Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

GAZETE DEMOKRAT / İKTİDAR DOSYASI

HIDE_BLOG

EMEK/SINIF/HALK

Seyirci değil tarafız...

SEYİRCİ DEĞİL TARAFIZ, KÜRT HALKININ YANINDA, AKP'NİN KARŞISINDAYIZ! Türkiye’deki demokrasi güçleri tüm bu “yeni süreç”i, adeta bir...

SEYİRCİ DEĞİL TARAFIZ, KÜRT HALKININ YANINDA, AKP'NİN KARŞISINDAYIZ!
Türkiye’deki demokrasi güçleri tüm bu “yeni süreç”i, adeta bir “tenis maçı” gibi izleme pozisyonuna düştü/düşürüldü. Türkiyeli sosyalistlere düşen sorumluluk  mutlaka bu siyasal sürecin öznelerinden biri olunmasıdır
AKP iktidarı, Kürt siyasi hareketiyle yeni bir diyalog ve müzakere sürecine girdi. AKP iktidarını ve devleti yeni bir müzakere masası oluşturmaya zorlayan temel faktörler, AKP’nin Suriye ve Ortadoğu politikasının çok yönlü çöküşü ve iç siyasette, üç seçimlik bir döneme dair özel planlarının sonucu olarak baş gösteren tıkanıklıklardır.
AKP iktidarının Suriye ve Ortadoğu politikasını çöküşe sürükleyen, bu politikaya damgasını vuran, boyun eğmeyen Kürt muhalefetine karşı düşmanlığı ve siyasi gericiliktir. Türkiye-Katar-Suudi Arabistan bloku ve bu blokun oluşturduğu Selefi ağırlıklı ÖSO çeteleri, Suriye gerçeğiyle uyuşmamış; kirli bir iç savaşı başlatmış ancak Esad yönetimini iktidardan uzaklaştırabilecek bir muhalefet bloku üretememiştir. Türkiye’nin etkisi altında baştan itibaren “Kürt düşmanlığı” ile damgalı olan bu yapı, Esad rejiminin merkezi denetimi kaybetmesiyle birlikte Batı Kürdistan’da özerkliğin yolunu açan bir siyasi dengenin oluşmasına yol açmıştır. AKP’nin silahı elinde patlamıştır. Diğer yandan Mısır’ın yeniden Ortadoğu sahnesine girmesiyle birlikte, emperyalistlerin Suriye sürecindeki “kadrosu”nda bir ağırlık kayması meydana gelmiş ve Türkiye-Katar-Suudi Arabistan bloğu çözülmüştür.
AKP’nin siyasi projesindeki tıkanıklıklar ise ABD ve AB’nin Ortadoğu’daki emperyalist projelerine bağlı olarak AKP iktidarına sundukları siyasi ve ekonomik desteğin daralması ve AKP iktidarını ayakta tutan “gerici blok” içerisinde baş gösteren çatlaklardan kaynaklanmaktadır.
AKP’nin temel politikalarında iflasa ve tıkanmaya yol açan karşı dinamikler ise Kürt siyasi hareketi, Ortadoğu halklarının anti-emperyalist ve demokratik dinamizmi ve Türkiye halklarının neoliberalizme karşı bastırılamayan direniş eğilimleridir.
AKP iktidarı bu yeni süreci bağımsız bir iradeyle tasarlamamaktadır. Aksine müzakere masasına, ABD emperyalizminin ve NATO sisteminin himayesi ve yönlendirmesi altında ve “en son ayaklanma bastırma modelleri”ne uygun olarak oturmaktadır.
Bununla birlikte yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, AKP hükümeti yeniden masaya oturmayı önündeki dönemin siyasi projelerinin başarısı için bir zorunluluk olarak görmekle birlikte, bu zorunluluğu pekiştiren temel faktör, başta Kürt halkının direnişi olmak üzere, Ortadoğu ve Türkiye’deki demokratik güçleri aşamamasıdır. Yani AKP iktidarı müzakere masasına hangi amaçla ve ne şekilde oturursa otursun, oluşan müzakere masası başta Kürt halkı olmak üzere, Türkiye ve Ortadoğu’nun tüm demokratik güçlerinin mücadelesinin bir ürünüdür.
AKP, Kürt sorununun çözümü sürecini, ABD-AB-NATO desteği ve güdümündeki bir “Barış Süreci”ne endeksleyerek, hem Suriye çıkmazından kurtulmaya hem de güçlü tıkanma emareleri taşıyan siyasi projesinin önünü açmaya çalışmaktadır.
