyorsun sen?
Evet, yani dışarısı. İçerde bi şey öğrenemiyosun. Çalışırken bi şey göremiyosun. Ama şu direnişe, örgütlenmeye girdikten sonra güzel şeyler öğrendik ve öğrenmeye devam ediyoruz.
>>>> Çok şey değişti mi diyorsun?
Değişti. Özellikle gafada çok şey değişti. Eskiden kötü gözle baktığım insanlar şimdi benim yoldaşım oldu, gardeşim oldu. Mücadelenin ne demek olduğunu gördüm. Sınıf dayanışması diyolar, sınıf dayanışmasının ne olduğunu gördüm. Ben sağım belki; ama soldaki insanın da bana nasıl yaklaştığını gördüm ve benim ona nası yaklaşmam gerektiğini gördüm. İnsanlar birbirini ayırd ediyomuş, yani bu devlet politikası felan ayırd ediyomuş. Hâlbuki hepimiz biriz. Ne için beraber? Herkes, daha iyi bi yaşam için... Onun istediği hak benim için de geçerli. Onun okulda istediği hak, benim çocuğum için de geçerli. Benim istediğim hak da onun çocuğu için geçerli olacak. Bunu öğrendim. Güzel şeyler öğrendik yani.
>>>> Peki, geleceğe ilişkin umudun var mı?
Umutluyum. Ben bu birlikteliği gördükçe gendimi güçlü hissediyom. Ben gazanırsam, benim alt tabakam da gazanacak. İşçi sınıfı da gazanacak. Çünkü beni gören bir başkasına da “adamlar başardı biz de başarabiliriz” diycek. Bunlar hep bir umut olcak. Umut, umudu getirecek beraberinde.
>>>> Bir endişen yok mu? Ne yaparım, ne ederim?
Yok. Ekmek parasını bi şekilde gazanırız. Bura olmadı, öbür taraf... Ama çok umutluyum ben. Bigün beraber oturup masaya, garşılıklı anlaşacamıza eminim. Arkadaşlarım da öyle görüyo. Gırgınlık yok.
“Bütün patronlar aynı” diyoruz
>>>> Patronlar nasıl insanlar sence?
Bence kötü insanlar deyiller ama parayı niye bu gadar kendine şey yapmış bilmiyom. Ya paylaşmak en güzel şey bence. Patron olarak sen benle paylaşmıcaksan, ben seni kötü görürüm. Bütün patronlara da öyle bakıyom. Çünkü niye? Onlarda paylaşım yok. Başka yerlerde de bizimkiyle aynı. “Demek ki bütün patronlar aynı” diyoruz. Arkadaşım zam isterken demiş ki “Çocuğuma süt alamıyom”. “Çocuğu yaparken bana mı sordun” diyor. Patron bunu derse, bu patrona nası bi gözle bakacan? Bana “Krediyle maaşınızı ödüyom” diyon ama en lüks şekilde yaşıyosun, mersedeslere biniyosun. Ha, bin. Bizim gözümüz yok. Ama bizim gözümüze baka baka yapma. Ama bu tür patronlar da böyledir heralde. Hepsi öyledir yani. Paylaşmak yok onlarda. Ha, vardır içinde belki, hepsi de bir deyil... Sen yükseldikçe ben aşşada bi yere çöküyom. Bana hiç bi şey yok.
>>>> Peki, yalnız sizin patronlar değil, lüks arabalar geçiyor şuradan... Onları görünce ne düşünüyorsun?
Gözümüz yok. Binsin; ama hakkıyla binsin. Altındaki insanı ezmesin. Versin. Yav, birazcını paylaşsalar zaten her şey, çark yerine oturacak. Kimse kimseyi ayırd edemeycek. Ben senin gibi gidip de villada oturmak istemiyorum. Biz o yaşamı da istemiyoruz. Ama adam -bi insan- gibi yaşamak istiyoruz. Onları gördükçe üzülüyo insan...
