AŞAĞIDAKİ YAZI, ZAMAN GAZETESİ KÖŞE YAZARI LEYLA İPEKÇİ TARAFINDAN KALEME ALINDI. MEDYA TARAMASI SIRASINDA GÖZÜMÜZE ÇARPAN BU METNİ, YAZARININ GEÇMİŞTEKİ DURUMUNU BİLDİĞİMİZDEN VE TARTIŞILMASI GEREKEN ÖNEMLİ BİR TEZ OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜĞÜMÜZDEN DOLAYI YAYINA ALDIK. İLGİNİZE SUNUYORUZ.
DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT
Toplum bilim, hayatın gerçeklerine ‘olgu'lar üzerinden bakar kaçınılmaz olarak.
Söz konusu ‘olgu'; içkin ve aşkın boyutlarına da bakmayı gerektiren tesettür gibi bir ibadet biçimi olduğunda, ‘olgu'nun sınırlarını genişleterek İslami söylemlere en azından aşina olması beklenir sosyolojik dilin. Tesettürün kalbine yaklaşabilmek, kadınların yüzde 60'ından fazlasının örtülü olduğu bir ülkede toplumsal hayatımızın ‘ilmini' de genişletecektir. O halde örtünmenin kadın erkek ilişkilerini düzenleyen zahiri anlamından insanın Rabb'iyle ilişkisine ışık tutan batıni anlamlarına açılmaya devam edelim.
Örtünmenin metafizik boyutlarına dair bu üçüncü yazımda, tesettürün ‘güzel' ile olan ilişkisine bir nebze yaklaşma gayretindeyim. Geçen yazımda mahremin görünür bir alan olmadığından hareketle özgürleşmenin olmazsa olmaz koşulu olduğundan bahsetmiştim. Bu anlamda mahremin evrensel bir boyutu olduğunun altını çizmiştim. Evet, benlikten varlığa sürdürdüğümüz yolculukta, kadın veya erkek olsun, özgürlüğümüzün kimse tarafından ihlal edilemeyen sınırıdır mahrem.
Her birimiz varoluş gayemizden aşina olduğumuz bir had ve hudut belirleme adabıyla koruruz özgürlük denilen bu mahremi. Kimsenin alamayacağı, çalamayacağı, yıkıp yok edemeyeceği, yeniden yapamayacağı özdür bu. Tüm değişimlerimizi içerir. Müslümanlara göre örtebildiğimiz, sakındığımız, derinleştirdiğimiz, esirgediğimiz ne varsa, bizim için bir değer ifade ediyor demektir. Bir hudut belirlemişizdir onlar için. Ve mahrem, bu belirlenmiş hudutlarda, kişinin haddini bilerek yaşaması için gereken asli ölçüdür. İşte bunu tartabilecek yegane birimin ‘güzel'lik olduğunu kabul eder mümin kalpler.
Güzelliğin cevheri ‘saklı'dır; tıpkı ‘Kapanmak değil, sırlanmak' adlı yazımda bahsettiğim kudsi hadis uyarınca. (“Ben saklı bir hazine idim. Bilinmeyi sevdim.”) O'nun hazinesi, ancak O'nu bilme gayretindekiler tarafından kıymetlendirilebilir. Buradaki saklı hazine, bir nevi hicabı ima ediyor. Örtünmek, bize örtüye bürünenin bir ziynet içerdiğini ‘açıktan' ima etmektir çünkü. Müslümanlar, bu ziyneti taşımanın bir sorumluluğu olduğunu düşünür. Salt felsefi/ zihinsel bir bilişle değil, vücuduyla, hareket ve tavırlarıyla bu bilişlerini hayata geçirmeye çalışırlar. Çünkü onlara göre, örtüye bürünen, neyi örttüğünün şuurunda olmalıdır. Bu şuur Müslümanların güzel ile olan ilişkisindeki belki en somut düsturu sunar bize: ‘Güzel'lik insanın kendisine mal edilemez. Diğer her şey gibi, güzellik de insana emanettir. Ve ancak emanet olanı emin bir kalple taşıyabildiği oranda, insan iman etmiş olur. Kadının tesettürü, bu anlamda ona güzelliğinin dahi ‘kendisinden kaynaklanmadığını'; ona emanet edildiğini hissettirir.
