Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) Genel Başkanı Rıdvan Turan "Gelecek"te kaleme aldığı yazısında Solcu Müslümanlarla aralarındaki ortak noktalara değindi. Turan'ın analizi yeni tartışmalara perde açacak gibi görünüyor. İşte o yazı:
"Antikapitalist Müslümanların “Allah Ekmek Özgürlük” sloganlarıyla Taksim’e çıkmaları 1 Mayıs’ın en çok tartışılan konularından biriydi.
Kimi olumladı, kimi karşı çıktı.
Ancak bu durum en çok AKP yanlılarında şaşkınlık yarattı. Mesela Fehmi Koru 2 Mayıs tarihli yazısında “bu duruma şaşırılmaması gerekir” derken, kendi şaşkınlığını gizleyemedi. Koru; “inanç sistemimizin özünde var olan ilkelere ters düşmüyor grubun tavrı. Emeği bütün değerlerin merkezine koyuyor İslâmiyet; emekçiyi övüyor, hakkının yenilmemesini öğütlüyor. Emeğin kutsandığı bir inanç sistemidir İslâmiyet” dedi.
Pekâlâ, işçilerin yüzde 84’ünün sendikalı olmadığı, yüzde 60’ının hiç tatile çıkmadığı, yüzde 50’sinin sosyal güvenceye sahip olmadığı, işçi ölümlerinde Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü olan, son 10 yılda 10 bin 723 işçinin hayatını kaybettiği, geçen ay yaklaşık 60 işçinin öldüğü bir ülkede yaşayıp da Koru ve benzerleri neden bu duruma itiraz etmezler? İnançlarını sorgulamak bana düşmez ama bu durumda inandıklarıyla amelleri arasında bir açı farkının olduğu gayet ortadadır.
Açık söyleyeyim, uzun zamandır Müslümanlar ve sınıf mücadelesi hakkında okuduğum, yazdığım ve tartıştığım için, antikapitalist Müslümanların çıkışları beni şaşırtmadı. Tersine doğruladı.
Çünkü ben gelinen noktada, bu tür bir hareketin ortaya çıkmasının, vicdani bir tercih olmaktan çok, modern sınıf ilişkilerinin dayattığı nesnel bir zorunluluk olduğunu söylüyordum.
Meselenin bir yönü bence şuydu: AKP iktidarı 2002’de devraldığı neoliberal dönüşüm sürecini öylesine radikal bir biçimde uyguladı ki, tüm toplumsal kesimler bu durumdan etkilendi. Zengin daha zengin, yoksul daha yoksul oldu. Bu süreç daha önce ekonomik olarak az çok birbirine yakın dindar kesimlerin sınıfsal zeminlerini de birbirinden koparttı. Aynı inancın sahiplerinin bir kısmı hızla zenginleşir, lüks içinde yaşamaya başlarken, diğer kesimleri belediye otobüsüne dahi binemeyecek denli fakirleşti. Yeni yetme “abdestli burjuvazi” beş yıldızlı otellerde iftar ederken, Hacı Oruç[1] iftar için geldiği evinde, utancına dayanamadığı fakirliği nedeniyle kendini astı.
Aynı zamanda bu süreç, kentli, entelektüel bir Müslüman tipolojisi yarattı. Kapitalizme ait tüm çelişkiler kentli Müslüman toplumun özgünlüğü içinde kendini yeniden üretti.
İktidarda “Abdestli Kapitalist Parti” (AKP) olmasına rağmen, bu koşullarda birileri bu duruma içerden itiraz edecekti ve etti.
Bence bu sağlıklı bir durumun göstergesidir. Hak ve adalet mücadelesine önemli katkıları olacaktır.
Ancak bu durumun toplamda bir yanı henüz eksiktir.
Bu eksik sosyalistlere aittir.
Bazı sosyalistler Kemalizm’i sol zannederler. Marksist jargonla konuşan, burjuva aydınlanmacısıdırlar. Elitisttirler.
Onlara göre Kemalizm’in Kürtlere uyguladığı zulüm feodalizmin tasfiyesi içindir ve ilericidir. Dindarlara yaptığı zulüm batılılaşma, medenileşme içindir ve ilericidir.
İnançlılara yukardan bakar, onları aşağılar.
Bu bakış açısının Marksizm’le, sosyalizmle uzak yakın bir ilgisinin olmadığı açıktır.
Bence; beş yıldızlı otellerde iftar sofraları kuranlarla ve abdestini namazını paraya tahvil edenlerle, yoksulluğun kahredici utancına dayanamadığı için bir iftar vakti kendini öldüren Hacı’yı aynı saflarda mı görüyoruz? Meselenin özü budur.
Abdestli burjuvalar, devlet ayrıcalıklarından milyonlarca dolar kâr sağlarken, ABD başkanlarıyla, İsrail lobileriyle dost olurlarken, ülkedeki ayrıcalıklı varlıklı yerlerini milyonlarca yoksul, mazlum, Müslüman emekçinin yoklukları üzerine kurdular.
İşte bizim açımızdan da mesele bu duruma itiraz edecek miyiz, etmeyecek miyiz meselesidir. Ben bir Marksist Leninist olarak bu duruma itiraz ettiğimi ilan ediyorum.
Kendine sosyalist diyenlerin bu durumu kabullenmesi mümkün olamaz. Bu insanlar inançlarıyla, ibadetleriyle birlikte bizim sınıf kardeşlerimizdir. Mücadelede yerleri “Müslüman görünüşlü firavunlar”a karşı, bizim yanımızda olmalıdır.
Tamamlamamız gereken taraf budur.
Çünkü, bu ülkede Müslüman da olsa, Hıristiyan da olsa, dinsiz de olsa tüm sermayedarlar rahat ve huzurlu, Müslüman da olsa, Hıristiyan da olsa, dinsiz de olsa tüm yoksullar, emekçiler insanlık dışı koşullarda yaşar.
Düşman ortaktır.
Antikapitalist Müslümanlar, nasıl kendilerini yıllardır sınıf kavgasından uzak tutan hurafelerden kurtardılarsa, bazı sosyalistler de kendilerini dindarlardan uzak tutan Kemalist aydınlanmacı hurafelerden kurtarmalıdır. Eksiklik böylece tamamlanacaktır.
Mesajı alan sosyalistlere kolay gelsin, antikapitalist Müslüman arkadaşlara da sınıf kavgamıza hoş geldiniz diyorum." (Gelecek Gazetesi/ Rıdvan Turan)
[1] 2010 yılında Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde geçimini sebze ve meyve satarak sağlayan 4 çocuk babası Hacı Oruç, iftar öncesi geldiği evinde, eşinin paraları olmadığı için yemek yapamadığını söylemesi üzerini kendini asmıştı. Bunun üzerine “HACI'LARIN AÇLIKLA İMTİHANI VE SOSYALİZM MÜCADELESİNİN UNUTTUKLARI” adlı yazıyı yazmıştım. (www.sosyalistdemokrasigazete.net/gunluk/ridvanturan/20100910.htm)