>>>> Peki, sence memlekette zengin nasıl zengin oluyor?
Hakkıyla zengin olan, ben zannetmiyom, çok azdır. Geri galanlar bi şekilde vurgunu vurmuşdur. Vergiden gaçıran, teşvik primleri alan... Bi türlü hırsızlık diyelim ona. O da resmi hırsızlık yani...
>>>> Peki, fakir fukara niye fakir?
Fakir fukara çalmadığı için, dürüs yaşadığı için fakir. Hakkıyla gazanıyo amma emeğinin garşısını alamadığı için fakir. Hırsızlık yapan zengin diyorum ben. Fakir fukara hırsızlık yapmıyor. Alt tabakayı sürekli ez. Bütün her yerde aynı.
Birlik olan herkes gazanır; bunu gördüm
>>>> Şu yirmi yılda hiç unutamadığın bi olay, içine dert olan bişi oldu mu?
Oldu. Benim on altı-on yedi sene önce çocuğum yeni doğmuştu. O zaman üç milyon bi maaş alıyodum. Çocuğumu hastaneye götürdüm, doktorun yazdığı ilacı alamadım. Bi milyondu ilaç. Geldim patronumun yanına, bana ilaç parası lazım dedim. Bana dedi ki, “Sana vericek param yok, durumum yok.” Ben bunu hiç, asla unutamam.
>>>> Ne hissettin öyle diyince?
Şok oldum. Çok üzüldüm. Patron için bi milyon, o zamanın parasıyla bi lira. Ama bana “Sana vericek param yok” demesi beni çok yıprattı. Ben aileme de anlattım bunu. Onlar da çok üzüldüler; ama ekmek parası dedik, çıkıp gitmedik. Her zaman ukdedir bu benim içimde.
>>>> İnsan yerine konulmamak gibi...
Öyle. Biz insanlığı istedik ama, ne bilim, olmadı. Yaşayamadık yani.
>>>> Peki, değişir mi bu?
Değişçek. Bu düzen mutlaka değişmeli. Birlikle ama! Tek kişiyle değişmez, üç-beş kişiyle değişmez. İşçi sınıfının bilinçlenerek, örgütlenerek her şeyi değiştireceğine inanıyorum ben. Üç ay önce desen inanmazdım; ama şimdi buna can-ı gönülden inandım.
>>> Türkiye’de başka bir düzen kurulur diyorsun?
Gurulur. Mutlaka gurulur; ama birlikle. Birlik olan herkes gazanır; bunu gördüm.
(Üç kısa not: 1. Orijinal halleri epey uzun olan mülakatları aynen yayımlamak, gazetenin ayırabileceği yer kısıtlı olduğu için imkânsız. Bu nedenle mülakatların belli kısımlarını seçmek zorundayım. 2. Birçok durumda insanlar kimliklerinin gizlenmesini istediği için adlarını ve bazı kişisel bilgilerini değiştirdim. 3. Yazıya aktarırken konuşma dili ve şive özelliklerini korumanın anlamlı olacağını düşündüm.)
TOGO İŞÇİSİ CEMAL: Umut, umudu getirecek
Cemal 40 yaşında ve 20 küsur yıl Ankara’daki Togo ayakkabı fabrikasında çalışmış bir işçi. Evli ve biri, üniversite sınavı için dershaneye giden üç çocuğu var. Karısı zaman zaman gündelikçilik yapıyor. Ankara’nın en yoksul mahallelerinden birinde kirada oturuyorlar. Cemal, sendikaya üye olduğu için 34 arkadaşıyla birlikte 27 Nisan’da işten atılmış. Atılmadan önce 1.000 TL civarında ücret alıyormuş. Bu da kıdemli bir işçinin ücreti! Yoksa işçilerin birçoğunun ücreti 700-800 TL civarında. Cemal ve arkadaşlarının işten atıldıktan sonra Eskişehir yolu üzerindeki fabrikanın önünde başlattıkları eylem, polisin onları üç defa gözaltına almasına rağmen hâlâ devam ediyor. Eyleme üyesi oldukları Deri-İş Sendikasının yanı sıra, çeşitli partiler ve bu arada fabrikanın tam karşısındaki ODTÜ kampusundan gelen öğrenciler de destek veriyor. Yoğun bir araba trafiğinin olduğu Eskişehir yolundan geçen kimi arabaların korna çalarak destek vermeleri de işçilere moral veriyor.
