Türkiye'de "aydın" ve "solcu" olanların arabesk müziğe ilişkin "anlayışlı" bakışları biliniyor. Ancak Nihat Doğan'a sahip çıkmak... En sonunda bu da oldu.
Bu ülkenin aydını ve solcusu kendi kendini daha ne kadar aşağılayabilir sorusu en yakıcı haliyle Başbakan'ın "akil insan" toplantısındaki konuşması sırasında aklıma geldi. Karşısına aldığı kadınlara ve adamlara şöyle diyordu Recep Tayyip Erdoğan: "Sadece akil değil, cesur ve korkusuzsunuz"
Türkiye'deki modern toplumsal mücadeleler tarihini şöyle bir 150 yıl kadar geriden başlatırsanız, sanırım bu toprakların direnen insanları hiç bu kadar rezilce aşağılanmamıştı. İktidar sahibi, "Akil insanlar" isimli çukurun dibine, cehennemin öbür adına atmış hepimizi, aklımızla ve vidanımızla alay ediyor, inandığımız ve bildiğimiz, uğruna mücadele ettiğimiz ne kadar değer varsa paspas yapmış üzerinde tepiniyordu. Akiller cesurdu, korkusuzdu; bugünleri de gördüğümüz için kafalarımızı duvarlara vurabilirdik.
Çukurun dibinin dibi
Ama beterin beteri, çukurun dibinin dibi de varmış. Başbakan Erdoğan'ın rezilce aşağılamasını kabul edenler, daha fenasını da yapma gücünü buluyormuş kendinde:
"(...)Oysa Nihat Doğan, “diğerlerinden” farklı bir duruşa sahip. Her fırsatta özgürlükçü ve demokrasiden yana olduğunu vurgularken, yakın olduğu siyasi çevrelerin yanlışlarını da açık yüreklilikle eleştirebiliyor.
(...)
Tüm bu yaşananlar göz önüne alındığında, Türkiye’de statükonun yanında tavır alan, gerektiğinde darbeleri bile açıkça savunabilen, çoğu zaman da küstah ve ölçüsüz bir şovenizmin parçası olabilen birçok sanatçı ve popüler figürün var olduğu bu ülkede, Nihat Doğan’ın ayrı bir noktaya düştüğünü görmemek samimiyetsizliğin ta kendisi olabilir. Bugün Nihat Doğan’ın Uludere Raporu’na karşı çıkarak adaleti sorgulayışı, 24 Nisan Anması’na katılmak istediğini açıklaması, Newroz kutlamalarında Kürt halkının yanında duruşu hiç mi önemli değil? Büyük bir kesimin ölümüne çok üzüldüğü Chavez’in cenazesinde, Türkiye basınından tek bir kişi bile bulunmazken, Nihat Doğan’ın cenazeye gidip bir haberci gibi oradaki izlenimlerini paylaşması, kendi deyimiyle '1 kelime İngilizce bilmeden 20 dakikalık boğazı değil, okyanusu geçmesi' yanlış bir şey mi? Onun, bu ülkenin bir sanatçısı olarak haksızlıklara karşı muhalif bir tavır sergilemesi ve mağdurun yanında olması da mı kıymetli değil?
(...)
Belki analizleri yeteri kadar derinlik taşımıyor olabilir, ancak bu analizleriyle Türkiye tarihine dair önemli hakikatlere temas ediyor Nihat Doğan. Onu eleştirenler Kaf Dağı’nın zirvesinde uçmak yerine, biraz vicdanlarına kulak verseler, belki Nihat Doğan’ı biraz daha anlayabilir ve bu çabasına saygı duyabilirler.
(...)
...seneler sonra da Nihat Doğan’ın barış ve demokrasi adına gösterdiği farklı duruş, statükonun yanında duranlara karşı son derece kayda değer olacak. Belki de o zaman onun eğitim seviyesini ve mesleğini hedef alarak eleştirmenin utancı da statükonun yanında tavır alan kesime fazlasıyla yetecek."
Doğrusunu söylemek gerekirse, Nihat Doğan'ın yazdıklarından ve yaptıklarından hiç utanmışlığım yoktu. Ama AGOS gazetesinde bu satırları yazan Tuğçe Özkuş adına büyük bir utanç duydum. Utanç duydum ve Türkiye aydınının, solcusunun aklıyla bu kadar utanmazca alay etmesine öfkelendim.
