Anayasa Mahkemesi, Başbakana geçici yayın yasağı yetkisinin verilmesini
hızlı ve seri karar alınmayı gerektiren bir özellik arz etmesi nedeniyle
Anayasa’ya aykırı bulmadı. Çoğunluğun görüşüne katılmayan üyeler, yasa
ile getirilmeyen ölçütlerin özgürlüklerin güvencesini oluşturamayacağına
dikkat çekti.
Anayasa Mahkemesi’nin 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un, bazı hükümlerinin iptal isteminin ret gerekçesi Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayınlandı.
CHP, 6112 sayılı RTÜK Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştu.
Yüksek Mahkeme’nin oy çokluğu ile aldığı iptal isteminin ret gerekçesinde, Başbakana tanınan yayın yasağı tartışıldı.
“Savaş, terör amaçlı saldırı, doğal afet ve benzeri olağanüstü durumların ortaya çıkardığı kriz zamanlarında da ifade ve haber alma özgürlüğünün esas olduğu, yayın hizmetlerinin önceden denetlenemeyeceği ve yargı kararları saklı kalmak kaydıyla durdurulamayacağı ancak, milli güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hallerde yahut kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasının kuvvetle muhtemel olduğu durumlarda, Başbakan veya görevlendireceği bakan tarafından geçici yayın yasağı getirilebileceği” ifadesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığının belirtildiği gerekçeli kararda, şöyle denildi:
“Kuralda yer alan ‘olağanüstü durumlar’, ‘milli güvenliğin açıkça gerekli kıldığı haller’ ve ‘kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasının kuvvetle muhtemel olduğu durumlar’ ibarelerinin içerik ve kapsamının kanun koyucu tarafından önceden tek tek belirlenmesi mümkün değildir. Söz konusu ibarelere doktrin, uygulama ve yargı kararlarıyla zaman içerisinde anlam kazandırılarak ibarelerin genel çerçevesi belirlenmiş ve içeriği somutlaştırılmıştır. Dava konusu kural ile geçici yayın yasağı getirilebilmesi için gerekli durum ve şartların temel esasları ve çerçevesi belirlenmiş olduğundan, dava konusu kuralın hukuk güvenliği ve belirlilik ilkelerine aykırı bir yönü yoktur.”
-KRİZ GEÇİNCE YASAK KALKACAK-
Başbakana geçici yayın yasağı yetkisinin verilmesini hızlı ve seri karar alınmayı gerektiren bir özellik arz etmesi nedeniyle Anayasa’ya aykırı bulunmadığının belirtildiği gerekçede, yasaklama kararında yer alan sebep, kapsam ve ölçütlerin yargı denetimine tabi olacağının açık olduğu ifade edildi. Geçici yayın yasağı getirme tedbirine başvurulması durumunda, bunun kapsamının, sınır ve ölçütlerinin açık ve somut bir biçimde yasaklama kararında, yargı denetimine olanak verecek şekilde belirlenmesi gerektiğine dikkat çekilen gerekçede, kriz zamanlarının sona ermesi halinde de geçici yayın yasağın kendiliğinden ortadan kalkacağı kaydedildi.
Kamuoyu adına görev yapan basında, kanunlara uygun olarak, haber alma ve haber verme gibi her türlü konunun konuşulup irdelenmesinin doğal olduğunun belirtildiği gerekçede, “Yayınların, yargıya intikal eden konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamayacağı öngörülerek bir yandan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının güçlendirilmesi, diğer yandan basının haber alma ve verme hakkının güvence altına alınması amaçlanmıştır. Nelerin 'haber niteliği' taşıdığının kanun koyucu tarafından önceden belirlenmesine olanak bulunmadığı gibi yapılacak yayınların haber niteliği taşıyıp taşımadığının da öncelikle RTÜK, sonrasında ise yargı denetimine tabi olduğu açıktır” denildi.