AKP iktidarı ve emperyalist güçler, bu yeni müzakere süreciyle Kürt sorununu çözmenin değil, denetim altına almanın, yedeklemenin ve Kürt hareketinin devrimci demokratik güçlerini tasfiye etmenin hesabı içindedirler; masaya bu amaçla oturmaktadırlar. Müzakere masasının kuruluş anından itibaren bütün bu güçlerin tam bir işbirliği halinde silahlı Kürt hareketine ve hatta Samsun-Sinop örneklerinde görüldüğü üzere demokratik propaganda girişimlerine karşı saldırıya geçmelerinin; “NATO Gladiosu”nun, İsrail’in, Selefi Kontraların ve Türkiye kontrgerillasının Kürt siyasi hareketine uyguladığı kuşatma, taciz ve terör siyasetinin amacı budur.
Bununla birlikte AKP’nin tüm niyetlerine rağmen bu süreç Kürt siyasi hareketi açısından bir ilerleme ve kısmi de olsa bazı kazanımlarla sonuçlanacağı beklentisiyle karşılanmaktadır.
Kürt sorununun doğası gereği hem bir Türkiye hem de bir Ortadoğu sorunu olduğu açıktır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti devleti ile Kürt siyasi hareketi arasında kurulan masanın, her iki düzlemdeki siyasi süreçleri yakından ilgilendiren konulara temas etmesi ve bu süreçlerdeki güç mevzilenmelerini etkileyen sonuçlar yaratması kaçınılmazdır.
İktidar kaynakları ve ana akım medya, Kürt Siyasi Hareketinin, yerel yönetim özerkliğinin güçlendirilmesi, kültürel hakların sınırlı bir ölçekte tanınması, KCK tutsaklarının bir kısmının serbest bırakılması ve siyasi temsil alanında yapılacak kısmi iyileştirmeler karşılığında Türkiye’deki silahlı varlığına son vereceği, AKP’nin “Otoriter Başkanlık Rejimi”ni destekleyeceği ve Suriye’deki iç savaş sürecinde Türkiye-Katar destekli Selefi çetelerle aynı safta yer almayı kabul edeceği biçimindeki propagandayla, Kürt Siyasi Hareketi’ni Türkiye solundan ve Türk halkının ilerici demokrat kesimlerinden yalıtmaya çalışmaktadır.
İki yüzyıla yayılan Kürt ayaklanmalarının ve 1970′li yıllardan bugüne uzanan Kürt Siyasi Hareketinin tarihsel deneyimi, Kürt halkının Türkiye’nin ezilen sınıflarından ve Ortadoğu’nun demokratik güçlerinden koparılmasıyla ortaya çıkacak güçler dengesinin Kürtler için yeni bir “esaret çağına hapsolmak” olacağını göstermektedir.
Bununla birlikte, geçtiğimiz çeyrek yüzyıl boyunca, emperyalist merkezlerin ve güdümledikleri devletlerin, dünyanın dört bir yanındaki silahlı devrimci hareketleri bastırmakta “müzakere masalarını” etkili bir araç olarak kullandıkları da görüldü. Egemen güçler, boyun eğdiremedikleri siyasi isyanları, müzakere masalarına “kıstırarak” bu hareketleri eski düzenin payandası haline getirmekte ve ezilen halkın gözünden düşürerek tasfiye etmekte birçok defa başarılı oldular. Bu nedenle, AKP iktidarı ve onu güdümleyen emperyalist merkezler, Kürt Siyasi Hareketini ilerici bir ezilen halk hareketi hüviyetinden çıkarma, neoliberal sömürü çarklarına ve Ortadoğu çapındaki sömürgecilik operasyonlarına eklemlenen burjuva milliyetçi bir siyasi nitelik kazandırma ısrarını elden bırakmayacaktır.
Bu nedenle iktidar ve güdümcüleri, uluslararası “isyan bastırma” reçetelerini bu “yeni süreç”e uygulamaya devam etmektedirler.
