Yer İstanbul Şişli Meydanı. Bir adam protez ayağını eline almış yere vura vura kameralara bakıyor. Öfkeli, o öfke cümlelere dökülüyor; “...
Yer İstanbul Şişli Meydanı. Bir adam protez ayağını eline almış yere
vura vura kameralara bakıyor. Öfkeli, o öfke cümlelere dökülüyor; “benim paramla polislik yapıyorsunuz, gaz alıyorsunuz, bana şiddet uyguluyorsunuz, yeter bu zulüm, yeter” diyor.
Onunki bir çığlık.
“Yeter bu zulüm” diyen adam Taksim Gezi Parkı’n da 28 Mayıs tarihinden bu yana ağaçların kesilmemesi için nöbet tutan insanların çığlığına tercüman oluyor.
Taksim’de polis şiddetine direnen kadın ve erkeklerin sesine sesini katıyor.
Orada gezi parkında, ağaçların dibinde nöbet tutmaya başladılar. 28 Mayıs sabahı polisin gezi parkında nöbet tutan gençlere saldırdığını haber alan BDP Millet Vekili Sırrı Süreyya Önder olaya müdahale ederek iş makinelerini ve polis saldırısını durdurdu. Üç gün üst üste polis her sabah aynı şekilde saldırdı ve her seferinde Önder bunları önledi.
İlk iki gün göstericilerin sayısı azdı. Polis isterse pasif barışçıl gösteri yapan eylemcilerin tümünü gözaltına alabilirdi. Veya sert bir müdahale ile dağıtabilirdi.
Polis bu iki yolu da seçmedi. Türkiye polisinin müdahalelerinden biliyoruz ki gaz bombası atılmasına rağmen eylemciler dağılmıyorsa onları gözaltına almaya başlar. Ancak polis Gezi Parkı’nda böyle bir yola başvurmadı.
30 Mayıs sabah saat 05:00 sıralarında kimi sivil polis ve zabıta ekiplerinin saldırısında bir gösterici yaralandı birisi de gözaltına alındı. Gezi parkında ağaçlar için nöbet tutan göstericilere ait çadırlar sivil kişilerce yakıldı.
Her geçen gün ve saat Gezi Parkı Platformu’nun başlattığı “Geziye Sahip Çıkma” eylemine katılımlar arttı. Bu konudaki duyarlılık katlandı. 30 Mayıs akşamı kırk binden fazla kadın ve erkek gezi parkında toplandı, adeta bir miting havası vardı. Her kesimden kadın ve erkekler destek verdiler.
28 Mayıs günü kendiliğinden başlayan ve sayıları 20 civarında olan eylemciler 30 Mayıs akşamı on binlere sesini ulaştırmıştı. Sanatçılar müzikleriyle eyleme destek oldular. Sendikalar ve odalar eyleme destek verdiler. Binden fazla eylemci onlarca çadırda sabaha kadar nöbet tuttu. Nöbet tutanlar arasında milletvekilleri, sendikalar, meslek odaları ve çevreciler de vardı. 31 Mayıs sabahı polis sert bir müdahalede bulundu. Polisin Toma araçlarıyla, gaz bombalarıyla ve coplarla yaptığı saldırıda birçok gösterici yaralandı. 10 yakın kişi gözaltına alındı. Göstericiler Gezi Parkı’ndan çıkartıldı. Gösteriler taksime meydanına, Şişli Caddesi ve Divan Oteli civarına yayıldı.
Her kesimden erkekler ve kadınlar toplanmaya devam etti. Sloganlarla, yürüyüşlerle polis saldırısını protesto ettiler ve tepkilerini gösterdiler. Öğlen saat 13:00’a kadar Gezi Parkı ve Taksim etrafında toplanmaya devam ettiler. Öğlen saat 13:00’da aralarında Sırrı Süreyya Önder’in de olduğu iki bin kişi Taksim Meydanı’nda basın açıklaması yapmak üzere toplandı. Basın açıklaması yapılırken barışçıl oturma eylemi yapan insanlara polis gaz bombaları, ve gazlı su ile saldırdı.
Polisin saldırısına rağmen göstericiler eylemleri sürdürdüler. Gece saatlerinde eylemler Kadıköy’e, Şişli’ye, Beylikdüzü’ne ve İstanbul’un her yanına sıçradı. İnsanlar evlerinden tencereleriyle kaşıklarıyla Gezi Parkı direnişçilerine destek verdiler.
İstanbul’un neredeyse bütün semtlerinde, “Tayyip istifa” sloganları yükseldi. Ankara’da, İzmir’de, Antalya’da toplanan kitle aynı sloganlar ve taleplerle sokağa çıktı.
Ankara’da, İzmir’de, Antalya’da benzer fotoğrafları gördük. Polisin zorba ve hukuk dışı müdahale ve uygulamaları neticesinde 2 binden fazla kişi yaralandı, yüzlerce kişi gözaltına alındı. 2 kişi kayıp ve nerede oldukları bilinmiyor. 1 kişi hayatını kaybetti.
Polisin neden ilk gün eylemcilerin sayısı azken alacağı tavrı kitlenin sayısı binleri bulunca aldığı doğrusu sorgulama konusudur. İstanbul Valiliği ve emniyeti üzerinden birileri olayları besledi mi sorusu iyi irdelenmelidir.
AKP hükümeti iktidarının 11’inci yılında kibirli bir havaya büründü. Neredeyse başbakanın burnundan kimse kıl aldıramaz hale gelmişti.
Yaşananların özü şudur: AKP iktidarı Türkiye’yi dönüştürme projelerini kibirli ve ukala bir eda ile devreye koydu.
