HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

AKP Akşam’da operasyonu genişletiyor: Hacır ve Mahalli işten çıkarıldı

Dolmabahçe Camii’nde gerçekte ne yaşandığına ilişkin bir yazı kaleme alan Akşam Gazetesi muhabiri Gürkan Hacır ve Suriye politikası ned...

Dolmabahçe Camii’nde gerçekte ne yaşandığına ilişkin bir yazı kaleme alan Akşam Gazetesi muhabiri Gürkan Hacır ve Suriye politikası nedeniyle AKP’ye ters düşen Hüsnü Mahalli işten çıkarıldı
AKP’nin TMSF’ aracılığıyla el koyduğu Çukurova Grubu’na ait televizyon ve gazetelerde operasyon sürüyor. Akşam gazetesinde ise bu operasyonu doğrudan genel yayın yönetmenliğine atanan eski AKP milletvekili Mehmet Ocaktan yürütüyor.
29 Haziran günü Dolmabahçe Camii’nde gerçekte ne yaşandığına ilişkin bir yazı kaleme alan Akşam Gazetesi muhabiri Gürkan Hacır da işten çıkarıldı.
Kısa süre sonra Suriye asıllı gazeteci Hüsnü Mahalli’nin de işten çıkarıldığı öğrenildi. Birkaç yıl öncesine kadar Erdoğan’ı ve çizgisini destekleyen Mahalli Suriye politikası nedeniyle iktidarla ters düşmüştü.
Gürkan Hacır’ın AKP’yi rahatsız eden yazısı:
Dolmabahçe Camii neler yaşamadı ki!
Kimi zaman müze olarak kapılarını açtı kimi zaman Yassıada’da yakınlarını görmek için bekleyenlerin durağı oldu… Şimdi ise gazdan kaçan gençlerin evi
Gezi olaylarına ve 25 gündür yaşadıklarımıza tarih perspektifinden bakarsak vereceğimiz isim ‘Lütfi Kırdar Savaşları’dır.
Taksim Kışlası’nı Gezi Parkı’na dönüştüren oydu. Biliyoruz. Peki son günlerdeki tartışmaların odağında olan Dolmabahçe Camii’nin bir dönem müze olarak kullanılmasını emreden kimdi?
Yine Lütfi Kırdar… Yani neredeyse bir aydır tüm ülkeyi saran bu fırtınanın her yanında onun izine rastlamak mümkün.
Neyse… Biz camiye dönelim…
Sultan Abdülmecid’in annesi Bezm-i Alem Valide Sultan tarafından yapımına başlanan Dolmabahçe Camii’nin mimarları ünlü Balyan kardeşlerdi. Nigoğos Balyan ve Garabet Amira Balyan, Dolmabahçe Sarayı’nın hemen yanına bir de camii inşaatına soyunmuşlardı. Bezm-i Alem Valide Sultan, hayırseverliğiyle tanınıyordu. Birçok mimari esere de öncülük etmiş ve hizmete sunmuştu. Yıldız Sarayı’ndaki Dilkuşa Kasrı, Vakıf Gureba Hastanesi ve değişik semtlerde çeşmeler yaptırmıştı. Dolmabahçe Camii de son hayrı olacaktı. Ancak Valide Sultan caminin bitimini göremedi. İnşaata başlandıktan birkaç ay sonra hayata gözlerini yumdu. Cami inşaatı iki yıl sürdü, 1855’te bir cuma günü hizmete açıldı. 100 yılı aşkın bir süre cami olarak hizmet verdi. Abdülmecid Han’ın ölümünden sonra hünkâr camii olmaktan çıktı. Tahta geçen Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’na taşınmasıyla namazını da burada kılmaz oldu. Ancak hem sahilin yanında oluşu hem de görkemli Dolmabahçe Sarayı’nın avlusunun dibinde olması halkın ilgisini eksik etmedi.
KIRDAR’IN MÜZE KARARI
En ilginç olay İstanbul Valisi Lütfi Kırdar’ın tasarrufuyla yaşandı. Taksim Kışlası’nı Gezi Parkı yapan Vali Kırdar, bugün çok tartıştığımız Dolmabahçe Camii’nin de müze yapılmasına karar vermişti.
Ama haksızlık yapmayalım ve bir parantez açalım. Vali Kırdar aslında bir kent tasarımı yapıyordu. Bugün halen bir benzerini yapamadığımız Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’ndan İnönü Stadyumu’na, Spor ve Sergi Sarayı’ndan Taksim Meydan tasarımına kadar hepsi Vali Kırdar’ın icraatıydı. Bugün üzerinde bin yılın (!) savaşlarının yaşandığı Gezi Parkı aslında tamamen orman olan devasa bir vadinin giriş kapısı olarak planlanmış ve yapılmıştı.
Düşünün Taksim’den Maçka sırtlarına kadar yemyeşil bir gezinti alanı. Sol cephenizde bir açık hava tiyatrosu, sağ tarafınızda denize inerken bir stadyum… O da ağaçlar içinde… Taksim meydanı zaten Gezi Parkı’yla birleşmiş halkın gezi ve dinlenme mekânı olmuş… 1940’ların İstanbul’unda yaşayan az sayıda şanslı yurttaşın hatıralarındaki Taksim’i anlayabilir miyiz… Sanmıyorum..
