Polis şiddeti sonucunda 5 kişi hayatını kaybetti, binlerce kişi yaralandı, sakat kaldı, gözünü kaybetti.
Hürriyet gazetesi yazarı Ayşe Arman bu şiddeti uygulayan polislerin içinden dört kişiyle konuştu.
Arman Gezi tanıklıklarında bugün polislere kulak verdi.
"Onlar,
yaşadıklarından gurur duymayan polisler." Diyen Arman şöyle devam etti:
"Onlar, polis içinde reform yapmaya, polis haklarını düzeltmeye,
düzenlemeye çalışan bir grup. Son derece açık sözlü davrandılar,
sorduğum her soruyu yanıtladılar. Bu röportaj devam edecek…"
"EVET ORANTISIZ GÜÇ KULLANDIK"
Arman'a
konuşan tüm polislerin belki de ortak özelliği orantısız güç
kullandıklarını kabul etmeleri. Ayrıca amirlerinin ve teşkilatın ciddi
hatası olduğunu söyleyen polisler Başbakan'ın aksine kesinlikle yapılanlara "destan" denemeyeceğini söyledi.
Arman'ın röportajı şöyle:
1. POLİS
Yaş?
- 28.
Polis olmaya ne zaman karar verdin?
-
Hiç öyle bir niyetim yoktu. 4 sene fizik okudum, araştırma görevlisi
olmak istiyordum. Akademisyenlik şartları kapanınca, önce dershanede
hocalık yaptım. Ama parası iyi değildi. Sonra polis alımları olduğunu
öğrendim, başvurdum ve kazandım.
Gezi’de görevin neydi?
- Çevik Kuvvet. 60 saat orada kaldım. Aklımdan geçen tek şey, ‘görev bitse de evime dönsem’di. Ama bitmedi…
Polisin orantısız güç kullandığını düşünüyor musun?
- Elbette, aksini kim iddia edebilir?
TEKMELEDİM
Peki bütün bu olan biteni nasıl açıklıyorsun?
-
Açıklayamıyorum. Şiddeti onaylamak mümkün değil. İnsansan,
onaylayamazsın. Birilerinin kafasına nişan alınması, gözlerinin çıkması,
saçlarından sürüklenmesi, tekmelenmesi… Bunlar, bizi de rencide eden
şeyler. Hiçbir şekilde haklı bir gerekçesi olamaz. Evet, bunların hepsi
yaşandı. Ama polis, neden bu kadar çok şiddet uyguladı, bunu da
araştırmak lazım. Amacım, polisi aklamak ya da savunmak değil, ama
polisin psikolojisi de hesaba katılmalı. Bize, bir görev veriliyor. 40
saat boyunca kaldırımda yatırılıyoruz. Yemek desen hak getire, yarım ekmek arasına kaşar-salam. Tuvalet desen iki tane, önünde 200 kişi kuyrukta. Sabahtan akşama kadar hakaret, taş, molotof yiyoruz. N’oluyor? Biz de insanlıktan çıkıyoruz.
Ama şimdi sen de kendini aklıyorsun! “Şartlar o kadar kötüydü ki polis de sonunda cinnet geçirdi!”ye mi getirmek istiyorsun?
-
40 saat uyumayan birinden ne bekleyebilirsin? Gerçekten insanlıktan
çıkıyoruz. Çıktık. Vicdanımız rahat mı? Kendi adıma değil. Sosyal
medyada yayınlanan bütün o şiddet görüntülerini ben de izledim. Kabul
ediyorum, vahşet. Ben de bazı şeyler yaşadım, yaşattım, o görüntüleri
televizyondan izlediğimde, “Bu, ben olamam!” dedim.
Sen ne yaptın?
- Yerdeki göstericileri tekmeledim. İstemeden yaptım. Ama aşırıya kaçtım.
KENDİNDE DEĞİLSİN
Plastik mermi attın mı?