Tarlabaşı ile başlayan, Taksim sokaklarının boşaltılması ile devam eden ve her yerin alışveriş merkezi yapılması ile süren bir dönüşüm. Bu dönüşümün esası şudur ki muhafazakâr ve İslami bir iktidar oluşturuldu ve toplumunda buna uygun dizaynı amaçlanıyor. Taksim ve Beyoğlu daima Türkiye’nin yüzü oldu. Türkiye Taksim ve Beyoğlu’nda gerçeklik kazanıyor. İşte bu nedenle Taksim Gezi Parkı’nda Osmanlı döneminin eseri olan topçu kışlası yapılmaya çalışılıyor ve bunda ısrar ediliyor.
İşte bu nedenle İstanbul’un en yüksek yerine, İstanbul’un her yerinden görülebilen tepesine devasa bir cami yapılıyor.
İşte bu nedenle içki yasağı, ertesi gün hapının reçeteye bağlanması oldu-bittiye getirilerek yasallaştırıldı.
İşte bu nedenle alevi katili Üçüncü Selim'in ismini yapılacak olan üçüncü büyük boğaz köprüsüne veriyorlar. Gezi Parkı Platformu adına Şebnem Sönmez 30 Mayıs akşamı Gezi Parkı’nda toplanan 40 bin insana bakın ne dedi;
“Buradayız. Meydanımız için, parkımız için, kıyılarımızı, ormanlarımızı, kamusal alanlarımızı elimizden alan tüm uygulamalara karşı durmak için tek yürek olarak buradayız. Sadece Taksim Meydanı ve Gezi Parkı için değil, Göztepe Parkı için, Kuşdili Çayırı, Haydarpaşa Garı, Çamlıca Tepesi, Atatürk Orman Çiftliği için buradayız (…)Biz ağacın umut olduğunu, bir ağacın mutluluk olduğunu hep birlikte birbirimizden öğrendik. Pazartesi gecesinden bugüne Gezi Parkı'na sadece fidanlar değil, demokrasi ekilmiştir, umut ekilmiştir".
Yine 1 Mayıs’tan bu yana Taksim’de yapılan hiçbir demokratik eyleme İstanbul valiliği izin vermedi. Polis hiçbir bahane aramadan neredeyse bütün aktivitelere gaz bombalarıyla saldırıyor. Eskiden gaz atarken polisin ve iktidarın bahaneleri vardı: “Demirden bilyeler attılar”, “Alayı örgüt üyesi, alayı militan”, “Arkalarında yasadışı terör örgütleri var”, “arkalarında dış güçler var”, “birilerinin piyonu bunlar” diyorlardı.
“Ne yani polise taş atılırken polis öyle duracak mı”, “Dilan tam bir militan”, “Müdahalelerimiz gayet orantılıdır” diyorlardı. Bizzat Başbakan ‘taksimde bundan sonra eyleme izin vermeyeceğiz’ dedi.
“Gezi parkı direnişi” hükümetin bu yasakçı zihniyet ve tutumuna karşı yapılmıştır.
“Gezi parkı direnişi” yalnızca Taksim’in son ağaçlarına sahip çıkma mücadelesi değildir. Bu direniş rant uğruna gözü iktidar ve hırs bürümüş zihniyete karşı da yapılıyor. Kendini paraya mahkum eden bu kafa, üç-beş iş adamı para kazanacak diye masum bir koruluğa göz dikmiştir. Bu kafa üç-beş iş adamı kar edecek diye ormanları, vadileri anılarıyla yok etmeye çalışıyor. Dün Bergama ve Kazdağları’nda gördüğümüz paradan başka ilah tanımayanların hoyratlığını bugün Artvin’de ve Taksim’de görüyoruz.
Bilirkişi heyetlerinin “katliamdır, yazıktır yapmayın” raporlarına rağmen bunda ısrar ediliyor.
Prof. Baskın Oran olayların nedenini şöyle açıklıyor: “Bütün bunların iki temel sebebi var:
1) İktidarın dayandığı ve henüz burjuvalaşamayan yeni zenginlerin rant açlığı;
2) Sayın Başbakan’ın iktidar hırsı ve kriz anlarında devlet yönetmeye hiç müsait olmayan sinirleri.”
Önemle vurgulamak gerekir ki “ayaktakımının”, “çapulcunun”, ezilenin, yok sayılanın, horlananın ve görünmeyen herkesin muktedirlere isyanıdır.
Gezi parkında başlayan direniş 1 Haziran’dan itibaren bütün Türkiye’ye yayılmaya başladı. Olaylar kimsenin kestiremediği ve öngöremediği şekilde Gezi Parkı ve iktidarın anti demokratik uygulamalarının protestosundan çıkarak hükümetin istifasını istemeye kadar vardı.
1 Haziran’da Taksim’in bütün sokaklarında “Hükümet İstifa”, “Tayyip istifa” sloganları atılmaya başlandı.
Kimi çevreler kendiliğinden ve halkın gençliğin zulme karşı isyanı, itirazı olarak başlayan eylemleri başka yerlere çekmek istiyorlar.
İstanbul, Ankara, Aydın, İzmir’de “Hepimiz Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganları, “Onuncu Yıl Marşları” okunmaya, cumhuriyet mitinglerinde gördüğümüz bayrak yürüyüşleri yapılmaya başlandı. Mersin’de, Adana’da araba komvoylarıyla Kürd mahallelerinde ırkçı yürüyüşler yapıldı.
Bu çevreler Abdullah Öcalan’ın 21 Mart 2013 Diyarbakır Newrozu’nda “silahlı mücadele dönemi bitmiştir” mesajı ile başlayan Kürd sorunun demokratik barışçıl çözümünü sekteye uğratmak istiyorlar.
Türkiye’deki iç çatışmaların bitmesi ciddi bir rahatlamayı sağladı. Bu aynı zamanda Türkiye’de var olan otoriter yönetim anlayışı ve zihniyetinin aşılması bakımından da önemlidir. Kürd sorunu ve ondan kaynaklı çatışmalı durum var oldukça askeri vesayetin, Kemalist inkarın ve otoriter zihniyetin aşılması mümkün değildir.
Amaçları Türkiye’de yıllardır süren iç çatışmalı durumu yeniden tetiklemek ve Kürt sorununun demokratik çözümünü engellemektir.
