Pelin Batu hayata yazıyla tutunmasını seviyor... Belki de ondan
filmlerde görmeyip fikirlerini paylaşıyor olmamız... Zira o kalemle
büyümüş, yazdıkça çoğaltmış kendini. Çoğaldıkça bilgi ve birikim taşmış
ve fikirlerini dünyaya yaymak, insanlarla paylaşmak Batu’yu derin
denizlere çoktan salmış... Filmlerine bir yandan devam ediyor ama köşe
yazıları ise o filmlerin önüne çoktan geçmiş.
En son oynadığı ve henüz gösterime girmeyen Metin Yeğin’in ‘5 Kadın’ filminde rol alan ve oynayacağı filmleri de cımbızla çeken Pelin Batu bilginin ışığında düşlerini büyütmeye devam ediyor. Şu günlerde yeni şiir kitabı ‘Resim Defteri’nin baskı gününü bekleyen Batu’yla bir araya gelme nedenimiz dünyanın halleriydi; o yüzden de her şeyden habersiz çaldık kapısını; Emek sinemasıyla başladık sohbete, siyaset, akil insanlar derken mevzuyu kadınlara getirdik...
-Türkiye’nin gündeminden başlarsak; Emek Sineması yıkılıyor, sanatçılar ayaklandı. Türkiye’nin yüzü değişirken tüm bu olup bitenleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son bir iki yıldır çok fazla geziyorum ve ne yazık ki sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da dev bir alış veriş merkezine dönüştüğünü gözlemliyorum. Bu virüs sadece bize has değil ama biz bunun önde giden taşıyıcılarından biriyiz.
Hakikaten genel bir tek tipleşme durumu söz konusu... Bu tek tipleşme herkesi para harcamaya zorluyor ve dünyanın dört bir yanında da aynı markalarla karşı karşıya geliyorsunuz. Aynı tür yaşam tarzları pazarlanıp, televizyon diizlerinde bize sunuluyor..
Bir kitapta okumuştum, AVM’leri ve ilk alışveriş merkezlerini yapan kişi aslında sosyalist bir adammış, hayali herkesin ailelerinin kominal hayat sürmesi, çocukların rahat oyun alanlarına bırakıp o komin dünyayı yaratmakmış. Ama sonucuna bakınca ağlamaya başlamış.
Dolayısıyla dünyada olan bir şey bu. Ama biz de inanılmaz sert, tahammülsüz, karşı tarafın sesini dinlemeye tenezzül etmeyen bir iktidar ve onun belediyeleri var. Bir tane sinema kalsa ne olur. Orası yeşil alan kalsa ne olur? İlla oraya bir bina mı dikilecek?
Evet, bugün Emek için herkes yürüyor, çünkü bize de dokunuyor demeye başladı insanlar. Burada ise iktidar benim dediğim olsun diyor.
-Sadece iktidar sorunu mu?
Ekümenopolis’i izlemiştim, çok etkilenmiştim. Kentsel dönüşümle ilgili de okumalarım oldu; bakınca dediğin gibi insanlar ne yazık ki damarına basınca ses çıkartmaya başlıyorlar. Genelde "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın," ancak onların mahallesine tecavüz edilince, kişisel alanına dokununca bir şekilde ses çıkartılıyor...
Kentsel dönüşüm adı altında gettolaştırma ve burjuvalaştırma söz konusu. O grup o gruba karışamıyor vs... Çok büyük bir mahalle kavgasına davetiye çıkartıyor, çünkü dışarıda kalanlar bir süre sonra patlayacaklar, patlamaları da çok doğal.
-Aydın ve sanatçıların girişimlerini nasıl yorumluyorsunuz? Biraz oryantalist mi?
Mesela, her şeye ses çıkartan aydın tipolojisi çok tehlikeli. Çünkü bunlarla ilgilenen entel dantel yaftalaması hem bize kaybettiriyor, hem de bir harekete dönüşmüyor.. "Bunlar nasıl olsa çıkarlar, bir iki bir şey söylerler" deniliyor. En sonunda olan bizden çok halka oluyor. Çevre meselesinde de böyle. HES için protestoya gidiyorum, Karadeniz’e basın toplantısına gidiyorum, nükleer santrallere hayır demek için meydanlara dökülüyoruz ama sonuçta İstanbul’da kendi evlerimizde oturuyoruz ama olan HES’in yapıldığı köye, o mahallenin kepçeyle temizlendiği insanlara oluyor.
