21 Mart’taki Diyarbakır Nevroz’unda fiilen başlatılan “barış süreci”
sadece bir “ateşkes”i ilan etmiyor; daha önemlisi bir “ittifak”tan da
söz ediliyor. “Barış” ve “ateşkes” geçmişte yaşananları son buldurmaya
yönelik adımlardır; “ittifak” ise geleceğe yönelik bir adımı ifade
ediyor. Yeni dönemin “barış dönemi” mi yoksa başka bir şey mi olacağı
sorusunun yanıtı işte bu “ittifak” sözcüğünde gizlidir.
“Barış” güzel bir sözcüktür; halklar bunun mutluluğunu doyasıya yaşasınlar; yaşıyorlar. Artık ne askere giden anasının kuzusu Mehmet ölsün ne de dağa çıkmaktan başka çare bulamamış Memo. Ama politika acımasızdır. “Barış”tan söz edildiği yerde aynı zamanda “ittifak”tan da söz ediliyorsa, orada durup düşünmek gerekir.
Türkler ve Kürtler barış yapsınlar; güzel, kimsenin itirazı olmaz. Demek ki artık birbirleriyle savaşmayacaklar. Ama neden “ittifak” yapıyorlar? İttifak birilerine karşı yapılır. “İttifak” bir barış kavramı değil, savaş kavramıdır. Türkler ve Kürtler niçin ve kime karşı ittifak yapıyorlar? Niçin ve kiminle savaşacaklar?
Kurtuluş Savaşı sırasında Türkler ve Kürtler barış yapmadılar (çünkü savaşmıyorlardı), ittifak yaptılar. İşgalci emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı ortak bir vatan kurmak adına savaşmak için ittifak yaptılar. Bu, anti-emperyalist bir ittifaktı. Hedef Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmekti ve Misak-ı Milli Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı toprakları kapsıyordu. Önemli bir başarı kazanıldı. Ama tam bir başarı gerçekleşemedi. Misak-ı Milli’nin öngördüğü bazı topraklar, yoğun olarak Kürtlerin yaşadığı Musul eyaleti, kurtarılamadı.
Bugün yine Türk-Kürt ittifakından ve Misak-ı Milli’nin nihayet gerçekleşeceğinden söz ediliyor. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının rüyası bugün gerçekleşecek! Kuzey Irak ve Kuzey Suriye (eski Musul eyaleti) elde edilecek! Böylece gerçekten bir Türk-Kürt ortak vatanı yaratılacak ve bu durum yeni anayasaya da yansıtılacak! Atatürk’ün yapamadığını Erdoğan-Öcalan ikilisi yapacak! Sevinmeli miyiz? 90 yıl önce yarım kalan işimiz artık tamamlanıyor mu?
Küçük (!) bir sorun var: Emperyalizm meselesi. 90 yıl önceki Misak-ı Milli anti-emperyalist bir projeydi, güç yettiğince hayata geçirildi; bugün öngörülen “Misak-ı Milli” ise emperyalist bir proje! Bugünkü Türk-Kürt ittifakı emperyalist merkezlerde tezgâhlanıyor ve uygulanmaya çalışılıyor.
Bu ittifak Türk ve Kürt emekçilerinin, yoksullarının ittifakı değil. Egemenlerin mazlumlara karşı ittifakı. Kurtuluş Savaşı’nda ve Lozan’da Musul eyaleti emperyalist işgalcilerin elinden kurtarılmaya çalışılmıştı. Günümüzde ise “Musul eyaleti” emperyalistler tarafından kendilerine direnen mazlum ülkelerden gasp edilmeye çalışılıyor. Mehmet ile Memo ise bu gaspın paralı askeri yapılmak isteniyor.
Açıkça ifade edildiği gibi bu bir savaş ittifakıdır, barış değil. Türkler ve Kürtler, ABD’nin taşeronu ve İsrail’in müttefiki olarak Arap ve Fars kardeşlerine karşı savaşa sürülme aşağılanmasını kabul edecekler mi? Türkiye’nin Türk ve Kürt kökenli devrimcileri bu gerici ittifaka izin verecekler mi? Günümüzün sorusu budur.
