PKK'ya yakın Fırat Haber Ajansı, Şahin Can imzasıyla dağdaki militanların açılım süreci hakkında neler düşündüğünü gündemine taşıdı.
Dağdaki PKK'lıları ziyaret ederek görüşen Can, açılım süreciyle birlikte başlayan dönüşümü şu cümlelerle anlattı: "Geçtiğim şehirlerde şimdi farklı bir hava var. İnsanların gözleri ışıl ışıl. Bundan birkaç ay önce yine aynı yerden geçmiştim. Ama baharın doğa nasıl canlanıyorsa buradaki insanlar da Öcalan’ın açıklamasından sonra öyle canlanmış gibiler."
Can dağda karşılaştığı militanların ruh halini şöyle anlattı: "Beni Mahsum adında uzun boylu bıyıklı, diğeri ise Tirêj adında orta boylu geniş omuzlu Malatyalı bir gerilla karşılıyor. Gülümseyerek karşılıyorlar. Heyecan verici değil mi? diye soruyor Mahsum. Ne diyorum? Süreç, Amed’de toplanan milyonlar herkese heyecan verdi değil mi, diyor. Mahsum, Mardinli, Mıhelmi Araplarının yoğun olduğu bir mahallede büyümüş. Daha sonra Avrupa’ya göç etmişler. Tirêj ise ODTÜ bilgisayar mühendisliğini okurken gerilla saflarına katılmış."
ÖCALAN HAMLE YAPTI
Can, militanlarla sürece ilişkin değerlendirmelerine ilişkin şunları konuştu:
"Sayın Öcalan yeni bir dönem başlattı. Ne hissediyorsunuz? diye başlıyorum.
Evet diyor karşımda oturan gerilla. Adı Numan, Diyarbakırlı. Kısa boylu esmer. Yüzü yuvarlakça. “Evet. Yeni bir mücadele dönemine girdi Kürt halkı” duruyor. Hatta diye devam ediyor 'Büyük bir hamle başlattı Önderliğimiz'
'Kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite adına büyük bir hamle.'
'Neden bir hamle?' diye soruyorum.
'Yıllardır bölge ve dünya halkları kapitalist güçler tarafından pek çok trajediyle karşılaşmışlar. Kürtler imha edilmek istenmiş, Türk halkı ve pek çok halk devletlerce pek çok kirli politikayla sürü haline getirilmişler. İşsizlik diz boyu, fakirlik diz boyu. Bu fakirlikleri, bu baskıları perdelemek içinse bir halk adına dünyanın pek çok devletinde diğer halk ve kültürleri yok etmeye girişmişlerdir. Mesela Türk ulusu adına egemen güçler pek çok kültür ve halkı yok etme girişiminde bulunmuşlar.Tabi bu baskılara karşı dünyanın pek çok halkı gibi Kürtler de direnmişlerdir. Direnişler günümüze kadar en son PKK öncülüğünde önemli bir aşamaya gelmiştir' diyor Numan.
Edip, devam ediyor. Edip Niğdeli bir Türkmen. Lise yıllarında İzmir’de PKK ile tanışmış ve gerillaya katılmış.
'Yıllardır yürütülen bu mücadelede pek çok bedel verilmiş olsa da Kürtler bu mücadeleyle kendilerinin farkına vardılar. Aslında Türkiye’de pek çok kesimde de bir uyanışı ve gerçeklikleri görmeyi sağladı. Ben de katılırken farkına vardığım şimdi daha derin hissettiğim hakikat ise PKK Türk halkına karşı bir hareket değil. Hatta Türkiye halklarının örgütü. PKK mücadelesi kapitalist modernite güçlerine karşı savaş yürüttü.'
İran’dan katılmış Agit adlı gerilla da sohbete katılıyor. Agit, uzun boylu diğer gerillalara göre yaşça daha büyük.
