26 Şubat 1984 tarihinde hayatını kaybeden büyük şair Hasan
Hüseyin Korkmazgil'i, Orhan Aydın'ın yazdığı "Yürek sızısı..." yazısıyla
anıyoruz.
Şiirlerini tanıdığımda çocuktum.
Adam bağırıyordu sanki avaz avaz.
Gözlerimi kapadığımda usuma düşen resim; uçuşan, dalgalı saçları ile isyanı haykıran bir babacan adamdı gelip karşımda duran.
Söyleyecek sözlerini hemen orada, sesinin ulaşabileceği en yüksek seviyede söylemek istiyor gibiydi hep.
Resimlerini ilk gördüğüm gün yanılmadığımı anladım.
Çatık kaşlı, gergin ve her hali ile isyankâr bir asiydi sanki.
Yazdıklarının hemen hepsiyle tanış oldum. Ezberime kazıdım şiirlerini. Dünya şiiri ile kurduğu köprüden her şairin geçmesine izin vermiyordu. Yol önce Nâzım ustanındı sonra, Neruda'nın. Kendisi de oralarda bir yerlerde olsun yeterdi.
Sözcüklerle kavga etmeyi ve onları kavganın içinde ateşe atmayı, yaratmak için öğrenmeyi, acının da, sevincin de şairin bahçesindeki çiçekler olduğunu ondan öğrendim.
Yıllar sonra, elimi uzattığımda, tanıdığımı sandığım bir koca adamın, yalın, içten, bin çiçek gülüşlü, içinde fırtınalar kopan, sevda dolu, bir uzun yol yolcusu olduğunu anladım.
Sözcüklerin kavgacısı bu nakış yüzlü adam, aslında yaşamın bir şiir olduğunu haykırıyordu.
Tiyatromuz için yazdığı oyunu masanın üzerine attığında; utkularından birini daha gerçekleştirmiş yorgun bir rahatlık duruyordu yüzünde.
Tarih 1979'du.
'77 ve '78'in baharında geziniyordu hayat.
"Sokakta tank paleti, sokakta düdük sesi" hiç eksik değildi.
Faşizmin ayak sesleri geliyordu uzaklardan rap, rap, rap. Bizimkiler alınlarında güneş, yüreklerinde bin sevda, kavganın şiiri gibiydiler. Ateş sarmıştı her bir yanımızı. Ölüm haberlerinin olmadığı tek gün yoktu. Ankara Maltepe'deki Derya sinemasının faşistlerce bombalandığı gün, biz içerde, yanımızda bu rüzgâr saçlı adam, onun bizler için yazdığı HIZARCI oyununu prova ediyorduk.
Oyun için yazdığı sözcükler bombacıları yanıtlıyordu sanki.
"a benim ayakaltım,
a benim kerpiç damım,
geri kalmış kuzum benim, eşkıyam"
Ben, galiba asıl o gün tanıdım onu.
Polisin yakasını toplayan kocaman iki el, avazı çıktığınca bağırdığında yani.
"Tiyatromuzu bombaladınız ulannn!"
Hepimiz onunduk.
Tüm oyuncular, dekorlar, aksesuarlar, kostümler, ışıklar, şarkılar, türküler, afişler ve sözcükler ve kitaplar.
Biz onunduk. Onun kolu, kanadı, yüreği, sevdası, kavgasıydık. Bizi nasıl bombalarlardı.
Çankaya emniyet amiri önce onu aldı. Sonra bizler, kendimizi aldırdık. Tiyatronun karşısındaki müdüriyette kan kusturdu memurlara, "bizi bombalayan faşistler sizlerden biri, kimse ortaya çıksın, yoksa zindan ederim dünyayı" diye sokaktan geçenlerin bile duyacağı bir biçimde haykırıyordu.
Haklıydı.
Emniyet ile tiyatro karşı karşıyaydık.
Öldüğü günden bu güne tam yirmi dokuz yıl geçti.
Nasıl da yaşlanıyor hayat!
Anılarımda gezindiğimde, şurada oturuyor gibi karşımda. Koltuğunun altında siyah, fermuarlı bir çanta, içinde bin bir çiçek. Hepsi Sivas dağlarından, kırlarından devşirilmiş ya da Binboğalar da kışlamış akşam türküleri gibi.
