“1978 yılı, 16 Mart katliamıyla başlayıp bir dizi katliama sahne oldu.
Maraş, Çorum, Sivas, en son Kahramanmaraş’ta, 26 Aralık 1978’dir ve
Ecevit Hükümeti sıkıyönetim ilan etmek zorunda kaldı. Bir dönüm
noktası, çünkü 16 Mart katliamı, sadece öğrenci hareketi açısından
değil Türkiye’nin o gün 12 Eylül’e doğru gidişi açısından da...”
Kamil Tekin Sürek: Ben olayın iki gün sonra falan farkına vardım. 17 Nisan’da Server Tanilli’yi vurdular, hocamızdı. Bütün diğer sınıflardan faşistler Server Tanilli’nin dersi olduğu zaman bizim amfiye gelirlerdi. Server Hoca dersini anlatırdı. Biz soru sorardık, cevap verirdi, faşistler yuh derdi, bizimkiler alkışlardı. Yuhalarla, alkışlarla ders yapardık.
Sadullah Sayın: Server Hoca “çok ciddi tehditler alıyorum ama bilsinler ki beni hiçbir şekilde yıldıramazlar” diyordu.
Mehmet Tönük: Bayağı kalabalık bir grup olarak Eczacılığın önüne karanfil koymaya gittik.
Nüvit Eseryel: İki-üç bin kişi vardık orada, hemen bir yıl sonra.
Mehmet Tönük: Jandarma tarafından büyük bir saldırıya uğradık, coplarla, dipçiklerle, tekmelerle, tokatlarla, bizi Gülhane’de bir inzibat merkezine aldılar. Bizi götüren yüzbaşı, “Hayatınız kaydı” dedi. 15'er kişi civarında bizi ayırdılar. Götürdükleri Selimiye’de bir hafta kaldık. Sonra bir gece mahkemesinde bana ceza geldi. Bilmiyorum sana geldi mi? Her gün imza…
Faruk Ağca: Ankara’ya gitme yasağı…
Mehmet Tönük: İstanbul dışına çıkma yasağı… Karakolda uzun süre imza attım. Bombayı atanlar nerede…
Atila Mermeroluk: Cezayı yiyenler biziz.
Serhat Pekiner: İşte sana adalet.
Savaş Sertataş: Bu ülke değerli aydınlarına çok çabuk kıyıyor…
Sadullah Sayın: Bedri Karafakioğlu’nu unutamam…
Nuran Pekiner: Serhatlar'ın daha sonra evleri de bombalandı. Kaç yıl sonra bilmiyorum Serhat’la nişanlandık. Kadıköy’de alışverişe çıktığımızda Serhat topallamaya başladı. “Yürüyemiyorum, ayağıma bir şey oldu” diyor. Sonra evlerinin altındaki eczaneye geldik, kalfa ayakkabısını çıkarttı. Kocaman bir şarapnel parçası…
Serhat Pekiner: Vücudumdan yürümüş, tabanımdan çıkmaya çalışıyor.
Nuran Pekiner: Ondan sonra zaman zaman yatakta şarapnel parçası bulurduk. Sabah kalkıyoruz. Nurtopu gibi şarapneller.
Seyfi Öngider: Finali böyle yapabilirsiniz. 16 Mart hâlâ yaşıyor!
Savaş Sertataş: 16 Mart bir dönüm noktasıydı. Ondan sonra Sivas, Çorum, Maraş katliamları... Önleri açıldı adamların...
Sadullah Sayın: Şimdi Maraş Katliamından bir gün sonra, biz kalktık Güzel Sanatlar’ın önüne bir eylem yapmaya gittik. Mehmet Ali Eren ön taraftaydı. Karşıdan polisler geliyordu. Birini tanıdım: Ömer İleri. İstanbul Üniversitesi’ne kan kusturan saldırgan bir adamdı. Mermileri silahlarına verdiler. Hedef gözeterek öyle acımasızca ateş edildi ki, tam önümüzde pankart taşıyan Metin Arıkan öldü. Ön sırada en az 10-15 arkadaşımız yaralandı; bir katliamı protesto ederken bir katliam yapıldı.
Seyfi Öngider: Türkiye’deki sol hareket, kendisini toplu biçimde ifade edebileceği bir gün arıyorsa, o gün 16 Mart’tır. Bu toplu katliam işte. Önerdiğimiz gibi antifaşist öğrenci günü olmaya çok uygun bir gün.
Nüvit Eseryel: Hiç unutmuyorum, Burhan Hoca, “Okula hâkim olmak, sıralara mı hakim olmak?” dedi.
