Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

GAZETE DEMOKRAT / İKTİDAR DOSYASI

HIDE_BLOG

Biz Thatcher’ı iyi bilmezdik…

Meşhur bir lafımız vardır:  “Ölünün arkasından konuşulmaz”. Eğer ölen kişi İngiliz emekçi sınıfının ve hatta rol modelliğiyle dünya emek...

Meşhur bir lafımız vardır:  “Ölünün arkasından konuşulmaz”. Eğer ölen kişi İngiliz emekçi sınıfının ve hatta rol modelliğiyle dünya emekçi sınıflarının üzerine kabus gibi çökmüşse ve iktidarda kaldığı 11 yıl boyunca uyguladığı neoliberal politikalar hala emekçi sınıfların yaşamlarını derinden etkiliyorsa o ölünün ardından bir çift laf etmek bize farz olur. Thatcher ölse de Thatcherizm yaşıyorken, öleni iyi bilmediğimizi yüksek sesle
haykırmak hakkımızdır.
İngiltere’nin ilk ve tek kadın başbakanı, İngiliz muhafazakarlarının ve sermaye sahiplerinin göz bebeği, işçi düşmanı Margaret Thatcher, 1979 ile 1990 arasındaki iktidar sürecinde neoliberal politikaların inşasında kuşkusuz çok önemli bir rol oynadı. Thatcher tarafından uygulanan bu neoliberal politikaların kökleri aslında Thatcher’dan öncesine dayanır.
1945’ten 1970’lerin sonlarına kadar geçen 35-40 yıllık süre, sendikaların güçlenmesini ve emekçi sınıfların lehine kazanımları temsil ediyordu. SSCB önderliğinde sosyalizm alternatifi canlı olarak tarih sahnesindeyken; İkinci Paylaşım Savaşı sonrası ağır yıkımın yaşandığı ve yoksulluğun yaygın olduğu Batı, sosyalizmin yayılmasından korkarak, eski düzeninin devamlılığını emekçi sınıfa karşı açık savaş açmaktan kaçınarak sağlamaya çalışmıştır. Güçlenen sendikaların yanı sıra; bu dönem boyunca yükselen ırkçılık karşıtı siyahi hareket, kadın hareketi, Vietnam Savaşı karşıtı hareket, 3. Dünya ülkelerinin yürüttüğü bağlantısızlar hareketi ve yeni bir uluslararası ekonomik düzlem talepleri; Portekiz, Yunanistan, İtalya, İspanya gibi ülkelerde faşist yönetimlerden sonra sola yönelen halklar, sermaye sınıfı için tehdit algısı oluşturdu.
Harekete geçen sermaye, emekçi sınıfları disipline almak, radikal eğilimleri ortadan kaldırmak ve sınırsız tahakküm kurmak istedi ancak  bu kolay olmayacaktı. Akıllarındaki emekçi düşmanı neoliberal politikaları hayata geçirmek için otoriter devletlere ihtiyaçları vardı. Bu da ya bizdeki gibi cunta hükümetleriyle ya da batıdaki gibi neo-muhafazakar, iktisatta liberal, siyasette dinselci ya da milliyetçi hükümetlerle mümkündü. İngiltere’de Thatcher bu görev için biçilmiş kaftandı.
1979’da iktidara geldiği seçimlerin kampanyasında işçi bulma kurumu önündeki uzun kuyruğa yer veren afiş ile iş vaadinde bulundu. Ona göre daha fazla iş, sermayenin sınırız destekleniği “arz yönlü” politikalarla mümkündü. Örneğin sermaye vergilendirilmeyerek iş alanları açılılacaktı. Sermayeden vergi almamak için ise harcamaları azaltmak gerekiyordu. Nitekim iktidara gelince ilk yaptığı şey sosyal yardımları keseceğini ve kamu hizmetlerini kısacağını açıkça ilan ederek emekçilere savaş açmak oldu.
Neoliberalizm bayrağı altında devletin iktisadi yatırımlardan çekilmesi, piyasa serbestisi, işçi haklarının gaspı ve özelleştirme aracılığıyla sermayenin sınırsız tahakkümü için çalışan Thatcher kamu kurumlarını sermayeye peşkeş çekerken özelleştirmenin “Gücü halka geri vermek” olduğunu pervasızca söyledi. British Gas’ı satarken “Sid’i görürsen… Ona söyle” sloganıyla Sid isminde temsil edilen İngiliz halkını hisse almaya çağırıyordu ama ilk iktidarı döneminde iki katına fırlayan işsizlik, Sid’in halkı değil sermayeyi temsil ettiğinin göstergesiydi. British Gas’ı, BP, İngiliz Telekom, İngiliz Havayolları, su ve elektrik izledi.
Thatcher’ın uyguladığı ve sonrasında iktidara gelen İşçi Partisi’nin de sürdürdüğü neoliberal polikalar yüzünden 1979’da nüfusun en zengin yüzde onunun geliri en yoksul yüzde onundan beş kat fazlayken, bu oran 1997’ye gelindiğinde on kata çıkmıştı.
Artan işsizlik ve emekçilere saldırı sonucu hızla oy kaybeden Thatcher, iktidarı süresince milliyetçiliği de her fırsatta kullandı. Arjantin’de günleri sayılı cunta hükümetinin 1982 yılında Falkland adalarında bayrak dikmesiyle hiç beklemeden savaşa girdi. Savaş işe yaradı ve Thatcher popülaritesini yeniden arttırdı. Bu fırsatı kaçırmayan Thatcher işçi kıyımına kaldığı yerden devam etti ve 1984’te başlayan ve bir yıl süren büyük madenci grevini kömür stoklayarak kırdı. 15’i hariç tüm ocakları kapatan Thatcher’ın başlattığı bu saldırı sonrası 1984’te 170 bin olan madenci sayısı bugün 2 bin civarında.
“Toplum diye birşey yoktur. Birey erkekler, kadınlar ve aileler vardır” diyerek emeğin kendi yeniden üretimini toplumsallaştırma eğilimine savaş açan Demir Lady emeği ücret geliriyle yaşayan bireylere indirgemeye, kendi yeniden üretim sorunları için de aileyi ve cemaatleri adres göstermeye yöneldi.
Thatcher öldüğünde ünlü İngiliz yönetmen Ken Loach, Thatcher’ın cenazesinin özelleştirilmesini ve ihale açılıp en düşük teklifi verene bırakılmasını söylerken hiç şüphesiz çok doğru bir şey söylüyordu.
Thatcher’ın haklı olduğu bir şey vardı: (Sermaye için) neoliberalizmden “Başka bir alternatif yok”; biz emekçiler için sosyalizmden “Başka bir alternatif” olmadığı gibi…
BANU SERVETOĞLU-SENDİKA.ORG