-O halde entelektüel bir moda mı?
Entelektüel bir moda değil, Amerika sistemi. Çünkü, dünün çocuğu da bir sosyal sorumluluk projesinde yer alıyor. Bu iyi bir şey aslında. Moda olduğu için yapıyordur belki ama önemli olan bir işe yaraması. Ün denilen şeyin ne kadar değersiz olduğu ortada aslında, ancak bir şey yapıyorsan o ün bir işe yarıyor. Yoksa sokakta yürürken biri imza istemiş, o anlık ego tatmini.
-Türkiye’de entel dantel terimi de türedi; bu bir yanıyla da entelektüeli küçümseme mi?
Entel dantel deyimini biz uydurduk, başka bir toplum değil. Ben hiçbir toplumda entelektüellerin bu kadar aşağılandığını görmedim.
Ama illa da entelejesya tarihine solcu jargondan bakacak olursak, Marx’ların, Engels’lerin aile yapısına bakınca onların sokaktan geldiğini hiç kimse iddia edemez. Genellikle orta sınıfın çocuklarıdır ve orta sınıf bir şeyler yaratır...
-Sorun orta sınıfın yok olması mı peki? Toplumdan kopukluklar, kendi iç dünyalarına çekilmeler vs...
Bence burada sorun, sokağın dilini konuşmak ya da alt tabakadan gelmek değil, orta sınıfın gittikçe eriyor olması ve uç noktalara gidiyor olması. Çok zengin bir kitle var ve bu sadece AKP hükümetine has bir şey değil. Cumhuriyetin kuruluş tarihinden bu yana böyle gitmiş, o günden bugüne orta sınıf gittikçe erimiş. Orta sınıfın olmaması demek entelektüel denilen zümrenin gittikçe daha uzaklaşması demek.
Şöyle bir durum da var tabii. Genellikle diplerden gelen, bir şekilde tırmanan ve o üne kavuştuktan sonra da belli şeylerden kopan insan var... Bir grup da hakikaten ailelerin dibinden ayrılmayan "aman aman çocuğum bir şeye bulaşmasın, biz bulaştık da ne oldu" diyenler var. Apolitik dediğimiz kesim ve bir de dediğim gibi orta sınıf...
Bunları yan yana koyunca bunların gidip köylülerle direnmesi abes olur. O yüzden de çok pessimist bir bakış açısıyla, küresel ısınma olsun, çevre felaketleri olsun, ister istemez bunlara karşı savaşan, elini taşın altına koyan insanlar çıkacak, bu ne zaman olur? Çok geçe yaklaştığımızda. Sokaklarda protestolar olunca, insanlar doğru düzgün nefes alamamaya başlayınca olacak. O zaman da çok geç olabilir. Bir yandan bu kadar rahat bir grup varken öbür yandan çalışmaktan ve ekmek peşinde koşmaktan başını kaldıramayanlar varken, böyle bir sosyal hareket beklemek hayal olur gibi geliyor...
-Avrupa’ya gidip geliyorsunuz ve eğitiminizi de yurt dışında tamamladınız... Türkiye’yle karşılaştırırsanız ne farkı var?
Avrupa’da bir birey olduğun öğretiliyor. Burada birey olmadığın için ne bir şeye baş kaldırma, ne de cinselliğini doğru düzgün yaşayabiliyorsun. Türkiye’de en fazla cinsel sorunu yaşayan ve kendini ifade edemeyen orta sınıf kadınlarmış, çünkü sürekli bir bastırma söz konusu, ilk baba evinde başlıyor, oto-sansüre gidiyor. Çoğu insan oto-sansür yapmaktan kendi sesini bile duyamaz hale geldi.
-Oyuncu olarak tanıdık sizi, sonra kitap çıkarttınız. Şimdi köşe yazıyorsunuz... Söz kadınlardan açılmışken bunca işi yapıp kadın olmanın zorluklarını yaşadınız mı?
Sürekli yaşıyorum. İnsanların kötü niyetli olmadığını biliyorum. Her röportaj yada benimle ilgili her haberde de “güzel oyuncu Pelin Batu” ibaresi bile beni rahatsız ediyor. Mesela neden “yakışıklı oyuncu bilmem kim” denilmiyor. Kadın sanki güzelse var gibi bir durum var. Farkındayım, bunu kötü niyetle yapmıyorlar. Ama bakış açısı oradan başlıyor.