-MÜSTEHCENLİKTE ORTAK TANIM YAPILAMAZ-
Müstehcenlik kavramının herkesin ortak olarak kabul edebileceği bir tanımının yapılmasının olanaklı olmadığının belirtildiği gerekçeli kararda, Türkiye’nin imzaladığı Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi’ne atıfta bulunularak, müstehcenlik konusunda şu değerlendirme yer aldı:
“Gerek mukayeseli hukukta gerekse milli hukukumuzda müstehcenlik ile ilgili getirilen hükümlerde korunmak istenen başlıca hukuki menfaat, toplumun ‘ar ve haya duyguları’dır.
Başka bir değişle ‘genel ahlak’tır. Genel ahlak, belli bir zamanda, toplumun büyük bir çoğunluğunca benimsenmiş bulunan ahlak kurallarıyla ilgili hareketleri gösteren ve kolayca anlaşılan bir anlam taşımaktadır. Sürekli değişen toplumsal yapı karşısında müstehcen yayınların neler olduğunun önceden kanun koyucu tarafından belirlenmesindeki güçlük göz ardı edilemez.
Bununla birlikte ‘müstehcenlik’ kavramına zaman içinde doktrin, uygulama ve yargı kararlarıyla içerik ve anlam kazandırıldığı da bir gerçektir. Bu nedenle, dava konusu kuralın belirsizliğinden söz edilemez.”
-“YÜZDE 50” YASAMANIN GENELLİĞİ-
Demokratik ülkelerde, dünyadaki ekonomik gelişmelere paralel olarak, girişim özgürlüğünü yasaklamak yerine haksız rekabeti önleyici denetim sistemlerinin geliştirilmesinin yaygınlaştırıldığına dikkat çekilen gerekçeli kararda, yabancıların, bir medya hizmet sağlayıcı kuruluşa iştirak etmelerine ve yayıncılık faaliyetinde bulunmalarına izin veren hükümde yer alan yabancı sermaye payının “yüzde elli” ile sınırlandırılmasının yasamanın genelliği ilkesinin bir sonucu olduğu ifade edildi. Radyo ve televizyon yayınlarının, yeryüzünün atmosfer tabakası aracılığıyla yapılan iletişimle gerçekleştirildiğinin anımsatıldığı gerekçede, devletin tam ve münhasır egemenlik hakkına sahip olduğu hava sahasının, özellikleri itibariyle tabii bir servet niteliği taşıdığı ve devletin hüküm ve tasarrufunda bulunduğunun açık olduğu ifade idildi. Devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan yerlerin özel mülkiyete konu olmasının mümkün olmadığının belirtildiği gerekçeli kararda, bu yerlerin özel sektöre belirli sürelerle yapılacak tahsisler karşılığında işletme izni ve hakkı vermesinin söz konusu olduğunu, bu iznin de kime ve hangi şartlarla verileceğinin belirleme yetkisi kanun koyucuya ait olduğu kaydedildi. Gerekçede, daha önceden kurulmuş ve yayın hayatına başlamış yayın kuruluşlarının sektörde uzun süredir faaliyette bulunmaları ve kıt kaynakların bulunduğu bu alanda tecrübeli yayıncıların faaliyette bulunmalarını sağlamaya ve kamu yararının gerçekleştirilmesine yönelik olan düzenleme Anayasa’ya aykırı bulunmadı. Gerekçede, “‘…en az bir yıl…’ ibaresi ile sıralama ihalesine katılacak kuruluşların bu alanda tecrübeli olmaları şartının aranması suretiyle kıt kaynak olan frekansların kullanımında en yüksek fayda ve verimin alınmasının hedeflenmesi ve dolayısıyla kamu yararının sağlanması amaçlanmakta olup, çalışma ve sözleşme yapma özgürlüğüne aykırı bir durum bulunmamaktadır” denildi.