Mehmet Ali Eren: Bu arkadaşlarımız için yapabileceğimiz bence en büyük iyilik, o dönem üzerinden ciddi bir özeleştiri. O döneme öyle birdenbire gelinmedi, o dönem hazırlandı. Bizim ilk derneğimiz bir taneydi. Öğrenci hareketi derli toplu hareket edebiliyordu. Birikimi vardı, sürüklüyordu, sonradan paramparça oldu. Zaten öbür tarafın polisten desteği vardı, silahlıydılar, okullara rahat girebiliyorlardı. 12 Mart’tan sonra üniversitelerde ilk silah 1974’te patladı. Ben Hukuk Fakültesi’nin içinde vuruldum. Ondan sonra Kerim, Şahin vuruldu ve o hadiseler… İşin içine bir sürü karanlık güçler girmeye başladı. Bu olayların hepsini Meclis'te her konuşmamda gündeme getiriyordum ama sonuç almak mümkün değildi. Meclis'te olmak öyle zannedildiği gibi değil, Meclis'te olmak, fiyakadır başka bir şey değil. Milletvekilliğinin bu memlekette hiçbir önemi yok, 'kaldır elini indir elini’ dışında. Devletin işlediği cinayetlerin hemen hemen hepsi zamanaşımından gitti. Sadece Mehmet Ali Ağca tesadüfen yakalandı, sonra da kaçırdılar zaten. Abdullah Çatlı bir sürü cinayet işlemişti, ama polis müdürleriyle beraber dolaşıyordu. Yakalanabilir miydi, mümkün müydü bu? Arandığı dönemde Meral Akşener ile kaç kez görüşmüştü?
Seyfi Öngider: Öğrencilerin, özellikle de devrimci öğrencilerin öğrencilikten uzaklaşıp başka şeyler yapar hale gelmeleri, hayatlarını başka türlü akar hale getirmeleri bugünden bakıldığında çok kolay anlaşılamaz. İnsanlar yaşadıkları dönemin ayırt edici özelliklerini, içinde yaşarken çok fark edemiyorlar, çok algılayamıyorlar. Biz de farkında değildik bir sürü şeyin. Toplumsal muhalefetin çok ciddi bir kitleselliğe ulaştığı, çok etkili biçimde kendini ifade ettiği bir dönem. O dönem üniversitelerde okuyan, en iyi öğrenciler, en parlak öğrenciler devrimci oluyorlardı. Daha çok düşünen, daha çok okuyan, daha çok dünyayla ilgilenen öğrenciler… Solun örgütsel bakımdan tasfiyesine, o dönemin lider kadrolarının imha edilmesine rağmen üniversite öğrencileri olarak çok ciddi olarak kendimizi o yükselişin içinde bulduk. Her şey çok sahici ve kendiliğindendi.
Bülent Uluer: O temizliğin kendi içerisinde, yürümesinin getirdiği bir büyüme ve onu sınırlayacak bir çember, onu sınırlayacak bir kurgu olmamış olması alanını geniş tuttu. Büyük bir muammaya karşı durma riskini ve cesaretini gösterebilmek büyük bir olaydı.
Nüvit Eseryel: Ona karşı bir plan vardı aslında.
Atila Mermeroluk: 70-80 arasında, bana göre damgasını vuran antifaşist ve inanılmaz destansı bir mücadele yürütüldü. Hatasıyla, sevabıyla, her şeyiyle çok kayıp verdik. Çok çatıştık, çok dövüştük ama sosyalizm açısından bunu bir yere koy dersen koymayacağım. Şimdi bunun sonuçları oldu. Devlet başka plan yaptı, birileri başka plan yaptı. Şu anda bugünkü aklımızla görebiliyoruz. Ama 19-20 yaşında insanlar, gençler olarak faşizme karşı mücadeleyi hedef aldık ve yürüdük. Sonuna kadar yürüdük. İşte burada 16 Mart bir yere oturuyor.
Seyfi Öngider: O dönemin bir adanmışlık hali var ya, özellikle gençler açısından çok güçlü bir motivasyon sağlıyordu. O dönemde, solcu gençler birdenbire karşılarına çıkan güçlerle silahlı çatışmaya girmediler. Kendilerini hakikaten daha barışçı ve demokratik biçimlerde ifade ederek ilerlemeye başladılar ama karşılarına çıkan güç saldırmaya başlayınca kendilerini savunmak durumunda kaldılar. Biraz önce Atila’nın söylediği mücadele oradan doğdu. Biz şimdi ne yapmalıyız diye tartışmaya başladığımız olaylardan biri Viranşehir protestosu olmuştu Beyazıt’ta.
Bülent Uluer: 16 kaçakçı Kürt köylüsünün öldürülmesi.
Hüseyin Soylu: Devletin devrimci gençlerin üzerine ilk kitlesel saldırısı o zaman başlar. Devasa bir güçle, panzerlerle manzerlerle Beyazıt Meydanı’nda saldırmışlardı. Biz panzeri ilk kez orada gördük.
Nüvit Eseryel: İleri teknik, ileri teknik...
Hüseyin Soylu: Cumhuriyet’te boy resmim çıkmıştı. Polisin bana silah çektiği olaydı. Bülent’i polisin biri tutmuştu, ben de onu ittim, çukura düştü. Polisin pantolonunun düğmesi kopmasaydı herhalde beni vuracaktı. Bütün devrimciler birbirlerine fedakârca ve dayanışma halinde yardıma koşuyordu. Viranşehir de bunlardan biriydi.
Faruk Ağca: Yükselen toplumsal muhalefete karşı ilk polis tavır aldı. Taylan Özgür Beyazıt Meydanı’nda vurulduktan sonra polise karşı da çok büyük tepki gelişti. Bu tepki sonucu devlet, bu işi sadece polisle yürütemeyeceğini gördü. Biz kavga aramıyorduk, ama muhalefet büyüdükçe saldırı arttı.