***
Öcalan Nevroz’da şöyle bir çağrı yaptı:
“Kapitalist moderniteye dayalı son yüzyılın baskı, imha ve asimilasyon politikaları; halkı bağlamayan dar bir seçkinci iktidar elitinin, tüm tarihi ve de kardeşlik hukukunu inkar eden çabalarını ifade etmektedir. Günümüzde artık tarihe ve kardeşlik hukukuna ters düştüğü iyice açığa çıkan bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin, Ortadoğu’nun temel iki stratejik gücü olarak kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik modernitemizi inşa etmeye çağırıyorum.
“Tüm ezilen halkları, sınıf ve kültür temsilcilerini; en eski sömürge ve ezilen sınıf olan kadınları, ezilen mezhepleri, tarikatları ve diğer kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfının temsilcilerini ve sistemden dıştalanan herkesi çıkışın yeni seçeneği olan demokratik modernite sisteminde yer tutmaya, zihniyet ve formunu kazanmaya çağırıyorum.”
Bu çağrının şifrelerini çözmeye, parlak lafların arasındaki gerçek niyetleri ayıklamaya çalışalım. Çok zorlanacağımız söylenemez.
“Kapitalist modernite” ile Cumhuriyet’in kastedildiği anlaşılıyor. Bir “zulüm cenderesi” olan cumhuriyet rejiminden çıkılacak ve yerine “demokratik modernite” inşa edilecektir. Peki, bu “demokratik modernite” nasıl bir toplum projesidir, nasıl bir rejimdir? Bu soruya doğru bir yanıt vermek, özellikle Kürt hareketini destekleyen ve ittifak eden sosyalist kesimler ile Kürt hareketi içindeki devrimciler ve sosyalistler için can alıcı önemdedir.
Birincisi, bu proje AKP iktidarı ile ortaklaşa hayata geçiriliyor. AKP ile Kürt halkı adına devrimci bir pazarlık yapılmıyor; stratejik bir ortaklık geliştiriliyor. Cumhuriyet’in sınırlılıklarının aşılması hedeflenmiyor, Cumhuriyet’in kazanımlarının yok edilmesi amaçlanıyor. AKP iktidarı ile ezilen halkların, kadınların ve işçi sınıfının lehine bir ortaklık yapılması söz konusu olamayacağına göre, geriye Öcalan’ın saydığı kesimlerden bir tek “tarikatlar” kalıyor. “Demokratik modernite” tarikatlara demokrasi getirecektir. Tarikat demokrasisi! Tarikat modernitesi! Önce Öcalan’ın, daha sonra Kürt hareketinin çeşitli temsilcilerinin Fethullah Gülen’le artan muhabbetleri, Said-i Nursi övgüleri zaten durumu açıkça gözler önüne seriyor. “Demokratik modernite” AKP, Fethullah Hoca ve Said-i Nursi ile kurulacaktır.
İkincisi, bu süreci hangi güçler destekliyor? Bizzat kendi açıklamalarıyla ABD, AB ve İsrail. Dünya emperyalizminin tepesindeki odaklar “demokratik modernite”nin arkasındadır. Nevroz çağrısı ile eş zamanlı olarak İsrail yetkililerinin Türkiye’den “özür” dilemesi ve aynı anda İsrail ordusunun Suriye’yi vurması tesadüf müdür?
Kürt hareketinin, Yeni Osmanlıcı liberal-muhafazakâr akımın bir parçası ve yeni gerici rejimin kurucu gücü; dahası, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin de vurucu gücü yapılması tehlikesi gündemde. Tarikat demokrasisinin kurucusu, emperyalist modernitenin de vurucusu!
Kürt hareketinin içinde veya yanında, kendisini devrimci ve sosyalist olarak niteleyen kesimler umarız bu olguları göz önüne alacaklar ve bu tehlikeyi bertaraf etmeye çalışacaklardır. Kartların yeniden karıldığı, safların yeniden belirlendiği, gri bölgelerin pek kalmadığı, kalın çizgilerin önem kazandığı bir dönemden geçiyoruz. Özellikle Kürt hareketi çevresinden emperyalist projelere net olarak tavır alan anti-emperyalist bir odağın yeşermesi, sadece Kürt halkı için değil bütün Türkiye için hayatidir.