İkincisi yaptığım pek çok televizyon programında kadın olmanın dezavantajını yaşadım. Çünkü erkek egemen söylemin sürekli dillendirilmesi ve gündeme çıkmasını bire bir yaşadım. Kafa dengi program yaptığım arkadaşım bile yeri geldiğinde erkek söylemiyle o kartı oynadılar.
Mesela, hala google'a gir bir iki filmde oynadığım öpüşme sahnesi çıkıyor. Çıplaklığın ayıp bir şey olduğunu düşünmüyorum ama ciddi bir eleştiri yazısı yazmışım, birisi benimle ilgili google girdiğinde onlar çıkıyor. Bütün bunları yan yana koyunca can sıkıcı durum söz konusu. Kafa takmamaya çalışıyorum, Türkiye’deki durum bu... Kişisel hayatımda da hiç beklemediğim insanlardan acayip "maço" söylemlerle karşı karşıya geldim. Özellikle beni çok şaşırtan insanlar oldu. Bir kadının aynı zamanda kendi işini yapması, para kazanması, bağımsız olması, ayaklar üzerinde durması; bunlar bir avantaj ve saygı duyulacak güzel şeyler olarak karşılanması gerekirken “işi yapma, röportaj verme” gibi replikler duydum. Bu replikler bana çok tuhaf geldi.
Benim erkek arkadaşıma güzel bir teklif gelse, onun için mutlu olurum. Ama bir kadın yapınca beklenmedik tavırlarla karşılanıyorsun...
-Neden erkekler böyle bir tavır içinde?
Sahip olma güdüsü herhalde. İpek Çalışlar’ın Halide Edip biyografisine bayılmıştım, Halide Edip’i oynarken, bir kaç bilgiye denk gelmiştim; Halide Edip “ilk eşim için gazeteye gitmeyeceksin dediğinde, gitmedim ve evimin küçük kuşuyum demiştim” diye not düşmüş. Ondan sonra her şey tersine dönmüş ama yine de Halide Edip gibi bize ilham veren, Türkiye’de feminist hareketin ilk akla gelen isimlerden bir tanesi bile ilk evliliğinde kocam böyle istemişti gibi şeyler söylüyor; bu ancak bana göre kendine güvensizlik, aile yapısının terbiyesi, ‘kadın ‘mal’dır gibi bir bakış açısı ve hakikaten cılızlıktan başka bir şey değil. Çünkü bir kadının güçlü olması ancak bir erkeğin işine yarar diye düşünüyorum, o benden daha fazla para kazanıyor diye kafaya takmak hakikaten müthiş bir ego sorunu ve patatikliktir.
-Hala böyle kadınlar var ama...
Ben kadınların çok akıllı olduğunu düşünüyorum ve bazı şeyleri kabul edip başka yerlerde de acısını çıkartır ya da parmağında oynatır gibi geliyor. Kadın bir yerlerde eziliyor ama bir yerde de erkeği parmağında oynatıyor...
-Aslında kadın doğuda eziliyor diyoruz ama genel olarak baktığımızda kadın doğuda dominant bir karakter...
Evet, inanılmaz dominantlar. Her şeyi bir tarafa bırak meclise bak, mecliste en çok milletvekillini BDP çıkartıyor, bu sadece Abdullah Öcalan’ın gördüğü gibi bir şey değil yada kadınlara kota koyduk meselesi de değil, belli ki o kadınlar politik birer varlık olmuşlar, dominantlar evet ama aynı coğrafyada da töre cinayetleri var. Müthiş bir şizofrenlik vaka...
-Bu bir çelişki...
Evet, hem de çok... Ama etki tepki... Bir taraftan ezilme var bir taraftan bir kadın hareketi olmuş durumda.
-Batı peki...
Burada da hep imaja takılıp kalıyoruz. Dışarıdan bakınca bir kadın jipe bindiği için, işinin başında olduğu için, parasını kazandığı için özgürlüğüne kavuşmuş gibi görünüyor ama eve gidince de farklı şeyler oluyor. Öbür tarafta da bu tarafta da kadınlar sürekli kaybeden oluyor.
Şiddete bakın mesela... Başbakan her ne kadar bunlar artmadı, bilinirliği artı dese de kadın kuruluşları arttığını söylüyor, en azından istatistik var. Ama İrlanda’da kadına karşı şiddet çok yüksek, Amerika modern toplumlarından biri gibi düşünülüyor, orada da kadına karşı şiddet çok yüksek, büyük resimde de tablo iç açıcı değil...