Lütfi Kırdar, Taksim’den başlayan bu kent tasarımını bir de müzeyle taçlandırmak istedi. Ancak deniz müzesi olarak açılacak mekân için seçtiği yer biraz tartışmalıydı.
Bizim ünlü Dolmabahçe Camii!
Tıpkı Ayasofya Camii gibi Dolmabahçe de müzeye çevrildi. Deniz müzesi yapıldı. 93 yıllık cami bir anda denizcilik müzesi oluvermişti.
Tabi bu arada Vali Kırdar’a bu mimari açılımları yaptıran birinden de söz etmemiz gerekiyor. Şehir plancısı mimar Henri Prost’tan!
Fransız mimar Prost, Atatürk’ün daveti üzerine Türkiye’ye 1936 yılında gelmişti. İstanbul’un nazım planını yapmakla görevlendirilmişti. Ama o öncesinde Ayasofya ile ilgilendi. Rölöve ve çevre kazılarında bulundu.
Tam 2 yıl uğraştığı İstanbul nazım planının bitiminde Atatürk artık yaşamıyordu. İnönü ve Vali Lütfi Kırdar’la çalışmaya devam etti.
Osmanlı kültürünü korumaya yönelmedi. Yeni bir kent mimarisi yaratmak istiyordu. Bunun için yeterli desteğe sahipti. Genç cumhuriyetin yöneticileri başta İnönü ve Vali Kırdar bu konuda sınırsız yetkiyle donattılar. Prost da işe koyuldu.
ALTIN HARFLERLE TARİHTE
İşte Taksim Meydanı ve Gezi Parkı ile birlikte birçok eser Prost’un tasarımıdır.
Ancak Osmanlı mimarisine olan mesafeli duruşu Prost’u halen tartışılan bir mimar olarak anılmasına sebep olmuştur. Ama asıl tartışılan icraatı Dolmabahçe camiini Deniz müzesine çevrilmesi oldu.
1948 yılında denizcilik müzesi olarak dizayn edildi. Ancak namaz kılınan yerlere dokunulmamıştı. Yani müzelik materyaller ibadet alanı dışına konmuştu.
27 Mayıs İhtilali’nden sonra Dolmabahçe Camii’nin kaderi bir kez daha değişti. Askeri yönetim müzeyi
kaldırarak camii Yassıada İrtibat Bürosu haline getirdi. Ada’ya gidecek ziyaretçiler burada toplanıyorlardı. Duruşmaların bittiği 1961 yılı ortasından itibaren bu işlevini de yitirdi. Ve kaderine terk edildi. Bu arada deniz müzesi camiden yaklaşık 1 kilometre uzakta açılmıştı.
Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camii 1966 yılında yeniden ibadete açıldı.
Evet, Dolmabahçe Camii’nin tarihçesi böyle…
Kimi zaman müze olarak kapılarını açtı kimi zaman Yassıada’da yakınlarını görmek için bekleyen insanların durağı oldu. Şimdi de polisin gaz bombasından kaçan gençlere kapılarını açtı. Onların sığındığı bir ev oldu.
Ve müezzin Fuat Yıldırım, caminin tarihine altın harflerle geçti.
‘BEN DİN ADAMIYIM, YALAN SÖYLEYEMEM’
Son yıllarda duyduğumuz en sahici, en yürek kabartan sözü müezzin Fuat Yıldırım söyledi. Gezi olayları sırasında Dolmabahçe Camii’ne sığınan gençler ‘İçki içtiler mi, seviştiler mi, camiye saygısızlık yaptılar mı’ sorularının hepsine ‘Hayır’ dedi. Gördüklerini anlattı. Önce Bakan Egemen Bağış’a söyledi. Sonra bağlı bulunduğu müftüye rapor etti. Ardından gazeteciler çaldı kapısını. O, ısrarla sadece yaşadıklarını anlattı. O gece caminin içinde insanlık dramı olarak her şeyi yaşamıştı ama içkiye tanık olmamıştı. “Hayır” dedi, “Ben içki şişesi görmedim. Ayrıca ahlaka aykırı bir durum da olmadı.”
Israr bitmedi.
Terörle Mücadele Şubesi’nde tam 6 saat sorgulandı. Hepsinde aynı cevabı verdi. Ve orada tarihe geçecek sözünü söyledi: “Ben din adamıyım yalan söyleyemem.”
Herkesin tüyleri diken diken oldu. Bir müezzin, onlarca gazetecinin yüksek bürokratın, iş adamının yapamadığını yapmıştı. Sadece ve sadece gördüğünü söylemişti. İktidarın baskısına, polisin sorgusuna, tetikçi basının tehditlerine karşın o, bildiği iman çizgisinden milim sapmamıştı. Ne kadar özlemişiz!
Gezi direnişi bize birçok ilk yaşattı. Ancak böylesi muhteşem bir final beklemiyorduk. Müezzin Fuat Yıldırım herkese bir insanlık dersi verdi. Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camii tarihe bir kez daha geçti.
Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’nin hikâyesine bir uzanalım mı?

Business News