Öte yandan kendi var oluşunu ‘sevilmek' üzerine temellendiren pek çok kadın için, sevilmenin ilk koşulu güzel bulunmaktır. Güzelleşme gayreti, güzelliğini nefsine mal etmiş kadın için üst sınırı olmayan bir tür tatminsizliğe dönüşür. Oysa beşeriyetin bakışına gölgesini düşüren her güzellik, ilahi güzelliğin bir metaforudur. Güzelliğin menşei bir'dir. Ama Rabb'inin rızası yerine nefsinin rızasıyla davranan kadın -Müslüman olsun olmasın- zaman zaman bunu unutabilir. Hepimiz tecrübelerimizden biliriz ki, güzellik, bakanın gözünde saklıdır. Kadına sevilen olmaktan seven olmaya doğru bir yolculuk yaptığını hatırlatan da bu düstur olacaktır. Kadının ‘sevilen'den ‘seven'e doğru yolculuğunda bir tür seyr-i süluk'u temsil etmektedir hicap. (Bu aynı zamanda erkek için de başka bir sınava işaret eder).
Müminlerin nezdinde her güzellik, kaynağından çekmektedir ilhamını. Her güzel, ilahi aşkın (onun tecellisi olan beşeri aşkın) bir suretidir. Kâmil insanın vücudu, kadın ya da erkek olsun, kendi cinsiyetinin ötesine geçerek ‘ilahi güzel'in tecelligahı olur. İslam'a göre insanın özünde muhabbet ve aşk saklıdır. Muhabbetin kökü olan ‘habbe' aynı zamanda gözbebeği anlamına gelir. Müslümanlar, insanda mevcut bu ‘saklı' bilgiye dayanarak sırrı nurlandıran hakikatin aşk olduğuna inanırlar. Mecaza girersek; âşık olmadan iyi bir sevgili olunamayacağının da şahitliğidir bu aynı zamanda. Aşkın tecellileri, elbet çirkin olanda da mevcuttur. Allah'ın ‘güzel isimleri' Kahhar gibi, Cebbar gibi isimleri de içerir kuşkusuz ama bu, müminler için her ‘celal'de ‘cemal'in saklı olmasına delildir ancak.
Toparlayacak olursak. İslami giyinme biçimi olan tesettür, kadında veya erkekte olsun, âlemdeki saklı her güzelliğin cevherine bir göndermedir. Titus Burckhardt'ın sözleriyle; “Vücudu örtmek onu inkâr etmek değil, fakat onu bir altın gibi, kalabalıkların gözünden gizlenen şeylerin alanına çekmektir.” Hicap o halde; güzel'in yansımasıdır, aşk ile bir daha!
(LEYLA İPEKÇİ - ZAMAN - http://www.zaman.com.tr/leyla-ipekci/ortunmenin-guzel-ile-iliskisi_2108687.html
DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT
Toplum bilim, hayatın gerçeklerine ‘olgu'lar üzerinden bakar kaçınılmaz olarak.
Söz konusu ‘olgu'; içkin ve aşkın boyutlarına da bakmayı gerektiren tesettür gibi bir ibadet biçimi olduğunda, ‘olgu'nun sınırlarını genişleterek İslami söylemlere en azından aşina olması beklenir sosyolojik dilin. Tesettürün kalbine yaklaşabilmek, kadınların yüzde 60'ından fazlasının örtülü olduğu bir ülkede toplumsal hayatımızın ‘ilmini' de genişletecektir. O halde örtünmenin kadın erkek ilişkilerini düzenleyen zahiri anlamından insanın Rabb'iyle ilişkisine ışık tutan batıni anlamlarına açılmaya devam edelim.
Örtünmenin metafizik boyutlarına dair bu üçüncü yazımda, tesettürün ‘güzel' ile olan ilişkisine bir nebze yaklaşma gayretindeyim. Geçen yazımda mahremin görünür bir alan olmadığından hareketle özgürleşmenin olmazsa olmaz koşulu olduğundan bahsetmiştim. Bu anlamda mahremin evrensel bir boyutu olduğunun altını çizmiştim. Evet, benlikten varlığa sürdürdüğümüz yolculukta, kadın veya erkek olsun, özgürlüğümüzün kimse tarafından ihlal edilemeyen sınırıdır mahrem.
Her birimiz varoluş gayemizden aşina olduğumuz bir had ve hudut belirleme adabıyla koruruz özgürlük denilen bu mahremi. Kimsenin alamayacağı, çalamayacağı, yıkıp yok edemeyeceği, yeniden yapamayacağı özdür bu. Tüm değişimlerimizi içerir. Müslümanlara göre örtebildiğimiz, sakındığımız, derinleştirdiğimiz, esirgediğimiz ne varsa, bizim için bir değer ifade ediyor demektir. Bir hudut belirlemişizdir onlar için. Ve mahrem, bu belirlenmiş hudutlarda, kişinin haddini bilerek yaşaması için gereken asli ölçüdür. İşte bunu tartabilecek yegane birimin ‘güzel'lik olduğunu kabul eder mümin kalpler.