Siyasete girmek için teklif aldım
-Çözüm sürecine gelelim. Akil İnsanlar konusuna köşenizde hiç değinmediniz... Neden?
İtiraf edeyim kafam çok karışık. Onunla ilgili bir şey yazmadım. Bir taraftan bu sürecin devam etmesini istiyorum; burada da pek çok konuda hükumete muhalefet edebilirim, özellikle çevre konularında vs... Bu konuda MHP’nin tutumunu çok sakıncalı ve tehlikeli buluyorum. O yüzden de “‘akil insan’ ne işe yarayacak, bunlar gerçekten de insanları ikna edebilecekler mi? Nasıl bir formül düşündüler” hiçbirimiz doğru düzgün bilmiyoruz ama en azından girişim olarak karşı değilim...
Ben Türkiye’de çok geziyorum insanların hiç biri savaş istemiyor, savaşalım diyen çok azdır her halde... Bir taraftan sürece katkı sağlayacaksa ne ala ama bir taraftan da gerçekten ne yapacakları belli olmadığı için ne olacak bilmiyorum. AKP’nin hazırladığı bir liste var önümüzde... O lisetede bu konuyla ilgili çok düşünmüş, kafa yormuş insanlar var; bir taraftan da Yeni Akit’ten savaş tamtamları çalıp akil insanlarla bile dalga geçmiş bir insan da Ege’ye konulmuş, ki en çok ikna edilmesi gereken bölge... O yüzden de tartışılamayacak gibi değil; ama önemli olan burada süreç ve sürecin sağlıklı bir şekilde devam etmesi ise mayın döşeyip her şeyi eleştirmenin de doğru olmadığını düşünüyorum. Çünkü en çok istediğim şey bunun çözülmesi, bunun içinde ne yapılacaksa yapılsın.
Eleştirenler, sürekli muhalefet edenler o halde çok güzel formül sunsunlar onu yapalım.
-Siyasetten konuşmuşken sizinde düşünceniz var mı siyasete girme gibi?
Teklif aldım evet... Siyaset dediğim gibi herkese teklif ediliyor ve iyi de aslında; uzak durmalarından iyi... Ama bana göre siyaset sadece bir vekil seçilerek olmuyor. Ben de kendimi biliyorum, sürekli uykusu kaçan, bir sürü şeyi kafasına takan bir insanım. Siyasetçi olsam Ankara’da yaşamam gerekir. şu anda Ankara'da yaşamak kabus gibi geliyor.
-Ankara doğumlusunuz ama..
Evet, Ankara’da bir kaç yılımı da geçirdim, ortaokul dönemlerimi; şuanda o grilik, o ortam yaşanmaz gibi geliyor. Ayrıca her şey bir tarafa benim barınabileceğim bir parti yok. Oy vereceğim bir parti de yok, içinde olabileceğim bir partide yok. Böyle bir işe girişirsem ne şiirlerimi yazarım, ne filmleri çekerim, ne seyahat edebilirim. Büyük konuşmamak gerek, belki hayatın bir evresinde olur; ama zaman şuan değil.
-Yazarak mı var oluyorsunuz siz de?
Yazmaktan çok zevk alıyorum, bir de insanın kendini ifade ediyor olması böyle bir dönemde çok büyük bir lüks... Kendimi çok şanslı hissediyorum, düşündüğüm her şeyi yazabiliyorum. Bunun gelip geçiçi olabileceğine de inanıyorum.
Siyasetçiler gidip geliyor ama önemli olan sanatçıların geriye bıraktığı eserler.Shakespeare diyor ya, “ bu yaşıyor ve bunun sayesinde de ben yaşıyorum” Pek çok sanatçının bilinç altına bak ölümsüzlük gibi bir dertleri vardır, çünkü geriye bir şey bırakmak istiyorlar. Ama bunu siyasetle yapmak çok zor.
-Kahraman siyasetçiler de var...
Gündelik hayatta kahraman olan siyasetçi elbette ki var ama onlar yüzyılda bir geliyor gibi bir durum. Gerçekten bir şeyler yapmak isteyen siyasetçiler var ve onlarda halkları tarafından seviliyor. Onlar da çok nadir...
-Oyunculuğa ara mı verdiniz peki?