AKP iktidarı, İmralı Müzakereleri’nin ilerletilmesinin “ön şartı” olarak Kürt siyasi hareketine AKP’ye karşı muhalefeti yasaklama politikasına yönelmiştir. AKP iktidarının düzenlediği besbelli olan ırkçı linç kampanyalar, suikastler ve sabotajların sorumluluğu, iktidar aygıtlarının yardımıyla başka güçlerin üzerine atılmakta, Kürt siyasi hareketi suskunluğa mahkum edilmeye hatta yalanlara ortak edilmeye çalışılmaktadır. Paris cinayetlerinde ve Sinop, Samsun ve Antakya’daki linç girişimlerinde şahit olduğumuz bu politikanın süreceği görülmektedir.
Diğer yandan İmralı Müzakerelerine uygulanan karartmayla/dezenformasyonla, Kürt siyasi hareketi ve Türkiye’deki demokrasi güçleri “müzakere sürecinin sonuçlarını bekleyen” pasif unsur haline getirilmek istenmektedir. Bu durumun Kürt tarafı için karşılığı, manipülasyona açık hale getirilmektir. HDK dışındaki demokratik güçler açısından durum daha da karmaşık.
Türkiye’deki demokrasi güçleri tüm bu “yeni süreç”i, adeta bir “tenis maçı” gibi izleme pozisyonuna düştü/düşürüldü. Seyirci olmaktan kısmen kendisini kurtarabilenler bile süreci kendi dışlarında değerlendirme yanılgısından kurtulamamakta, üstelik bu değerlendirmeler “emperyalistlerin oyunu”, “AKP’nin kandırmacası” ya da “Kürtlerin pragmatizmi” gibi uçlara savrulabilen kolaycılıkta olabilmektedir. Oysa Kürt sorunu bir “bölge” sorunu olmanın bile çok ötesinde bir Türkiye sorunudur. Bu nesnel gerçeğin bilinciyle hareket etmesi gereken Türkiyeli sosyalistlere düşen bir başka sorumluluk ise bu siyasal sürecin öznelerinden biri olunmasının mutlak zorunluluğudur.
Dikkat edilirse Tayyip Erdoğan’ın İmralı Müzakerlerinde masaya koyduğu şartlar arasında yeni anayasanın tümden onayı, başkanlık rejimi ve AB yerel yönetimler şartı gibi doğrudan bu sorunla ilgili olmayan, AKP’nin yeni dönem ihtiyaç programının maddeleri de mevcuttur. Ayrıca müzakere konularından biri olarak Suriyeli Kürtlerin ÖSO ile ittifak yapmasının konuşulması bile AKP’nin Ortadoğu halkları üzerindeki hesaplarının kanıtıdır.
Bu nedenle devrimciler, İmralı Süreci’nin Kürt Siyasi Hareketinin neo-liberal yeni sömürgecilik politikaları ve emperyalist bölge stratejisi tarafından teslim alınması süreci haline getirilmesini önlemeyi temel alan bir yaklaşıma öncelik vermektedir.
“İmralı Süreci”nin “Kürt halkı için demokratik ve onurlu barış” fırsatı olarak değerlendirilebilmesi için, Türk ve Kürt ve ezilenlerinin, AKP’nin gerici-neoliberal cehennemine mahkum edilmesini ve Ortadoğu’nun Yugoslavyalaştırılmasını öngören politikalara boyun eğilmemesi zorunludur.
Bunun için bu süreçteki temel yaklaşımımız şöyle olmalıdır:
1. Türkiye Sosyalist hareketi ve Kürt Siyasi hareketinin, “dostları” ile “düşmanları”nın arasına açık ve net bir çizgi çekmekte yüksek bir hassasiyetle hareket etmesi hayati önemdedir. Türkiye soluna enjekte edilmeye çalışılan Kürt düşmanlığına ve Kürt hareketine empoze edilmek istenen “solun itibarsızlaştırılması” kampanyalarına açık kapı bırakmayan net bir ortak hareket zemini üretilmesi;
2. AKP ve “patronlarının” İmralı Süreci üzerinde kurmaya çalıştığı siyasi tekelin kırılması, bu sürecin, devlet teröründen arındırılmış, açık ve demokratik bir süreç olarak işletilmesi talebinin öne çıkarılması;
3. Kürt siyasi hareketinin Türkiye ve Ortadoğu’nun ilerici demokratik güçlerinden koparılmasına yönelik iktidar politikalarını etkisiz hale getirmek üzere Kürt Siyasi Hareketi ile Türkiye Sosyalist hareketi ve (başta Filistin direnişi olmak üzere) Ortadoğu’nun ilerici-demokratik güçleri arasındaki tarihsel kader birliğine denk düşen bir sorumluluk içinde hareket edilmesi.