'Şimdiye kadar PKK’ye ‘bölücü’ denirdi ya. Aslında PKK bölücülüğe karşı savaşan bir hareket. Ortadoğu’da halklar arasına çizilmiş sanal ve suni sınırlara karşı mücadele eden bir hareket. Aslında tüm Ortadoğu ve dünya halkları adına ezilmişliğe, bilgisizliğe, haksızlığa, geri bırakılmışlığa her türlü baskı ve ezilmeye karşı yürütülen bir mücadele.'
Edip araya giriyor. 'Ben Türkmenlerin haksızlığa uğradığını, aslında halkın elitler tarafından ezildiğini PKK’den öğrendim.'
Goran adında orta boylu esmer tenli Suriyeli gerilla da sohbetimize dahil oluyor. 'Şimdi gerek Suriye, Türkiye gerek tüm Ortadoğu ve Orta Asya bir yeni sistem arayışında. Bu, ekmek su kadar somut bir ihtiyaç haline gelmiş durumda. Burada tarihte köy devriminde olduğu gibi günümüzde de Mezopotamya halkları hem buna hem de dünyanın yeni bir sistem arayışına öncülük edecek güçtedirler.'
Urfalı şişmanca gerilla Rêzan gülümseyerek sohbete katıldı.
'Şimdi kapitalizm ciddi bir krizde ve aynı zamanda bu krizden kurtulabilmek için her zaman ki gibi büyük komplolar, oyunlar peşinde. Şimdiye kadar PKK ve Kürt halkı bu mücadelede önemli bir seviye kazandı. Artık kapitalist sistemin bu sürecinde gelinen düzeyi büyük bir hamleye ve büyük kazanımlara dönüştürme zemini çok fazladır. Yapılacak hamle böyle bir hamledir.'
İSRAİL CEVAP VERDİ
İsrail’in açıklaması yapılan hamleye bir cevap
Uzun boylu zayıf bir kadın gerilla salonun köşesindeki televizyona doğru yöneldi. Haber vakti dedi.
Gerillalarla birlikte haberleri izlemeye başladık. Son dakika haberi olarak bir yazı ekranın altından geçti. 'İsrail Mavi Marmara olayı için Türkiye’den özür diledi'
Televizyonu açan Arjin adlı kadın gerilla heyecanla 'Gördünüz mü? Önderliğimizin yaptığı hamleye karşı nasıl da hemen hamle yapıyorlar' dedi.
Ne alakası var diye bir an düşündüm. Gözlerimden, içimden ne geçtiğini anlamış olsa gerek, Arjin devam etti.
'Öyle ne alakası var diye düşünüyor olabilirsiniz. Ama bu hamle eğer başarılı olursa Ortadoğu ve dünya siyasetinde nasıl etkide bulunacak bunu İsrail çok iyi görüyor' dedi."
NEDİR BU DEMOKRATİK MODERNİTE
Can bir başka PKK bölgesinde konuşmalarını ise şöyle aktardı:
"Öcalan’ın bahsettiği demokratik modernitenin ne olduğunu soruyorum. Anlamak istiyorum. Demokrasi ve demokratiklik şimdi herkesin kullandığı bir kavram. Modernite de öyle.
'Doğru. Demokratik moderniteyi anlamak için aslında tarih algımızı ve kapitalist sistemin anlattıklarını sil baştan tekrardan düşünmemiz gerekir. Tarihin ilk devleti Sümer’den bu yana aslında devletle alakalı olmayan hatta devletten uzak yaşamayı yeğleyen devlet dışı pek çok kesim var. Sümerden bu güne gelen devletçi uygarlıkla birlikte, paralel gelen bir demokratik uygarlık var. Mevcut tarih bilgileri hep devletçi uygarlıkla ilgili. Saklanan gizlenen bir demokratik uygarlık var. Bu yönlü kapitalist devletçi uygarlık kendini tek gibi göstermeye çalışsa da Ortadoğu’da Afrika’da Amerika hatta Avrupa da bile devlet sınırları içinde olsa da devlet anlayışı dışında yaşamayı yeğleyen milyarlarca insan var. Kapitalist uygarlık o kadar güçlü ve büyük değil. Sadece sanal ve ideolojik hegemonyasından kaynaklı insanlar kapitalist uygarlığı çok büyük görüyorlar' diyor Kawa adlı Hakkârili gerilla. Kısa boylu ve kel bir gerilla.