Oyunculuğa ara vermedim ama iyi bir film olursa kabul ediyorum. “Neden dizi yapmıyorsun” diye soruyorlar ama dizi oyuncusu olmak demek köle gibi çalışmak demek. Benim böyle bir zamanım yok... Eylül ayında filmde oynayacağım... Bazı projeleri cımbızla seçiyorum.. Geçen yıl iki filmde oynadım; mesela Metin Yeğin’in çektiği 5 kadın filmi çok güzel bir projeydi...GÜLŞEN İŞERİ-BİRGÜN
En son oynadığı ve henüz gösterime girmeyen Metin Yeğin’in ‘5 Kadın’ filminde rol alan ve oynayacağı filmleri de cımbızla çeken Pelin Batu bilginin ışığında düşlerini büyütmeye devam ediyor. Şu günlerde yeni şiir kitabı ‘Resim Defteri’nin baskı gününü bekleyen Batu’yla bir araya gelme nedenimiz dünyanın halleriydi; o yüzden de her şeyden habersiz çaldık kapısını; Emek sinemasıyla başladık sohbete, siyaset, akil insanlar derken mevzuyu kadınlara getirdik...
-Türkiye’nin gündeminden başlarsak; Emek Sineması yıkılıyor, sanatçılar ayaklandı. Türkiye’nin yüzü değişirken tüm bu olup bitenleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son bir iki yıldır çok fazla geziyorum ve ne yazık ki sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da dev bir alış veriş merkezine dönüştüğünü gözlemliyorum. Bu virüs sadece bize has değil ama biz bunun önde giden taşıyıcılarından biriyiz.
Hakikaten genel bir tek tipleşme durumu söz konusu... Bu tek tipleşme herkesi para harcamaya zorluyor ve dünyanın dört bir yanında da aynı markalarla karşı karşıya geliyorsunuz. Aynı tür yaşam tarzları pazarlanıp, televizyon diizlerinde bize sunuluyor..
Bir kitapta okumuştum, AVM’leri ve ilk alışveriş merkezlerini yapan kişi aslında sosyalist bir adammış, hayali herkesin ailelerinin kominal hayat sürmesi, çocukların rahat oyun alanlarına bırakıp o komin dünyayı yaratmakmış. Ama sonucuna bakınca ağlamaya başlamış.
Dolayısıyla dünyada olan bir şey bu. Ama biz de inanılmaz sert, tahammülsüz, karşı tarafın sesini dinlemeye tenezzül etmeyen bir iktidar ve onun belediyeleri var. Bir tane sinema kalsa ne olur. Orası yeşil alan kalsa ne olur? İlla oraya bir bina mı dikilecek?
Evet, bugün Emek için herkes yürüyor, çünkü bize de dokunuyor demeye başladı insanlar. Burada ise iktidar benim dediğim olsun diyor.
-Sadece iktidar sorunu mu?
Ekümenopolis’i izlemiştim, çok etkilenmiştim. Kentsel dönüşümle ilgili de okumalarım oldu; bakınca dediğin gibi insanlar ne yazık ki damarına basınca ses çıkartmaya başlıyorlar. Genelde "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın," ancak onların mahallesine tecavüz edilince, kişisel alanına dokununca bir şekilde ses çıkartılıyor...
Kentsel dönüşüm adı altında gettolaştırma ve burjuvalaştırma söz konusu. O grup o gruba karışamıyor vs... Çok büyük bir mahalle kavgasına davetiye çıkartıyor, çünkü dışarıda kalanlar bir süre sonra patlayacaklar, patlamaları da çok doğal.
-Aydın ve sanatçıların girişimlerini nasıl yorumluyorsunuz? Biraz oryantalist mi?
Mesela, her şeye ses çıkartan aydın tipolojisi çok tehlikeli. Çünkü bunlarla ilgilenen entel dantel yaftalaması hem bize kaybettiriyor, hem de bir harekete dönüşmüyor.. "Bunlar nasıl olsa çıkarlar, bir iki bir şey söylerler" deniliyor. En sonunda olan bizden çok halka oluyor. Çevre meselesinde de böyle. HES için protestoya gidiyorum, Karadeniz’e basın toplantısına gidiyorum, nükleer santrallere hayır demek için meydanlara dökülüyoruz ama sonuçta İstanbul’da kendi evlerimizde oturuyoruz ama olan HES’in yapıldığı köye, o mahallenin kepçeyle temizlendiği insanlara oluyor.
-O halde entelektüel bir moda mı?