Türkiye’deki Kemalist ve milliyetçi kesimler Kürd sorunun demokratik ve kalıcı çözümü yönünde atılan tarihi gelişmelerden rahatsızlık duyuyorlar.
Çünkü bu çevreler kaybettikleri iktidarlarını ve imtiyazlarını Kürd sorununun çözümü durumunda bir daha kazanamayacaklarını düşünüyorlar. Haklılar çünkü sorunun çözümü Türkiye’nin kuruluş zihniyetindeki devletçi, ulusalcı, askeri otoriter kurumlaşmanın ve laisizmin aşılmasını sağlayacaktır. Bunu istemiyorlar. Bunu istemedikleri için sorunun çözümü yoluna takoz koymak için fırsat kolluyorlar. Bu fırsatı kendiliğinden başlayan ve birçok kentte şiddetsiz bir direnişe dönüşen eylemler ile yakaladıklarına inanıyorlar.
Gezi Parkı’ndaki haklı sesi ve isyanı, milliyetçi, ulusalcı çevreler Kürt sorununun çözülmesi önünde takoz yapmak istiyorlar.
Yine bir süredir Fetullah Gülen Erdoğan’ın iç ve dış siyasetinden rahatsız. Çünkü APP hükümeti ve Erdoğan eskisi gibi Gülen’e imtiyazlar vermiyorlar ve büyümesi önünde engeller koyuyor. Taksim’de yaşanan olayların hemen akabinde Fetullah Gülen dedi ki;“zulme zulümle karşılık vermemek önemli bir kaide olduğu gibi, mesleğimizin bir esası da şefkattir. Bununla beraber, haksız yere yumruk vuran mü’minin hiç olmazsa kulağını çekmek de şefkatin ayrı bir derinliğidir. Zira, mü’min zalime tırnak ucuyla olsun dokunulmazsa, onun başına mutlaka “fayrettullah”ın tokadı iner, bunu da şefkatliler hiç istemezler.”
Gülen daha mayıs ayının başında Amerika’ya kendisini ziyarete giden gazeteciler aracılığıyla Erdoğan’a uyarısını yapmıştı. Gazetecilerle konuşmasında söylediği “Erdoğan güç zehirlemesi yaşıyor” sözleri de düşünülünce Gezi Parkı hadisesinin kanlı ve çatışmalı bir noktaya evrilmek istenmesinin cemaatin ve onun polisinin parmağı mı var kuşkusunu oluşturuyor.
Bir “mü’min” olarak Gülen acaba Erdoğan’a tırnağını mı dokundurttu…
CHP, MHP ve Cemaat bu tarihi sorunun çözülmemesi yönünde birleşiyorlar.
Gülen Cemaatinin Kürd sorununda demokratik açılım sürecinin başarısızlıkla sonuçlanması konusunda tasfiyesinde başrolü oynadığı Ergenekoncularla aynı cephede yer alması bir ironi elbette.
Gülen, CHP ve MHP’nin Ergenekoncularla birlikte açılım sürecine takoz koymak istedikleri ve sabote etmek istedikleri sır değil.
Bakın BDP genel başkanı Selahattin Demirtaş ne diyor; "Ulusalcı, ırkçı, milliyetçi kesimler, 'Kürt sorunu ile ilgili başlayan müzakere sürecini nereden baltalayabiliriz?' diye arayış içindeler. Gezi Parkı'nda direnen herkesin direnişi meşru ve haklıdır. Şimdi bir müzakere ve barış arayışı var. Haklı olan bir derinişi, 'bu sürece ve Kürtlere karşı nasıl kullanabilirim?' diye ince bir politika yürütülmeye çalışılıyor. Bunu bir müzakere karşıtlığına, Kürt sorunu ve çözüm süreci karşıtlığına evriltmek isteyenler var."
Demirtaş devamla;"İnsanların isyanı baskıya zulme karşı gelmesi, son derece meşkuduri haklıdır. Saygı duyuyoruz. Elbette ki haklı direnişin yanındayız” dedi.
Taksim’deki direnişin içinde CHP’liler var, İşçi Partililer var, MHP’liler var, TKP var, Halkevleri var, anarşistler var, feministler var, çevreciler var, ÖDP’liler var, EMEP’liler var, BDP’liler var, HDK var. Her kesimden, her cenahtan insan var.
Müslümanlar var, aleviler var, Ermeniler var. İstanbul’un her yerinden, her kesiminden insan var.
Bu bir Türkiye fotoğrafı…
Bu fotoğrafta elbette Ak Parti iktidarı da var, bu fotoğrafta cemaatçiler yani fetullahçılar da var. Ak Parti poliste, zabıtada ve valide temsilini buluyor. Onlar gaz sıkıyorlar, gaz püskürtüyorlar ve kan döküyorlar. Sivil barışçıl göstericilere saldırıyorlar. Fotoğrafın eksik kısmı böylece tamamlanmış oluyor.
Cemaatin bulunduğu yer ise net değil; gri ve bulanıktır. Polisin ilk günden başlayarak olayları tetiklemesi ve işin bu hale gelmesinde Fetullah Gülen etkin oldu mu sorusu akla geliyor. Yukarda da dediğim gibi bunun önemle irdelenmesi lazım.
MHP’liler Bozkurt işaretleriyle, Türk bayrağıyla, İstiklal Marşı’yla 1 Haziran 2013 tarihinde Taksim’e girdi. Onlar milliyetçi Türkiye’nin korunmasını, “tek bayrak, tek millet, tek devlet ve tek dil” devam etsin istiyorlar.
CHP’liler ulusalcı, Kemalist ve otoriter devletin korunmasından yanalar ve Ak Parti iktidarının onlardan çaldığı eski imtiyazlarını geri istiyorlar. TKP’liler Ak Parti iktidarı sona ersin, ulusalcı devlet geleneği sürsün ve otoriter bir komünist iktidar kurulsun istiyorlar.