***
12 Eylül faşist cuntası “anarşiye son” ve “can güvenliği” sloganlarıyla gelmişti. Halk kitlelerini can evlerinden vurmuşlar ve böyle ikna etmişlerdi. Hakim sınıflar bu psikolojik savaş yöntemlerini iyi bilirler. Bugün de Türk ve Kürt gençleri, emekçileri, “barış” ve “kardeşlik” sloganlarıyla emperyalist projelerinin vurucu gücü yapılmaya çalışılıyor.
Bu kandırmaca ustalıklı politikalarla kırılmalıdır. Kürt halkının varlığını, haklarını, eşitliğini inkâr eden kaba ulusalcı yaklaşımların sahipleri, en az Kürt hareketinin peşine koşulsuz takılanlar kadar olumsuz bir rol oynuyorlar. Bilinçli veya bilinçsizce, bu gerici ve emperyalist “demokratik modernite”nin bahanesi oluyorlar. Kürt halk kitlelerini emperyalist projelerin ağına bir de onlar itiyorlar; niyetleri ne olursa olsun bölücü bir rol oynuyorlar. “Sinop’a, Samsun’a siz değil, ancak biz çıkarız” diyenler, “Diyarbakır’a, Hakkâri’ye, Dersim’e çıkamamayı da baştan kabul etmiş oluyorlar. Milliyetçilik, hangi taraftan gelirse gelsin, sadece bölücü bir rol oynamaktadır. Gerek Türk milliyetçiliğinin gerekse Kürt milliyetçiliğinin gerici bir rol oynadığı, birbirinin bahanesi olduğu, dahası -niyet farklı da olsa- emperyalist projelerin uygulayıcılarının işine geldiği bir dönemdeyiz aynı zamanda.
Biz Türkler ve Kürtler, bu coğrafyanın emperyalist saldırının muhatabı olan iki kadim ulusuyuz. Fabrikada, tezgâh başında birleşmişiz. Türk-Kürt birliği ve kardeşliğini ancak bu emek düzleminde sağlayabiliriz.
Gerici ve emperyalist “demokratik modernite”ye karşı “emekçi demokrasisi” ve “sosyalist modernite”. Halkların birliği ancak böyle sağlanabilir. Sadece Türk ve Kürt halklarının birliği değil; Türk, Kürt, Arap ve Fars halklarının emperyalist projelere karşı birliği, demokrasinin de modernitenin de olmazsa olmaz çıkış noktasıdır.
Emperyalistleri kovalım, sonra kardeşçe ve eşitlik temelinde konuşalım.
(Ender Helvacıoğlu, Bilim ve Gelecek dergisi, Sayı: 110, Nisan 2013)
“Barış” güzel bir sözcüktür; halklar bunun mutluluğunu doyasıya yaşasınlar; yaşıyorlar. Artık ne askere giden anasının kuzusu Mehmet ölsün ne de dağa çıkmaktan başka çare bulamamış Memo. Ama politika acımasızdır. “Barış”tan söz edildiği yerde aynı zamanda “ittifak”tan da söz ediliyorsa, orada durup düşünmek gerekir.
Türkler ve Kürtler barış yapsınlar; güzel, kimsenin itirazı olmaz. Demek ki artık birbirleriyle savaşmayacaklar. Ama neden “ittifak” yapıyorlar? İttifak birilerine karşı yapılır. “İttifak” bir barış kavramı değil, savaş kavramıdır. Türkler ve Kürtler niçin ve kime karşı ittifak yapıyorlar? Niçin ve kiminle savaşacaklar?
Kurtuluş Savaşı sırasında Türkler ve Kürtler barış yapmadılar (çünkü savaşmıyorlardı), ittifak yaptılar. İşgalci emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı ortak bir vatan kurmak adına savaşmak için ittifak yaptılar. Bu, anti-emperyalist bir ittifaktı. Hedef Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmekti ve Misak-ı Milli Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı toprakları kapsıyordu. Önemli bir başarı kazanıldı. Ama tam bir başarı gerçekleşemedi. Misak-ı Milli’nin öngördüğü bazı topraklar, yoğun olarak Kürtlerin yaşadığı Musul eyaleti, kurtarılamadı.
Bugün yine Türk-Kürt ittifakından ve Misak-ı Milli’nin nihayet gerçekleşeceğinden söz ediliyor. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının rüyası bugün gerçekleşecek! Kuzey Irak ve Kuzey Suriye (eski Musul eyaleti) elde edilecek! Böylece gerçekten bir Türk-Kürt ortak vatanı yaratılacak ve bu durum yeni anayasaya da yansıtılacak! Atatürk’ün yapamadığını Erdoğan-Öcalan ikilisi yapacak! Sevinmeli miyiz? 90 yıl önce yarım kalan işimiz artık tamamlanıyor mu?
