Önceki gece Irak Kürdistanı’nın Süleymaniye şehrine doğru yola çıkarken
Reha Erdem’in Türkiye dağlarındaki bir Kürt kızının öyküsünü anlattığı
“Jîn” filminin basın gösterimi yapılıyordu. Süleymaniye’ye vardıktan
sonra sosyal medyadan filmin genellikle olumlu karşılandığını, hatta
bazıları tarafından “yeni açılım sürecinin filmi” olarak ilan edildiğini
gördüm.
Hâlbuki değil. Çünkü Reha (Reha diyorum çünkü onunla 1972 yılında, yani tam 41 yıl önce, geçenlerde yanan Galatasaray Lisesi’nin Ortaköy binasında yollarımız kesişti ve o günden bu yana da hiç ayrılmadı) bu filmi çektiği zaman ortada açılım filan yoktu. Hatta filmi bitirdiği zaman Kürt sorununda gerilim had safhadaydı. Öyle ki filmi gösterme imkânı olup olmayacağı bile şüpheliydi. Ne mutlu ki o çetin günler büyük ölçüde geride kaldı ve Jîn için Türkiye’de umulandan da elverişli bir atmosfer ortaya çıktı.
Jîn çarpması
Önceki günkü basın gösterimini kaçırdım ama Jîn’i aylar önce, film ekibi için düzenlenen ilk özel gösteride izleme şansı bulmuştum. Reha, yine liseden ortak arkadaşımız Haldun’la beni de davet etmiş ve fikrimizi almak istemişti. Reha genellikle çektiği filmlerin çoğundan, daha proje aşamasındayken haberdar ederdi ama nedense Jîn hakkında pek konuşmamıştı, bu yüzden film benim için çok büyük bir sürpriz olmuştu.
Sürprizin ötesine Jîn beni çok çarpmıştı. Çünkü Reha pek yapmadığı bir şey yapıp güncel ve siyasi olanı hep bildiğimiz kendi sinema anlayışıyla yoğurmuş ve ortaya çok çarpıcı bir film çıkarmıştı. Jîn’i izledikten sonra ona “sana çok kızacaklar” dediğimi hatırlıyorum. “Kimler?” sorusunun cevabıysa, “yıllardır ülkemizde süren şu tüketici savaşın tüm tarafları” olmuştu. O da bana aklımda kaldığı kadarıyla “ne yapalım, biz de bu olaya böyle bakıyoruz” demişti.
Sinemanın işi nedir?
“Peki Reha Erdem nasıl bakıyor Kürt ve sorunlarına?” diye merak edenler bu cuma günü gösterime girecek olan Jîn’i izlemeliler. Çünkü “A Ay”dan beri Reha Erdem’in çektiği filmlerin nerdeyse hiçbirini birkaç cümleyle özetlemek mümkün olamıyor. Jîn için en fazla şunu söyleyebiliriz: Genç bir PKK’lı dağdan ayrılmak istiyor ama karşısına çıkan ve hemen hepsi erkek kaynaklı sorunlar nedeniyle yine dağa dönmek zorunda kalıyor, ama bu sefer tek başına; daha doğrusu insanlardan uzak, hayvanlarla birlikte...
Bu arada bir hatırlatma Kürtçe “jin” kadın demek, ama “jîn” hayat anlamına geliyor. Filmin baş kahramanı olan PKK’lı kadının adı “Jîn”, yani “Hayat”. Bilenler bilir, Reha’nın 2008’de çektiği “Hayat Var”ın baş kahramanı da “Hayat” adında İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakasında yaşayan bir genç kızdı.