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyenlerden ne devrim olur ne de devrimcilik. Olsa olsa Türkiye’de yavaşta olsa yaşanan değişimin önünde engel olurlar ve statükonun devamının hizmetçileri olurlar.
Taksimi yayalaştırma projesi İstanbul büyükşehir belediye meclisinden CHP’li il genel meclis üyelerinin de oylarıyla oybirliğiyle ile geçti. Dün Taksim’i yayalaştırma projesini belediye meclisinde onaylayanlar bugün Taksim Meydanı’nda, Gezi Parkı’nda boy gösteriyorlar.
Önce projeye oy ver, sonra bu projeyi protesto edenlerin, onaylamayanların arasında gel boy göster ne de “güzel şey”.
Sana demezler mi o zaman aklınız neredeydi. Vay be…
CHP’nin amacı açıktır ki Kürt sorununda hükümetin attığı tarihi çözüm sürecini baltalamaktan başka bir şey değildir. Olaylar daha da tırmanırsa kuşku yok ki Türkiye demokrasisi ve kalıcı barış ve demokratik çözüm yolunda atılan adımlar zarar görecektir.
Taksim olaylarının tetiklendiği ve arttığı 31 Mayıs akşamı sosyal medya da gece boyunca bilgi kirliliği yaşandı. Bu kirliliği yayanlar Harbiye Orduevi’nden anonslar yapıldığını ve anonslarda ‘polisin göstericilere müdahalesi olursa askerlerin polise müdahale edeceği’ yalanını yaydılar.
31 Mayıs akşamından bu yana amaçlanan ortamı germek orduyu darbeye çağırmaktır.
“Beşiktaş’taki polis çıldırdı halk müdahale edemiyor artık, askeri müdalele gerekiyor. Yoksa çoğu kişi can verecek burada. Duyurun duyun artık.” twitlerini yayanlar bu kesimler.
Bu karışıklık ve haber kirliliğini yaratanların amaçları orduya darbe yaptırmaktır..
Aynı fırsatçılar İzmir’de BDP binasına saldırdılar. Mersin’de, Adana’da arabalarıyla kürd mahallelerinde bayraklarla, marşlarla, ırkçı sloganlarla geçit törenleri yaptılar. Açıktır ki birileri Türkiye’yi bir iç savaşa çekmek istiyor.
ÖDP’liler, EMEP’liler, ESP’liler, BDP’liler, meslek odaları, anarşistler, halkevleri, aleviler, feministler, eşcinsel dernekleri hükümetin kibirli ben bilirimci otoriter anlayışını protesto etmek ve otoriter iktidarın demokrasiye evrilmesi için katıldılar.
Polis ve valiliğin gösteri ve yürüyüş hakkının gasp edilmesini protesto etmek ve Taksim’in sivil demokratik mücadeleye açılması için yürüdüler.
Gelinen noktada iş başka mecralara akmıştır. Mecra Gezi Parkı Platformu bileşenlerinin istedikleri mecra değildir.
Neredeyse bu fırsatçıların ekmeğine sağ sürdü ve olayların bu kadar tırmanmasında baş sorumlu kuşku yok ki hükümetin bu süreci yanlış yönetmesidir.
Hem muhalefetin dozajı artmıştır hem de karşıt saflar pekişmiştir. Bunu yaratan kuşkusuz Ak Parti iktidarı ve başbakandır.
Neyse ki 3 Haziran günü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tansiyonun düşmesi ve ortamın yatışması için önemli bir inisiyatif aldı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Gezi Parkı direnişi ile başlayan barışçıl eylemleri kast ederek; “Mesaj alındı. Gereği yapılacak. Demokrasi sadece seçim demek değildir. İtirazlar varsa bunu eylemlerle göstermekten daha tabi bir şey olamaz. Ve bu barışçıl bir şekilde gösterilmiştir” dedi.
Devlet erkanından sağduyu çağrısı bir tek Cumhurbaşkanından geldi.
Hükümet “Gezi Parkı Platformunun”, İnsan Hakları Örgütlerinin çağrı ve temennilerine kulak vermelidir.
“Gezi Parkı’na, emeğimize, yaşamımıza, doğamıza dokundurtmayacağız”, “Taksim bizim İstanbul bizim” sloganlarıyla başlayan Gezi Parkı eylemi mesajını ulaştırması gereken yerlere ulaştırmıştır.
Bundan böyle Taksim’de ağaçların kesilmesi ve AVM yapılmasının imkanı kalmamıştır. Yine Ak Parti iktidarının kibirli tutumu deşifre edilmiş ve burnundan kıl aldırmayan Erdoğan’ın burnundaki kıl çekilmiştir.
Dolayısıyla “Gezi Parkı Platformu” herkese itidal çağrısı yapmalı ve var olan isyanı durdurmalıdır. Aksi halde bir laikler ile muhafazakarlar, Türkler ile Kürtler arasında biriç savaşın çıkma tehlikesi doğacaktır ki bu hiçbirimizin isteyeceği bir sonuç doğurmayacaktır.
Bir an önce buna polis terörü sona erdirilmeli ve sorumlular görevden alınmalı, haklarında yargı süreci başlatılmalıdır.
Hükümet ve Başbakan İstanbullulardan ve Türkiye halkından özür dilemeli ve sanatçı Şebnem Ferah’ın dediği gibi “erk sarhoşluğunu” terk etmelidir.
“Erk sarhoşluğu” Türkiye’nin demokrasisine ve özgürlüklere zarar veriyor. Bu bir hastalıktır ve bu hastalık terk edilmezse Türkiye’yi daha kötü noktalara çekecektir.
Sağduyu daim olsun…HALİL SAVDA-BİANET
Onunki bir çığlık.
“Yeter bu zulüm” diyen adam Taksim Gezi Parkı’n da 28 Mayıs tarihinden bu yana ağaçların kesilmemesi için nöbet tutan insanların çığlığına tercüman oluyor.