-BAŞKANA VERİLEN YETKİLER İDARİ NİTELİKTE-
Tek bir verici tesis ve işletim şirketi tarafından kurulacak vericinin, frekans plânlarının uygulama maliyetinin düşürülmesi, istasyon ve yayın güvenliğinin daha kolay sağlanması, işletme, personel ve yedek malzemeden tasarruf edilebilmesi gibi nedenlerle ekonomik ve işletmecilik açısından daha etkin ve verimli olacağının belirtildiği gerekçede, söz konusu şirketin karasal yayın lisansına sahip kuruluşlarca ortaklaşa kurulmasının, yayın lisansına sahip bütün kuruluşlara tarafsızlık ve hakkaniyet ölçülerinde ayrımcılık içermeyecek şekilde hizmet vermek zorunda olduğunun açık olduğu kaydedildi. Üst Kurul Başkanına tanınan yetkilerin idari nitelikli bir yetki olduğunun ve Kurum’un faaliyet gösterdiği alanda strateji, politikalar ve ilgili mevzuat ile Üst Kurul ve personelin performans ölçütleri hakkında çalışma ve değerlendirme yapma görev ve yetkisinin Başkan'a verilmesinin Üst Kurul yetkilerinin devri anlamına gelmeyeceği ifade edildi. Gerekçede, Üst Kurul’un diğer kuruluşlarla ilişkilerini yürütmek ve Üst Kurulu temsil etmek görevinin başkana ait olmasının idari hiyerarşinin sonucu olarak idari nitelikte bir yetki olduğu kaydedildi. Gerekçede, kimi personelin atamalarının üst kurula bırakılıp kimi personel atamalarının Başkan'a bırakılması ise ise idari nitelikte bir yetki olarak değerlendirildi.
-SORUŞTURMA İZNİNİ BAŞBAKANIN VERMESİ ÖZERKLİK VE BAĞIMSIZLIĞI ZEDELEMEZ-
Gerekçeli kararda, Üst Kurul üyelerinin görevleriyle bağlantılı olarak işledikleri iddia edilen suçlara ilişkin soruşturma izninin, “Başbakan veya görevlendireceği bakan tarafından” verilmesi ise “RTÜK’ün düzenlediği ve denetlediği alanın ekonomik ve toplumsal yaşam için hassasiyeti ile kamu kaynaklarını kullanması ve kamu adına karar alma yetki ve sorumluluğu göz önüne alındığında mutlak anlamda bağımsızlığından söz edilemez. Kamu kurumu niteliğindeki RTÜK merkezi idareden ayrı düşünülemeyeceğinden, Başbakanlık veya bir bakanlıkla ilişkilendirilerek soruşturma izni verme yetkisinin Başbakan veya görevlendireceği bir bakana verilmesinin Üst Kurul’un özerklik ve bağımsızlığını zedelediği ya da merkezi idarenin hiyerarşisine tabi kılındığı söylenemez. İzin mekanizması üyelerin lehine bir düzenleme olup, Kurul üyeleri açısından koruyucu mahiyettedir” ifadeleri ile Anayasa’ya aykırı bulmadı. Atama ve görevlendirme hususunda Başkan'a geniş ve takdire dayalı yetki verildiği eleştirilerine neden olan kuralın Anayasa’ya aykırı olmadığının belirtildiği gerekçeli kararda, Bir kamu kurum veya kuruluşundaki kadronun kaldırılıp kaldırılmayacağına, yani kadronun varlığını sürdürmesinde kamu yararının bulunup bulunmadığına, bu konuda kamu hizmetinin gereğinin ne olduğunun tespitine karar verme yetkisi, kamu görevlileri açısından özlük haklarının gözetilmesi koşuluyla, kadronun ait olduğu kamu kurum veya kuruluşunun hukuksal niteliğine bağlı olarak, kuruluşların kanun ile yetkilendirilmiş organlarına ya da kanun koyucuya aittir. Dolayısıyla kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurların, yeniden yapılanma veya rotasyon gibi durumlarda kanunun verdiği yetkiye dayalı olarak mükteseplerine uygun başka bir göreve atanmaları Anayasa’ya aykırılık oluşturmaz” denildi.