Entelektüel bir moda değil, Amerika sistemi. Çünkü, dünün çocuğu da bir sosyal sorumluluk projesinde yer alıyor. Bu iyi bir şey aslında. Moda olduğu için yapıyordur belki ama önemli olan bir işe yaraması. Ün denilen şeyin ne kadar değersiz olduğu ortada aslında, ancak bir şey yapıyorsan o ün bir işe yarıyor. Yoksa sokakta yürürken biri imza istemiş, o anlık ego tatmini.
-Türkiye’de entel dantel terimi de türedi; bu bir yanıyla da entelektüeli küçümseme mi?
Entel dantel deyimini biz uydurduk, başka bir toplum değil. Ben hiçbir toplumda entelektüellerin bu kadar aşağılandığını görmedim.
Ama illa da entelejesya tarihine solcu jargondan bakacak olursak, Marx’ların, Engels’lerin aile yapısına bakınca onların sokaktan geldiğini hiç kimse iddia edemez. Genellikle orta sınıfın çocuklarıdır ve orta sınıf bir şeyler yaratır...
-Sorun orta sınıfın yok olması mı peki? Toplumdan kopukluklar, kendi iç dünyalarına çekilmeler vs...
Bence burada sorun, sokağın dilini konuşmak ya da alt tabakadan gelmek değil, orta sınıfın gittikçe eriyor olması ve uç noktalara gidiyor olması. Çok zengin bir kitle var ve bu sadece AKP hükümetine has bir şey değil. Cumhuriyetin kuruluş tarihinden bu yana böyle gitmiş, o günden bugüne orta sınıf gittikçe erimiş. Orta sınıfın olmaması demek entelektüel denilen zümrenin gittikçe daha uzaklaşması demek.
Şöyle bir durum da var tabii. Genellikle diplerden gelen, bir şekilde tırmanan ve o üne kavuştuktan sonra da belli şeylerden kopan insan var... Bir grup da hakikaten ailelerin dibinden ayrılmayan "aman aman çocuğum bir şeye bulaşmasın, biz bulaştık da ne oldu" diyenler var. Apolitik dediğimiz kesim ve bir de dediğim gibi orta sınıf...
Bunları yan yana koyunca bunların gidip köylülerle direnmesi abes olur. O yüzden de çok pessimist bir bakış açısıyla, küresel ısınma olsun, çevre felaketleri olsun, ister istemez bunlara karşı savaşan, elini taşın altına koyan insanlar çıkacak, bu ne zaman olur? Çok geçe yaklaştığımızda. Sokaklarda protestolar olunca, insanlar doğru düzgün nefes alamamaya başlayınca olacak. O zaman da çok geç olabilir. Bir yandan bu kadar rahat bir grup varken öbür yandan çalışmaktan ve ekmek peşinde koşmaktan başını kaldıramayanlar varken, böyle bir sosyal hareket beklemek hayal olur gibi geliyor...
-Avrupa’ya gidip geliyorsunuz ve eğitiminizi de yurt dışında tamamladınız... Türkiye’yle karşılaştırırsanız ne farkı var?
Avrupa’da bir birey olduğun öğretiliyor. Burada birey olmadığın için ne bir şeye baş kaldırma, ne de cinselliğini doğru düzgün yaşayabiliyorsun. Türkiye’de en fazla cinsel sorunu yaşayan ve kendini ifade edemeyen orta sınıf kadınlarmış, çünkü sürekli bir bastırma söz konusu, ilk baba evinde başlıyor, oto-sansüre gidiyor. Çoğu insan oto-sansür yapmaktan kendi sesini bile duyamaz hale geldi.
-Oyuncu olarak tanıdık sizi, sonra kitap çıkarttınız. Şimdi köşe yazıyorsunuz... Söz kadınlardan açılmışken bunca işi yapıp kadın olmanın zorluklarını yaşadınız mı?
Sürekli yaşıyorum. İnsanların kötü niyetli olmadığını biliyorum. Her röportaj yada benimle ilgili her haberde de “güzel oyuncu Pelin Batu” ibaresi bile beni rahatsız ediyor. Mesela neden “yakışıklı oyuncu bilmem kim” denilmiyor. Kadın sanki güzelse var gibi bir durum var. Farkındayım, bunu kötü niyetle yapmıyorlar. Ama bakış açısı oradan başlıyor.
İkincisi yaptığım pek çok televizyon programında kadın olmanın dezavantajını yaşadım. Çünkü erkek egemen söylemin sürekli dillendirilmesi ve gündeme çıkmasını bire bir yaşadım. Kafa dengi program yaptığım arkadaşım bile yeri geldiğinde erkek söylemiyle o kartı oynadılar.