- Hayır. Gaz bombası da atmadım. Sadece tekmeledim. Bazı arkadaşlarım, başka şeyler de yaptı...
Yönetmelikte yasak olmasına rağmen, bazı arkadaşların, insanların ayağına değil, yüzüne gaz kapsülü attılar…
-
Gaz sıkarken 45 derecelik bir açıyla sıkarız ya da yerden sektirerek
atarız. Ama bir an geliyor, her şey çığrından çıkıyor, o kadar saat
çalıştıktan sonra artık kendinde olamıyorsun. Yüzlerce gaz sıktığında,
bir kaç tanesi, sen istemesen de, birilerinin yüzüne gelebiliyor.
Peki amirler…
-
Sorun onlar zaten! Bize, “Gereğini yapın!” dediler. Laf bu. Bizim de
aşırıya kaçtığımız oldu. Müdahalelerimiz, Çanakkale destanına
benzetildi, bu da utanç verici, tabi ki böyle görmüyoruz. Nasıl destan
yazmış olabiliriz ki, karşımızdaki halk.
Çanakkale destanına bağlamayı, suçu kapatma psikolojisi olarak
değerlendiriyorum. Bizi orada, insan haklarına aykırı şekilde
çalıştırdılar, biz de orantısız güç uyguladık.
EMİNİYETTE HUKUK YOK
Bana hep insanın içinde şiddet varsa, bu tür şeyleri yapabilirmiş gibi geliyor…
-
Doğru ama içindeki şiddeti ortaya çıkaran da o uygunsuz şartlar. Bu
olayla, teşkilat içinde polisin maruz kaldığı şiddet de açığa çıktı.
Çünkü bize insan muamelesi yapılmıyor, böcek gibi görülüyoruz.
Bunlar neden sesli söylenemiyor?
-
Çünkü emniyette hukuk yok. Güya kanunları uygulayıcı olan teşkilatımız,
kendi içimizde kanunları uygulamıyor. Ben bir buçuk aydır olağanüstü
şartlarda çalışıyorum. Hangi kanuna göre…
Kimse itiraz etmiyor mu?
-
Yok canım, ne itirazı. İtiraz eden olursa, amirlerimiz, “Geç karşı
tarafa, sen de bize taş at!” diyorlar. Vatan haini ilan ediliyoruz.
Kendi haklarımızı arayamıyoruz. Aramaya kalktığımızda, teşkilatı
kışkırtmakla suçlanıyoruz. Zaten biz, hakkında soruşturma açılmış
polisleriz, sürekli sürülüyoruz…
Gezi’de seni en çok üzen neydi?
- Lobna Allami’nin başına kapsül isabet etmesi. Oradaydım.
Senin arkadaşlarından birinin, o kızın hayatını kaydırdığını bilmek nasıl bir duygu?
-
Felaket. Ama yine de, kimsenin bilerek ya da isteyerek böyle bir şey
yapabileceğine inanmak istemiyorum. O kapsülü atan kendini biliyorsa,
inan çok pişmandır!
Pişmandır
yeter mi? O kız, iki beyin ameliyatı geçirdi, artık konuşamıyor, bir
tarafı felçli. O polis, onun hayatını çaldı! Bedelini ödemesi gerekmez
mi?
-
Elbette. Yaşananları tasvip etmek mümkün değil. Ama o polis, o ana
kadar kim bilir kaç atış yaptı. Bir tanesi Lobna’nın hayatını yaktı.
İnsanların Gezi’den sonra sana davranışı değişti mi? Polis olduğunu öğrenince n’apıyorlar?
- Halkın bize öfkesi birken, bin oldu. Halkla karşı karşıya getirildik.
İNSAN AVI
İnsanlar
öldü, beyin travması geçirdi, gözleri çıktı, tekmelenerek hayatını
kaybeden geçler oldu… Belki birebir sen sebep olmadın ama suçluluk
duyuyor musun?
- Evet. Duymayan insan değildir.