-BAŞBAKANA VERİLEN YAYIN YASAĞI YETKİSİNE İKİ ÜYE KARŞI ÇIKTI
Başbakanın geçici yayın yasağı getirebileceğine ilişkin çoğunluğun görüşüne katılmayan Üye Fulya Kantarcıoğlu, karşı oy yazısında, “Demokratik bir toplumda, hak ve özgürlüklerin güvenceye alınabilmesi için bunlara getirilen sınırlamaların, belirli, öngörülebilir ve ölçülü olması gerekir. Hukuk devletinin göstergelerinden birini oluşturan yargı denetiminin objektif ve adil koşullarda gerçekleşebilmesi de yasalarda gerekli açıklığın ve ölçünün bulunmasına bağlıdır. Takdire dayanan denetimlerin yerindeliğe yol açması olasılığı göz ardı edilemeyeceğinden yasa ile getirilmeyen ölçütler özgürlüklerin güvencesini oluşturamaz” dedi.
Çoğunluğun görüşüne katılmayan Üye Osman Alifeyyaz Paksüt ise haberleşme ve düşünceyi açıklama hürriyetine dikkat çekerek, haberleşme özgürlüğünün yargı güvencesi altında olduğunu belirtti. Gelişen teknoloji ve bunun sağladığı daha geniş özgürlük alanı içerisinde, haberleşme özgürlüğünün sadece mektup göndermek veya telefon görüşmesi yapmak şeklinde anlaşılmasının, çağın icaplarına aykırı olduğunu ifade eden Paksüt, karşıoy yazısında şu değerlendirmede bulundu:
“Günümüzde, elektronik ortamın bilgi, fikir ve haber alma amaçlı kullanımı sonucunda haberleşme hürriyeti ile düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti birbirinden ayrılamayacak şekle iç içe geçmiş bulunmaktadır. Kural, hakim kararı olmaksızın, İdarenin başı olan Başbakana veya görevlendireceği bakana geçici yayın yasağı koymak suretiyle kişilerin haberleşme özgürlüğüne müdahale etmek yetkisini verdiğinden, Anayasa’nın hürriyetleri haleldar edici niteliktedir. Kuralda geçici yayın yasağının ne şekilde ortadan kalkacağı belirtilmemiştir. Geçici yayın yasağının süre içermemesi ve yasağa neden olarak kabul edilen olguların sona ermesinden sonra dahi yasağın kendiliğinden ortadan kalkmayacak olması, hukuk devletinde bulunması gereken ölçülülük ve öngörülebilirlik kıstaslarına da uymamaktadır.”
Anayasa Mahkemesi’nin 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un, bazı hükümlerinin iptal isteminin ret gerekçesi Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayınlandı.
CHP, 6112 sayılı RTÜK Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştu.
Yüksek Mahkeme’nin oy çokluğu ile aldığı iptal isteminin ret gerekçesinde, Başbakana tanınan yayın yasağı tartışıldı.
“Savaş, terör amaçlı saldırı, doğal afet ve benzeri olağanüstü durumların ortaya çıkardığı kriz zamanlarında da ifade ve haber alma özgürlüğünün esas olduğu, yayın hizmetlerinin önceden denetlenemeyeceği ve yargı kararları saklı kalmak kaydıyla durdurulamayacağı ancak, milli güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hallerde yahut kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasının kuvvetle muhtemel olduğu durumlarda, Başbakan veya görevlendireceği bakan tarafından geçici yayın yasağı getirilebileceği” ifadesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığının belirtildiği gerekçeli kararda, şöyle denildi:
“Kuralda yer alan ‘olağanüstü durumlar’, ‘milli güvenliğin açıkça gerekli kıldığı haller’ ve ‘kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasının kuvvetle muhtemel olduğu durumlar’ ibarelerinin içerik ve kapsamının kanun koyucu tarafından önceden tek tek belirlenmesi mümkün değildir. Söz konusu ibarelere doktrin, uygulama ve yargı kararlarıyla zaman içerisinde anlam kazandırılarak ibarelerin genel çerçevesi belirlenmiş ve içeriği somutlaştırılmıştır. Dava konusu kural ile geçici yayın yasağı getirilebilmesi için gerekli durum ve şartların temel esasları ve çerçevesi belirlenmiş olduğundan, dava konusu kuralın hukuk güvenliği ve belirlilik ilkelerine aykırı bir yönü yoktur.”