Güzelliğin cevheri ‘saklı'dır; tıpkı ‘Kapanmak değil, sırlanmak' adlı yazımda bahsettiğim kudsi hadis uyarınca. (“Ben saklı bir hazine idim. Bilinmeyi sevdim.”) O'nun hazinesi, ancak O'nu bilme gayretindekiler tarafından kıymetlendirilebilir. Buradaki saklı hazine, bir nevi hicabı ima ediyor. Örtünmek, bize örtüye bürünenin bir ziynet içerdiğini ‘açıktan' ima etmektir çünkü. Müslümanlar, bu ziyneti taşımanın bir sorumluluğu olduğunu düşünür. Salt felsefi/ zihinsel bir bilişle değil, vücuduyla, hareket ve tavırlarıyla bu bilişlerini hayata geçirmeye çalışırlar. Çünkü onlara göre, örtüye bürünen, neyi örttüğünün şuurunda olmalıdır. Bu şuur Müslümanların güzel ile olan ilişkisindeki belki en somut düsturu sunar bize: ‘Güzel'lik insanın kendisine mal edilemez. Diğer her şey gibi, güzellik de insana emanettir. Ve ancak emanet olanı emin bir kalple taşıyabildiği oranda, insan iman etmiş olur. Kadının tesettürü, bu anlamda ona güzelliğinin dahi ‘kendisinden kaynaklanmadığını'; ona emanet edildiğini hissettirir.
Öte yandan kendi var oluşunu ‘sevilmek' üzerine temellendiren pek çok kadın için, sevilmenin ilk koşulu güzel bulunmaktır. Güzelleşme gayreti, güzelliğini nefsine mal etmiş kadın için üst sınırı olmayan bir tür tatminsizliğe dönüşür. Oysa beşeriyetin bakışına gölgesini düşüren her güzellik, ilahi güzelliğin bir metaforudur. Güzelliğin menşei bir'dir. Ama Rabb'inin rızası yerine nefsinin rızasıyla davranan kadın -Müslüman olsun olmasın- zaman zaman bunu unutabilir. Hepimiz tecrübelerimizden biliriz ki, güzellik, bakanın gözünde saklıdır. Kadına sevilen olmaktan seven olmaya doğru bir yolculuk yaptığını hatırlatan da bu düstur olacaktır. Kadının ‘sevilen'den ‘seven'e doğru yolculuğunda bir tür seyr-i süluk'u temsil etmektedir hicap. (Bu aynı zamanda erkek için de başka bir sınava işaret eder).
Müminlerin nezdinde her güzellik, kaynağından çekmektedir ilhamını. Her güzel, ilahi aşkın (onun tecellisi olan beşeri aşkın) bir suretidir. Kâmil insanın vücudu, kadın ya da erkek olsun, kendi cinsiyetinin ötesine geçerek ‘ilahi güzel'in tecelligahı olur. İslam'a göre insanın özünde muhabbet ve aşk saklıdır. Muhabbetin kökü olan ‘habbe' aynı zamanda gözbebeği anlamına gelir. Müslümanlar, insanda mevcut bu ‘saklı' bilgiye dayanarak sırrı nurlandıran hakikatin aşk olduğuna inanırlar. Mecaza girersek; âşık olmadan iyi bir sevgili olunamayacağının da şahitliğidir bu aynı zamanda. Aşkın tecellileri, elbet çirkin olanda da mevcuttur. Allah'ın ‘güzel isimleri' Kahhar gibi, Cebbar gibi isimleri de içerir kuşkusuz ama bu, müminler için her ‘celal'de ‘cemal'in saklı olmasına delildir ancak.
Toparlayacak olursak. İslami giyinme biçimi olan tesettür, kadında veya erkekte olsun, âlemdeki saklı her güzelliğin cevherine bir göndermedir. Titus Burckhardt'ın sözleriyle; “Vücudu örtmek onu inkâr etmek değil, fakat onu bir altın gibi, kalabalıkların gözünden gizlenen şeylerin alanına çekmektir.” Hicap o halde; güzel'in yansımasıdır, aşk ile bir daha!
(LEYLA İPEKÇİ - ZAMAN - http://www.zaman.com.tr/leyla-ipekci/ortunmenin-guzel-ile-iliskisi_2108687.html