Polis
apartmanlara giriyor, evlerin, hastanelerin içine gaz bombası atıyor,
resmen bir ‘insan avı’ Bu nasıl bir psikolojidir? Nasıl açıklanabilir?
- Dediğim gibi çalışma şartlarından kaynaklanan bir cinnet hali…
Artık bu yanıt beni kesmiyor!
- Öyle bir an geliyor ki, “Ben
bu insanı bir şekilde ekarte edeyim, ayakta duramaz hale getireyim ki
beni daha fazla yormasın, bir daha karşıma çıkmasın!” diyorsun.
Çünkü o bir daha gelmezse, sen de evine gidebileceksin. Çünkü
gazlıyoruz, gidiyorlar, iki saat sonra kendilerine geliyorlar, yine saldırıya
geçiyorlar. Bunun sonu yok. Onlar dinlenebiliyor. Biz dinlenemiyoruz.
Öyle bir hareket yapalım ki, bir daha gelemesinler, psikoloji bu…
2. POLİS
Yaş?
- 25.
Nasıl polis oldun?
- Televizyon dizilerinden etkilendim.
Gezi’deki görevin?
- Sivil polisim. Görevim parkını savunmak ve Çevik Kuvvet’e destek olmaktı.
Nasıl bir psikoloji söz konusuydu?
-
Hepimiz onca gün yıkanmamışız, artık kokuyoruz, iç çamaşırı
dağıtıyorlar, don, atlet. Ben 57 saat, kesintisiz görev yaptım, küçücük
bir sehpanın üzerinde yattım. Canavarlaştırıldık, insanlıktan
çıkarıldık. Dolayısıyla, patlama noktasına geldik. Polisi, öyle bir
ortamda çalıştırırsan tabii ki şiddet uygular. Emniyet, polise insan
haklarına uygun davranıyor mu ki; polis, göstericilere insan haklarına
uygun davransın? O sırada bir arkadaşımızın eşi doğum yaptı, izin
verilmedi. Bir arkadaşımız yaralandı, ayağına 9 dikiş atıldı, eve
göndermedi. Bir arkadaşımız evlenecekti, düğün salonu tutmuş, davetliler
gelecek, çocuk kendine düğüne gidemedi. Böyle insanlıktan uzak bir
ortam…
BİR BİRİM YERİNE DÖRT BİRİM ŞİDDET
Sen polisin orantısız güç kullandığını kabul ediyor musun?
-
Tabii ki. TOMA’yla su sıkıp, insanı takla attıranlar oldu. Ya da direkt
kafaya nişan alıp, yaralayanlar. Bunlar orantısız güç. Kınıyoruz. Ama
bir saatten sonra, deliriyorsun. Ben de öyle oldum mesela, göz altına
alacağım vatandaşa,
1 birim şiddet uygulayarak alabilecekken, 4 uyguladım. Yaptım. Çünkü
saf dışı bırakayım bir daha gelmesin istedim. Ki ben de evime
gidebileyim.
Neden polis, direkt göstericinin kafasına ateş eder. Bunu nasıl açıklayabilirsin?
-
Saatlerce, günlerce, o kadar çok atış yapıyorsun ki, bir noktadan sonra
“Açı mı hesaplayacağım!” diyorsun, umursamıyorsun. Allah ne verdiyse
sıkıyorsun…
O sırada sizi gaza getirenler, “Haydi aslanlarım yapın edin” diyenler var mıydı?
- Olmaz mı? Ekip arabalarından,
mehter marşı bile çaldılar. Polislerin arasında bilinçsizler de var,
dolduruşa geldiler. En kötü şartlarda çalışan bizdik, itfaiyeciler ve
sağlıkçıların çadırı vardı, dinlenebiliyorlardı, onlar da 8 saatte bir
ekip değişiyordu. Biz telefonlarımızı bile şarj edemedik, ailelerimizle
ilişkimiz kesildi…
Bu kadar mı beceriksiz polis teşkilatı?
