NE GERİSİNDE, NE KARŞISINDA
Abdullah Öcalan’ın Nevruz vesilesiyle yaptığı
silahlı mücadeleyi sonlandırma çağrısı kuşkusuz Kürt hareketinin geldiği
aşama açısından olduğu kadar Türkiye siyaseti açısından da çok önemli
bir gelişme sayılmalıdır. Aslında Öcalan’ın bu görüşleri yeni de değil.
Aynı görüşleri yurt dışında yakalanarak gözaltına alınmasından sonra
yaptığı bütün konuşma ve açıklamalarda aşağı yukarı on beş yıla yakın bir süredir değişik ifadelerle savunuyor.
Bu gelişmelerin Kürt hareketinin bugün geldiği
nokta açısından da anlaşılmayacak bir yönü yok. Hareketinin başlangıçta
hedeflenen ayrı bir ulus devlet kurma amacının bugün artık terk
edildiği, bu yüzden artık silahlı mücadelenin amaca uygunluğunu
kaybetmiş olduğu ya da amacına ulaşmış sayıldığı söyleniyor. Gelinen
aşamada bir arada yaşama esasına dayanan çözüm taleplerini benimseyen
bir hareket, mücadelesini de buna uygun bir siyaset zemininde
yürütecektir.
Kuşkusuz savaş halinin sona ermesi, bu arada
Kürtlerin bazı taleplerinin karşılanması ne sorunun gerçek bir çözümü ne
de Türkiye’nin demokratikleşmesi anlamına gelecektir. Ancak Türkiye
toplumunun bir parçası olarak Kürt halkının kısmen de olsa bazı
haklarını kazanarak savaş halinin sona erdirilmesinin bugüne kadar büyük
acılar yaşamış Kürt halkı kadar ülke siyaseti için de küçümsenemeyecek
bir gelişme olduğu ortadadır. Türkiye toplumunun bir parçası olan
Kürtlerin kısmen de olsa bazı haklarına kavuşmaları bütün Türkiye
halklarının özgürlük mücadelelerinin de önünü açabilecektir.
*
Bazı sol gurupların ileri sürdükleri gibi bu
sürecin arka planında iktidar çevrelerinin veya emperyalist güçlerin
Ortadoğu politikaları çerçevesinde bir takım hesapları elbette vardır. CHP
içindeki ulusalcı eğilimlerle birlikte bazı sol çevreler tarafından
sürecin başkanlık sistemi konusundaki bir pazarlık üzerine kurulmuş
olmasına dayanan bir muhalefet yürütülüyor. AKP’nin böyle bir hesabı
olması elbette mümkün hatta muhtemeldir. Öcalan tarafından ve Kürt
hareketi içinden (farklı fikirlerle birlikte) açıklanmış beyanlar da
var. Elbette bu konu Kürt muhalefetin gelecekte Türkiye halklarının
özgürlük mücadelelerinin bir parçası olarak mı gelişeceği, egemen sınıf
siyasetlerinin çerçevesi içinde mi kalacağı konusunda bir mücadele
alanı olacaktır.
Ancak bu konu bugünkü sürece karşı çıkmanın bir
gerekçesi olamaz. Zaten AKP anayasasına karşı muhalefetin sadece
başkanlık sistemine indirgenerek kurulması da doğru değildir. Çünkü
neoliberal yeni sistemin ihtiyaç duyduğu bir anayasa açısından başkanlık
sistemi hiç de vazgeçilmez bir unsur değildir. Bütün bunlar ayrı bir
tartışma konusu, ama ne olursa olsun, ileride önümüze gelecek bu gibi
olasılıklar bugün olup bitenler karşısında bugüne kadar süregelen ve
giderek etnik bir çatışma içine sürüklenme tehlikesi yaratan bir savaşın
devam etmesi manasına gelecek ikircikli bir tutumun gerekçesi
olmamalıdır. “İlerde böyle ihtimaller var” denilerek “bugün olanlar
olmasın” denilemez. Daha önce de söylediğimiz gibi, devrimciler bugün
ortadaki gelişmelerin ne gerisinde durabilirler ne de karşısında.
*
Öcalan’ın çağrısında ifade edilen görüşleri aşağı
yukarı uzun süredir savuna geldiğini söyledik. Asıl soru AKP iktidarının
veya devletin bu noktaya neden ve nasıl geldiği konusunda.
Devlet aklından söz ediliyor. Devlet aklının yenilenip demokratikleşmesinden…
Bu güne kadar bütün ülkeyi büyük felaketlerin içine
sürükleyen, on binlerce insanımızın hayatına, milyonların hayatının
kararmasına yol açan, düne kadar iktidarın bütün marifetlerinin
arkasında duran (yetmiş yaşında!) bir gazetecinin eleştirilerine, veya
parasız öğrenim hakkını savunan gençlere bile tahammülü olmayan bir
zihniyetin temsil ettiği bu devlet aklının, şimdi hangi hesaplarla ve
mecburen soyunduğunu bildiğimiz demokratikleşmesini sevsinler!
Bu noktada ister istemez, (hatırladığım kadarıyla
ilk kez 12 Mart döneminde Örsan Öymen tarafından yazılan, sonraları
benim de zaman zaman aktardığım) bir hikaye geliyor aklıma. Hani bir
ağayla marabanın birlikte kasabaya giderlerken aralarında geçen ve sonu
“peki ama biz bu boku neden yedik” diye biten hikaye…Bugüne kadar bu
ülkeyi yöneten bütün ağaların ve paşaların aynanın karşısına geçip
kendilerine sormaları için!
OĞUZHAN MÜFTÜOĞLU-BİRGÜN