Son sözü yönetmene bırakalım: Jîn’in İstanbul’da “!f“ Festivali sırasındaki özel gösteriminin ardından bir izleyicinin “Neden şimdi bugün, bu konu ve bu film?” sorusuna Reha şu cevabı vermiş: “Şu an yaşanan gerçekliğe çok yakın. Onun için de belki en zorlandığımız film bu oldu. Çünkü uydurma bir şey yapıyorsunuz ve aynısı, daha gerçeği aynı vahşetle sürüyor. Bunu yaparken bir daha anladık ki gerçeklik çok ayıp bir şey. Bu kadar büyük bir trajediyi -hâlen de yaşandığı için söylüyorum- başka bir forma getirerek, bir masal formunda anlatmaya çalıştık. Öbür türlü çok fazla acıdan gösteri yapmak gibi geliyor ki, buna da çok alışmış durumdayız. Televizyon buna çok alıştırdı bizi. Gerçeklikten daha çok gerçeklik istiyoruz, daha çok kan istiyoruz ama sinemanın işi bu değil.”RUŞEN ÇAKIR-VATAN
Hâlbuki değil. Çünkü Reha (Reha diyorum çünkü onunla 1972 yılında, yani tam 41 yıl önce, geçenlerde yanan Galatasaray Lisesi’nin Ortaköy binasında yollarımız kesişti ve o günden bu yana da hiç ayrılmadı) bu filmi çektiği zaman ortada açılım filan yoktu. Hatta filmi bitirdiği zaman Kürt sorununda gerilim had safhadaydı. Öyle ki filmi gösterme imkânı olup olmayacağı bile şüpheliydi. Ne mutlu ki o çetin günler büyük ölçüde geride kaldı ve Jîn için Türkiye’de umulandan da elverişli bir atmosfer ortaya çıktı.
Jîn çarpması
Önceki günkü basın gösterimini kaçırdım ama Jîn’i aylar önce, film ekibi için düzenlenen ilk özel gösteride izleme şansı bulmuştum. Reha, yine liseden ortak arkadaşımız Haldun’la beni de davet etmiş ve fikrimizi almak istemişti. Reha genellikle çektiği filmlerin çoğundan, daha proje aşamasındayken haberdar ederdi ama nedense Jîn hakkında pek konuşmamıştı, bu yüzden film benim için çok büyük bir sürpriz olmuştu.
Sürprizin ötesine Jîn beni çok çarpmıştı. Çünkü Reha pek yapmadığı bir şey yapıp güncel ve siyasi olanı hep bildiğimiz kendi sinema anlayışıyla yoğurmuş ve ortaya çok çarpıcı bir film çıkarmıştı. Jîn’i izledikten sonra ona “sana çok kızacaklar” dediğimi hatırlıyorum. “Kimler?” sorusunun cevabıysa, “yıllardır ülkemizde süren şu tüketici savaşın tüm tarafları” olmuştu. O da bana aklımda kaldığı kadarıyla “ne yapalım, biz de bu olaya böyle bakıyoruz” demişti.
Sinemanın işi nedir?
“Peki Reha Erdem nasıl bakıyor Kürt ve sorunlarına?” diye merak edenler bu cuma günü gösterime girecek olan Jîn’i izlemeliler. Çünkü “A Ay”dan beri Reha Erdem’in çektiği filmlerin nerdeyse hiçbirini birkaç cümleyle özetlemek mümkün olamıyor. Jîn için en fazla şunu söyleyebiliriz: Genç bir PKK’lı dağdan ayrılmak istiyor ama karşısına çıkan ve hemen hepsi erkek kaynaklı sorunlar nedeniyle yine dağa dönmek zorunda kalıyor, ama bu sefer tek başına; daha doğrusu insanlardan uzak, hayvanlarla birlikte...
Bu arada bir hatırlatma Kürtçe “jin” kadın demek, ama “jîn” hayat anlamına geliyor. Filmin baş kahramanı olan PKK’lı kadının adı “Jîn”, yani “Hayat”. Bilenler bilir, Reha’nın 2008’de çektiği “Hayat Var”ın baş kahramanı da “Hayat” adında İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakasında yaşayan bir genç kızdı.
Son sözü yönetmene bırakalım: Jîn’in İstanbul’da “!f“ Festivali sırasındaki özel gösteriminin ardından bir izleyicinin “Neden şimdi bugün, bu konu ve bu film?” sorusuna Reha şu cevabı vermiş: “Şu an yaşanan gerçekliğe çok yakın. Onun için de belki en zorlandığımız film bu oldu. Çünkü uydurma bir şey yapıyorsunuz ve aynısı, daha gerçeği aynı vahşetle sürüyor. Bunu yaparken bir daha anladık ki gerçeklik çok ayıp bir şey. Bu kadar büyük bir trajediyi -hâlen de yaşandığı için söylüyorum- başka bir forma getirerek, bir masal formunda anlatmaya çalıştık. Öbür türlü çok fazla acıdan gösteri yapmak gibi geliyor ki, buna da çok alışmış durumdayız. Televizyon buna çok alıştırdı bizi. Gerçeklikten daha çok gerçeklik istiyoruz, daha çok kan istiyoruz ama sinemanın işi bu değil.”RUŞEN ÇAKIR-VATAN