-
Maalesef öyle. Türkiye için utanç verici bir şey. Ama bizim
idarecilerimiz utanmıyor. The Guardian manşet atmıştı, “Polis
protestocularla değil, insanlık dışı çalışma saatleriyle boğuşuyor!”
diye. Bu manşet durumu özetliyor aslında. Kimse istemezdi bu
yaralanmaları, ölümleri, hem bizden hem karşı taraftan. Benim
akrabalarımdan bir sürü insan vardır Gezi’de. Eski kız arkadaşım Gezi
parkı eylemcisi…
Binaların içine girip ‘insan avına’ çıkılmasına, sen ne diyorsun?
-
Çok eskiden müdahaleler copla yapılırdı. Cop ters çevrilirdi, bunlar
işin pisliği, öyle vururlardı ki insanı sakatlarlardı. Dört kişi de onu
taşımaya gelirdi, toplam beş kişi eylemden
ekarte edilmiş olurdu. Bu şekilde grup dağıtılırdı. Gezi’de de bir
yerden sonra, aynı duygu ortaya çıktı. Vuralım, yaralayalım, arkadaşları
yardıma gelsinler, dört beş kişi eksilsin. Artık “Haklı mı, haksız mı?
Ne düşünüyor? Ne hissediyor?” o boyutları aşıyorsun. Yeter ki buradan
kurtulalım, evimize gidelim, sıcak bir yatak görelim...
Polis olmak bugünlerde nasıl bir şey?
-
65 bin kişi polisliğe müracaat etmiş. Bilmiyorlar polisliğin nasıl bir
şey olduğunu. Biz bırakıp kaçmaya çalışıyoruz, kurumlar arası geçiş
düşünüyoruz. Artık tiksindik polislikten.
HEPİMİZ HAKKINDA SORUŞTURMA AÇILDI
Bu röportajı neden veriyorsun?
-
Ben de hakkında soruşturma açılmış bir polisim. Bu düzene artık dur
demek istiyorum. Ama onurlu olmak için simit satmaya da niyetim yok.
Niye bırakıp gideyim, bu kadar emek vermişim, belki sistemi
değiştirebiliriz. 300 bin polis arasında, bizim gibi düşünen 11 bin kişi
var. Belki bir arkadaşımızın daha intihar etmesinin önüne geçebiliriz.
Sorunları anlatıyoruz ki, çözülsün. Gezi parkı olaylarından sonra, bir
günde üç arkadaşımız intihar etti, dördüncünün elinden silahı aldık.
Bu kadar üst üste intihar olunca, sizi bir araya toplayıp bir şey demiyorlar mı?
- “İntihar etmeyin oğlum!” diyorlar. İntiharı yasaklayan bir genelgemiz var. Böyle bir zihniyetle boğuşuyoruz.
“Bu emir kanun dışı, uymuyorum!” diyebiliyor musun…
-
Hayır sorgulayamıyorsun. “Gaz sık” dediğinde, “Ben sıkmam” diyecek,
polis hayal edemiyorum. Eğer öyle bir şey yaparsa, sürgünlerden sürgün
beğenir. Öyle bir baskı yaparlar ki, o polisi intihar ettirirler. Çevik
Kuvvet’in üçte biri, bir yıllık polis, herhangi bir uyarı veya kınama
aldığında mesleğinden oluyor. Bu durumdaki bir insanın, emir sorgulama
hakkı yok.
Sizi koruyan bir kurum var mı?
-
Kendimizi anlatabileceğimiz bir mekanizma yok. Sendika vardı,
kurucularımızı ihraç ettiler. Hâlâ sendikalımızı kabul etmiyorlar.
3. POLİS
Yaş?
- 45.
Kaç yıllık polissin?
- 14.
Neden polis oldun?