Seyfi Öngider: Daha sonra TİP’li altı arkadaşın Ankara’da öldürülmesi ve birçok cinayet var... Kavga, öğrenci meseleleriyle hiçbir alakası olmayan, tamamen siyasal alan içerisinden görünebilecek ve çok sık biçimde silahlı biçimlere bürünen bir hal aldı. Ancak o günün koşullarında ve o günün ideolojik bombardımanı altında kitlesel bir şekilde sürdürülmesi çok mümkün değildi. Solun çok büyük etkisi var; 12 Eylül’ün işini kolaylaştıran. Ülkücülerle devrimciler toplumun kenarında birbiriyle çatışan güçler haline döndüler. Sürdürdüğümüz kavganın mesajlarını topluma yeterince verememek, gerimizdeki kitleyle iyi ilişki kuramamanın da burada sonuçları var tabii.
Atila Mermeroluk: Hakikaten tesadüfen yaşıyoruz, çok arkadaşımızı kaybettik. Onların yerine yaşayan insanlar olarak bu günü hatırlatmayı sürdürelim.
Bülent Uluer: Harbiye, Tıbbiye, Mülkiye hareketlendi miydi devlet çok rahatsız oluyor. POL-DER diye bir örgüt kuruldu. İçinden bir bölünme, devleti telaşa sürükledi ve bu azmi kırmak için planlar yapıldı. 16 Mart çok ciddi, sistemli bir programın başlangıçlarından biri. 16 Mart’tan beş ay sonra Yıldız’da üç öğrenci öldürüldü. Öğrenci hareketinin veya bir hafızanın devamı olarak ne bir dernek bıraktılar, ne bir hatıra bıraktılar, ne bir kuruluş bıraktılar, bizi toplumun içinde darma duman ettiler. Üniversitede okuyan çok fazla sayıda Kıbrıslı öldürüldü. Daha sonra öğrendik ki Kıbrıs için yapılacak operasyonun büyük bölümü Türkiye’de yapılmış. Onları seçe seçe vurdular ve bize bunun neden olduğunu düşündürtmeyecek şekilde de güme getirdiler. Bu bir tesadüf olamaz.
Nevzat Onaran: Ümit Doğanay Hoca 20 Kasım 1979’da Cavit Orhan Tütengil hocadan iki hafta önce öldürüldü ve ikisinin de ölümü Şişli tarafından Alaaddin Çakıcı ve Tevfik Ayansoy ekibinin işidir. Tevfik Ayansoy’un 5.000 sayfalık itirafnamesinde zaten bahsediliyor.
Murat Özyüksel: Müthiş bir dayanışma, normalin ötesinde bir sevgi... Hem çok güzel şeyler yaşadık hem korku dolu anlar yaşadık. Şu anda gençlerin çok tadamayacağı fedakârlık duyguları da yaşadık. O ağır sorumluluk belki bizim şekillenmemizde önem kazandı.
Savaş Sertataş: İlk duruşmalarda özellikle başkanın tavrı çok iyiydi. Taleplerimizi zapta geçti, bütün müzakereleri yazdırıyordu fakat bir celse dönüm noktası oldu. Heyet tutumu herhangi bir anormal gelişme olmamasına rağmen birdenbire değişti. Çok menfi tutum takınmaya başladı, talepleri reddetmeye başladı. Bir baskı olduğunu düşünüyorum.
Sadullah Sayın: Çok göstermelik bir yargılama yapıldı. Mehmet Gül, Mustafa Verkaya, Kazım Ayaydın gibi ülkücü kadrolar korundu, göstermelik olarak gözaltına alındı ve bırakıldı. Arkasından ihbar sonucunda ortaya çıkan Sıddık Polat’ın ele geçirilmesi var. O da kısmi bir yargılama ve ufak bir cezayla geçiştirilmeye çalışıldı.
Kamil Tekin Sürek: Dava faili meçhulden düştü. Daha sonra. 1988’de İsot’un ablası ortaya çıkıp, Nokta Dergisi’nde olaylar gündeme geldikten sonra yeniden dava canlandı. Biz de o andan sonra avukat olarak davaya katılmaya başladık. Yeni tanık ve delil çıktı ortaya. Tanıklar, Mustafa Doğan adlı bir polisin bu bombayı atanlarla birlikte olduğunu ve 4 kişinin bir polis arabasıyla geldiğini söylediler. Bir polis, bombayı atıp kaçanları polislerin takip etmesini Reşat Altay’ın engellediğini anlattı. Sonra Mustafa Doğan’ın Almanya’ya kaçtığını öğrendik. Devletin kurumları mahkemeyi oyaladı. Mehmet Ali Çeliker diye bir yüzbaşı vardı; bir MHP’linin anılarında Ali Yurtaslan’dı galiba, Abdullah Çatlı’ya, 16 Mart'ta atılan bombayı onun verdiğini yazdı.