-KRİZ GEÇİNCE YASAK KALKACAK-
Başbakana geçici yayın yasağı yetkisinin verilmesini hızlı ve seri karar alınmayı gerektiren bir özellik arz etmesi nedeniyle Anayasa’ya aykırı bulunmadığının belirtildiği gerekçede, yasaklama kararında yer alan sebep, kapsam ve ölçütlerin yargı denetimine tabi olacağının açık olduğu ifade edildi. Geçici yayın yasağı getirme tedbirine başvurulması durumunda, bunun kapsamının, sınır ve ölçütlerinin açık ve somut bir biçimde yasaklama kararında, yargı denetimine olanak verecek şekilde belirlenmesi gerektiğine dikkat çekilen gerekçede, kriz zamanlarının sona ermesi halinde de geçici yayın yasağın kendiliğinden ortadan kalkacağı kaydedildi.
Kamuoyu adına görev yapan basında, kanunlara uygun olarak, haber alma ve haber verme gibi her türlü konunun konuşulup irdelenmesinin doğal olduğunun belirtildiği gerekçede, “Yayınların, yargıya intikal eden konularda yargılama süresince, haber niteliği dışında yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkiler nitelikte olamayacağı öngörülerek bir yandan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının güçlendirilmesi, diğer yandan basının haber alma ve verme hakkının güvence altına alınması amaçlanmıştır. Nelerin 'haber niteliği' taşıdığının kanun koyucu tarafından önceden belirlenmesine olanak bulunmadığı gibi yapılacak yayınların haber niteliği taşıyıp taşımadığının da öncelikle RTÜK, sonrasında ise yargı denetimine tabi olduğu açıktır” denildi.
-MÜSTEHCENLİKTE ORTAK TANIM YAPILAMAZ-
Müstehcenlik kavramının herkesin ortak olarak kabul edebileceği bir tanımının yapılmasının olanaklı olmadığının belirtildiği gerekçeli kararda, Türkiye’nin imzaladığı Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi’ne atıfta bulunularak, müstehcenlik konusunda şu değerlendirme yer aldı:
“Gerek mukayeseli hukukta gerekse milli hukukumuzda müstehcenlik ile ilgili getirilen hükümlerde korunmak istenen başlıca hukuki menfaat, toplumun ‘ar ve haya duyguları’dır.
Başka bir değişle ‘genel ahlak’tır. Genel ahlak, belli bir zamanda, toplumun büyük bir çoğunluğunca benimsenmiş bulunan ahlak kurallarıyla ilgili hareketleri gösteren ve kolayca anlaşılan bir anlam taşımaktadır. Sürekli değişen toplumsal yapı karşısında müstehcen yayınların neler olduğunun önceden kanun koyucu tarafından belirlenmesindeki güçlük göz ardı edilemez.
Bununla birlikte ‘müstehcenlik’ kavramına zaman içinde doktrin, uygulama ve yargı kararlarıyla içerik ve anlam kazandırıldığı da bir gerçektir. Bu nedenle, dava konusu kuralın belirsizliğinden söz edilemez.”