Acıyı Bal Eyledik, Oğlak, Kızılırmak, Temmuz Bildirisi, Kelepçemin Karasında Bir Ak Güvercin, Ağlasun Ay Şafağı, Koçero Vatan Şiiri, Haziran'da Ölmek Zor, Filizkıran Fırtınası, Acılara Tutunmak, Işıklarla Oynamayın, Kavel, Kızılkuğu, Kandan Kına Yakılmaz, Tohumlar Tuz İçinde. Birbirleriyle barışık binlerce dize. Üç tane mizah öykü kitabı. Made- in Turkey, Bıyıklar Konuşuyor, Öhhööö! Bitmedi, Bedrettin Cömert üstüne çalışmalar ve de çocuklar için; Eşeğin Göz Yaşları, Aşıcı Baba, Ormanın Öcü, Ressamın Bıldırcınları, Becerikli Çocuğun Düşleri. Ve de bizlerden başka kimselerin bilmediği o oynanamayan oyun HIZARCI.
Haziranda Ölmek Zor, Nâzım Usta'nın ardından yazılan bir ağıt.
İşten çıktım
Sokaktayım
Elim yüzüm üstüm başım gazete
Sokakta tank paleti
Sokakta düdük sesi
Sokakta tomson
Sokaktayım
Gece leylak
Ve tomurcuk kokuyor
Yaralı bir şahin olmuş yüreğim
Uy anam anam
Haziranda ölmek zor!
...
Çalışmışım on beş saat
tükenmişim on beş saat
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
anama sövmüş patron
ter döktüğüm gazetede
sıkmışım dişlerimi
sıcak bir ev özlemişim
sıcak bir yemek
ve sıcak bir yatakta
unutturan öpücükler
çıkmışım bir kavgadan
vurmuşum sokaklara
Sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki
dallarda insan iskeletleri
...
Yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 Haziran 63'ü
...
Onca zaman sonra bu gün, kaç şair gezinir tiyatrolarda, kaç sözcük yazılır kavga için, kaç türkü söylenir sevda için, kaç öykü yazılır emek için, kaç ırmak akar içimizden Kızılırmak gibi, hep düşünür oldum.
"Işıkları seviyorum ben. Işıkların altında ışıyan sözcüklerden ötürü, aşkı seviyorum ben, üretime olan tutkumdan ötürü, sizi seviyorum ben tiyatroya olan açlığımdan ötürü."
Sivas dağlarının mor menekşesi, HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL, yamaçları mor menekşe kokan bir dağ olalı, tam yirmi dokuz yıl geçti. Geride öfkesi kaldı.
ORHAN AYDIN-SOL.ORG
Şiirlerini tanıdığımda çocuktum.
Adam bağırıyordu sanki avaz avaz.
Gözlerimi kapadığımda usuma düşen resim; uçuşan, dalgalı saçları ile isyanı haykıran bir babacan adamdı gelip karşımda duran.
Söyleyecek sözlerini hemen orada, sesinin ulaşabileceği en yüksek seviyede söylemek istiyor gibiydi hep.
Resimlerini ilk gördüğüm gün yanılmadığımı anladım.
Çatık kaşlı, gergin ve her hali ile isyankâr bir asiydi sanki.
Yazdıklarının hemen hepsiyle tanış oldum. Ezberime kazıdım şiirlerini. Dünya şiiri ile kurduğu köprüden her şairin geçmesine izin vermiyordu. Yol önce Nâzım ustanındı sonra, Neruda'nın. Kendisi de oralarda bir yerlerde olsun yeterdi.
Sözcüklerle kavga etmeyi ve onları kavganın içinde ateşe atmayı, yaratmak için öğrenmeyi, acının da, sevincin de şairin bahçesindeki çiçekler olduğunu ondan öğrendim.
Yıllar sonra, elimi uzattığımda, tanıdığımı sandığım bir koca adamın, yalın, içten, bin çiçek gülüşlü, içinde fırtınalar kopan, sevda dolu, bir uzun yol yolcusu olduğunu anladım.
Sözcüklerin kavgacısı bu nakış yüzlü adam, aslında yaşamın bir şiir olduğunu haykırıyordu.
Tiyatromuz için yazdığı oyunu masanın üzerine attığında; utkularından birini daha gerçekleştirmiş yorgun bir rahatlık duruyordu yüzünde.
Tarih 1979'du.
'77 ve '78'in baharında geziniyordu hayat.
"Sokakta tank paleti, sokakta düdük sesi" hiç eksik değildi.
Faşizmin ayak sesleri geliyordu uzaklardan rap, rap, rap. Bizimkiler alınlarında güneş, yüreklerinde bin sevda, kavganın şiiri gibiydiler. Ateş sarmıştı her bir yanımızı. Ölüm haberlerinin olmadığı tek gün yoktu. Ankara Maltepe'deki Derya sinemasının faşistlerce bombalandığı gün, biz içerde, yanımızda bu rüzgâr saçlı adam, onun bizler için yazdığı HIZARCI oyununu prova ediyorduk.