Sadullah Sayın: Sonra 16 Mart katliamında yitirdiklerimiz anısına, onlara sahip çıkma adına bir hukuk mücadelesi yapıldı ama bu süreç devletin koruma zırhına çarparak birçok yerde tıkandı. O karanlık noktalar hâlâ aydınlanmadı, katliamın sorumluları açığa çıkarılmadı. Reşat Altaylar, birinci şube müdürleri, Şükrü Balcılar hiçbir şekilde yargının önüne çıkıp hesap vermediler. O katliamı yapanların önünü açanlar ve katliam sorumluları gizlendi.
Serhat Pekiner: İzmit’te dava açılmış. Kocaeli’nde yargılanmışlar. Beraat etmişler. Bunu 10 yıl sonra öğrendik. Bombayı atan çocuğu öldürmüşler. Zamanaşımına uğradı. Gerçek failler de bulunamadı.
Nüvit Eseryel: Mehmet Gül...
Serhat Pekiner: Onlar da delil yetersizliğinden beraat etti. Davayla ilgilenen arkadaşların amacı 16 Mart'taki 12 Eylül’e zemin hazırlayan olayların bağlantısını kurmaktı.
Bu çocuk bir polis arabasıyla Elazığ'dan Beyazıt Meydanı'na getiriliyor. Orada bombalar ve tabancalar teslim ediliyor. Çocuk eylem yaptıktan sonra tekrar Elazığ’a dönüyor. Ablasına gidiyor. Ablasının kocası da bir astsubay. Ablasına itiraf ediyor, ‘Ben bu vicdan azabıyla yaşayamayacağım’ diye. Çocuğun soyadı İsot. Bu işi yaptığını arkadaşlarına da söylüyor. Daha sonra Elazığ’da, yine o ülkücü arkadaşı öldürüyor konuşmasın diye. Ablası da bu süreci gelip mahkemede anlattı.
Umur Tekin: Latif Atkı adlı arkadaşına da çektiği vicdan azabını anlatıyor. Çocuk Latif Atkı’ya öldürtülüyor. Abla yıllar sonra ortaya çıkıyor, dava tekrar açılıyor. Ülkücü çevre içinde muhbirlik yapan bir çocuğun, emniyet müdürlüğüne yazdığı bir yazı ortaya çıktı. “Ülkücüler devrimciler üzerine bombalı ve silahlı saldırı yapacaklar 10 gün içinde” diye, işte ismiyle, cismiyle, tarihiyle zabıt numarasıyla ortaya çıktı. Yıllar sonra emniyet müdürlüğünün bunu göz ardı ettiği ortaya çıktı. Bu dava hep bir şekilde savsaklandı, göz ardı edildi ve hâlâ ucu açık bir şekilde duruyor. Bu dava bizim vicdanımızda asla zamanaşımına uğramadı.
Diğer yandan o dönem üzerimize silahlı saldırı olurdu ama serde delikanlılık var, devrimci ruh var, o ruhla gidiyorsunuz oraya. Adam sana ateş ediyor, polis seni dövüp karakola götürüyor, bir de karakolda dayak yiyorsun ama ertesi gün yine gidiyorsun Süleymaniye’ye. Sabah 8’de dikiliyorsun. Bu devrimci ruh, devrimci duyguyla açıklanabilecek bir şey. Merkez binanın içindeydik. Yani ateşin göbeğindeydik zaten. Merkez bina bir semboldü. Bütün o gelenek hep merkez binadan başladı.
Serhat Pekiner: Patlama, bomba, egzoz sesi duyduğumda hâlâ kötü oluyorum. Bazı arkadaşlarımız Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Avukat oldular ve bu davanın peşini bırakmadılar. Çorum’da, Maraş’ta ne olduysa aynısı oldu ama 16 Mart’ın şöyle bir özelliği var: 16 Mart 1978, kanlı 1977 1 Mayıs’ından sonra Türkiye’de ikinci en kitlesel katliam niteliğinde bir olaydı. Samimi duygularımla söylüyorum. Kendi halkını öldürmek için devlet, kendisi içinde bir örgüt kuruyor. Zamanla her şey ortaya çıkacak. Onlar daha sonra belki de Güneydoğu’da aynı katliamları yapan insanlar, belki bağlantıları çıkacak. Maalesef bununla yaşayacağız.
Nuran Pekiner: Sisli bir gündü, vapurlar çalışmıyordu. Azizler ile birlikte motorla geçtik karşıya ve o günün dönüşünde öldürüldü.
Atila Mermeroluk: 77, 78 döneminde İktisat Fakültesi’nden kaybettiğimiz arkadaş sayısı on üç gibiydi.
Hüseyin Soylu: O günkü gençlik birikimimle bireysel sıradan bir olay olarak düşünüyordum ama zamanla başımdan geçen başka hadiselerle bunun bayağı planlı olaylar olduğunu gördüm.
Mehmet Ali Eren: Özel Harp Dairesi bu ülkücü kesimle iç içeydi. Onları eğiten, onlarla birlikte davranan, onları koruyan, kollayan, iç içe iki örgüt sayılırdı. Böyle bir plan sokulmuştu devreye, birçok insan öldürülüyordu. Böylece yollar 12 Eylül’e çıktı. O dönemde üniversite hocalarımız, yazarlar öldürülmeye başlandı. Biz bunu açık, net biçimde tanımlayamıyorduk bir türlü.