Mesela, hala google'a gir bir iki filmde oynadığım öpüşme sahnesi çıkıyor. Çıplaklığın ayıp bir şey olduğunu düşünmüyorum ama ciddi bir eleştiri yazısı yazmışım, birisi benimle ilgili google girdiğinde onlar çıkıyor. Bütün bunları yan yana koyunca can sıkıcı durum söz konusu. Kafa takmamaya çalışıyorum, Türkiye’deki durum bu... Kişisel hayatımda da hiç beklemediğim insanlardan acayip "maço" söylemlerle karşı karşıya geldim. Özellikle beni çok şaşırtan insanlar oldu. Bir kadının aynı zamanda kendi işini yapması, para kazanması, bağımsız olması, ayaklar üzerinde durması; bunlar bir avantaj ve saygı duyulacak güzel şeyler olarak karşılanması gerekirken “işi yapma, röportaj verme” gibi replikler duydum. Bu replikler bana çok tuhaf geldi.
Benim erkek arkadaşıma güzel bir teklif gelse, onun için mutlu olurum. Ama bir kadın yapınca beklenmedik tavırlarla karşılanıyorsun...
-Neden erkekler böyle bir tavır içinde?
Sahip olma güdüsü herhalde. İpek Çalışlar’ın Halide Edip biyografisine bayılmıştım, Halide Edip’i oynarken, bir kaç bilgiye denk gelmiştim; Halide Edip “ilk eşim için gazeteye gitmeyeceksin dediğinde, gitmedim ve evimin küçük kuşuyum demiştim” diye not düşmüş. Ondan sonra her şey tersine dönmüş ama yine de Halide Edip gibi bize ilham veren, Türkiye’de feminist hareketin ilk akla gelen isimlerden bir tanesi bile ilk evliliğinde kocam böyle istemişti gibi şeyler söylüyor; bu ancak bana göre kendine güvensizlik, aile yapısının terbiyesi, ‘kadın ‘mal’dır gibi bir bakış açısı ve hakikaten cılızlıktan başka bir şey değil. Çünkü bir kadının güçlü olması ancak bir erkeğin işine yarar diye düşünüyorum, o benden daha fazla para kazanıyor diye kafaya takmak hakikaten müthiş bir ego sorunu ve patatikliktir.
-Hala böyle kadınlar var ama...
Ben kadınların çok akıllı olduğunu düşünüyorum ve bazı şeyleri kabul edip başka yerlerde de acısını çıkartır ya da parmağında oynatır gibi geliyor. Kadın bir yerlerde eziliyor ama bir yerde de erkeği parmağında oynatıyor...
-Aslında kadın doğuda eziliyor diyoruz ama genel olarak baktığımızda kadın doğuda dominant bir karakter...
Evet, inanılmaz dominantlar. Her şeyi bir tarafa bırak meclise bak, mecliste en çok milletvekillini BDP çıkartıyor, bu sadece Abdullah Öcalan’ın gördüğü gibi bir şey değil yada kadınlara kota koyduk meselesi de değil, belli ki o kadınlar politik birer varlık olmuşlar, dominantlar evet ama aynı coğrafyada da töre cinayetleri var. Müthiş bir şizofrenlik vaka...
-Bu bir çelişki...
Evet, hem de çok... Ama etki tepki... Bir taraftan ezilme var bir taraftan bir kadın hareketi olmuş durumda.
-Batı peki...
Burada da hep imaja takılıp kalıyoruz. Dışarıdan bakınca bir kadın jipe bindiği için, işinin başında olduğu için, parasını kazandığı için özgürlüğüne kavuşmuş gibi görünüyor ama eve gidince de farklı şeyler oluyor. Öbür tarafta da bu tarafta da kadınlar sürekli kaybeden oluyor.
Şiddete bakın mesela... Başbakan her ne kadar bunlar artmadı, bilinirliği artı dese de kadın kuruluşları arttığını söylüyor, en azından istatistik var. Ama İrlanda’da kadına karşı şiddet çok yüksek, Amerika modern toplumlarından biri gibi düşünülüyor, orada da kadına karşı şiddet çok yüksek, büyük resimde de tablo iç açıcı değil...
Siyasete girmek için teklif aldım
-Çözüm sürecine gelelim. Akil İnsanlar konusuna köşenizde hiç değinmediniz... Neden?
