Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

GAZETE DEMOKRAT / İKTİDAR DOSYASI

HIDE_BLOG

"Yılmaz Erdoğan bizleri aptal yerine koymaktan vazgeçsin"

YILMAZ ERDOĞAN 'OLAYLARA KARIŞMASIN ' Can Soyer-SOL.ORG Geçtiğimiz hafta Emek Sineması eyleminde polisin sert müdahalesi k...

YILMAZ ERDOĞAN 'OLAYLARA KARIŞMASIN'

Can Soyer-SOL.ORG
Geçtiğimiz hafta Emek Sineması eyleminde polisin sert müdahalesi kamuoyunda geniş bir tepki yarattı. Öyle ki, kimi dönemler çeşitli çıkışlarda bulunmuş olsa da, uzun zamandır “olaylara karışmayan” Yılmaz Erdoğan
dahi, bir açıklama yaparak Emek Sineması eylemine yönelik saldırıyı kınadığını belirtti. Erdoğan, twitter’dan paylaştığı iletisinde “Barış için sanatçılardan gönüllü çaba istenen bu süreçte, sinemasına sahip çıkan bir sanatçı topluluğuna, arkadaşlarıma yapılan muameleyi kınıyor, protesto ediyorum” dedi.
İyi, güzel dedi de, bunları kime dedi Erdoğan? Kınamasının, protestosunun hedefi kimlerdi? Kuşkusuz, öncelikle, o anda orada bulunup kitleye müdahaleyi gerçekleştiren çevik kuvvet polisleri olabilir hedef. Ama o polislerin amirlerinden emir ve onay almadan pek fazla hareket edemeyeceğini biliyordur Erdoğan. O halde, belki de o amirler ve emniyet müdürleri, hatta vali ve bakanlıktır kınanan. Ancak amirlerin, müdürlerin ya da valilerin de kendi üstlerine tabi olduğunu; dolayısıyla Emek Sineması’nın satışının da, bu satışa karşı çıkanların sopalanmasının da, çevik kuvvet memurundan başbakana kadar uzanan bir bürokratik silsile içinde kararlaştırıldığını bilir Erdoğan. Peki, kimi protesto etmektedir o zaman “akil” Erdoğan?
Esasında Yılmaz Erdoğan kimseyi protesto falan etmemektedir. Açıklamasının “anonim”liği, kimseyi işaret etmeyen, ediyor gibi görünen “utangaç protestosu”, kendisine yakıştırılan rolün bir gereğidir. Yani Erdoğan, dostlar alışverişte görsün diyerek söz konusu açıklamayı yapmış, böylece duyarlı, solcu, ezilenden yana, haklının yanında profilini bir kez daha sergilemiştir. Ve daha önemlisi, Yılmaz Erdoğan’ın buna mecbur olmasıdır. Zira “akil” insan olmanın bazı sorumlulukları vardır.
Evet, sözü yine “akil insanlar” konusuna getireceğiz. Çünkü büyük tantanayla ortaya atılmasına rağmen, en çok bir dalga konusu olabilmiştir “akiller”. Listedeki isimlerin teklifi kabul etmeden önce böylesi bir makaranın kurbanı olacaklarını tahmin etmedikleri ise kesin. Muhtemeldir ki, davul zurna ile ilan edilen listenin ardından, Türkiye toplumunun geniş kesimlerinin mutluluk göz yaşları dökeceklerini, “çok şükür” diyerek derin bir nefes alacaklarını ve “akiller”in rahatı için seferber olacaklarını düşünmüşlerdir. Olmadı; Türkiye, daha ilanın üzerinden birkaç saat geçmeden önüne sunulan listeyle alay etmeye başlamıştı bile.
Kamuoyuna “akil insanlar” diye pazarlanan ve barış sürecinde görev üstleneceği söylenen isimler, hem bileşimi, hem yan yana gelişleri, hem de Başbakan’ın huzuruna çıkıp “sefer görev emri”ni alışlarıyla, sadece altına girdikleri işin nafileliğini göstermiş olmadılar. Aynı zamanda, bu görevin gerçek içeriğini, soyundukları rolün gerçek niyetini, üstlendikleri sorumluluğun gerçek hedefini de belli etmiş oldular. Belki de Türkiye tarihinin en büyük propaganda ekibi olarak, kendilerini daha ilk adımda açığa çıkarmış, tüm operasyonun geleceğini tehlikeye atmış oldular.