Taksim’de polis şiddetine direnen kadın ve erkeklerin sesine sesini katıyor.
Gezi Parkı direnişi nasıl başladı?
Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesileceğini haber alan “Gezi Parkı Platformu” üyesi gençler parkta nöbet tutmaya başladılar. Ağaçları korudular.Orada gezi parkında, ağaçların dibinde nöbet tutmaya başladılar. 28 Mayıs sabahı polisin gezi parkında nöbet tutan gençlere saldırdığını haber alan BDP Millet Vekili Sırrı Süreyya Önder olaya müdahale ederek iş makinelerini ve polis saldırısını durdurdu. Üç gün üst üste polis her sabah aynı şekilde saldırdı ve her seferinde Önder bunları önledi.
İlk iki gün göstericilerin sayısı azdı. Polis isterse pasif barışçıl gösteri yapan eylemcilerin tümünü gözaltına alabilirdi. Veya sert bir müdahale ile dağıtabilirdi.
Polis bu iki yolu da seçmedi. Türkiye polisinin müdahalelerinden biliyoruz ki gaz bombası atılmasına rağmen eylemciler dağılmıyorsa onları gözaltına almaya başlar. Ancak polis Gezi Parkı’nda böyle bir yola başvurmadı.
30 Mayıs sabah saat 05:00 sıralarında kimi sivil polis ve zabıta ekiplerinin saldırısında bir gösterici yaralandı birisi de gözaltına alındı. Gezi parkında ağaçlar için nöbet tutan göstericilere ait çadırlar sivil kişilerce yakıldı.
Her geçen gün ve saat Gezi Parkı Platformu’nun başlattığı “Geziye Sahip Çıkma” eylemine katılımlar arttı. Bu konudaki duyarlılık katlandı. 30 Mayıs akşamı kırk binden fazla kadın ve erkek gezi parkında toplandı, adeta bir miting havası vardı. Her kesimden kadın ve erkekler destek verdiler.
28 Mayıs günü kendiliğinden başlayan ve sayıları 20 civarında olan eylemciler 30 Mayıs akşamı on binlere sesini ulaştırmıştı. Sanatçılar müzikleriyle eyleme destek oldular. Sendikalar ve odalar eyleme destek verdiler. Binden fazla eylemci onlarca çadırda sabaha kadar nöbet tuttu. Nöbet tutanlar arasında milletvekilleri, sendikalar, meslek odaları ve çevreciler de vardı. 31 Mayıs sabahı polis sert bir müdahalede bulundu. Polisin Toma araçlarıyla, gaz bombalarıyla ve coplarla yaptığı saldırıda birçok gösterici yaralandı. 10 yakın kişi gözaltına alındı. Göstericiler Gezi Parkı’ndan çıkartıldı. Gösteriler taksime meydanına, Şişli Caddesi ve Divan Oteli civarına yayıldı.
Her kesimden erkekler ve kadınlar toplanmaya devam etti. Sloganlarla, yürüyüşlerle polis saldırısını protesto ettiler ve tepkilerini gösterdiler. Öğlen saat 13:00’a kadar Gezi Parkı ve Taksim etrafında toplanmaya devam ettiler. Öğlen saat 13:00’da aralarında Sırrı Süreyya Önder’in de olduğu iki bin kişi Taksim Meydanı’nda basın açıklaması yapmak üzere toplandı. Basın açıklaması yapılırken barışçıl oturma eylemi yapan insanlara polis gaz bombaları, ve gazlı su ile saldırdı.
Polisin saldırısına rağmen göstericiler eylemleri sürdürdüler. Gece saatlerinde eylemler Kadıköy’e, Şişli’ye, Beylikdüzü’ne ve İstanbul’un her yanına sıçradı. İnsanlar evlerinden tencereleriyle kaşıklarıyla Gezi Parkı direnişçilerine destek verdiler.
İstanbul’un neredeyse bütün semtlerinde, “Tayyip istifa” sloganları yükseldi. Ankara’da, İzmir’de, Antalya’da toplanan kitle aynı sloganlar ve taleplerle sokağa çıktı.
Ankara’da, İzmir’de, Antalya’da benzer fotoğrafları gördük. Polisin zorba ve hukuk dışı müdahale ve uygulamaları neticesinde 2 binden fazla kişi yaralandı, yüzlerce kişi gözaltına alındı. 2 kişi kayıp ve nerede oldukları bilinmiyor. 1 kişi hayatını kaybetti.
Polisin neden ilk gün eylemcilerin sayısı azken alacağı tavrı kitlenin sayısı binleri bulunca aldığı doğrusu sorgulama konusudur. İstanbul Valiliği ve emniyeti üzerinden birileri olayları besledi mi sorusu iyi irdelenmelidir.
Neden başladı ve amacı neydi?
AKP hükümeti iktidarının 11’inci yılında kibirli bir havaya büründü. Neredeyse başbakanın burnundan kimse kıl aldıramaz hale gelmişti.
Yaşananların özü şudur: AKP iktidarı Türkiye’yi dönüştürme projelerini kibirli ve ukala bir eda ile devreye koydu.
Tarlabaşı ile başlayan, Taksim sokaklarının boşaltılması ile devam eden ve her yerin alışveriş merkezi yapılması ile süren bir dönüşüm. Bu dönüşümün esası şudur ki muhafazakâr ve İslami bir iktidar oluşturuldu ve toplumunda buna uygun dizaynı amaçlanıyor. Taksim ve Beyoğlu daima Türkiye’nin yüzü oldu. Türkiye Taksim ve Beyoğlu’nda gerçeklik kazanıyor. İşte bu nedenle Taksim Gezi Parkı’nda Osmanlı döneminin eseri olan topçu kışlası yapılmaya çalışılıyor ve bunda ısrar ediliyor.
İşte bu nedenle İstanbul’un en yüksek yerine, İstanbul’un her yerinden görülebilen tepesine devasa bir cami yapılıyor.