Küçük (!) bir sorun var: Emperyalizm meselesi. 90 yıl önceki Misak-ı Milli anti-emperyalist bir projeydi, güç yettiğince hayata geçirildi; bugün öngörülen “Misak-ı Milli” ise emperyalist bir proje! Bugünkü Türk-Kürt ittifakı emperyalist merkezlerde tezgâhlanıyor ve uygulanmaya çalışılıyor.
Bu ittifak Türk ve Kürt emekçilerinin, yoksullarının ittifakı değil. Egemenlerin mazlumlara karşı ittifakı. Kurtuluş Savaşı’nda ve Lozan’da Musul eyaleti emperyalist işgalcilerin elinden kurtarılmaya çalışılmıştı. Günümüzde ise “Musul eyaleti” emperyalistler tarafından kendilerine direnen mazlum ülkelerden gasp edilmeye çalışılıyor. Mehmet ile Memo ise bu gaspın paralı askeri yapılmak isteniyor.
Açıkça ifade edildiği gibi bu bir savaş ittifakıdır, barış değil. Türkler ve Kürtler, ABD’nin taşeronu ve İsrail’in müttefiki olarak Arap ve Fars kardeşlerine karşı savaşa sürülme aşağılanmasını kabul edecekler mi? Türkiye’nin Türk ve Kürt kökenli devrimcileri bu gerici ittifaka izin verecekler mi? Günümüzün sorusu budur.
***
Öcalan Nevroz’da şöyle bir çağrı yaptı:
“Kapitalist moderniteye dayalı son yüzyılın baskı, imha ve asimilasyon politikaları; halkı bağlamayan dar bir seçkinci iktidar elitinin, tüm tarihi ve de kardeşlik hukukunu inkar eden çabalarını ifade etmektedir. Günümüzde artık tarihe ve kardeşlik hukukuna ters düştüğü iyice açığa çıkan bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin, Ortadoğu’nun temel iki stratejik gücü olarak kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik modernitemizi inşa etmeye çağırıyorum.
“Tüm ezilen halkları, sınıf ve kültür temsilcilerini; en eski sömürge ve ezilen sınıf olan kadınları, ezilen mezhepleri, tarikatları ve diğer kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfının temsilcilerini ve sistemden dıştalanan herkesi çıkışın yeni seçeneği olan demokratik modernite sisteminde yer tutmaya, zihniyet ve formunu kazanmaya çağırıyorum.”
Bu çağrının şifrelerini çözmeye, parlak lafların arasındaki gerçek niyetleri ayıklamaya çalışalım. Çok zorlanacağımız söylenemez.
“Kapitalist modernite” ile Cumhuriyet’in kastedildiği anlaşılıyor. Bir “zulüm cenderesi” olan cumhuriyet rejiminden çıkılacak ve yerine “demokratik modernite” inşa edilecektir. Peki, bu “demokratik modernite” nasıl bir toplum projesidir, nasıl bir rejimdir? Bu soruya doğru bir yanıt vermek, özellikle Kürt hareketini destekleyen ve ittifak eden sosyalist kesimler ile Kürt hareketi içindeki devrimciler ve sosyalistler için can alıcı önemdedir.
Birincisi, bu proje AKP iktidarı ile ortaklaşa hayata geçiriliyor. AKP ile Kürt halkı adına devrimci bir pazarlık yapılmıyor; stratejik bir ortaklık geliştiriliyor. Cumhuriyet’in sınırlılıklarının aşılması hedeflenmiyor, Cumhuriyet’in kazanımlarının yok edilmesi amaçlanıyor. AKP iktidarı ile ezilen halkların, kadınların ve işçi sınıfının lehine bir ortaklık yapılması söz konusu olamayacağına göre, geriye Öcalan’ın saydığı kesimlerden bir tek “tarikatlar” kalıyor. “Demokratik modernite” tarikatlara demokrasi getirecektir. Tarikat demokrasisi! Tarikat modernitesi! Önce Öcalan’ın, daha sonra Kürt hareketinin çeşitli temsilcilerinin Fethullah Gülen’le artan muhabbetleri, Said-i Nursi övgüleri zaten durumu açıkça gözler önüne seriyor. “Demokratik modernite” AKP, Fethullah Hoca ve Said-i Nursi ile kurulacaktır.