>>>> İlk girdiğin zamandan beri ne değişti fabrikada?
İlk girdiğimiz zaman devlet dairesi gibiydi diyebilirim. Yol param vardı, ikramiyem vardı, mesailerinm yüzde 100’dü. Aile, kömür yardımları da olurdu. Ama şu on senede, 2001 krizinden sonra her şeyimizi elimizden aldılar. İkramiye, yol parasını kaldırdı, “maaşınıza ekliycem” dedi. Ama düşünemedik ki yol parasını eklediği zaman yol parasına gelen zamdan gaybedecez. Her şeyi gaybedecemizi biz düşünemedik. Bi de beş-altı sene öncesine kadar, fabrika dört ortaktı, iki ortağa düştüler. “Onların borcunu ödeyelim”, “Elinizi daşın altına goyun, bizim yanımızda olanın biz de yanında olacaz” dediler. Ama bizim elimiz daşın altından bi türlü çıkmadı. Her sene zam isteyince “Daha iyi olacak, bu fabrika sizin” dendi, “Siz benim evlatlarımsınız” filan... Baktık, yıllar geçtikçe biz daha kötüye gittik, ama patronlarımız daha iyiye gidiyo. Üç mağzadan on üç mağzaya çıktılar. Bize bi gatkısı olmadığı için en son yılbaşında otuz kırk arkadaş yukarıya çıkıldı, zam istendi. Çünkü yüzde üç, dört, beş zam verdiler; o da otuz kırk milyon bi şey ediyo.
>>>> Patron ne dedi?
Dedi ki “Ben üç-dört ay sonrasını göremiyorum”, “Ne haliniz varsa görün” Bunları diyince insanların artık iyice gelmiş burasına kadar. Patron öyle diyince örgütlenme yoluna gitmeye karar verdik. Başardık da bunu. Sendikaya üye olduğumuzu bi ay sakladık, kimse duymadı...
>>>> Niye böyle değişti patronlar?
Valla bence patronların değişmesinin tek şeyi, kendilerinin ellerini çekip çocuklarının gelmesi. Onlar çekirdekten yetişmedi, okuyup geldiler... Sadece yukarda oturmakla kaldılar. İşin içine girmedikleri için işçinin ne çile çektiğini bilmiyolar, nası şartlarda çalıştığını bilmiyolar... Yüz göz olmazlardı. Ondan yani. Bilinçsiz, çekirdekten yetişme olmadığı için.
>>>> Size katılmayan işçilerin katılmama sebebi neydi?Valla, korktular mı desem, patrona yakınlar mı desem, anlayamadık. Patrondan, ben bilmiyom, arkadaş olmaz. Seni gorumaz patron. Yarın bir gün işine gelmediği zaman gönderecek, bu iki iki daha dört... Biz katılmıycaz dediler; halbuki bize de sendikalaşalım diyen onlardı...
>>>> Şimdi size selam bile vermiyorlarmış?
Tanımıyolar bile.
>>>> Peki, hasbelkader tekrar işe başladınız, ne olacak o zaman?
Biz gene onları gucaklayacaz. Bizim amacımız gucaklamak, birlik. Sınıf mücadelesi de birlik, mücadele, zafer. Onlar da paylaşsınlar bu zaferi. Biz kazanıp girersek onlar da alsınlar haklarını.
>>>> Varsay ki patron biraz daha yüksek bir ücret verdi, sendikayı da kabul etti; sorun biter mi fabrikada?