İşte bu nedenle içki yasağı, ertesi gün hapının reçeteye bağlanması oldu-bittiye getirilerek yasallaştırıldı.
İşte bu nedenle alevi katili Üçüncü Selim'in ismini yapılacak olan üçüncü büyük boğaz köprüsüne veriyorlar. Gezi Parkı Platformu adına Şebnem Sönmez 30 Mayıs akşamı Gezi Parkı’nda toplanan 40 bin insana bakın ne dedi;
“Buradayız. Meydanımız için, parkımız için, kıyılarımızı, ormanlarımızı, kamusal alanlarımızı elimizden alan tüm uygulamalara karşı durmak için tek yürek olarak buradayız. Sadece Taksim Meydanı ve Gezi Parkı için değil, Göztepe Parkı için, Kuşdili Çayırı, Haydarpaşa Garı, Çamlıca Tepesi, Atatürk Orman Çiftliği için buradayız (…)Biz ağacın umut olduğunu, bir ağacın mutluluk olduğunu hep birlikte birbirimizden öğrendik. Pazartesi gecesinden bugüne Gezi Parkı'na sadece fidanlar değil, demokrasi ekilmiştir, umut ekilmiştir".
Yine 1 Mayıs’tan bu yana Taksim’de yapılan hiçbir demokratik eyleme İstanbul valiliği izin vermedi. Polis hiçbir bahane aramadan neredeyse bütün aktivitelere gaz bombalarıyla saldırıyor. Eskiden gaz atarken polisin ve iktidarın bahaneleri vardı: “Demirden bilyeler attılar”, “Alayı örgüt üyesi, alayı militan”, “Arkalarında yasadışı terör örgütleri var”, “arkalarında dış güçler var”, “birilerinin piyonu bunlar” diyorlardı.
“Ne yani polise taş atılırken polis öyle duracak mı”, “Dilan tam bir militan”, “Müdahalelerimiz gayet orantılıdır” diyorlardı. Bizzat Başbakan ‘taksimde bundan sonra eyleme izin vermeyeceğiz’ dedi.
“Gezi parkı direnişi” hükümetin bu yasakçı zihniyet ve tutumuna karşı yapılmıştır.
“Gezi parkı direnişi” yalnızca Taksim’in son ağaçlarına sahip çıkma mücadelesi değildir. Bu direniş rant uğruna gözü iktidar ve hırs bürümüş zihniyete karşı da yapılıyor. Kendini paraya mahkum eden bu kafa, üç-beş iş adamı para kazanacak diye masum bir koruluğa göz dikmiştir. Bu kafa üç-beş iş adamı kar edecek diye ormanları, vadileri anılarıyla yok etmeye çalışıyor. Dün Bergama ve Kazdağları’nda gördüğümüz paradan başka ilah tanımayanların hoyratlığını bugün Artvin’de ve Taksim’de görüyoruz.
Bilirkişi heyetlerinin “katliamdır, yazıktır yapmayın” raporlarına rağmen bunda ısrar ediliyor.
Prof. Baskın Oran olayların nedenini şöyle açıklıyor: “Bütün bunların iki temel sebebi var:
1) İktidarın dayandığı ve henüz burjuvalaşamayan yeni zenginlerin rant açlığı;
2) Sayın Başbakan’ın iktidar hırsı ve kriz anlarında devlet yönetmeye hiç müsait olmayan sinirleri.”
Yaşananların arka planı!
Yaşananların özü ve arka planı şudur: Genç kadın ve erkeklerde, muktedirlere tahammülsüzlüğün son noktasıdır. “Paşa gönlüm böyle istedi. İcap ederse islamı, icap ederse bilmem neyi esas alırım öyle yasa da çıkartırım, uygulama da yaparım” diyen muktedirlere “yok öyle bir şey, bana karışma, nasıl yaşayacağıma karışama, ne okuyacağıma karışamazsın” yanıtıdır. ”Önemle vurgulamak gerekir ki “ayaktakımının”, “çapulcunun”, ezilenin, yok sayılanın, horlananın ve görünmeyen herkesin muktedirlere isyanıdır.
Gezi parkında başlayan direniş 1 Haziran’dan itibaren bütün Türkiye’ye yayılmaya başladı. Olaylar kimsenin kestiremediği ve öngöremediği şekilde Gezi Parkı ve iktidarın anti demokratik uygulamalarının protestosundan çıkarak hükümetin istifasını istemeye kadar vardı.
1 Haziran’da Taksim’in bütün sokaklarında “Hükümet İstifa”, “Tayyip istifa” sloganları atılmaya başlandı.
Kimi çevreler kendiliğinden ve halkın gençliğin zulme karşı isyanı, itirazı olarak başlayan eylemleri başka yerlere çekmek istiyorlar.
İstanbul, Ankara, Aydın, İzmir’de “Hepimiz Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganları, “Onuncu Yıl Marşları” okunmaya, cumhuriyet mitinglerinde gördüğümüz bayrak yürüyüşleri yapılmaya başlandı. Mersin’de, Adana’da araba komvoylarıyla Kürd mahallelerinde ırkçı yürüyüşler yapıldı.
Bu çevreler Abdullah Öcalan’ın 21 Mart 2013 Diyarbakır Newrozu’nda “silahlı mücadele dönemi bitmiştir” mesajı ile başlayan Kürd sorunun demokratik barışçıl çözümünü sekteye uğratmak istiyorlar.
Türkiye’deki iç çatışmaların bitmesi ciddi bir rahatlamayı sağladı. Bu aynı zamanda Türkiye’de var olan otoriter yönetim anlayışı ve zihniyetinin aşılması bakımından da önemlidir. Kürd sorunu ve ondan kaynaklı çatışmalı durum var oldukça askeri vesayetin, Kemalist inkarın ve otoriter zihniyetin aşılması mümkün değildir.
Amaçları Türkiye’de yıllardır süren iç çatışmalı durumu yeniden tetiklemek ve Kürt sorununun demokratik çözümünü engellemektir.