Bu arada çay geliyor. Yanında kuru üzüm getiriyorlar. Çayımızı içerken sohbetimize devam ediyoruz.
Peki, demokratik uygarlığın kapsamına kimler giriyor daha somut söyler misiniz? diye soruyorum.
Şimdi Ailede, aşirette, kabilede, çeşitli mezheplerde ve pek çok toplumsal birimde yine ahlak denen toplumsal kurallarda devletçi uygarlık anlayışı dışında pek çok şey var. Şimdi devletçi bazı özellikler taşıyor olsalar da aslında saydığım öğeler özünde demokratik modernite değerleridir. Şimdi kapitalist modernite ağlarının olduğu her alanda aslında ayrı karşı kutup olarak demokratik modernite yaşıyor diyor Kawa.
Ne geçmişte bir altın çağ hayali ne de geleceğe ilişkin bir ütopya tasarısı
ÜTOPYA DEĞİL
Şoreş adlı orta boylu dolgun gerilla sohbete katılıyor.
'Demokratik modernite ne geçmişte bir altın çağ hayali ne de geleceğe ilişkin bir ütopya tasarısıdır. Günlük hatta anlık ihtiyaç olarak düşünce ve eylemde gerçekleşen yaşam tarzımızın ifadesidir. Ne eski anıların yad edilmesi ne de geleceğin hayalleriyle avunulmasıdır. Farklılıklar içinde birlik olarak varoluş haline demokratik modernite diyoruz biz.'
'Geçmişte özü, ilkeleri olan güzel anlamlı bir yaşam tarzının güncel hali de diyebiliriz demokratik moderniteye' diye ekliyor Kawa.
Kawa devam ediyor: 'Kapitalist modernitenin günümüzde üç temel boyutu var. Bunlardan biri kapitalist üretim, ikincisi endüstriyalizm diğeri ise ulus devlettir. Bunlar kapitalist modernitenin üç temel ayağıdırlar. Demokratik modernite ise üç farklı ayağa sahip. Bunlar ahlaki politik toplum, eko endüstriyel toplum ve demokratik konfederalizmdir. Bunları öyle birbirinden ayrı şeyler değildir. Hepsi birbirini besler ve birbirine bağlılar.
Sohbetimiz devam ederken iki gerilla yan tarafta bir sofra hazırlıyor. Suları ve kaşıkları da getirdikten sonra bizleri davet ediyorlar. Yemekte “kerenk” dedikleri bir ot, bulgur pilavı ve soğan salatası var. Her üçü de çok lezzetli olmuş. Yemek yerken bir arkadaş kalkıp sımak suyu getiriyor. Acılı turşu suyuyla sımak karıştırılarak yapılmış bu içecek iştahımızı açıyor. Bu güzel güneşli gün. Güzel bir manzara ve lezzetli doğal yemekler.
Yemek yerken gerillalar birbiri ardına espriler yapıyorlar. Yemek yedikten sonra sohbetimize devam ediyoruz.
Ahlaki politik toplum demekle neyi kastediyorsunuz? Diye soruyorum.
Sohbetimize Fırat katılıyor.
