Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

GAZETE DEMOKRAT / İKTİDAR DOSYASI

HIDE_BLOG

EMEK/SINIF/HALK

Şâmil’in Tayyâr’esi Nereye Kadar Uçar?

  ZAMANIMIZIN BİR KAHRAMANI YA DA ŞAMİL'İN TAYYARESİ NEREYE KADAR UÇAR? …Sadece beş duyu değil, ama zihinsel denilen duyular da, pra...

 ZAMANIMIZIN BİR KAHRAMANI YA DA ŞAMİL'İN TAYYARESİ NEREYE KADAR UÇAR?
…Sadece beş duyu değil, ama zihinsel denilen duyular da, pratik duyular (istek, sevgi, vs.), tek kelimeyle, insani duyular da, duyuların insani mahiyeti de kendi nesnesi sayesinde,  insanileştirilmiş doğa sayesinde var olurlar. Beş duyunun oluşması, şimdiye kadarki dünya tarihinin sonucudur. Kaba pratik gereksinmenin tutsağı olmuş birduyu, kısıtlı bir duyudur. Açlıktan ölen insan için, yiyeceğin insani biçimi değil, ama sadece yiyecek olarak onun soyut varlığı vardır. Pekâlâ en kaba biçimiyle de orada yer alabilir ve bu beslenme faaliyetinin nerede hayvanınkinden ayrıldığını kestirmek olanaksızdır. Kaygı ve yoksulluk içindeki bir adam, en iyi piyes karşısında bile hiçbir şey duymaz; maden tüccarı, madendeki güzelliği ve onun kendine özgü özelliğini değil, ondaki ticari değeri görür; mineraloji duyusu yoktur. Demek ki, hem kuramsal, hem de pratik bakımdan, insanın özünün nesneleşmesi, insanın duyularını insani kılmak için olduğu kadar, insani ve doğalsal özün tüm zenginliğine karşılık veren insani duyuyu yaratmak için de zorunludur.>> (1)

Rus edebiyatının yergi ustalarından Saltıkov Şçedrin, <<Vicdan Kayboldu>> isimli öyküsünde Çarlık Rusya’sının karanlığında insani değerlerini yitirenlerle dalga geçerek <vicdan>ı kimsenin kabul etmediği ve sokakta bıraktığı bir kâğıt parçasına dönüştürür. Bir gün bir sarhoşun yerdeki <vicdan>ı bulmasıyla dalavere hayatlar içindeki yolculuğumuz başlar. Şâmil’in Tayyâr’e>sinin uçuş denemelerine geçmeden önce Şçedrin>nin bu öyküsünün girişinden bir pasaj aktaralım okurlarımıza:
<< Vicdan ortadan kayboldu. İnsanlar yine eskisi gibi caddelerde, tiyatrolarda toplanıyorlar; eskisi gibi birbirleriyle yarışıyor, birbirlerini geçiyor, eskisi gibi telaşlanıyor ve ellerine geçeni yakalıyorlar; ama bu arada hiç kimse, birdenbire bir şeyin eksildiğini ve bu yaşayış orkestrasında bir düdüğün artık ötmeye başladığını ayrımsamıyor. Hatta bazıları kendilerini daha yürekli, daha özgür buluyor. Kimilerinin de hareket yetenekleri arttı; daha ustaca çelme takıyorlar şimdi yakınlarına; piyazcılıkta, yaltakçılıkta, yalancılıkta, dedikoduculukta, iftiracılıkta iyice uzaman oldular. Bütün ruhsal acıların üzerine sanki birer sünger çekildi; insanlar yürümüyor, sanki uçuyor… Vicdanın ortadan kaybolduğundan habersiz, mutlular.>> (2)
Şamil’in Tayyâr’e>sinin akıbetini irdelerken Şâmil’de <vicdan> bulunup bulunmadığını Şçedrin’nin izinden giderek masaya yatırmak gerekiyor. Tayyâr’e>nin sahibi çünkü o. Ve bir Tayyâr’e tüm fizik ve ahlak kurallarını çiğneyerek ortalığı birbirine katıyorsa mecaz-ı mürsel gereği iç-dış ilişkisinde durmakta fayda var.  Ferit Devellioğlu>nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’ında <Şamil> ve <Tayyar> sözcüklerinin manasına bakalım önce. Ferdinand de Saussure, isimleri nedensizlik ilgisiyle açıklasa da psikolojik öğeleri işin içine eklediğimizde kahramanımızın taşıdığı ismi sahiplenmesi ve ona uygun bir hayat yaşamayı tercih  etmesi pekâlâ mümkündür:
Şâmil:(şeml ve şümûl’den) İçine alan, kaplayan, çevreleyen                                                           
Tayyâr: 1. Uçucu, uçan 2. Fiz. Gaz olan, havada gaza değişen(3) 