Seyfi Öngider: Arkadaşlarımızın anısını yaşatmak için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Ömrümüz el verdiğince 16 Mart’ı anacağız değil mi?BİRGÜN/DOSYA
Kamil Tekin Sürek: Ben olayın iki gün sonra falan farkına vardım. 17 Nisan’da Server Tanilli’yi vurdular, hocamızdı. Bütün diğer sınıflardan faşistler Server Tanilli’nin dersi olduğu zaman bizim amfiye gelirlerdi. Server Hoca dersini anlatırdı. Biz soru sorardık, cevap verirdi, faşistler yuh derdi, bizimkiler alkışlardı. Yuhalarla, alkışlarla ders yapardık.
Sadullah Sayın: Server Hoca “çok ciddi tehditler alıyorum ama bilsinler ki beni hiçbir şekilde yıldıramazlar” diyordu.
Mehmet Tönük: Bayağı kalabalık bir grup olarak Eczacılığın önüne karanfil koymaya gittik.
Nüvit Eseryel: İki-üç bin kişi vardık orada, hemen bir yıl sonra.
Mehmet Tönük: Jandarma tarafından büyük bir saldırıya uğradık, coplarla, dipçiklerle, tekmelerle, tokatlarla, bizi Gülhane’de bir inzibat merkezine aldılar. Bizi götüren yüzbaşı, “Hayatınız kaydı” dedi. 15'er kişi civarında bizi ayırdılar. Götürdükleri Selimiye’de bir hafta kaldık. Sonra bir gece mahkemesinde bana ceza geldi. Bilmiyorum sana geldi mi? Her gün imza…
Faruk Ağca: Ankara’ya gitme yasağı…
Mehmet Tönük: İstanbul dışına çıkma yasağı… Karakolda uzun süre imza attım. Bombayı atanlar nerede…
Atila Mermeroluk: Cezayı yiyenler biziz.
Serhat Pekiner: İşte sana adalet.
Savaş Sertataş: Bu ülke değerli aydınlarına çok çabuk kıyıyor…
Sadullah Sayın: Bedri Karafakioğlu’nu unutamam…
Nuran Pekiner: Serhatlar'ın daha sonra evleri de bombalandı. Kaç yıl sonra bilmiyorum Serhat’la nişanlandık. Kadıköy’de alışverişe çıktığımızda Serhat topallamaya başladı. “Yürüyemiyorum, ayağıma bir şey oldu” diyor. Sonra evlerinin altındaki eczaneye geldik, kalfa ayakkabısını çıkarttı. Kocaman bir şarapnel parçası…
Serhat Pekiner: Vücudumdan yürümüş, tabanımdan çıkmaya çalışıyor.
Nuran Pekiner: Ondan sonra zaman zaman yatakta şarapnel parçası bulurduk. Sabah kalkıyoruz. Nurtopu gibi şarapneller.
Seyfi Öngider: Finali böyle yapabilirsiniz. 16 Mart hâlâ yaşıyor!
Savaş Sertataş: 16 Mart bir dönüm noktasıydı. Ondan sonra Sivas, Çorum, Maraş katliamları... Önleri açıldı adamların...
Sadullah Sayın: Şimdi Maraş Katliamından bir gün sonra, biz kalktık Güzel Sanatlar’ın önüne bir eylem yapmaya gittik. Mehmet Ali Eren ön taraftaydı. Karşıdan polisler geliyordu. Birini tanıdım: Ömer İleri. İstanbul Üniversitesi’ne kan kusturan saldırgan bir adamdı. Mermileri silahlarına verdiler. Hedef gözeterek öyle acımasızca ateş edildi ki, tam önümüzde pankart taşıyan Metin Arıkan öldü. Ön sırada en az 10-15 arkadaşımız yaralandı; bir katliamı protesto ederken bir katliam yapıldı.
Seyfi Öngider: Türkiye’deki sol hareket, kendisini toplu biçimde ifade edebileceği bir gün arıyorsa, o gün 16 Mart’tır. Bu toplu katliam işte. Önerdiğimiz gibi antifaşist öğrenci günü olmaya çok uygun bir gün.
Nüvit Eseryel: Hiç unutmuyorum, Burhan Hoca, “Okula hâkim olmak, sıralara mı hakim olmak?” dedi.
Mehmet Ali Eren: Bu arkadaşlarımız için yapabileceğimiz bence en büyük iyilik, o dönem üzerinden ciddi bir özeleştiri. O döneme öyle birdenbire gelinmedi, o dönem hazırlandı. Bizim ilk derneğimiz bir taneydi. Öğrenci hareketi derli toplu hareket edebiliyordu. Birikimi vardı, sürüklüyordu, sonradan paramparça oldu. Zaten öbür tarafın polisten desteği vardı, silahlıydılar, okullara rahat girebiliyorlardı. 12 Mart’tan sonra üniversitelerde ilk silah 1974’te patladı. Ben Hukuk Fakültesi’nin içinde vuruldum. Ondan sonra Kerim, Şahin vuruldu ve o hadiseler… İşin içine bir sürü karanlık güçler girmeye başladı. Bu olayların hepsini Meclis'te her konuşmamda gündeme getiriyordum ama sonuç almak mümkün değildi. Meclis'te olmak öyle zannedildiği gibi değil, Meclis'te olmak, fiyakadır başka bir şey değil. Milletvekilliğinin bu memlekette hiçbir önemi yok, 'kaldır elini indir elini’ dışında. Devletin işlediği cinayetlerin hemen hemen hepsi zamanaşımından gitti. Sadece Mehmet Ali Ağca tesadüfen yakalandı, sonra da kaçırdılar zaten. Abdullah Çatlı bir sürü cinayet işlemişti, ama polis müdürleriyle beraber dolaşıyordu. Yakalanabilir miydi, mümkün müydü bu? Arandığı dönemde Meral Akşener ile kaç kez görüşmüştü?