Politika devlet işi değildir, toplumun işidir
'Ahlaki politik toplumu anlamak için öncelikle politika ve ahlak kavramlarını nasıl tanımladığımızı bilmen lazım. Politika herkesin bildiği gibi bazı elit kesimlerin halk tarafından seçilmesi ve onların yaptıkları iş değildir. Aslında iktidar kavramıyla çok karıştırılır. Devlet işini politika olarak görürler. Ne sadece yönetim işidir. Ne de iktidar işi. Toplumun kendi ihtiyaçlarını belirleyip bunu sağlamak için giriştiği eylemdir. Toplumun kendi kimliğinin farkına varması bunu koruyup geliştirmesinin yoludur politika. Ahlakta toplumun yazılı olmayan kurallarıdır. İyi ve kötüyü belirler. Bir yönüyle ahlak toplumun politik hafızasıdır. Kapitalist modernitede toplumu ahlakın yürütemeyeceğini iddia ederler onun yerine hukuk denen kuralları koyarlar. Şimdi herkesin öyle biliyor olmasına rağmen eğer şimdi toplum halen varsa bu hukukun gücünden değil ahlakın gücündendir.'
Peki, ahlak ve politikası olan bir toplumun başka bir şeye ihtiyacı olmaz mı? diye soruyorum.
Hayır diye kesin bir şekilde cevap veriyor Fırat. 'Eğer ahlak ve politika olmazsa, yok olursa toplum olmaz, kendini sürdüremez ama farklı olgular o kadar hayati değildir toplum için. Mevcut haliyle ulus devlet sisteminde kapitalist modernitede ahlak ve politika çok fazla küçültülmüşlerdir. Bundandır ki toplum şimdi o kadar sorun yaşıyor. Hırsızlık, adam öldürme ve insan vicdanının kaldıramayacağı onca suç bu toplumun ahlaki ve politikliğinin getirildiği düzeyden kaynaklıdır. Politika yerine ulus-devletin devasa bürokratik idaresi konulmuş, toplumların demokratik işlerliği kalmamıştır. Ulus-devlet idareciliği toplumun en ince gözeneklerine kadar sızmıştır. Tüm gerçekleşmelerini, ortak işlerini bürokrasiye terk etmiş bir toplum, hem zihin hem de irade olarak gerçekten ağır bir felçlilik hali geçirir.'
KARŞI DURMAK GEREKİR
Sohbetimiz devam ederken kuş cıvıltıları yoğunlaşıyor. Çok güzel sesler insanı mest ediyor. Siirtli mavi gözlü Rızgar sohbete katılıyor. Sarışın kıvırcık saçları var. Sesi tok.
'Öyle zannedildiği gibi sınıflaşma toplumun doğasında olan bir şey değildir. Aslında sınıf devletle birlikte ortaya çıkmıştır . Bir toplum ne kadar az sınıflaşırsa o kadar ahlaki politiktir. Tarihe bakalım. Bundan yirmi yıl önce Anadolu ve pek çok köyde görülen ve şimdi sayıları az da olsa pek çok köy yaşantısına bir bakalım sınıflaşma yoktur. Olsa da minimumdur. İlişkilerde hiyerarşi yoktur. Şimdi bu yaşamı bize geri yaşam olarak göstermeye çalışsalar da yaşamın özünün temizliği ve özgürlüğe yakınlığı oralarda daha fazladır. Ve oralardaki ahlaki politik düzey daha iyidir. Eskisi gibi işte ilk başta kapitalizmi yaşayalım da proleterlerimiz olsun onlar devrim yapsın demek sınıflaşmayı yani modern kölelerin ortaya çıkmasını kabul etmektir. Bu bilgi çarpıtmasına karşı durmak gerekir.'
Kısa boylu esmer bir gerilla elinde çay tepsisi ve kuru incir dolu bir tabakla oturduğumuz yere geliyor.
Çaylarımızı yudumlarken sohbet devam ediyor.
Tüm bu söylenenler farklı olsa da Rızgar’ın söyledikleri sol literatürde duyduklarımdan da farklı. Nasıl olurda proleterleşmeye karşı çıkılır? Diye soruyorum.
Proleterleşmeden de işsiz kalmadan da yaşanabilir.
