Bundan 1 yıl 7 ay önce, 5 Eylül 2011 tarihinde
Yazar bu köşede kendisine söz vermiş, “Bahar geldiğinde fonda mutlaka
Candan Erçetin’i dinleyerek yazmalı” diye bir kenara not almıştı. Kış
bitmiş yine bahar gelmişti işte… Yazar 1 yıl 7 ay sonra sözünü tuttu ve
“o şarkıyı” dinlerken başladı yazmaya...
Aradan 1 yıl 7 ay geçmiş, Yazar, “yazmak” işini
“osurmak” eylemiyle gerçekleştiren birçok örneğe tanıklık etmiş ama hiç
şaşırmamıştı. Bu ülkede sadece şaşırmak şaşkınlıkla karşılanırdı.
Mesela, 1 yıl 7 aylık zaman diliminde, soyadı “Altan” olan Mehmet yahut
Ahmet’lere artık hükümet kararnamesiyle barış sürecinde “Niyazi” adı
verilmemiş miydi?
Barış muhabbeti de böyleydi. Aklına, ağabeyi
Gültekin’in muhabbet kuşu geldi. O kuş var ya o kuş, kuş gibi ötmek,
cikciklemek yerine (insan sesini taklit ederek) “cik cik” demekteydi!
Peki yine kuş türüne ait leş kargaları da insanlık taklidi yapamaz
mıydı? Akit yazarları dahi barışçılık taklidine koyulmuşken, böyle
insanlık taklitlerine de hiç şaşmamalıydı.
“İnsanlık bu mu!” diye iç geçirdi Yazar. İyi ama
kimi insanların yazmak niyetine osurduğu, Akit’çilerden barışçı imal
edilebildiği bir ülkede insani gelişme acep nasıl olurdu?
Cevabını bulmak için Birleşmiş Milletler’in 14
Mart’ta yayınlanan yıllık İnsani Gelişme Raporunu incelemeye girişti.
Rapor, milli gelir yanı sıra insana yakışır, uzun ve sağlıklı bir yaşam,
bilgiye erişim gibi koşulları değerlendirmekteydi. 187 ülke arasında
Türkiye’nin ancak 90. sırada yer alabildiği bu yılki insani gelişme
endekslerinde, en üst derecedeki 47 ülkenin ilk sırasında Norveç vardı.
Ardından orta derecedeki 47 ülke geliyordu ve Türkiye işte burada da
sondan beşinciydi. (Oysa üç yıl önce 169 ülke arasında 83. sıradaydı,
demek ki gidişat hakikaten berbattı.) En düşük derecedeki 46 ülke ise
başta Eritre olmak üzere Afrika ülkeleriydi. RTE’nin filan küçümsediği
Yunanistan ilk kategoride 29. sıradaydı, ikinci kategorideki İran (76),
Bosna (81) ve Ermenistan (87) Türkiye’nin üstündeydi.
Milli gelir sıralaması-insani gelişme sıralaması
farkı ise Türkiye için, 2011 raporunda eksi 25 iken makas giderek
açılmış, 2013’te eksi 32 olarak saptanmıştı. Dünyadaki en yüksek eksi
puana sahip ülkelerden biriydi Türkiye, AB ortalamasının epey
altındaydı, OECD ülkeleri arasında sonuncuydu.
“Ama” dedi Yazar, “AKP’nin derdi insani gelişme
filan değil ki!” Asıl derdi dinsel mevzular kisvesi altında vahşi
kapitalizme hizmet, 3 çocuk doğurtma, tabiatı, kültürel varlıkları filan
boş verip her dere başına HES ve her tarihi eser yerine yepyeni AVM
dikmek olunca, insani gelişme endeksindeki sıralama da fasaryaydı… İşte
tam da bu yüzden Emek sineması için direnmek, sadece kültürel bir varlık
için değil insanlık için direnmek demekti.
İçi sıkıldı Yazar’ın… Sıkılmamalıydı. Fonda “Bahar” şarkısı ve dışarıda baharın kendisi vardı.
O şarkıyı söyleyebilen bir sanatçının Dersim’de
polis haftası etkinliklerine katılmasına hayıflanmaktan bile vazgeçti,
“sürece katkı için orada olduğunu söylüyor, üstelik silah namlusuna da
karanfil takmış” deyip ikna oldu.
Çünkü Yazar’ın asıl heyecanı baharlaydı. Bahar hep
aşkı ve hep devrimi çağrıştırmaktaydı... 1 yıl 7 ay önce de, Candan
Erçetin’in “Bahar” şarkısını mırıldanmıştı:
“Bahar
geldiğinde mi ben böyle olurum / Yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar /
Ayrıca bunun seninle ne ilgisi var / Tabiî ki ben böyle olduğum için
bahar / Çünkü sana değdiğinden beri ellerim / Bütün kış dallarında
tomurcuklar var.”
Çünkü, diye tekrarladı Yazar… Aşk: Beşinci Mevsim!
Çünkü, diye vurguladı Yazar… Devrim: Her daim Kış’a karşı isyanın, yani her daim Bahar’ın yaşandığı bir Beşinci Mevsim!
Öyleyse devrimciye her mevsim Bahar…
Çünkü Devrim’e değdiğinden beri ellerimiz, bütün kış dallarımızda tomurcuklar var!
MELİH PEKDEMİR-BİRGÜN