Laf olsun diye “propaganda ekibi” demiyoruz. “Akiller” topluluğunun gerçek işlevi, açık ve tartışmasız biçimde AKP’nin ve Başbakan’ın yıldızının parlatılmasından ibarettir. Listedeki isimler bunun farkında olsun ya da olmasın, yapacakları ve yapmalarına izin verilecek tek şey, önümüzdeki sıkıntılı süreçte AKP’nin geniş ölçekli “PR” çalışmasını yönetmek, kamuoyunda biriken tepkileri ve kuşkuları sakinleştirip dindirmek, sonuçta kendilerine verilen görev sona erdiğinde köşelerine geri çekilmek olacaktır.
Tabi propagandanın tümü bundan ibaret değil. Aynı zamanda, Başbakan da kendi propagandasını bu zemin üzerine kurmaktadır. Başka bir ifadeyle, “akil insanları ben kendi ellerimle seçtim” diyerek, Başbakan, esasında kimin akil olup olmadığına karar verme yetkisinin kendisinde olduğunu, dolayısıyla “akiller arasındaki en akil” olanın da bizzat kendisi olduğunu ifade etmektedir.
Elbette bir insanın çıkıp kendisini “en akil” iddia etmesi mümkündür; bazı insanlar da Napolyon olduklarını iddia edebiliyorlar mesela. Ama o “en akil” şahıs, her birine talimatlarını vermek için tüm “küçük akiller”i huzuruna çağırdığında, çağrıya uyup koştura koştura gidenler, gerçekten de Başbakan’ın “en akil” olduğunu kabul etmiş olmuyorlar mı?
Kısacası, Yılmaz Erdoğan da dahil olmak üzere, “akiller” listesine kaydolan toplam, öyle ya da böyle, bilerek ya da bilmeyerek, utanarak ya da utanmayarak, Başbakan’ın “akil”liğini kamuoyuna propaganda etmiş, “en akil”in sözüne kulak vermesi için halka çağrıda bulunmuş sayılırlar. Yıllarca biriktirdikleri saygınlığı, halktan gördükleri teveccühü, edindikleri inandırıcılığı, bir sermaye gibi işletmiş ve Başbakan’ın yatırımına aktarmışlardır. Tabi bu “kaynak transferi”ni sürdürmek için, birikimin sürekli beslenmesi, devamlı büyütülmesi gerekmektedir.
İşte tam da bu nedenle, ara sıra ortalığa çıkmak, bir iki söz edivermek, gönülleri okşamak falan zorunludur.
Tam da bu nedenle, Yılmaz Erdoğan, Emek Sineması eylemine yönelik saldırının ardından, aynı sofrada yemek yediği Başbakan’a açıkça ve doğrudan hitap etmek; bu saldırıya izin verdiği, yıkımı teşvik ettiği için kınamak ya da tarihsel ve sanatsal değerlerin sermayeye peşkeş çekilmesini istediği için Başbakan’ın “akil”liğini sorgulamak yerine, belirsiz, isimsiz, hedefsiz bir protestoyu tercih etmektedir.
Bir “hiçlik”i protesto ederek, bir yandan sermayesini büyütmekte, öte yandan sermayesini yatıracağı müşteriyi rahatsız etmemektedir.
Anonim bir tepkiyle yetinerek, hem saygınlığını, inandırıcılığını, itibarını sürdürmekte, hem de “akil” olmanın nimetlerinden yararlanmaktadır.
Bu nedenle, yarın polisin öğrencileri yerlerde sürüklediği bir müdahaleden sonra, Oral Çalışlar’ın bir yerleri protesto etmesi çok muhtemeldir. Mesela kadına yönelik bir şiddet vakasından sonra, Lale Mansur’un zehir zemberek açıklamalar yapması neredeyse kesindir. Ya da Baskın Oran’ın Ermeni yurttaşlar hakkındaki ırkçı bir hakarete en üst perdeden itiraz etmesi son derece olağandır. Böyle yapacaklar ki, öğrenciler, işçiler, kadınlar, Aleviler, Ermeniler, Kürtler; yani kısacası Türkiye’nin emekçi halkları kendilerine saygı ve sevgi beslesin, kendilerini dost ve yardımcı bellesin.
Kimse AKP’nin tüm propaganda çalışmasını Hasan Karakaya ve benzerlerine teslim edeceğini sanmıyordu herhalde?
Tabi bu operasyon her zaman tıkır tıkır ve pürüzsüz işlemez. Bazen öyle anlar olur ki, sizin halktan sevgi, saygı, destek devşirmek için attığınız adım, üstlendiğiniz görevi çırılçıplak açığa vurur. İşte o anlarda, halk, kendisinin aptal yerine konmasına ağır bir cevap verir.
O yüzden, Yılmaz Erdoğan, iyisi mi bizleri aptal yerine koymaktan vazgeçsin. Ya çıkıp gerçekten bir şeyleri protesto etsin ya da “olaylara karışmamaya” devam etsin.

Hiç yorum yok