'Bakın eski dönem köleleri ile mevcut dünya işçilerinin farkı hemen hemen hiç yoktur. Birisi ücretlidir diğeri ücretsiz. Biri zorla çalıştırılır. Diğeri çalıştırılmak için çok yoğun iş arar. Hatta çalıştırılamayan ve kendini şanssız hisseden milyonlar vardır. Bu toplumsal doğaya terstir. Tarihte ve günümüzde de kooperatif ve komünler örgütlenmesiyle proleterleşme olmadan ve kimse işsiz kalmadan toplum devam edebilmektedir. Bu örnekler var. Bunları görmek, anlatmak şarttır.' Diye Rızgar cevap veriyor. Ve duruyor.
Şoreş suskunluğunu bozuyor.
'Modern demokratik toplum tüm toplumsal işleri üzerinde düşünen, söyleyen ve kendini kararlaştırarak eyleme geçiren toplumdur. Toplumun kendisi farklılaşmaya, çok kültürlülüğe farlılık içinde birlik anlayışıyla yaklaşır. Çünkü toplum devlet gibi değildir. Devletler, iktidarlar farklılaşma ve çok kültürlülüğe karşıdırlar. Eğitim sistemleri buna göredir. Bundandır Kürtçe eğitime halen karşılar.'
Peki eko-endüstriyel toplum nasıl bir şey, diye soruyorum.
'Demokratik modernitede ekonomi ve endüstrinin örgütlenme tarzıdır. Ve kapitalist modernitedekinden çok farklıdır. Yaşanabilir bir dünya yaratacak ekonomi ve endüstri modelidir” diye cevap verdi uzun boylu ela gözlü Hamza adındaki gerilla.
Neden yaşanabilir bir model, şimdiki modelin neresi yaşanmaz, diye araya giriyorum.
Hamza; 'Neresi yaşanır ki? Mevcut ekonomik sistemde milyarlarca insan açlık sınırında, ancak birkaç bin kişi firavunlardan bile daha lüks yaşıyor. Milyonlarca insan işsiz. Gelişen endüstriyle doğa alarm veriyor. Daha pek şey söylenebilir, örnekler verilebilir. Mesela İstanbul’u bilirsiniz. Bundan yirmi yıl kadar önce Haliç’in durumunu hatırlarsınız değil mi? Yıllarca milyonlarca insan o kokuyu çekti. Ve yine milyonlarca insandan alınmış vergilerle onu temizlediler. Kendileri kirlettiler. Halkın parasıyla temizlettiler. Bazı şeyler var ki Haliç gibi de değil. Geri dönüşümü bile yok. Bundandır mevcut sistemle kıyamete doğru gidiliyor' diye yanıtlıyor.
'Peki, bu alternatif nasıl gelişecek?'
'Nasıl olacağını anlamak için ilk başta ekonomi tanımını iyi anlaman gerekir. Kapitalizmin bir ekonomik sistem olmadığını bilmen gerekir.'
'Nasıl yani?' diyorum.
'Ekonomi toplumun zorunlu maddi ihtiyaçlarını gidermedir. Ama mevcut durumda ekonomi denilince çek, senet, bono, tahvil, borsa gelir herkesin aklına değil mi? Bunların toplumun zorunlu maddi ihtiyaçlarını gidermeyle ne alakası var? Bunlar bir anlamda zenginlerin oynadığı kumardır. Ama ceremesini de fakir halk çeker. Söylenen, yaratılan her ekonomik krizde fakirler daha fazla fakirleşir, zenginler daha fazla zengin olur. Aslında masallarda anlatılan kırk harami ve korsanlarla mevcut sistemimizin tekelleri arasında hiçbir fark yoktur. Tek farkları bunların emirlerinde mevcut durumlarını gizleyecek binlerce medya kuruluşu, binlerce üniversitenin ve ulus devletin olmasıdır. Mesela günümüzde yaşanan pek çok savaşın altında ekonomik talan vardır. Ancak gösterilmeye çalışılan demokrasi götürme, uygarlaştırma yalanlarıdır' diye cevap veriyor Hamza.