-“YÜZDE 50” YASAMANIN GENELLİĞİ-
Demokratik ülkelerde, dünyadaki ekonomik gelişmelere paralel olarak, girişim özgürlüğünü yasaklamak yerine haksız rekabeti önleyici denetim sistemlerinin geliştirilmesinin yaygınlaştırıldığına dikkat çekilen gerekçeli kararda, yabancıların, bir medya hizmet sağlayıcı kuruluşa iştirak etmelerine ve yayıncılık faaliyetinde bulunmalarına izin veren hükümde yer alan yabancı sermaye payının “yüzde elli” ile sınırlandırılmasının yasamanın genelliği ilkesinin bir sonucu olduğu ifade edildi. Radyo ve televizyon yayınlarının, yeryüzünün atmosfer tabakası aracılığıyla yapılan iletişimle gerçekleştirildiğinin anımsatıldığı gerekçede, devletin tam ve münhasır egemenlik hakkına sahip olduğu hava sahasının, özellikleri itibariyle tabii bir servet niteliği taşıdığı ve devletin hüküm ve tasarrufunda bulunduğunun açık olduğu ifade idildi. Devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan yerlerin özel mülkiyete konu olmasının mümkün olmadığının belirtildiği gerekçeli kararda, bu yerlerin özel sektöre belirli sürelerle yapılacak tahsisler karşılığında işletme izni ve hakkı vermesinin söz konusu olduğunu, bu iznin de kime ve hangi şartlarla verileceğinin belirleme yetkisi kanun koyucuya ait olduğu kaydedildi. Gerekçede, daha önceden kurulmuş ve yayın hayatına başlamış yayın kuruluşlarının sektörde uzun süredir faaliyette bulunmaları ve kıt kaynakların bulunduğu bu alanda tecrübeli yayıncıların faaliyette bulunmalarını sağlamaya ve kamu yararının gerçekleştirilmesine yönelik olan düzenleme Anayasa’ya aykırı bulunmadı. Gerekçede, “‘…en az bir yıl…’ ibaresi ile sıralama ihalesine katılacak kuruluşların bu alanda tecrübeli olmaları şartının aranması suretiyle kıt kaynak olan frekansların kullanımında en yüksek fayda ve verimin alınmasının hedeflenmesi ve dolayısıyla kamu yararının sağlanması amaçlanmakta olup, çalışma ve sözleşme yapma özgürlüğüne aykırı bir durum bulunmamaktadır” denildi.
-BAŞKANA VERİLEN YETKİLER İDARİ NİTELİKTE-
Tek bir verici tesis ve işletim şirketi tarafından kurulacak vericinin, frekans plânlarının uygulama maliyetinin düşürülmesi, istasyon ve yayın güvenliğinin daha kolay sağlanması, işletme, personel ve yedek malzemeden tasarruf edilebilmesi gibi nedenlerle ekonomik ve işletmecilik açısından daha etkin ve verimli olacağının belirtildiği gerekçede, söz konusu şirketin karasal yayın lisansına sahip kuruluşlarca ortaklaşa kurulmasının, yayın lisansına sahip bütün kuruluşlara tarafsızlık ve hakkaniyet ölçülerinde ayrımcılık içermeyecek şekilde hizmet vermek zorunda olduğunun açık olduğu kaydedildi. Üst Kurul Başkanına tanınan yetkilerin idari nitelikli bir yetki olduğunun ve Kurum’un faaliyet gösterdiği alanda strateji, politikalar ve ilgili mevzuat ile Üst Kurul ve personelin performans ölçütleri hakkında çalışma ve değerlendirme yapma görev ve yetkisinin Başkan'a verilmesinin Üst Kurul yetkilerinin devri anlamına gelmeyeceği ifade edildi. Gerekçede, Üst Kurul’un diğer kuruluşlarla ilişkilerini yürütmek ve Üst Kurulu temsil etmek görevinin başkana ait olmasının idari hiyerarşinin sonucu olarak idari nitelikte bir yetki olduğu kaydedildi. Gerekçede, kimi personelin atamalarının üst kurula bırakılıp kimi personel atamalarının Başkan'a bırakılması ise ise idari nitelikte bir yetki olarak değerlendirildi.