Türkiye’deki Kemalist ve milliyetçi kesimler Kürd sorunun demokratik ve kalıcı çözümü yönünde atılan tarihi gelişmelerden rahatsızlık duyuyorlar.
Çünkü bu çevreler kaybettikleri iktidarlarını ve imtiyazlarını Kürd sorununun çözümü durumunda bir daha kazanamayacaklarını düşünüyorlar. Haklılar çünkü sorunun çözümü Türkiye’nin kuruluş zihniyetindeki devletçi, ulusalcı, askeri otoriter kurumlaşmanın ve laisizmin aşılmasını sağlayacaktır. Bunu istemiyorlar. Bunu istemedikleri için sorunun çözümü yoluna takoz koymak için fırsat kolluyorlar. Bu fırsatı kendiliğinden başlayan ve birçok kentte şiddetsiz bir direnişe dönüşen eylemler ile yakaladıklarına inanıyorlar.
Gezi Parkı’ndaki haklı sesi ve isyanı, milliyetçi, ulusalcı çevreler Kürt sorununun çözülmesi önünde takoz yapmak istiyorlar.
Yine bir süredir Fetullah Gülen Erdoğan’ın iç ve dış siyasetinden rahatsız. Çünkü APP hükümeti ve Erdoğan eskisi gibi Gülen’e imtiyazlar vermiyorlar ve büyümesi önünde engeller koyuyor. Taksim’de yaşanan olayların hemen akabinde Fetullah Gülen dedi ki;“zulme zulümle karşılık vermemek önemli bir kaide olduğu gibi, mesleğimizin bir esası da şefkattir. Bununla beraber, haksız yere yumruk vuran mü’minin hiç olmazsa kulağını çekmek de şefkatin ayrı bir derinliğidir. Zira, mü’min zalime tırnak ucuyla olsun dokunulmazsa, onun başına mutlaka “fayrettullah”ın tokadı iner, bunu da şefkatliler hiç istemezler.”
Gülen daha mayıs ayının başında Amerika’ya kendisini ziyarete giden gazeteciler aracılığıyla Erdoğan’a uyarısını yapmıştı. Gazetecilerle konuşmasında söylediği “Erdoğan güç zehirlemesi yaşıyor” sözleri de düşünülünce Gezi Parkı hadisesinin kanlı ve çatışmalı bir noktaya evrilmek istenmesinin cemaatin ve onun polisinin parmağı mı var kuşkusunu oluşturuyor.
Bir “mü’min” olarak Gülen acaba Erdoğan’a tırnağını mı dokundurttu…
CHP, MHP ve Cemaat bu tarihi sorunun çözülmemesi yönünde birleşiyorlar.
Gülen Cemaatinin Kürd sorununda demokratik açılım sürecinin başarısızlıkla sonuçlanması konusunda tasfiyesinde başrolü oynadığı Ergenekoncularla aynı cephede yer alması bir ironi elbette.
Gülen, CHP ve MHP’nin Ergenekoncularla birlikte açılım sürecine takoz koymak istedikleri ve sabote etmek istedikleri sır değil.
Bakın BDP genel başkanı Selahattin Demirtaş ne diyor; "Ulusalcı, ırkçı, milliyetçi kesimler, 'Kürt sorunu ile ilgili başlayan müzakere sürecini nereden baltalayabiliriz?' diye arayış içindeler. Gezi Parkı'nda direnen herkesin direnişi meşru ve haklıdır. Şimdi bir müzakere ve barış arayışı var. Haklı olan bir derinişi, 'bu sürece ve Kürtlere karşı nasıl kullanabilirim?' diye ince bir politika yürütülmeye çalışılıyor. Bunu bir müzakere karşıtlığına, Kürt sorunu ve çözüm süreci karşıtlığına evriltmek isteyenler var."
Demirtaş devamla;"İnsanların isyanı baskıya zulme karşı gelmesi, son derece meşkuduri haklıdır. Saygı duyuyoruz. Elbette ki haklı direnişin yanındayız” dedi.
Kim ne istiyor?
Taksim’deki direnişin içinde CHP’liler var, İşçi Partililer var, MHP’liler var, TKP var, Halkevleri var, anarşistler var, feministler var, çevreciler var, ÖDP’liler var, EMEP’liler var, BDP’liler var, HDK var. Her kesimden, her cenahtan insan var.
Müslümanlar var, aleviler var, Ermeniler var. İstanbul’un her yerinden, her kesiminden insan var.
Bu bir Türkiye fotoğrafı…
Bu fotoğrafta elbette Ak Parti iktidarı da var, bu fotoğrafta cemaatçiler yani fetullahçılar da var. Ak Parti poliste, zabıtada ve valide temsilini buluyor. Onlar gaz sıkıyorlar, gaz püskürtüyorlar ve kan döküyorlar. Sivil barışçıl göstericilere saldırıyorlar. Fotoğrafın eksik kısmı böylece tamamlanmış oluyor.
Cemaatin bulunduğu yer ise net değil; gri ve bulanıktır. Polisin ilk günden başlayarak olayları tetiklemesi ve işin bu hale gelmesinde Fetullah Gülen etkin oldu mu sorusu akla geliyor. Yukarda da dediğim gibi bunun önemle irdelenmesi lazım.
MHP’liler Bozkurt işaretleriyle, Türk bayrağıyla, İstiklal Marşı’yla 1 Haziran 2013 tarihinde Taksim’e girdi. Onlar milliyetçi Türkiye’nin korunmasını, “tek bayrak, tek millet, tek devlet ve tek dil” devam etsin istiyorlar.
CHP’liler ulusalcı, Kemalist ve otoriter devletin korunmasından yanalar ve Ak Parti iktidarının onlardan çaldığı eski imtiyazlarını geri istiyorlar. TKP’liler Ak Parti iktidarı sona ersin, ulusalcı devlet geleneği sürsün ve otoriter bir komünist iktidar kurulsun istiyorlar.