Oyun için yazdığı sözcükler bombacıları yanıtlıyordu sanki.
"a benim ayakaltım,
a benim kerpiç damım,
geri kalmış kuzum benim, eşkıyam"
Ben, galiba asıl o gün tanıdım onu.
Polisin yakasını toplayan kocaman iki el, avazı çıktığınca bağırdığında yani.
"Tiyatromuzu bombaladınız ulannn!"
Hepimiz onunduk.
Tüm oyuncular, dekorlar, aksesuarlar, kostümler, ışıklar, şarkılar, türküler, afişler ve sözcükler ve kitaplar.
Biz onunduk. Onun kolu, kanadı, yüreği, sevdası, kavgasıydık. Bizi nasıl bombalarlardı.
Çankaya emniyet amiri önce onu aldı. Sonra bizler, kendimizi aldırdık. Tiyatronun karşısındaki müdüriyette kan kusturdu memurlara, "bizi bombalayan faşistler sizlerden biri, kimse ortaya çıksın, yoksa zindan ederim dünyayı" diye sokaktan geçenlerin bile duyacağı bir biçimde haykırıyordu.
Haklıydı.
Emniyet ile tiyatro karşı karşıyaydık.
Öldüğü günden bu güne tam yirmi dokuz yıl geçti.
Nasıl da yaşlanıyor hayat!
Anılarımda gezindiğimde, şurada oturuyor gibi karşımda. Koltuğunun altında siyah, fermuarlı bir çanta, içinde bin bir çiçek. Hepsi Sivas dağlarından, kırlarından devşirilmiş ya da Binboğalar da kışlamış akşam türküleri gibi.
Acıyı Bal Eyledik, Oğlak, Kızılırmak, Temmuz Bildirisi, Kelepçemin Karasında Bir Ak Güvercin, Ağlasun Ay Şafağı, Koçero Vatan Şiiri, Haziran'da Ölmek Zor, Filizkıran Fırtınası, Acılara Tutunmak, Işıklarla Oynamayın, Kavel, Kızılkuğu, Kandan Kına Yakılmaz, Tohumlar Tuz İçinde. Birbirleriyle barışık binlerce dize. Üç tane mizah öykü kitabı. Made- in Turkey, Bıyıklar Konuşuyor, Öhhööö! Bitmedi, Bedrettin Cömert üstüne çalışmalar ve de çocuklar için; Eşeğin Göz Yaşları, Aşıcı Baba, Ormanın Öcü, Ressamın Bıldırcınları, Becerikli Çocuğun Düşleri. Ve de bizlerden başka kimselerin bilmediği o oynanamayan oyun HIZARCI.
Haziranda Ölmek Zor, Nâzım Usta'nın ardından yazılan bir ağıt.
İşten çıktım
Sokaktayım
Elim yüzüm üstüm başım gazete
Sokakta tank paleti
Sokakta düdük sesi
Sokakta tomson
Sokaktayım
Gece leylak
Ve tomurcuk kokuyor
Yaralı bir şahin olmuş yüreğim
Uy anam anam
Haziranda ölmek zor!
...
Çalışmışım on beş saat
tükenmişim on beş saat
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
anama sövmüş patron
ter döktüğüm gazetede
sıkmışım dişlerimi
sıcak bir ev özlemişim
sıcak bir yemek
ve sıcak bir yatakta
unutturan öpücükler
çıkmışım bir kavgadan
vurmuşum sokaklara
Sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki
dallarda insan iskeletleri
...
Yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 Haziran 63'ü
...
Onca zaman sonra bu gün, kaç şair gezinir tiyatrolarda, kaç sözcük yazılır kavga için, kaç türkü söylenir sevda için, kaç öykü yazılır emek için, kaç ırmak akar içimizden Kızılırmak gibi, hep düşünür oldum.
"Işıkları seviyorum ben. Işıkların altında ışıyan sözcüklerden ötürü, aşkı seviyorum ben, üretime olan tutkumdan ötürü, sizi seviyorum ben tiyatroya olan açlığımdan ötürü."
Sivas dağlarının mor menekşesi, HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL, yamaçları mor menekşe kokan bir dağ olalı, tam yirmi dokuz yıl geçti. Geride öfkesi kaldı.
ORHAN AYDIN-SOL.ORG