İtiraf edeyim kafam çok karışık. Onunla ilgili bir şey yazmadım. Bir taraftan bu sürecin devam etmesini istiyorum; burada da pek çok konuda hükumete muhalefet edebilirim, özellikle çevre konularında vs... Bu konuda MHP’nin tutumunu çok sakıncalı ve tehlikeli buluyorum. O yüzden de “‘akil insan’ ne işe yarayacak, bunlar gerçekten de insanları ikna edebilecekler mi? Nasıl bir formül düşündüler” hiçbirimiz doğru düzgün bilmiyoruz ama en azından girişim olarak karşı değilim...
Ben Türkiye’de çok geziyorum insanların hiç biri savaş istemiyor, savaşalım diyen çok azdır her halde... Bir taraftan sürece katkı sağlayacaksa ne ala ama bir taraftan da gerçekten ne yapacakları belli olmadığı için ne olacak bilmiyorum. AKP’nin hazırladığı bir liste var önümüzde... O lisetede bu konuyla ilgili çok düşünmüş, kafa yormuş insanlar var; bir taraftan da Yeni Akit’ten savaş tamtamları çalıp akil insanlarla bile dalga geçmiş bir insan da Ege’ye konulmuş, ki en çok ikna edilmesi gereken bölge... O yüzden de tartışılamayacak gibi değil; ama önemli olan burada süreç ve sürecin sağlıklı bir şekilde devam etmesi ise mayın döşeyip her şeyi eleştirmenin de doğru olmadığını düşünüyorum. Çünkü en çok istediğim şey bunun çözülmesi, bunun içinde ne yapılacaksa yapılsın.
Eleştirenler, sürekli muhalefet edenler o halde çok güzel formül sunsunlar onu yapalım.
-Siyasetten konuşmuşken sizinde düşünceniz var mı siyasete girme gibi?
Teklif aldım evet... Siyaset dediğim gibi herkese teklif ediliyor ve iyi de aslında; uzak durmalarından iyi... Ama bana göre siyaset sadece bir vekil seçilerek olmuyor. Ben de kendimi biliyorum, sürekli uykusu kaçan, bir sürü şeyi kafasına takan bir insanım. Siyasetçi olsam Ankara’da yaşamam gerekir. şu anda Ankara'da yaşamak kabus gibi geliyor.
-Ankara doğumlusunuz ama..
Evet, Ankara’da bir kaç yılımı da geçirdim, ortaokul dönemlerimi; şuanda o grilik, o ortam yaşanmaz gibi geliyor. Ayrıca her şey bir tarafa benim barınabileceğim bir parti yok. Oy vereceğim bir parti de yok, içinde olabileceğim bir partide yok. Böyle bir işe girişirsem ne şiirlerimi yazarım, ne filmleri çekerim, ne seyahat edebilirim. Büyük konuşmamak gerek, belki hayatın bir evresinde olur; ama zaman şuan değil.
-Yazarak mı var oluyorsunuz siz de?
Yazmaktan çok zevk alıyorum, bir de insanın kendini ifade ediyor olması böyle bir dönemde çok büyük bir lüks... Kendimi çok şanslı hissediyorum, düşündüğüm her şeyi yazabiliyorum. Bunun gelip geçiçi olabileceğine de inanıyorum.
Siyasetçiler gidip geliyor ama önemli olan sanatçıların geriye bıraktığı eserler.Shakespeare diyor ya, “ bu yaşıyor ve bunun sayesinde de ben yaşıyorum” Pek çok sanatçının bilinç altına bak ölümsüzlük gibi bir dertleri vardır, çünkü geriye bir şey bırakmak istiyorlar. Ama bunu siyasetle yapmak çok zor.
-Kahraman siyasetçiler de var...
Gündelik hayatta kahraman olan siyasetçi elbette ki var ama onlar yüzyılda bir geliyor gibi bir durum. Gerçekten bir şeyler yapmak isteyen siyasetçiler var ve onlarda halkları tarafından seviliyor. Onlar da çok nadir...
-Oyunculuğa ara mı verdiniz peki?
Oyunculuğa ara vermedim ama iyi bir film olursa kabul ediyorum. “Neden dizi yapmıyorsun” diye soruyorlar ama dizi oyuncusu olmak demek köle gibi çalışmak demek. Benim böyle bir zamanım yok... Eylül ayında filmde oynayacağım... Bazı projeleri cımbızla seçiyorum.. Geçen yıl iki filmde oynadım; mesela Metin Yeğin’in çektiği 5 kadın filmi çok güzel bir projeydi...GÜLŞEN İŞERİ-BİRGÜN