İkincisi, bu süreci hangi güçler destekliyor? Bizzat kendi açıklamalarıyla ABD, AB ve İsrail. Dünya emperyalizminin tepesindeki odaklar “demokratik modernite”nin arkasındadır. Nevroz çağrısı ile eş zamanlı olarak İsrail yetkililerinin Türkiye’den “özür” dilemesi ve aynı anda İsrail ordusunun Suriye’yi vurması tesadüf müdür?
Kürt hareketinin, Yeni Osmanlıcı liberal-muhafazakâr akımın bir parçası ve yeni gerici rejimin kurucu gücü; dahası, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin de vurucu gücü yapılması tehlikesi gündemde. Tarikat demokrasisinin kurucusu, emperyalist modernitenin de vurucusu!
Kürt hareketinin içinde veya yanında, kendisini devrimci ve sosyalist olarak niteleyen kesimler umarız bu olguları göz önüne alacaklar ve bu tehlikeyi bertaraf etmeye çalışacaklardır. Kartların yeniden karıldığı, safların yeniden belirlendiği, gri bölgelerin pek kalmadığı, kalın çizgilerin önem kazandığı bir dönemden geçiyoruz. Özellikle Kürt hareketi çevresinden emperyalist projelere net olarak tavır alan anti-emperyalist bir odağın yeşermesi, sadece Kürt halkı için değil bütün Türkiye için hayatidir.
***
12 Eylül faşist cuntası “anarşiye son” ve “can güvenliği” sloganlarıyla gelmişti. Halk kitlelerini can evlerinden vurmuşlar ve böyle ikna etmişlerdi. Hakim sınıflar bu psikolojik savaş yöntemlerini iyi bilirler. Bugün de Türk ve Kürt gençleri, emekçileri, “barış” ve “kardeşlik” sloganlarıyla emperyalist projelerinin vurucu gücü yapılmaya çalışılıyor.
Bu kandırmaca ustalıklı politikalarla kırılmalıdır. Kürt halkının varlığını, haklarını, eşitliğini inkâr eden kaba ulusalcı yaklaşımların sahipleri, en az Kürt hareketinin peşine koşulsuz takılanlar kadar olumsuz bir rol oynuyorlar. Bilinçli veya bilinçsizce, bu gerici ve emperyalist “demokratik modernite”nin bahanesi oluyorlar. Kürt halk kitlelerini emperyalist projelerin ağına bir de onlar itiyorlar; niyetleri ne olursa olsun bölücü bir rol oynuyorlar. “Sinop’a, Samsun’a siz değil, ancak biz çıkarız” diyenler, “Diyarbakır’a, Hakkâri’ye, Dersim’e çıkamamayı da baştan kabul etmiş oluyorlar. Milliyetçilik, hangi taraftan gelirse gelsin, sadece bölücü bir rol oynamaktadır. Gerek Türk milliyetçiliğinin gerekse Kürt milliyetçiliğinin gerici bir rol oynadığı, birbirinin bahanesi olduğu, dahası -niyet farklı da olsa- emperyalist projelerin uygulayıcılarının işine geldiği bir dönemdeyiz aynı zamanda.
Biz Türkler ve Kürtler, bu coğrafyanın emperyalist saldırının muhatabı olan iki kadim ulusuyuz. Fabrikada, tezgâh başında birleşmişiz. Türk-Kürt birliği ve kardeşliğini ancak bu emek düzleminde sağlayabiliriz.
Gerici ve emperyalist “demokratik modernite”ye karşı “emekçi demokrasisi” ve “sosyalist modernite”. Halkların birliği ancak böyle sağlanabilir. Sadece Türk ve Kürt halklarının birliği değil; Türk, Kürt, Arap ve Fars halklarının emperyalist projelere karşı birliği, demokrasinin de modernitenin de olmazsa olmaz çıkış noktasıdır.
Emperyalistleri kovalım, sonra kardeşçe ve eşitlik temelinde konuşalım.
(Ender Helvacıoğlu, Bilim ve Gelecek dergisi, Sayı: 110, Nisan 2013)