* * *
AKP’nin gidişi kadınların elinden olacak
Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin en önemli simgesel günüdür 8 Mart. Yüzyılların kadın mücadelesi direniş geleneği, kadın özgürleşme mücadelesinin güncel çatışmalarında büyüyen taleplerle/mücadele programıyla ve bugünün kadın militanlığı ile buluşur.
Erkek egemenliğin tüm taşıyıcılarının (iktidarların, sermayenin, polisinden yargısına kurumların, tek tek ya da topluca erkeklerin, rejimlerin, sistemlerin…); kadının emeği, bedeni, kimliği ve yaşamı üzerinde tahakküm kuranların 8 Mart korkusunun (8 Mart’ı anlamsızlaştırma çabasının) temelinde çok basit bir gerçek yatar: Ya gerçekten kadınlar özgürlükleri için, yaşamlarını kendi ellerine almak için kadın dayanışması ile ayağa kalkarlarsa? İşte o zaman hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!
Kadınların meydan okuması “tahammül edilemezdir” daha doğrusu “kabul edilemezdir/akıl almazdır”. Bu meydan okuma karşısında kadın düşmanı erkek iktidarı sarsılır. Bunun son örneği AKP’nin kadın düşmanı politikalarının önce örtüsü, sonra aracı haline getirilen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın İstanbul merkezinde Üniversiteli Kadın Kolektifi’nin “AKP, gerici, kadın düşmanıdır, ayaktayız, AKP’ye meydan okuyoruz” pankartı açarak yaptığı eylemde gerçekleşmiştir. Üniversiteli kadınların, AKP’nin ve gözde bakanı Fatma Şahin’in maskesini alaşağı eden meydan okuyuşu “kadını korumakla yükümlü” bir kurum içinde kadınların merdivenden atılarak gözaltına alınmasına, Sirkeci Karakolu’ndaki sistematik şiddete dönüşmüştür.  Onlar açısından en sarsıcı olan ise kadınların her koşulda direnişlerini hep birlikte sürdürmeleridir.
AKP’nin kadın düşmanlığını ne sayılarla anlatmaya, ne de bu erkek partisinin sözcülerinin ağzından çıkan zehirleri tekrar etmeye gerek yok. (AKP’nin) Bu gerici/piyasacı iktidarın temelleri kadın düşmanlığı üzerine kuruludur. Kadın düşmanlığı ise kadınlar için tanıdıktır, evinin içinde, sokakta, işyerinde, en yakınında en uzağında… kadınlar kendileri adına konuşan, hayatları üzerinde karar veren, onları varlıkları ile değersizleştiren bu düşmanlığı herkesten iyi tanıyorlar. Tanımakla yetinmeyip, mücadele edilmeye geçildiği an ise işte her şeyin değişmeye başladığı andır.
Tam da bu nedenle kadınların 8 Mart’a taşınan isyanı “hayır” demekle başlıyor. “Benim bedenim, emeğim ve yaşamım üzerinde karar veremezsiniz!”
Kadınların, kılık kıyafet serbestliği adı altında kız çocuklarının kapatılma girişiminden kürtaj yasağına, cinsiyetçi eğitim sisteminden kadın emeği sömürüsünü temel alan yasal düzenlemelere, kadını aile dışında yok sayan söylemlere kadar kendilerini kuşatan kadın düşmanı politikalara karşı sokağı büyüterek yaptıkları her mücadelenin en önemli yanı, bu mücadelenin aynı zamanda şiddete/tacize/tecavüze; yaşamları üzerindeki her tür tahakküme karşı bir kadın özgürleşmesi mücadelesi olarak kurulması/kurulabilmedir.
İşte Üniversiteli Kadın Kolektifi’nden kadınların gözaltında olduğu saatlerde işkencecilerin olduğu karakolun önünde toplanan kadınların “kadınlar susmuyor, hesap soruyor” diyerek yaptıkları eylem ve eylemde dinmeyeceğini gösteren kadın öfkesi “hayır” demenin hemen ardından gelecek olanı gösteriyor “hesap sormak.”SENDİKA.ORG

SON YAZIDAN