ALTERNATİFLERİ NE
'Peki alternatifi nasıl olacak?' diye soruyorum.
Vanlı Sozdar adındaki kadın gerilla sessizliğini bozuyor:
'Demokratik modernitede ekonomi kullanım değerlerini esas alır. Şimdi toplumun o kadar temel ihtiyacı varken hiç de insanın zorunlu ihtiyacı olmayan pek çok şey üretiliyor. Demokratik modernitede ekonomi kar hesabı yapılmadan, sınıf ayrımına yol açmadan ve ekolojiye zarar vermeden hangi yöntemlerle daha verimli karşılanabilir bu toplumsal tartışmalarla kararlaştırılır ve yürütülür. Ekonomi, üretim, toplumun işidir; elitlerin değil.'
Peki, endüstri nasıl olacak?
'Endüstri tarih boyunca bu boyutlarda olmasa da hep olmuştur. Demokratik modernitede endüstrinin sınırı ekolojiye zarar vermeme ve temel ihtiyaçların karşılanmasını esas alır. Bu iki sınırı aşamaz. Amacı kar olmamalıdır. Böyle olunca işsizlik sorunu da aşılabilir. En son haberlerde Türkiye nüfusunun yüzde yetmiş yedisinin şehirlerde yaşadığını söylüyor. Bundan yüz yıl önce tam tersi yüzde yetmiş yedisi köyde yaşıyordu. Kapitalizm köy kent dengesini bozarak hem ekonomik hem sosyal hem de ekolojik bir yıkıma neden oldu. Demokratik modernitede endüstri bu temel koşullara dikkat edilerek örgütlenir ve tekellerin oluşmamasına dikkat edilir' diye sözünü tamamlıyor Sozdar.
Peki üretim nasıl planlanacak? diye soruyorum.
'Demokratik modernitede ekonomi topluluk ekonomisidir. Binlerce birim ekonomik birim olarak kendini örgütleyebilir. Kocaeli’yi biliyor musun? İçinden geçilince hatta tüm Marmara bölgesinde ekonomi adı altında yutulan şehirler var. Sosyalist ekonomi ya da merkezi devlet ekonomi planlamaları gibi değil yerelin karar ve eylemiyle üretim örgütlenir. Bölgesel ve hatta ulusal koordinasyonlar gereklidir. Ama inisiyatif yerelindir. Şimdi yerelin hiç yetkisi hakkı var mıdır?' diye soruma soruyla karşılık veriyor.
Demokratik modernitenin 'Demokratik Konfederal Toplum Modeli'nin ne olduğunu öğrenmek istiyorum.
Leyla yanıtlıyor bu sefer: 'Kapitalist modernitede siyasal hatta tüm örgütlenme boyutlarının temelinde ulus devlet vardır. Her şeyi belirleyen odur. Merkezidir. Buna karşılık demokratik modernitede demokratik konfederalist model esastır. Bu model ulus devlet gibi iktidarı hedeflemez. İsminden de anlaşılabileceği gibi demokrasiyi esas alır. Devletler idare eder, demokrasiler yönetir. Devletler iktidara, demokrasiler kolektif rızaya dayanır. Devletlerde atama, demokrasilerde seçim esastır.'
Peki, bu nasıl örgütlenecek?
Leyla devam ediyor: 'Demokratik siyasetle olacak. Demokratik konfederalizm demokratik siyasetle inşa edilecek. Kapitalist modernite merkezi, seçkin siyasetle ve iktidarla örgütlenir ve kendini yapılandırırken toplumun hiçbir yetkisi, yeteneği kalmıyor. Politik toplum yok oluyor. Türkiye örneğine baksanıza! Gerçekten kaç kişi seçimde oy kullanmak dışında politikada etkisi olabiliyor. Bunu son yıllarda Kürtler kazandıkları politik düzeyle biraz aşsalar da Türkiye toplumunun hali vahim. Demokratik konfederalizm toplumun her kesim ve kimliğine kendini ifade etme, siyasi güç olma olanağı sunar. Böylelikle toplum politikleşir.'