Bi anda bitmez, çünkü iş yerine alıp belki de bize kin tutucak. Belki bi gaç ay sonra teker teker gönderecek. Ama biz onu da gonuşuyoruz... Bi gaç ay sonra, bi kişi de gönderse, biz gene biriz.
>>>> Bundan sonra ne olur peki?
Biz bu yoldan dönmeyiz... Biz onlardan, onların zenginliğini istemedik. Arabasını istemedik, evini istemedik, fabrikasını istemedik. Sadece insanca yaşamak istedik. Ee, ben ürettikçe sen gazanıyosun, ver biraz da ben gazanıyım... Gece gündüz çalışmak zorunda deyilim ki ben. Benim de bi dinlenme saatim olması lazım, eve gidip de tekrar iş mi yapıyım? Beş altı tane arkadaşımız ek iş yapıyo.
>>>> Ne yapıyolar?
Taksicilik, gece bekçiliği, hamallık...
>>>> Peki, fabrikada hayat nasıldı? Patron nası davranıyodu?
Patronlar sürekli sıkardı. Hani, “Gafanızı kaldırmayın, sürekli çalışın.” Tuvaletlerimiz kitli; okulda öğrenciler izin alır ya ben tuvalete gidebilir miyim diye, o şekilde gideceksin. Ya ustabaşından, ya patrondan izin alıcaksın tuvalete gidebilmek için. Anahtar güvenlikte dururdu, gider anahtarı alırdık, işimizi görür, geri kitler verirdik.
>>>> Peki, niye böyle bir şey yaptı?
Sözde işçiler gaytarıyomuş, tuvalete çok gidiliyomuş. Bu tuvalete gittiğimiz molaları da biz akşamları kendimiz çalışarak telafi ediyoduk.
>>>> Ne hissediyordun böyle olunca?
İnanın zoruma gidiyordu yani. Ben çocuk değilim, izin alıp mı tuvalete gidecem? Yani afedersiniz, altımıza mı edelim? Köleyiz biz yani. Açıkça kölelik. Açık cezaevi gibiydi yani. Gapılar kitlensin, demirler çekilsin, kimse kimseyi görmesin... Afedersin rahatsızlığımız oluyor, çok sıkışıyosun, gidemiyosun. Acaba bi laf diycek mi diye insanlar çekiniyodu. İnsanlık dışı bi şey yani bu.
>>>> Bir de kameralar varmış ha?
Her yerde var. Çoğu noktaları gözetlemek için. Tuvalette bile vardı, onu iptal ettiler gerçi. Artık çalışıyo mu bilmiyoduk, ama vardı.
>>>> Birinin kolu kesilmiş, yara bandı sorun olmuş, öyle mi?
Evet, kolu kesilince, patron “Yarana bakayım” demiş. Patron bunu der mi ya! Ecza dolabına gidip de bi şey bulamıyosun, patronun yanında. Elini gösteriyon, kesiğin küçükse önemli değil ama büyükse yara bandı verecek sana. Sen canından gaybetmişin, önemi yok. Yeter ki o malına mal gatsın. Artık kendimiz yarabandımızı yanımızda daşıyoduk. Alıyoduk çekmecelerimize goyuyoduk. Olur ya, bıçakla çalışıyoruz...
>>>> Togo’da çalışıyorsunuz ama çoğunuzun ayağında Togo ayakkabı yok?
Öyle. Zaten ayakkabı vermiyolardı. Bu haktı ama onu da iptal ettiler. Senede iki sefer ayakkabı verilirdi. Ayakkabıyı satıyosunuz diyip onu da galdırdılar. Verdikleri ayakkabı da zaten müşterinin giyemediği, iade olmuş ayakkabı, bi ay giymiş, iki ay giymiş... Onu işçiye dağıtıyodu. Onu da kesip çöpe atıyolardı, vermiyolardı işçiye.
>>>> Sattıkları ayakkabılar epey pahalı değil mi?