Seyfi Öngider: Öğrencilerin, özellikle de devrimci öğrencilerin öğrencilikten uzaklaşıp başka şeyler yapar hale gelmeleri, hayatlarını başka türlü akar hale getirmeleri bugünden bakıldığında çok kolay anlaşılamaz. İnsanlar yaşadıkları dönemin ayırt edici özelliklerini, içinde yaşarken çok fark edemiyorlar, çok algılayamıyorlar. Biz de farkında değildik bir sürü şeyin. Toplumsal muhalefetin çok ciddi bir kitleselliğe ulaştığı, çok etkili biçimde kendini ifade ettiği bir dönem. O dönem üniversitelerde okuyan, en iyi öğrenciler, en parlak öğrenciler devrimci oluyorlardı. Daha çok düşünen, daha çok okuyan, daha çok dünyayla ilgilenen öğrenciler… Solun örgütsel bakımdan tasfiyesine, o dönemin lider kadrolarının imha edilmesine rağmen üniversite öğrencileri olarak çok ciddi olarak kendimizi o yükselişin içinde bulduk. Her şey çok sahici ve kendiliğindendi.
Bülent Uluer: O temizliğin kendi içerisinde, yürümesinin getirdiği bir büyüme ve onu sınırlayacak bir çember, onu sınırlayacak bir kurgu olmamış olması alanını geniş tuttu. Büyük bir muammaya karşı durma riskini ve cesaretini gösterebilmek büyük bir olaydı.
Nüvit Eseryel: Ona karşı bir plan vardı aslında.
Atila Mermeroluk: 70-80 arasında, bana göre damgasını vuran antifaşist ve inanılmaz destansı bir mücadele yürütüldü. Hatasıyla, sevabıyla, her şeyiyle çok kayıp verdik. Çok çatıştık, çok dövüştük ama sosyalizm açısından bunu bir yere koy dersen koymayacağım. Şimdi bunun sonuçları oldu. Devlet başka plan yaptı, birileri başka plan yaptı. Şu anda bugünkü aklımızla görebiliyoruz. Ama 19-20 yaşında insanlar, gençler olarak faşizme karşı mücadeleyi hedef aldık ve yürüdük. Sonuna kadar yürüdük. İşte burada 16 Mart bir yere oturuyor.
Seyfi Öngider: O dönemin bir adanmışlık hali var ya, özellikle gençler açısından çok güçlü bir motivasyon sağlıyordu. O dönemde, solcu gençler birdenbire karşılarına çıkan güçlerle silahlı çatışmaya girmediler. Kendilerini hakikaten daha barışçı ve demokratik biçimlerde ifade ederek ilerlemeye başladılar ama karşılarına çıkan güç saldırmaya başlayınca kendilerini savunmak durumunda kaldılar. Biraz önce Atila’nın söylediği mücadele oradan doğdu. Biz şimdi ne yapmalıyız diye tartışmaya başladığımız olaylardan biri Viranşehir protestosu olmuştu Beyazıt’ta.
Bülent Uluer: 16 kaçakçı Kürt köylüsünün öldürülmesi.
Hüseyin Soylu: Devletin devrimci gençlerin üzerine ilk kitlesel saldırısı o zaman başlar. Devasa bir güçle, panzerlerle manzerlerle Beyazıt Meydanı’nda saldırmışlardı. Biz panzeri ilk kez orada gördük.
Nüvit Eseryel: İleri teknik, ileri teknik...
Hüseyin Soylu: Cumhuriyet’te boy resmim çıkmıştı. Polisin bana silah çektiği olaydı. Bülent’i polisin biri tutmuştu, ben de onu ittim, çukura düştü. Polisin pantolonunun düğmesi kopmasaydı herhalde beni vuracaktı. Bütün devrimciler birbirlerine fedakârca ve dayanışma halinde yardıma koşuyordu. Viranşehir de bunlardan biriydi.
Faruk Ağca: Yükselen toplumsal muhalefete karşı ilk polis tavır aldı. Taylan Özgür Beyazıt Meydanı’nda vurulduktan sonra polise karşı da çok büyük tepki gelişti. Bu tepki sonucu devlet, bu işi sadece polisle yürütemeyeceğini gördü. Biz kavga aramıyorduk, ama muhalefet büyüdükçe saldırı arttı.