Görüldüğü üzere kahramanımız, <kapsayıcı ve uçucu> özelliklere sahip. Uçucu olma ve uçma dürtüsü gazetecilik, yazarlık ve AKP milletvekilliği serüveninde karşımıza çıkan önemli bileşenler olarak göze çarpıyor. İçine aldığı her şey Tayyâr’e>sinin başına geçtiğinde havada gaza dönüşüyor ve asit yağmuruymuşçasına düştüğü coğrafyalarda bozkıra yol açıyor. Kahramanımızın <vicdan>ının gazlaştığını belirttikten ve karakter analizini yaptıktan sonra Tayyâr’e>mizin önemli bulduğumuz uçuş denemelerinden bazılarına göz atabiliriz:

1.Uçuş Denemesi: Nerede Doğdun Kerhane de mi?
Fazıl Say,  Ömer Hayyam’ın: <<Irmaklarından şaraplar akacak’ diyorsun/ Cennet-i alâ meyhane midir?/ ‘Her mümin’e iki huri’ diyorsun/ Cennet-i alâ kerhane midir?> dizelerini sosyal medyada paylaştığında Tayyâr’e>miz semada görülmeye başladı. Kahramanımızın vicdanı ve bilgisi, Tayyâr’e uçar uçmaz buharlaştığı için olsa gerek bu dizelerin kime ait olduğunu araştırmayı akıl edemedi ya da görmezden gelmeyi tercih etti:
<<Kızanlara söyleyeyim; o zat Kuran’daki cennet için kerhane veya meyhane diye mi soruyor. Ben de ona soruyorum nerde doğdun kerhanede mi?>>
<Hayır, Fazıl Say kerhanede doğmadı.> gibisinden basit bir cevapla bu kolay soruyu yanıtlayabiliriz. Burada mesele soruya verilen cevaptan ziyade Şçedrin’in sözünü ettiği vicdanını kaybetmiş insanın <iftiracılık> maharetidir. Yılların araştırmacı(!) gazetecisi bir dörtlükle tuş olabiliyor. Dörtlüğün sahibi Ömer Hayyam olduğuna göre, kahramanımızın <<Nerde doğdun kerhanede mi>> sorusunu Ömer Hayyam’a yöneltmesi gerekirdi. Ömer Hayyam yaşamadığına göre yerine biz cevaplayalım:
<Hayır, Ömer Hayyam da kerhanede doğmadı.> Tayyâr’e>mizin meraklı kitlenin dikkatini çeken kalkışması, NATO uçaklarının yanlışlıkla(!) sivilleri bombalamasına ne çok benziyor? Her iki eylem biçiminde de <doğruluk’tan> ziyade saldırı eyleminin kendisi önemli olduğu için bu hatalı uçuş başarı olarak sunulacaktır kitleye. Ve öyle de olmuştur, hatta mesele ilgili dizelerin Ömer Hayyam’a ait olmadığına kadar götürülmüştür. Ömer Hayyam’ı ortaya çıkaran İngiliz edebiyat tarihçilerini arayıp tekzip ettirsinler o halde şiiri. Güçleri yeterse.