İki yüz elli üç yüzden aşşâ ayakkabı yok.
>>>> Yani bir ayda sana verdiği, üç çift ayakkabının parası.
Onu hepimiz düşünüyoz yani. Evde de düşünüyoz. Çoluğumuzla çocuğumuzla, eşimizle de düşünüyoz. Ha, diyoz, “üç çift ayakkabıya çalışıyoz”...
>>>> Memlekette işçinin hakkını savunan kimse var mı?
O da galmamış ya inan ki. Sendikalara bakıyorum, mesela Türk-İş’in içinde on sendika bi yere ayrılmış; bunlar birbirine sahip çıkıyo; öbürleri hiç bakmıyolar bile. Sendikalar sahip çıkmazsa hakkını savunacan hiç bi yer kalmıyo. İnsanlar hakkını savunamıyo yani.
>>>> Peki siyasetçiler, partiler...
“Gelecez” diyolar, siyasetçisi olsun, partiler olsun; ama tam sahip çıkan yok.
>>>> Senin var mı bir siyasi eğilimin, tercihin?
Hiçbi şeyim yoktu.
>>>> Seçimde kime oy verdin?
Seçimde, ben şimdi ne yalan söyleyim, sağ partiye verdim.
>>>> AKP’ye mi?
AKP’ye verdim. Ama şimdi şuraya bakıyorum, etrafıma bakıyorum bi tane yok. Gittiler, arkadaşlarımız adımıza ziyaret ettiler, CHP’ye gittiler, ordan da AKP’ye gittiler.. “Patron değil mi?”, “Maaşını vermiyo mu?”, “Tazminatını ödemedi mi?”, “Mal onun değil mi? İster yapar ister yapmaz” gibisinden laflar etmişler.
>>>> AKP’de mi?
Evet. Bu yaklaşımı görünce insan daha bi değişik bakıyo artık partiye. Ben gerçi, içine girip de üye olmadım. Ama oraya veriyoduk. Öyle görüyoduk. Ama değişiyo insanlar yani.
>>>> Şimdi pişman mısın oy verdiğine?
Ya, şu anda pişmanım. Bana sahip çıkmıyo, mal olarak vermiyo, ama öbürleri? Gucak açmışlar. Bana ve arkadaşlarıma burda gucak açıyo. Bi lokma ekmeği getirip paylaşıyo.
>>>> Kim paylaşan?
Alt partiler yani. CHP gibi zengin deyil. MHP gibi zengin olmayan partiler.
>>>> Peki, AKP deyince, nasıl yönetiyorlar memleketi sence?
Ee, bazı yönlerden iyi gözüküyo ama işin içini hiç kimse bilmiyor. Yani insanlara güzel gösteriyor; ama arka tarafında neler dönüyo bilmiyoruz.
>>>> Neyi iyi yapıyor görünüyorlar?
İlacımızı ezzaneden rahat alır olduk, hastaneye gittiğimiz zaman belki çok beklemiyoz. Ama insanlara geçim derdi olarak herhangi bir yaklaşım yok... Geçinemedikten sonra şurası güzel olmuş, Togo çok güzel, AKP bunu yapmış der misin? Demezsin. Biliyosun ki ora zengin yaşıyo; sen burda eziliyosun. Hani, her şeyi güzel gözle göremiyosun.
>>>> Ama kendini sağ diye düşünüyorsun?
Öyle düşünüyorum. Ama solu da hiç bi yere atmam. O da benim. Sol da benim, sağ da benim.
>>>> Peki, dindar mısındır?
Ya dini görevlerimi yapmaya çalışırım. Elimden geldiğince. Namazımı kılmaya çalışırım, orucumu tutarım. Ama bu demek deyil ki kendimi cidden ayırd ediyorum. Ben şu adamın yanına yaklaşamam; o yok yani.
>>>> Bir de cemaatlerden söz ediliyor. Onlara ne diyorsun?