Seyfi Öngider: Daha sonra TİP’li altı arkadaşın Ankara’da öldürülmesi ve birçok cinayet var... Kavga, öğrenci meseleleriyle hiçbir alakası olmayan, tamamen siyasal alan içerisinden görünebilecek ve çok sık biçimde silahlı biçimlere bürünen bir hal aldı. Ancak o günün koşullarında ve o günün ideolojik bombardımanı altında kitlesel bir şekilde sürdürülmesi çok mümkün değildi. Solun çok büyük etkisi var; 12 Eylül’ün işini kolaylaştıran. Ülkücülerle devrimciler toplumun kenarında birbiriyle çatışan güçler haline döndüler. Sürdürdüğümüz kavganın mesajlarını topluma yeterince verememek, gerimizdeki kitleyle iyi ilişki kuramamanın da burada sonuçları var tabii.
Atila Mermeroluk: Hakikaten tesadüfen yaşıyoruz, çok arkadaşımızı kaybettik. Onların yerine yaşayan insanlar olarak bu günü hatırlatmayı sürdürelim.
Bülent Uluer: Harbiye, Tıbbiye, Mülkiye hareketlendi miydi devlet çok rahatsız oluyor. POL-DER diye bir örgüt kuruldu. İçinden bir bölünme, devleti telaşa sürükledi ve bu azmi kırmak için planlar yapıldı. 16 Mart çok ciddi, sistemli bir programın başlangıçlarından biri. 16 Mart’tan beş ay sonra Yıldız’da üç öğrenci öldürüldü. Öğrenci hareketinin veya bir hafızanın devamı olarak ne bir dernek bıraktılar, ne bir hatıra bıraktılar, ne bir kuruluş bıraktılar, bizi toplumun içinde darma duman ettiler. Üniversitede okuyan çok fazla sayıda Kıbrıslı öldürüldü. Daha sonra öğrendik ki Kıbrıs için yapılacak operasyonun büyük bölümü Türkiye’de yapılmış. Onları seçe seçe vurdular ve bize bunun neden olduğunu düşündürtmeyecek şekilde de güme getirdiler. Bu bir tesadüf olamaz.
Nevzat Onaran: Ümit Doğanay Hoca 20 Kasım 1979’da Cavit Orhan Tütengil hocadan iki hafta önce öldürüldü ve ikisinin de ölümü Şişli tarafından Alaaddin Çakıcı ve Tevfik Ayansoy ekibinin işidir. Tevfik Ayansoy’un 5.000 sayfalık itirafnamesinde zaten bahsediliyor.
Murat Özyüksel: Müthiş bir dayanışma, normalin ötesinde bir sevgi... Hem çok güzel şeyler yaşadık hem korku dolu anlar yaşadık. Şu anda gençlerin çok tadamayacağı fedakârlık duyguları da yaşadık. O ağır sorumluluk belki bizim şekillenmemizde önem kazandı.
Savaş Sertataş: İlk duruşmalarda özellikle başkanın tavrı çok iyiydi. Taleplerimizi zapta geçti, bütün müzakereleri yazdırıyordu fakat bir celse dönüm noktası oldu. Heyet tutumu herhangi bir anormal gelişme olmamasına rağmen birdenbire değişti. Çok menfi tutum takınmaya başladı, talepleri reddetmeye başladı. Bir baskı olduğunu düşünüyorum.
Sadullah Sayın: Çok göstermelik bir yargılama yapıldı. Mehmet Gül, Mustafa Verkaya, Kazım Ayaydın gibi ülkücü kadrolar korundu, göstermelik olarak gözaltına alındı ve bırakıldı. Arkasından ihbar sonucunda ortaya çıkan Sıddık Polat’ın ele geçirilmesi var. O da kısmi bir yargılama ve ufak bir cezayla geçiştirilmeye çalışıldı.
Kamil Tekin Sürek: Dava faili meçhulden düştü. Daha sonra. 1988’de İsot’un ablası ortaya çıkıp, Nokta Dergisi’nde olaylar gündeme geldikten sonra yeniden dava canlandı. Biz de o andan sonra avukat olarak davaya katılmaya başladık. Yeni tanık ve delil çıktı ortaya. Tanıklar, Mustafa Doğan adlı bir polisin bu bombayı atanlarla birlikte olduğunu ve 4 kişinin bir polis arabasıyla geldiğini söylediler. Bir polis, bombayı atıp kaçanları polislerin takip etmesini Reşat Altay’ın engellediğini anlattı. Sonra Mustafa Doğan’ın Almanya’ya kaçtığını öğrendik. Devletin kurumları mahkemeyi oyaladı. Mehmet Ali Çeliker diye bir yüzbaşı vardı; bir MHP’linin anılarında Ali Yurtaslan’dı galiba, Abdullah Çatlı’ya, 16 Mart'ta atılan bombayı onun verdiğini yazdı.
Sadullah Sayın: Sonra 16 Mart katliamında yitirdiklerimiz anısına, onlara sahip çıkma adına bir hukuk mücadelesi yapıldı ama bu süreç devletin koruma zırhına çarparak birçok yerde tıkandı. O karanlık noktalar hâlâ aydınlanmadı, katliamın sorumluları açığa çıkarılmadı. Reşat Altaylar, birinci şube müdürleri, Şükrü Balcılar hiçbir şekilde yargının önüne çıkıp hesap vermediler. O katliamı yapanların önünü açanlar ve katliam sorumluları gizlendi.