2.Uçuş Denemesi: Acaba Aziz Nesin, derin devletin MAHsülü olabilir mi?
Kahramanımız, felsefe için sarf edilen <<felsefe sürekli yolda olmaktır>> ilkesini sıkı sıkıya sahiplendiğinden olsa gerek zamanımızın bir kahramanı olarak yeni bir uçuş denemesine girmek için kolları sıvıyordu. Sansasyonel bir haber bulmuştu.  Kemal Bayram  Çukurkavaklı  <<Sabahattin Ali Olayı>> isimli kitabında eski adı Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti (MAH)  olan MİT>in Ali Ertekin isimli bir tetikçi tutarak Sabahattin Ali>yi öldürdüğünü belirtiyor.  Kitapta karikatürist Mim Uykusuz>un bir demeci var:
 <<Aziz geldi bir gün. Aziz dedim gördün mü gazeteyi? Gördüm dedi. Yahu dedim müthiş bir şey bu. Ben olayı 15 gün önceden olayı biliyorum dedi. Emniyete aldılar, sorguya çektiler dedi. Meğer 15 gün önce olmuş mesele.>>
       Kahramanımız, sisli havalarda uçmayı sevdiğinden olsa gerek düşüncelerinden dolayı yıllarca baskı gören, ordudan atılan ama inatla aydınlanmacı değerleri sahiplenmeye devam eden, Sivas>ta gericilerin yakmaya çalıştığı ve her defasında hedef tahtasına konulan bir aydının üzerine sürüyordu bu kez  Tayyâr’esini. <Ne zarar versem kârdır>  düşüncesiyle araştırmacı gazeteciliğinin en uç sınırına varmaya çalışıyordu. Peki,  Aziz Nesin>in Markopaşa dergisinde beraber çalıştığı Sabahattin Ali>nin öldürüldüğünü on beş gün önceden bildiği iddiasını ortaya atan Mim Uykusuz,  bu bilgiyi nerden öğrenmiştir? Bu kitabın yazarı Kemal Bayram kimdir? Kahramanımıza göre dönemin tanınmış gazetecilerinden biri Kemal Bayram. Gerçekten öyle mi?
Ahmet Nesin’in anlattıklarından tanıyalım Kemal Bayram>ı:
<<Çukurkavaklı>nın ahım şahım bir gazeteciliği yoktur. 78 yılında gazeteciliğe başladığımdan beceriksiz gazetecilerin kendilerine göre sansasyonel haber yaptıklarını sanarak nasıl zırvaladıklarına çok tanık oldum.>>
Ahmet Nesin, Aziz Nesin>i hedef alan bir suikast tertiplendiğinden bahsediyor. Suikastte adı geçen biri daha var: Kemal Bayram. Ahmet Nesin>den aktarmaya devam edelim:
<<1990>lı yıllarda Aziz Nesin>le 3 söyleşi yaptım, bu söyleşilerden ikisi Milliyet Gazetesi>nde yayımlandı. Söyleşi Aziz Nesin>e yapılan suikastlarla ilgiliydi… Söyleşiden bir bölüm aktarayım:
Aziz Nesin: Adanada>daki çok büyük bişeydi, patırtı oldu. Ayrıca Adana>daki çok ilginç. Ben Ankara>ya gitmiştim. Akşam Gazetesi>nde köşe yazarıydım o zaman Ankara>da. Akşam>ın bürosunda bir çocukla tanıştım, bir gençle tanıştım. O genç, Akşam Gazetesi>nin Ankara temsilciliğinde çalışan biriymiş. Bana yalvarmaya başladı. İlle ‘Adana>ya gel abi…’ diye. ‘Adana seni çok seviyor, Adana>ya gel…’ Adana’da Kemal Bayramoğlu muydu neydi, biri vardı?
Ahmet Nesin: Kemal Bayram Çukurkavaklı.
Aziz Nesin: Çukurkavaklı vardı. O, Akşam>ın temsilcisiydi. Bu genç de onun yardımcısıymış. Ben Adana>ya filan gitmeyi düşünmemiştim ama o kadar çok ısrar etti ki, ‘Peki gelirim…’ dedim. O zaman dediler ki, ‘Kamyonla git…’ Akşam Gazetesi, arabayla Adana>ya Ankara baskısı gönderiyordu. Yani şeyle, kamyonla… Bana da ‘Kamyona bin, şöförün yanında gidersin…’ dediler. Meğer bunlar komploymuş, ben bilmiyorum tabii…
Ahmet Nesin: Bu işin içinde Çukurkavaklı yok herhalde.
Aziz Nesin: O yok da, bana bu iş için yalvaran çocuk varmış, yardımcısı. Ve hazırlamış, benden önce gitmiş, benim gitme tarihimden iki gün önce…>>(4)
Röportajdan öğrendiğimize göre Kemal Bayram Çukurkavaklı, Aziz Nesin>e dönük suikast için iki gün önceden yardımcısına izin veriyor davete katılması için. Şimdi aynı Kemal, Tayyar’e>mizin kaynak gösterdiği kitabında Aziz Nesin>in on beş gün önceden Sabahattin Ali>nin öldürüldüğünü bildiğini yazıyor. Oldukça manidar. Tayyar’e>mizin <<Acaba Aziz Nesin, derin devletin MAHsülü olabilir mi >> çıkışı tepkiler alınca iki gün sonra elinde yeni bir belge olduğunu öğreniyoruz.  Bu kez kahramanımızdan aktaralım:

<<Şimdi sıkı durun… Herkes eski defteri açınca ben de açtım. Aylar önce gazeteci arkadaşım Abdullah Kılıç’tan aldığım belgeyi, arşivimden çıkardım. Soğuk damgalı belge, 1946 yılında emniyet tarafından hazırlanmış bir istihbarat notu. Nottan anlıyoruz ki, Aziz Nesin gözaltına alınınca verdiği bilgi üzerine MAH>la irtibat kuruluyor, Emniyet Müdürü Ahmet Demir>e atfen şu not düşülüyor:  <<Sanıklar arasında solcu olarak tanınan Aziz Nesin de vardır. Bu şahıs Ses gazetesinde hükümet aleyhinde yazılar yazmakta idi, aynı zamanda Milli Emniyet>in adamı olduğu anlaşılmıştır. Milli Emniyet müfettişi Celal Korel ile henüz bu mevzu üzerinde görüşülmedi.>>
       İnsan ister istemez düşünüyor, bu soğuk damgalı belgeyi arşivinde bulunduran kahramanımız ilk saldırı girişiminde <<Acaba Aziz Nesin, derin devletin MAHsülü olabilir mi>>  diye sorup ortalığı bulandıracağına belgeyi de ilk saldırı girişiminde ortaya koysaydı ya. Herkes eski defterleri açtıktan sonra misilleme olarak mı arşivdeki belge ortaya çıkarılıyor? Bir araştırmacının arşivinde bulundurduğu ama sözünü etmediği bu müthiş belge(!) neyin imdadına yetişiyor? Tayyâr’e>mizin pike yaparak bilgilerimizi alt üst ettiği ve son vuruşu yaparak bizi çaresiz bıraktığı bu uçuş denemesinden sonra hadi aynanın karşısına geçip hüzünlü gözlerle hep beraber tekrar edelim en az üç kere:
<<Aziz Nesin MİT ajanıymış>> 
O sıra aramızdan biri:
<<Aziz Nesin çok zenginmiş, Nesin Vakfı’nı MİT kurdurmuş aslında.>> 
Ve bir diğeri:
<< Aziz Nesin, 1 Mayıs 1977 katliamını on beş gün önce biliyordu, elimde belgeler var>>  diyerek Aziz Nesin>in MİT ajanı olduğu konusunda kahramanımızı yalnız bırakmayacaktır eminim.