Biz ilgilenmiyoruz onlarla. Hiç içlerine de girmedim, girmeyi de düşünmem; çünki... Hani bakıyorum şeylerine bazen, bi kaç arkadaşımdan bildiğim için... Farklı şeyler; onu yaşadığın zaman her hayatın biter yani...
>>>> Sizin direnişe bir grup ODTÜ öğrencisi destek verdi. Onlar hakkında daha önce ne düşünüyordunuz, şimdi ne düşünüyorsunuz?
Bi bilinçlilik yoktu. “Okuyolar ama her gün hır gür çıkarıyolar, bunlar ne yapıyolar” derdik. Ama şimdi daha farklı bakıyorum. Yani haklı bi mücadeleleri varmış. Parasız okul istiyolar. Türkiye’de şartların daha değişik ve güzel olmasını istiyolar. Tekel eylemine biz gitmedik. “İyi maaş alıyolar, güzel geçiniyolar, niye gelip de burda duruyolar” dedik.
>>>> Ha, eleştiriyordunuz onları?
Evet, hepimiz öyle dedik. Ama şimdi bakıyom, olması gereken buymuş. Gazanmak için o insanların yaptığı haklı bi mücadeleymiş, bunu gördük, öğrendik. Burası bizim için bi üniversite, bi hayat okulu. Arkadaşlarla beraber öğreniyoz işte.
>>>> Hayat okulu diye burayı kastediyorsun sen?
Evet, yani dışarısı. İçerde bi şey öğrenemiyosun. Çalışırken bi şey göremiyosun. Ama şu direnişe, örgütlenmeye girdikten sonra güzel şeyler öğrendik ve öğrenmeye devam ediyoruz.
>>>> Çok şey değişti mi diyorsun?
Değişti. Özellikle gafada çok şey değişti. Eskiden kötü gözle baktığım insanlar şimdi benim yoldaşım oldu, gardeşim oldu. Mücadelenin ne demek olduğunu gördüm. Sınıf dayanışması diyolar, sınıf dayanışmasının ne olduğunu gördüm. Ben sağım belki; ama soldaki insanın da bana nasıl yaklaştığını gördüm ve benim ona nası yaklaşmam gerektiğini gördüm. İnsanlar birbirini ayırd ediyomuş, yani bu devlet politikası felan ayırd ediyomuş. Hâlbuki hepimiz biriz. Ne için beraber? Herkes, daha iyi bi yaşam için... Onun istediği hak benim için de geçerli. Onun okulda istediği hak, benim çocuğum için de geçerli. Benim istediğim hak da onun çocuğu için geçerli olacak. Bunu öğrendim. Güzel şeyler öğrendik yani.
>>>> Peki, geleceğe ilişkin umudun var mı?
Umutluyum. Ben bu birlikteliği gördükçe gendimi güçlü hissediyom. Ben gazanırsam, benim alt tabakam da gazanacak. İşçi sınıfı da gazanacak. Çünkü beni gören bir başkasına da “adamlar başardı biz de başarabiliriz” diycek. Bunlar hep bir umut olcak. Umut, umudu getirecek beraberinde.
>>>> Bir endişen yok mu? Ne yaparım, ne ederim?
Yok. Ekmek parasını bi şekilde gazanırız. Bura olmadı, öbür taraf... Ama çok umutluyum ben. Bigün beraber oturup masaya, garşılıklı anlaşacamıza eminim. Arkadaşlarım da öyle görüyo. Gırgınlık yok.
“Bütün patronlar aynı” diyoruz
>>>> Patronlar nasıl insanlar sence?