Serhat Pekiner: İzmit’te dava açılmış. Kocaeli’nde yargılanmışlar. Beraat etmişler. Bunu 10 yıl sonra öğrendik. Bombayı atan çocuğu öldürmüşler. Zamanaşımına uğradı. Gerçek failler de bulunamadı.
Nüvit Eseryel: Mehmet Gül...
Serhat Pekiner: Onlar da delil yetersizliğinden beraat etti. Davayla ilgilenen arkadaşların amacı 16 Mart'taki 12 Eylül’e zemin hazırlayan olayların bağlantısını kurmaktı.
Bu çocuk bir polis arabasıyla Elazığ'dan Beyazıt Meydanı'na getiriliyor. Orada bombalar ve tabancalar teslim ediliyor. Çocuk eylem yaptıktan sonra tekrar Elazığ’a dönüyor. Ablasına gidiyor. Ablasının kocası da bir astsubay. Ablasına itiraf ediyor, ‘Ben bu vicdan azabıyla yaşayamayacağım’ diye. Çocuğun soyadı İsot. Bu işi yaptığını arkadaşlarına da söylüyor. Daha sonra Elazığ’da, yine o ülkücü arkadaşı öldürüyor konuşmasın diye. Ablası da bu süreci gelip mahkemede anlattı.
Umur Tekin: Latif Atkı adlı arkadaşına da çektiği vicdan azabını anlatıyor. Çocuk Latif Atkı’ya öldürtülüyor. Abla yıllar sonra ortaya çıkıyor, dava tekrar açılıyor. Ülkücü çevre içinde muhbirlik yapan bir çocuğun, emniyet müdürlüğüne yazdığı bir yazı ortaya çıktı. “Ülkücüler devrimciler üzerine bombalı ve silahlı saldırı yapacaklar 10 gün içinde” diye, işte ismiyle, cismiyle, tarihiyle zabıt numarasıyla ortaya çıktı. Yıllar sonra emniyet müdürlüğünün bunu göz ardı ettiği ortaya çıktı. Bu dava hep bir şekilde savsaklandı, göz ardı edildi ve hâlâ ucu açık bir şekilde duruyor. Bu dava bizim vicdanımızda asla zamanaşımına uğramadı.
Diğer yandan o dönem üzerimize silahlı saldırı olurdu ama serde delikanlılık var, devrimci ruh var, o ruhla gidiyorsunuz oraya. Adam sana ateş ediyor, polis seni dövüp karakola götürüyor, bir de karakolda dayak yiyorsun ama ertesi gün yine gidiyorsun Süleymaniye’ye. Sabah 8’de dikiliyorsun. Bu devrimci ruh, devrimci duyguyla açıklanabilecek bir şey. Merkez binanın içindeydik. Yani ateşin göbeğindeydik zaten. Merkez bina bir semboldü. Bütün o gelenek hep merkez binadan başladı.
Serhat Pekiner: Patlama, bomba, egzoz sesi duyduğumda hâlâ kötü oluyorum. Bazı arkadaşlarımız Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Avukat oldular ve bu davanın peşini bırakmadılar. Çorum’da, Maraş’ta ne olduysa aynısı oldu ama 16 Mart’ın şöyle bir özelliği var: 16 Mart 1978, kanlı 1977 1 Mayıs’ından sonra Türkiye’de ikinci en kitlesel katliam niteliğinde bir olaydı. Samimi duygularımla söylüyorum. Kendi halkını öldürmek için devlet, kendisi içinde bir örgüt kuruyor. Zamanla her şey ortaya çıkacak. Onlar daha sonra belki de Güneydoğu’da aynı katliamları yapan insanlar, belki bağlantıları çıkacak. Maalesef bununla yaşayacağız.
Nuran Pekiner: Sisli bir gündü, vapurlar çalışmıyordu. Azizler ile birlikte motorla geçtik karşıya ve o günün dönüşünde öldürüldü.
Atila Mermeroluk: 77, 78 döneminde İktisat Fakültesi’nden kaybettiğimiz arkadaş sayısı on üç gibiydi.
Hüseyin Soylu: O günkü gençlik birikimimle bireysel sıradan bir olay olarak düşünüyordum ama zamanla başımdan geçen başka hadiselerle bunun bayağı planlı olaylar olduğunu gördüm.
Mehmet Ali Eren: Özel Harp Dairesi bu ülkücü kesimle iç içeydi. Onları eğiten, onlarla birlikte davranan, onları koruyan, kollayan, iç içe iki örgüt sayılırdı. Böyle bir plan sokulmuştu devreye, birçok insan öldürülüyordu. Böylece yollar 12 Eylül’e çıktı. O dönemde üniversite hocalarımız, yazarlar öldürülmeye başlandı. Biz bunu açık, net biçimde tanımlayamıyorduk bir türlü.
Seyfi Öngider: Arkadaşlarımızın anısını yaşatmak için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Ömrümüz el verdiğince 16 Mart’ı anacağız değil mi?BİRGÜN/DOSYA