Fehmi Koru bugünkü yazısında Ergenekon davasında sanıklar
için istenen inanılmaz cezaları, yargılananların kendini savunmasına
bağlayarak akıl, mantık ve vicdan sınırlarını zorlamayı başardı…
Star gazetesi yazarı Fehmi Koru, bugünkü yazısında Ergenekon davasında 64 sanık için istenen ağırlaştırılmış müebbet cezasını “savunmanın yanlışlığına” bağlayarak, akıl, mantık ve vicdan sınırlarını zorlamayı başardı.
Ergenekon davasının kamuoyu vicdanında adalet inancına dönük yarattığı güvensizliği ve yargının yaşadığı itibar kaybını artık yandaşlar dahi kabul etmiş durumda. Düzmece delillerle, şaibeli gizli tanıklarla uydurulan iddianameler, sanıkların kendini savunma hakkının dahi kısıtlandığı zorbaca yönetilen duruşmalar, birbirine benzemez bir sürü insanın aynı çuvala tıkıştırıldığı bir örgüt…
Artık kimse ne Ergenekon denilen bu örgütün varlığına, ne de bu davalarda adalet dağıtıldığına inanıyor. Yargılama sürecinde yaşananlar, bu davalarla Türkiye’nin demokratikleştiğini düşünenlerde bile davanın meşruluğunu kaybetmesine sebep oldu.
Fehmi Koru da bu durumu fark etmiş olacak ki bu sürecin bu hale nasıl geldiğini kendi meşrebince anlatmaya çalışıyor.
İnanılmaz olansa eşine az rastlanır bir hukuk skandalı olarak tarihteki yerini alacak olan Ergenekon davasında verilen cezaların sorumluluğunu, sanıkların en temel insani ve yurttaşlık hakkı olan kendilerini savunmalarına bağlıyor:
Koru'nun yazısı, Ergenekon davasında yaşanan skandalları mazur göstermeye çalışmanın insanı nasıl saçmalatabileceğini anlatması açısından dikkat çekerken, artık mızrağın çuvala sığmadığının da yandaş bir kalemden ifadesi oldu.
Demokrasi laflarıyla yatıp kalkanların, insan haklarından dem vuranların hukuksal ve insani trajediye dönüşen siyasi bir davada suçu sanıkların kendini savunmasında bulması ise eşine az rastlanır bir aymazlık örneği olarak tarihe geçti bile.
Volkan Algan (soL)
Star gazetesi yazarı Fehmi Koru, bugünkü yazısında Ergenekon davasında 64 sanık için istenen ağırlaştırılmış müebbet cezasını “savunmanın yanlışlığına” bağlayarak, akıl, mantık ve vicdan sınırlarını zorlamayı başardı.
Ergenekon davasının kamuoyu vicdanında adalet inancına dönük yarattığı güvensizliği ve yargının yaşadığı itibar kaybını artık yandaşlar dahi kabul etmiş durumda. Düzmece delillerle, şaibeli gizli tanıklarla uydurulan iddianameler, sanıkların kendini savunma hakkının dahi kısıtlandığı zorbaca yönetilen duruşmalar, birbirine benzemez bir sürü insanın aynı çuvala tıkıştırıldığı bir örgüt…
Artık kimse ne Ergenekon denilen bu örgütün varlığına, ne de bu davalarda adalet dağıtıldığına inanıyor. Yargılama sürecinde yaşananlar, bu davalarla Türkiye’nin demokratikleştiğini düşünenlerde bile davanın meşruluğunu kaybetmesine sebep oldu.
Fehmi Koru da bu durumu fark etmiş olacak ki bu sürecin bu hale nasıl geldiğini kendi meşrebince anlatmaya çalışıyor.
İnanılmaz olansa eşine az rastlanır bir hukuk skandalı olarak tarihteki yerini alacak olan Ergenekon davasında verilen cezaların sorumluluğunu, sanıkların en temel insani ve yurttaşlık hakkı olan kendilerini savunmalarına bağlıyor:
Cezaların en üst tarifeden istenmiş olması can sıkıcı elbette. Aralarında kamuoyunun görevleri sırasında tanıdığı, siyasilerin mesai arkadaşlığı yaptığı isimler de bulunan bir heyet var karşımızda; verilen cezalar pek ağır duruyor...Koru’ya göre sanıklar uydurma bir örgütün üyesi olmakla haksızca suçlanmalarına karşı seslerini çıkartmasa, davanın düzmece olduğunun altını kanıtlarıyla birlikte ısrarla çizmese, siyasi bir operasyona maruz kaldıklarını haykırmasa, Silivri mahkemelerinde adalet dağıtılmadığını deşifre etmese müebbet cezası almayacaktı… Suçlamaları sessizce kabul edip, makul savunmalar yapsalar, örgüt üyeliğinden 10-15-20 yıl yatıp çıkarlar, mahkemeler de 64 kişiye müebbet vermek zorunda kalmazdı. Böylece adalet yerini tam anlamıyla bulmuş olurdu...
Acaba savunmanın yanlışlığıyla ilgili olabilir mi?
Ülkemiz siyasi hafızasında kötü örnek olarak hatırlanan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının davasında, çok daha hafif cezalarla sonuç almak mümkün iken, yargılananlardan birer ‘kahraman’ oluşturmak için savunmanın çetin bir yola başvurduğu söylenir. Doğru mudur, bilemem. Ergenekon davasında farklı bir savunma tarzı izlense, topyekün inkâr yerine araya mesafe koyma çabasına girilseydi sonucun şimdikinden değişik olabileceğini düşünüyorum.
Böyle düşünmemin sebebi şu: Başından dört ciddi askeri müdahale geçmiş, her müdahale öncesinde kışkırtıcı eylemler, suikastlar, toplumsal hareketlilikler yaşanmış bir ülke burası; siyasi hafızalarımız eskiyle bugün arasında kolayca paralellik kurabiliyor. 2002 sonrasında yaşanan olağanüstülükleri anlamaya yarayan bir davayı, onları görmezden gelen savunmalarla geçiştirmek yanlış gibi...
Koru'nun yazısı, Ergenekon davasında yaşanan skandalları mazur göstermeye çalışmanın insanı nasıl saçmalatabileceğini anlatması açısından dikkat çekerken, artık mızrağın çuvala sığmadığının da yandaş bir kalemden ifadesi oldu.
Demokrasi laflarıyla yatıp kalkanların, insan haklarından dem vuranların hukuksal ve insani trajediye dönüşen siyasi bir davada suçu sanıkların kendini savunmasında bulması ise eşine az rastlanır bir aymazlık örneği olarak tarihe geçti bile.
Volkan Algan (soL)