3.Uçuş Denemesi: Vurulan Jet Değil Çünkü…
Kahramanımız,  siyasetin Nihat Doğan>ı olaraktan her olay ya da habere canhıraş yön vermek için yanıp tutuşmaktadır. Gerek twitter’de  gerekse köşe yazılarında  mahallenin en çirkin ve geveze ağzını kendisine silah olarak seçmiştir. Bu kez Suriye sınırlarında düşürülen jet sonrası hamiliğe soyunur:
<<Lafı hiç eğmeden bükmeden söyleyelim; Suriye>nin Türk jetini düşürmesi, kendi içinde fazlaca hesabın gizlendiği, özü itibariyle iç ve dış politikamızı rehin almaya yönelik çok uluslu bir operasyondur.>>
        Bir dakika… Çokuluslu operasyon mu? Suriye>deki emperyalist çetenin bir parçası olan AKP iktidarının milletvekili, Suriye>nin meşru müdafaasını çokuluslu bir operasyon olarak niteliyor. ABD>nin egemenliğindeki NATO>nun aktörü olan Türkiye, çokuluslu bir kuşatmanın parçası değil midir peki? Hem kalkıp Suriye>yi çokuluslu bir oyunun içinde olmakla itham edeceksiniz hem iktidarınızı çokuluslu emperyalist operasyonun parçası olmak için teşvik edeceksiniz. Kahramanımızın tanımlama örgüsü kendi içerisinde tutarsızdır. Şuursuzca uçmaya devam etmektedir Tayyâr’e>miz:
<<Bölgesel güç olarak yıldızı parlayan Türkiye>nin karizmasını çizmek istediler. Uçağı düşürülmüş yaralı bir ülke olarak Türkiye>nin yalpalayacağı ve bölgedeki nüfuzunu kaybedeceğini sanıyorlar.>>
<<Sen Büyüksün! Büyük Düşün Türkiye>> sloganı milyonlarca işsiz barındıran, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının kontrolünü kaybeden, dış borcu tavan yapan bir ülkenin bölgesel güç olduğu iddiası argo diliyle tabir edeceksek <şişirme>dir. Ordusunu NATO>ya teslim etmiş bir ülkenin Ortadoğu>da üstleneceği biricik rol emperyalist güçlerin bölgesel kolu olmaktır. Saçmalamaya devam ediyor kahramanımız:
<< Suriye>nin NATO üyesi bir ülkenin uçağını kasıtlı olarak düşürmesinin başka bir izahı yoktur. NATO>nun tavır koyması gerekir.>> Bu açıklamasıyla kahramanımız kendisini ve ülkesini bir kedi misali <çokuluslu şefkatin elleri>ne teslim etmektedir.  Şişirilen balonun jetlerin, Tayyâr’e>lerin arasındaki dansını izlerken <kaybolan vicdan>ın bir gün kahramanımıza ulaşmasını dilemekten başka ne diyebiliriz ki!

Mihail Lermontov <<Zamanımızın Bir Kahramanı>> kitabına yazdığı önsözde şöyle der:                          <<Beyler, ‘Zamanımızın Bir Kahramanı’ gerçekten bir portredir, ama bir tek kişinin portresi değildir; kuşağımızın gittikçe artan kötülüklerinden yaratılmış bir portredir. Bana bir insanın bu kadar kötü olamayacağını söyleyeceksiniz yine; ben de diyeceğim ki, madem bir sürü romantik haydutun varlığına inandınız; neden Peçorin gerçeğine inanmıyorsunuz?>> (5)
Şamil Tayyar zamanımızın bir portresidir; bir gericinin, bir düzenbazın portresi.  Bu yazı kaleme alınırken CHP Tunceli Milletvekili>nin PKK tarafından kaçırılmasının yankıları devam ediyordu ve Tayyâr’emiz yeni bir uçuş denemesi için yola koyulmuştu. Tayyâr’e>nin ilerlerken ardında bıraktığı duman,  pespayeliğin tüm görünümlerine bürünüyordu. Yüzyıllardan bu yana biriken pisliğin taşıyıcılarından sadece biridir kahramanımız. Onunla düzeyli bir tartışma yürütmeye çalışmak beyhudedir. Devrimci gelenekteki bir sloganı hatırlamakta fayda var: <<Bu pisliği devrim temizler!>> Bu köhne düzende en temiz kalmış değerlere ana avrat sövmeyi erdem sayan zihniyetin bir mensubu, cemaatin beslemesi Şâmil>in Tayyâr’e>sine, Ahmet Nesin>in verdiği cevapla bitirelim bu yazıyı:
<<MAHsül  mü demiştin Şâmil Tayyâr, yani ürün, yani mal. Hatta şaşırıp da son 10 yılın MAHsül>lerini kastetmiş olmayasın, çok kalabalıklar kardeşim çokkkkkkk, bi de sizinle uğraşamam. Hele senin gibi dokunulmaz bir MAHsül>le asla…>>

 Cuma KAYABAŞI
telgrafhane.org

 Kaynakça:
(1)  Karl Marx, 1844 Ekonomi ve Felsefe Elyazmaları.
(2)  Saltıkov Şçedrin, Büyüklere Masallar, Sosyal Yayınlar, Şubat 1984
(3)  Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi, Ank. 2005
(4)  http://ahmetnesin.wordpress.com/2012/06/18/mahsulun-esas-adi-maldir-samil-tayyar/
Mihail Lermontov, Zamanımızın Bir Kahram

SON YAZIDAN