Peki, bunun örnekleri var mı?
Leyla gülerek; 'Sanıldığının aksine tarihte bu tarz çok yaygındır. Ta ki ulus devlet tarih sahnesine çıkana kadar. Aşiretler, kabileler, etnisiteler imparatorluklar içinde kendi kimliklerini koruyarak ve bir güç olarak yaşarlar. Tarihe baktığımızda aslında devletçi merkezi sistem istisnadır. Yani okyanusta ada gibi bir şeydir. Hatta çok küçük bir ada' diye yanıtlıyor beni.
Peki, söylediğiniz toplumsal birimlerin ilişkileri nasıl olacak, farklı daha kapsamlı örgütlenmeler içinde de bulunabilirler mi?
Bu sefer Hamza cevap veriyor:
'Her birimin yerelden küresele örgütlenme konfederasyonlaşma şansı vardır. Her birimde doğrudan demokrasi esastır. Ama köyden ta kıta hatta uluslararası örgütlenmeler tarzında kendilerini örgütleyebilirler. Mesela Kürdistan’daki Süryaniler kendi köylerinde, kendi ilçelerinde, Kürdistan’da ve genel tüm dünyada örgütlenmiş bir yapıda kendilerini var edebilirler.'
ORDUSU YOK MU
Peki, bu toplum kendini nasıl korur? Ordusu yok mu bunun? diye merak ediyor ve soruyorum.
'Tabii tümden ordu gibi olan, özünde askeri bir sistem olan ulus devlete karşı kendini koruyabilmek gerekir. Buna biz toplumun öz savunmasını gerçekleştirmesi diyoruz. Öz savunma da öyle sadece askeri bir örgütlenme değildir. Kimliklerini koruma, politikleşmelerini sağlama ve demokratikleşmelerini gerçekleştirme olgusuyla iç içedir. Toplum ancak kendini savunabiliyorsa kimliğini koruduğundan, politikleşmesini sağladığından ve demokratik siyaset yapabildiğinden bahsedebilir. Demokratik konfederalizm aynı zamanda bir öz savunma sistemi olarak boyutlanmak durumundadır. Tekellerin küresel hegemonik çağında ve bütün toplumu ulus-devlet biçiminde askerileştirdiği koşullarda, demokratik modernite ancak tüm toplumu kapsayacak tarzda, tüm zaman ve mekân koşullarında öz savunma ve demokratik siyaset temelinde, konfederal ağlardan oluşan öz sistematiğiyle hegemonyaya karşılık verebilir. Ne kadar hegemonik ağ, şebeke varsa, demokratik modernite de o denli konfederal, öz savunmacı ve demokratik siyaset ağları geliştirmek durumundadır. Tabi toplumun öz savunma birimlerinden biri şimdilik biziz. Gelecekte PKK gerillaları olmasa bile toplum her mahalle, her köy kendi savunmasını hem içe hem de dışa karşı yapacak şekilde örgütlenmelidir. Bir gül nasıl kendini korumak için dikene sahipse toplum da öyle mekanizmalara sahip olmalıdır. Şimdi dünyada ve Türkiye’de olduğu gibi öyle özerk, dokunulmaz değil, toplumsal birimin köy meclisinin, mahalle meclisi ya da il meclisinin denetimi altında faaliyet yürütür. Bu yönlü ulus devlet nasıl ekonomik sahada tekelse askeri anlamda da tekelliğini korumak için çok uğraşır. Buna karşı toplum konfederal tarzda örgütlenerek kendi öz savunmasını yapar' diyor ve duraksıyor.ANF