-
Çocukluktan beri hep polis olmak istedim. Ama artık mesleğimi severek
yapamıyorum. Büyük haksızlıklar yaşanıyor. Sendikacı olduğum için bana
bir ceza vermek istiyorlar ama utanıyorlar. Çünkü yapıyorlar, çünkü çok
büyük emeğim var teşkilata. Ama benim de hakkımda soruşturma var. Önemi
yok, olsun, varsın ihraç etsinler.
Polisin delilleri karatmasına ne diyorsun?
-
Suçtur. Kabul edilemez. Bu yönde verilen emir uygulanmamalıdır. Emri
veren de, uygulayan da hukuki anlamda sorumludur ve suç işlemiştir.
Polislik mesleğini bir daha yapmamalı ve teşkilattan çıkarılmalıdır!
Eskişehir’de dövülerek öldürülen Ali’nin kamera kayıtlarının 18 dakikası nasıl oluyor da, yok oluyor?
- Düşündürücü ve şüpheli bir durum. Bilirkişi incelemesi yapılmalı, varsa kaydı silenler yargılanmalı.
Ethem Sarısülük’ün vurulma anındaki güvenlik kamerası nasıl oluyor da, başka yöne çevriliyor? Bir ağaca zumlanıyor…
-
Ethem’in vurulma anında kamera dönüyorsa, bunun iki izahı olabilir:
Birincisi kamera özelliğidir ki bu belirli saniye aralıklarıyla otomatik
döner. İkincisi, kasıtlı yapılmıştır. Bu da suçtur. Emniyet içinde
böyle bir emir veren suç işlemistir. Ama ne var ki, polis, kendisine
verilen emri uygulamak zorunda. Bizim de bütün savaşımız
bu. Polis memurunun, hukuksuz emre itiraz etme hakkı olsaydı, bunların
çoğu yaşanmazdı. Ne yazık ki yaşanıyor. Polisin delil karatma ermine
direnecek gücü yok. Mecburen uyguluyor.
Ali’yi döverek öldüren polislere ne diyeceksin?
-
Henüz o şahısların polis olup olmadıkları belli değil. Eğer polislerse,
böyle insanlardan sadece utanırım. Ama unutmamak gerekir ki, çadırları
yakanların da önce polis oldukları zannedildi, sonra zabıta çıktı.
Soruşturmanın sonucunu beklemek lazım.
17 yaşında bir çocuğun, koma haline uyutulduğu yoğun bakımdaki odasına bir polis ne amaçla girer?
-
Yoğun bakıma doktordan başkası giremez, girmemeli. Olayın araştırılması
gerekir, hastane kameraları incelenmeli. Tabii ki polisin böyle bir
davranışta bulunması şüphe yaratır.
Palalı adamın göz göre göre kaçmasına imkan sağlanmış olmadı mı?
- Evet ama bu tamamen savcılık
ve mahkemeyle alakalı bir şey, polisle ilgisi yok. Adli mercilere
sorulmalı. Ayrıca palalı adam, bir polis memurunu parmağından, bir başka
polis memurunu da elinden yaraladı. Bu olayda, palalı adamdan şikayetçi
olan polis de mağdur oldu. Şahsi fikrim, “Bırakılmamalıydı!” Bu tip
adamlara hoşgörü gösterilmesi başkalarına da cesaret veriyor. Nitekim
böyle bir sonuç doğurdu.
POLİS 4:
Yaş?
- 22.
Neden polis oldun?
- Ailem istedi, üniversiteden terkim, polis yüksek okuluna girdim. Giriş o giriş.
Kaç yıl oldu?
- 4 yıldır teşkilattayım.
Senin Gezi’deki görevin neydi?
- Çevik Kuvvet.
Peki o kıyafet ağır gelmiyor mu?
-
Hem de nasıl. Aslı 5-6 kilo ama bir süre sonra 50-60 kiloymuş gibi
gelmeye başlıyor. Kafandaki kask yüzünden, görüş alanın da kısıtlı.