Bence kötü insanlar deyiller ama parayı niye bu gadar kendine şey yapmış bilmiyom. Ya paylaşmak en güzel şey bence. Patron olarak sen benle paylaşmıcaksan, ben seni kötü görürüm. Bütün patronlara da öyle bakıyom. Çünkü niye? Onlarda paylaşım yok. Başka yerlerde de bizimkiyle aynı. “Demek ki bütün patronlar aynı” diyoruz. Arkadaşım zam isterken demiş ki “Çocuğuma süt alamıyom”. “Çocuğu yaparken bana mı sordun” diyor. Patron bunu derse, bu patrona nası bi gözle bakacan? Bana “Krediyle maaşınızı ödüyom” diyon ama en lüks şekilde yaşıyosun, mersedeslere biniyosun. Ha, bin. Bizim gözümüz yok. Ama bizim gözümüze baka baka yapma. Ama bu tür patronlar da böyledir heralde. Hepsi öyledir yani. Paylaşmak yok onlarda. Ha, vardır içinde belki, hepsi de bir deyil... Sen yükseldikçe ben aşşada bi yere çöküyom. Bana hiç bi şey yok.
>>>> Peki, yalnız sizin patronlar değil, lüks arabalar geçiyor şuradan... Onları görünce ne düşünüyorsun?
Gözümüz yok. Binsin; ama hakkıyla binsin. Altındaki insanı ezmesin. Versin. Yav, birazcını paylaşsalar zaten her şey, çark yerine oturacak. Kimse kimseyi ayırd edemeycek. Ben senin gibi gidip de villada oturmak istemiyorum. Biz o yaşamı da istemiyoruz. Ama adam -bi insan- gibi yaşamak istiyoruz. Onları gördükçe üzülüyo insan...
>>>> Peki, sence memlekette zengin nasıl zengin oluyor?
Hakkıyla zengin olan, ben zannetmiyom, çok azdır. Geri galanlar bi şekilde vurgunu vurmuşdur. Vergiden gaçıran, teşvik primleri alan... Bi türlü hırsızlık diyelim ona. O da resmi hırsızlık yani...
>>>> Peki, fakir fukara niye fakir?
Fakir fukara çalmadığı için, dürüs yaşadığı için fakir. Hakkıyla gazanıyo amma emeğinin garşısını alamadığı için fakir. Hırsızlık yapan zengin diyorum ben. Fakir fukara hırsızlık yapmıyor. Alt tabakayı sürekli ez. Bütün her yerde aynı.
Birlik olan herkes gazanır; bunu gördüm
>>>> Şu yirmi yılda hiç unutamadığın bi olay, içine dert olan bişi oldu mu?
Oldu. Benim on altı-on yedi sene önce çocuğum yeni doğmuştu. O zaman üç milyon bi maaş alıyodum. Çocuğumu hastaneye götürdüm, doktorun yazdığı ilacı alamadım. Bi milyondu ilaç. Geldim patronumun yanına, bana ilaç parası lazım dedim. Bana dedi ki, “Sana vericek param yok, durumum yok.” Ben bunu hiç, asla unutamam.
>>>> Ne hissettin öyle diyince?
Şok oldum. Çok üzüldüm. Patron için bi milyon, o zamanın parasıyla bi lira. Ama bana “Sana vericek param yok” demesi beni çok yıprattı. Ben aileme de anlattım bunu. Onlar da çok üzüldüler; ama ekmek parası dedik, çıkıp gitmedik. Her zaman ukdedir bu benim içimde.
>>>> İnsan yerine konulmamak gibi...
Öyle. Biz insanlığı istedik ama, ne bilim, olmadı. Yaşayamadık yani.
>>>> Peki, değişir mi bu?
Değişçek. Bu düzen mutlaka değişmeli. Birlikle ama! Tek kişiyle değişmez, üç-beş kişiyle değişmez. İşçi sınıfının bilinçlenerek, örgütlenerek her şeyi değiştireceğine inanıyorum ben. Üç ay önce desen inanmazdım; ama şimdi buna can-ı gönülden inandım.
>>> Türkiye’de başka bir düzen kurulur diyorsun?
Gurulur. Mutlaka gurulur; ama birlikle. Birlik olan herkes gazanır; bunu gördüm.