-SORUŞTURMA İZNİNİ BAŞBAKANIN VERMESİ ÖZERKLİK VE BAĞIMSIZLIĞI ZEDELEMEZ-
Gerekçeli kararda, Üst Kurul üyelerinin görevleriyle bağlantılı olarak işledikleri iddia edilen suçlara ilişkin soruşturma izninin, “Başbakan veya görevlendireceği bakan tarafından” verilmesi ise “RTÜK’ün düzenlediği ve denetlediği alanın ekonomik ve toplumsal yaşam için hassasiyeti ile kamu kaynaklarını kullanması ve kamu adına karar alma yetki ve sorumluluğu göz önüne alındığında mutlak anlamda bağımsızlığından söz edilemez. Kamu kurumu niteliğindeki RTÜK merkezi idareden ayrı düşünülemeyeceğinden, Başbakanlık veya bir bakanlıkla ilişkilendirilerek soruşturma izni verme yetkisinin Başbakan veya görevlendireceği bir bakana verilmesinin Üst Kurul’un özerklik ve bağımsızlığını zedelediği ya da merkezi idarenin hiyerarşisine tabi kılındığı söylenemez. İzin mekanizması üyelerin lehine bir düzenleme olup, Kurul üyeleri açısından koruyucu mahiyettedir” ifadeleri ile Anayasa’ya aykırı bulmadı. Atama ve görevlendirme hususunda Başkan'a geniş ve takdire dayalı yetki verildiği eleştirilerine neden olan kuralın Anayasa’ya aykırı olmadığının belirtildiği gerekçeli kararda, Bir kamu kurum veya kuruluşundaki kadronun kaldırılıp kaldırılmayacağına, yani kadronun varlığını sürdürmesinde kamu yararının bulunup bulunmadığına, bu konuda kamu hizmetinin gereğinin ne olduğunun tespitine karar verme yetkisi, kamu görevlileri açısından özlük haklarının gözetilmesi koşuluyla, kadronun ait olduğu kamu kurum veya kuruluşunun hukuksal niteliğine bağlı olarak, kuruluşların kanun ile yetkilendirilmiş organlarına ya da kanun koyucuya aittir. Dolayısıyla kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurların, yeniden yapılanma veya rotasyon gibi durumlarda kanunun verdiği yetkiye dayalı olarak mükteseplerine uygun başka bir göreve atanmaları Anayasa’ya aykırılık oluşturmaz” denildi.
-BAŞBAKANA VERİLEN YAYIN YASAĞI YETKİSİNE İKİ ÜYE KARŞI ÇIKTI
Başbakanın geçici yayın yasağı getirebileceğine ilişkin çoğunluğun görüşüne katılmayan Üye Fulya Kantarcıoğlu, karşı oy yazısında, “Demokratik bir toplumda, hak ve özgürlüklerin güvenceye alınabilmesi için bunlara getirilen sınırlamaların, belirli, öngörülebilir ve ölçülü olması gerekir. Hukuk devletinin göstergelerinden birini oluşturan yargı denetiminin objektif ve adil koşullarda gerçekleşebilmesi de yasalarda gerekli açıklığın ve ölçünün bulunmasına bağlıdır. Takdire dayanan denetimlerin yerindeliğe yol açması olasılığı göz ardı edilemeyeceğinden yasa ile getirilmeyen ölçütler özgürlüklerin güvencesini oluşturamaz” dedi.
Çoğunluğun görüşüne katılmayan Üye Osman Alifeyyaz Paksüt ise haberleşme ve düşünceyi açıklama hürriyetine dikkat çekerek, haberleşme özgürlüğünün yargı güvencesi altında olduğunu belirtti. Gelişen teknoloji ve bunun sağladığı daha geniş özgürlük alanı içerisinde, haberleşme özgürlüğünün sadece mektup göndermek veya telefon görüşmesi yapmak şeklinde anlaşılmasının, çağın icaplarına aykırı olduğunu ifade eden Paksüt, karşıoy yazısında şu değerlendirmede bulundu:
“Günümüzde, elektronik ortamın bilgi, fikir ve haber alma amaçlı kullanımı sonucunda haberleşme hürriyeti ile düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti birbirinden ayrılamayacak şekle iç içe geçmiş bulunmaktadır. Kural, hakim kararı olmaksızın, İdarenin başı olan Başbakana veya görevlendireceği bakana geçici yayın yasağı koymak suretiyle kişilerin haberleşme özgürlüğüne müdahale etmek yetkisini verdiğinden, Anayasa’nın hürriyetleri haleldar edici niteliktedir. Kuralda geçici yayın yasağının ne şekilde ortadan kalkacağı belirtilmemiştir. Geçici yayın yasağının süre içermemesi ve yasağa neden olarak kabul edilen olguların sona ermesinden sonra dahi yasağın kendiliğinden ortadan kalkmayacak olması, hukuk devletinde bulunması gereken ölçülülük ve öngörülebilirlik kıstaslarına da uymamaktadır.”