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyenlerden ne devrim olur ne de devrimcilik. Olsa olsa Türkiye’de yavaşta olsa yaşanan değişimin önünde engel olurlar ve statükonun devamının hizmetçileri olurlar.
Taksimi yayalaştırma projesi İstanbul büyükşehir belediye meclisinden CHP’li il genel meclis üyelerinin de oylarıyla oybirliğiyle ile geçti. Dün Taksim’i yayalaştırma projesini belediye meclisinde onaylayanlar bugün Taksim Meydanı’nda, Gezi Parkı’nda boy gösteriyorlar.
Önce projeye oy ver, sonra bu projeyi protesto edenlerin, onaylamayanların arasında gel boy göster ne de “güzel şey”.
Sana demezler mi o zaman aklınız neredeydi. Vay be…
CHP’nin amacı açıktır ki Kürt sorununda hükümetin attığı tarihi çözüm sürecini baltalamaktan başka bir şey değildir. Olaylar daha da tırmanırsa kuşku yok ki Türkiye demokrasisi ve kalıcı barış ve demokratik çözüm yolunda atılan adımlar zarar görecektir.
Taksim olaylarının tetiklendiği ve arttığı 31 Mayıs akşamı sosyal medya da gece boyunca bilgi kirliliği yaşandı. Bu kirliliği yayanlar Harbiye Orduevi’nden anonslar yapıldığını ve anonslarda ‘polisin göstericilere müdahalesi olursa askerlerin polise müdahale edeceği’ yalanını yaydılar.
31 Mayıs akşamından bu yana amaçlanan ortamı germek orduyu darbeye çağırmaktır.
“Beşiktaş’taki polis çıldırdı halk müdahale edemiyor artık, askeri müdalele gerekiyor. Yoksa çoğu kişi can verecek burada. Duyurun duyun artık.” twitlerini yayanlar bu kesimler.
Bu karışıklık ve haber kirliliğini yaratanların amaçları orduya darbe yaptırmaktır..
Aynı fırsatçılar İzmir’de BDP binasına saldırdılar. Mersin’de, Adana’da arabalarıyla kürd mahallelerinde bayraklarla, marşlarla, ırkçı sloganlarla geçit törenleri yaptılar. Açıktır ki birileri Türkiye’yi bir iç savaşa çekmek istiyor.
ÖDP’liler, EMEP’liler, ESP’liler, BDP’liler, meslek odaları, anarşistler, halkevleri, aleviler, feministler, eşcinsel dernekleri hükümetin kibirli ben bilirimci otoriter anlayışını protesto etmek ve otoriter iktidarın demokrasiye evrilmesi için katıldılar.
Polis ve valiliğin gösteri ve yürüyüş hakkının gasp edilmesini protesto etmek ve Taksim’in sivil demokratik mücadeleye açılması için yürüdüler.
Gelinen noktada iş başka mecralara akmıştır. Mecra Gezi Parkı Platformu bileşenlerinin istedikleri mecra değildir.
Ne yapmalı?
Daha ilk günden Hükümet ve Başbakan olayları yatıştırıcı açıklamalar yapacağına gerici ve dışlayıcı açıklamalar yaptı.Neredeyse bu fırsatçıların ekmeğine sağ sürdü ve olayların bu kadar tırmanmasında baş sorumlu kuşku yok ki hükümetin bu süreci yanlış yönetmesidir.
Hem muhalefetin dozajı artmıştır hem de karşıt saflar pekişmiştir. Bunu yaratan kuşkusuz Ak Parti iktidarı ve başbakandır.
Neyse ki 3 Haziran günü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tansiyonun düşmesi ve ortamın yatışması için önemli bir inisiyatif aldı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Gezi Parkı direnişi ile başlayan barışçıl eylemleri kast ederek; “Mesaj alındı. Gereği yapılacak. Demokrasi sadece seçim demek değildir. İtirazlar varsa bunu eylemlerle göstermekten daha tabi bir şey olamaz. Ve bu barışçıl bir şekilde gösterilmiştir” dedi.
Devlet erkanından sağduyu çağrısı bir tek Cumhurbaşkanından geldi.
Hükümet “Gezi Parkı Platformunun”, İnsan Hakları Örgütlerinin çağrı ve temennilerine kulak vermelidir.
“Gezi Parkı’na, emeğimize, yaşamımıza, doğamıza dokundurtmayacağız”, “Taksim bizim İstanbul bizim” sloganlarıyla başlayan Gezi Parkı eylemi mesajını ulaştırması gereken yerlere ulaştırmıştır.
Bundan böyle Taksim’de ağaçların kesilmesi ve AVM yapılmasının imkanı kalmamıştır. Yine Ak Parti iktidarının kibirli tutumu deşifre edilmiş ve burnundan kıl aldırmayan Erdoğan’ın burnundaki kıl çekilmiştir.
Dolayısıyla “Gezi Parkı Platformu” herkese itidal çağrısı yapmalı ve var olan isyanı durdurmalıdır. Aksi halde bir laikler ile muhafazakarlar, Türkler ile Kürtler arasında biriç savaşın çıkma tehlikesi doğacaktır ki bu hiçbirimizin isteyeceği bir sonuç doğurmayacaktır.
Bir an önce buna polis terörü sona erdirilmeli ve sorumlular görevden alınmalı, haklarında yargı süreci başlatılmalıdır.
Hükümet ve Başbakan İstanbullulardan ve Türkiye halkından özür dilemeli ve sanatçı Şebnem Ferah’ın dediği gibi “erk sarhoşluğunu” terk etmelidir.
“Erk sarhoşluğu” Türkiye’nin demokrasisine ve özgürlüklere zarar veriyor. Bu bir hastalıktır ve bu hastalık terk edilmezse Türkiye’yi daha kötü noktalara çekecektir.
Sağduyu daim olsun…HALİL SAVDA-BİANET