Sen yaşananları nasıl değerlendiriyorsun?
-
İçindeyken değerlendirebilmen mümkün değil. Ben oradayken sadece bana
taş atanı görüyordum. Ama sonra üniformamı çıkarıp, olayları
televizyonda izledikten sonra “Vay anasını!” diyorsun. “Bunlar nasıl
yaşanmış!” İnanmak istiyorsun ki, bu gördüklerin kazara
olmuştur. Polis kimsenin kafasına sıkamaz, sıkmamalı diyorsun. Ama
görüyorsun olanları. Yapılabilir mi? Yapılabilir. Bunu, yapmaya hakkı
vardır manasında söylemiyorum. Ama insan o anki psikolojiyle, evet bir
çok şeyi yapabilir…
Nasıl bir psikoloji o?
-
Sürekli bir yere koşuyorsun. Nereye koştuğunun, nasıl bir yere
koştuğunun hiçbir önemi yok. Sadece koşuyorsun, koşman gerektiği için
koşuyorsun. Sonra, “Çatı kur” deniyor, çatı kuruyorsun, “Gaz at”
deniyor, atıyorsun. O an düşündüğün tek şey, “Şimdi ne yapacağız, sırada
ne var? Sürekli terliyorsun. Başın ağrımaya başlıyor, üzerindeki
techizat da seni mahvediyor. Biri sana, “Gereğini yap!” diyor. O kadar
fena, o kadar yuvarlak bir laf ki bu. Gereği ne?
Peki insan, oradaki çoluk-çocuğu, yaşlıları görmüyor mu? Nasıl atıyor o gazı…
- O kalkanın ardında ben eylemcileri görüyorum, çocuk-çocuk yaşlı görmüyorum. Bana göre, o sırada herkes eylemci ve bize kast ediyor. Oradan belki sıradan vatandaş
da geçiyor ama bilemiyorsun. Evet, yapılmaması gerekir. Biz bile
tiksiniyoruz. Düşünmeyi bırakıyorsun. Sadece sana söyleneni yapıyorsun.
Ben de öyleydim, robot gibi.
Peki korkmuyor mu insan?
-
Mesleğe ilk başladığımda, bacaklarım titriyordu. Artık alıştım. Hatta,
karşından taş yağarken, komik muhabbetler oluyor. “Beyler taş geliyor!
Hooop, güm” diye aramızda konuşuyoruz.
Seni bütün bu yaşananlarda vicdanen en çok rahatsız eden ne oldu?
-
Gümüşsuyu’ndaydık. Müdahale etmeye başladık, arkadaşlar biraz dozunu
kaçırdılar. Barikatı aşacağız, sert bir müdahale olacak. “Yapmayalım”
dedim. İnsanların bana öyle bir bakışı oldu ki anlatamam. “Git eylemcilerle birlik ol o zaman” bakışı. Ben bunu gördüktün sonra bir kere daha görüşümü dile getirebilir miyim? Mümkün değil.
İsimsiz de olsa bunları anlatmanız başınıza iş açmayacak mı?
-
Kurum bizi biliyor zaten. Hepimiz hakkında soruşturma var.
Telefonlarımız dinleniyor. Mahkeme kararı olmadığı için
delillendiremiyorlar. O yüzden de ihraç edemiyorlar. Ama sürekli
sürülüyoruz.
Teşkilatın ‘siyah koyunu’sunuz?
- O laf kibar oldu, biz teşkilatın zencileriyiz! İdarecilerimiz bizi öyle görüyor.
Sen Gezi’dekilerin ‘dış mihrak’ olduğuna mı inanıyordun?
-
Hayır. Çünkü kendi arkadaşlarım da vardı aralarında. Telefonlaşıyorduk.
“Neredesin?” diyordum, “Parktayım” diyordu. “Oğlum evine git! Ne işin
var orada. Bak bizimkiler canını yakar!” diyordum. Dış mihrak demek
yanlış ve komik olur!