Öfkelenmemek mümkün mü? "Statüko", "elitizm" gibi kelimeleri papağan gibi tekrarlayarak Nihat Doğan gibi bir çukuru bize "özgürlükçü ve demokrasiden yana" diye yutturabilmek için, akıl ve vicdan yoksunluğundan daha fazlası gerekiyor. Teşkilatlı bir AKP yandaşı olan Nihat Doğan'ı savunup "devlet yanlısı sanatçılar" diye saçmalamak için Türkiye'deki aydın geleneğine, solculara, ilerici gazetecilere, hülasa iyiden ve güzelden yana ne varsa hepsine düşman olmak gerekiyor.
Demagoji yahut ajitasyon mu yapıyorum? Nihat Doğan'ın Venezuela macerasını bize örnek gösterecek kadar çirkinleşen Tuğçe Özkuş, bu "türkücü"nün Venezuela'da yediği naneleri okumamış demek ki. Venezuela'da yaptığı gösteriyi "Solcuların şerefini de biz kurtardık" diyerek savunan Nihat Doğan'ın kendi "şerefini" de kurtardığını düşünüyor olmalı Özkuş:
"O akşam, Nihat Doğan ve arkadaşını da götürdüler. Yemek sırasında Nihat Doğan, garson kıza asılmaya başladı. Chavez için geldiğini söyledi. Kız ‘ben Chavez’i sevmem’ deyince, ‘ya boşver Chavez’i’ dedi, asılmayı sürdürdü.” (Nihat Doğan'ın Venezuela soytarılığı için bkz. Nihat Doğan'ın Venezuela macerasında gizledikleri: 'Boşver Chavez'i ya')
Eğitim seviyesi mi?
Tuğçe Özkuş uyduruyor. Nihat Doğan Newroz'a katılıp Kürt halkının yanında durmuş. Uludere raporuna karşı çıkmış. Bu ülkenin bir sanatçısı olarak haksızlıklara karşı muhalif bir tavır sergilemesi ve mağdurun yanında olması da mı kıymetli değilmiş?
Ne de olsa, Nihat Doğan'ın olmazsak bizi taciz edebilir. Tuğçe Özkuş da alttan alta bunu diyor. "Nihat Doğan'la" diyor, "nasıl dalga geçersiniz?" Üstelik bu dalga yalnızca "mesleği" ve "seviyesi" için de değil: Kendisi bir barış güvercini, statükoya karşı mücadele eden bir sıra neferiyken siz demokrasi ve özgürlük düşmanları, utanmıyor musunuz?
Ağızlardan çıkanı kulaklar duyuyor mu? Duymuyor. Türkiye'de aklı başında insanlar, ırkçılığı ve şovenizmi utanmadan savunan kerli ferli öğretmen kılıklılarla mücadele etti, "evrim mi yaradılış mı" tartışmalarında, karşısındaki evrimi savunan "doçente", "Madem evrim var, şu önümdeki bardak neden balık olmuyor?" diye soran "profesör"lerle dalga geçti. Türkiye'de aydınlar çoğunlukla bu ülkenin yoksullarından, okumamışlarından yana oldu.
Ama cehaleti, seviyesizliği ve karanlığı asla savunmadılar.
Şimdi, birisi çıkmış, Başbakan Erdoğan'ın bizi aşağıladığı gibi, cehaleti, seviyesizliği ve karanlığı def etmek isteyenlere "elitist, statükocu" filan diyerek aklınca "halkçılık" yapıyor. Cehaleti, seviyesizliği, karanlığı övüyor. Arada Kürt halkı, Venezuela, Roboski diyerek "olta"sını atıyor. Nasılsa düşen olur, "ama" diyen çıkar, "halkımızın değerleri"...
Recep Tayyip Erdoğan ve akil insanların cesareti, Tuğçe Özkuş ve Nihat Doğan'ın özgürlükçülüğü...
Hiç bu kadar aşağılanmamıştık...
Erman Çete (soL)
Daha yeni Daha eski