“Öyle bir sanat ki, onu hiçbir sınır durduramasın, gümrük kapılarında sürünmesin, mabed eşiklerinde aşınmasın, kütüphanelerin raflarında beklemesin.’’
Mavi gezi bir ağaçtır/Dalları deniz./Mavi gezi bir bahçedir/Gülleri deniz./Mavi gezi bir gelindir/Telleri deniz./Mavi gezi bir beşiktir/Bebeği deniz.
Sanat tarihimizde 1930 ile 1970 tarihleri arası, kavramsal tartışmaların belki de en yoğun yaşandığı dönemdir. Sanat için sanat, halk için sanat; devlet sanatı, modern sanat vs. gibi… Oysa sanatçılarımızın tutkuları ortaktı; sanatın ne olduğunu anlamak ve anlatmak. Çünkü yaşanan, topyekun bir varlık mücadelesiydi. Bu nedenle, örneğin resim sanatımızın ulaştığı noktayı göstermek arzusunda olan ressamlarımızın üslup farklılıklarından doğan tartışmalarına dönemin aydınları; hatta bürokratları dahi katılmıştır. Bedri Rahmi Eyüboğlu, söz konusu tartışmaların odağında bulunan çok yönlü bir sanatçı olarak Çağdaş Türk Resmi’nin oluşumunda ve özgün şiirleriyle edebiyatımızda ayrı bir yere ve öneme sahiptir.
Eyüboğlu’nun 1935-36 tarihlerindeki resimlerde daha Van Gogh, Duffy ve Mattisse etkileri yoğundur. Guvaj, bu dönemin önde gelen tekniğidir. Bu yenilikçi yaklaşımı nedeniyle, Sovyetler Birliği’nde açılan ilk Türk resim sergisine Hasan Ali Yücel’in teklifiyle Bedri Rahmi’den üç resim seçilmiştir. Gerçi hoş, sanatçının en dikkat çekici resimleri arasında örnek gösterilen çalışmalarının bir bölümünü ise Paris’teki NATO binası için yapmıştır.
Bununla birlikte Bedri Rahmi, sanatın işlevini, halktan alınanın daha güzel ve faydalı bir şekilde yine halka sunulması çabası olarak görür. Eserlerinde yalın anlatım ya da şiirlerindeki halk söylemleri, masal öğeleri, yerel kullanımlar da halkı sanatla buluşturma gayretinden kaynaklanan bir tavrı işaret eder. Bu aynı zamanda söz konusu dönemin de temel özelliklerinden biridir. Dolayısıyla yeni edebiyatımızı ve çağdaş resim sanatımızı besleyen en güçlü kaynakların halk edebiyatı ile söylenceler, farklı müzikler ve masalların da olduğu halk kültürü olduğunu söyleyebiliriz.
Bu konuda, Ahmet Hamdi Tanpınar, Bedri Rahmi’nin şiiri ile ilgili olarak, “Bedri Rahmi’nin bir tarafını hayat içtihası yaparsa, öbür yanını da gittikçe ağır basan bir populizme meydana getirir. Filhakika bu şairde başından itibaren görülen saz ve halk şairlerinden ve bilhassa halk dilinden gelme unsurlar, sonuna doğru eserin hakim vasfı olurlar. Bedri Rahmi Eyüboğlu bu tecrübeyi son zamanlarda büsbütün kilim ve diğer halk sanatlarındaki motiflerin ve stylisationun emrine vermek suretiyle resmine de nakledecektir” demiştir.
Eyüboğlu ise bu değerleriyle birlikte sanatçıyı şöyle tanımlar, bir anormal insan olarak: “Ya saralı olacaksın ara sıra ağzın burnun köpürecek, şırak diye olduğun yere uzanıp debeleneceksin, ya ara sıra hiç kimsenin uğramadığı bir tarafa doğru estirecek, hiç kimsenin anlayamadığı bir şeyler söyleyecek kısacası bir parça oynatacaksın, ya hiçbir kabadayının içemediği kadar içkiye veya çeşitli zehirlere dayanacak, hiçbir çenginin beceremediği oyunlar döktüreceksin, bir kelime ile bambaşka bir insan olasın ki sanat yapabilesin!” Halk sanatından beslenen sıra dışı sanatçı… Tam bir geçiş dönemi tanımlaması olarak…
Sanatçı kendini aldatmamalıdır...
Kimi zaman sanatı insanlarda güzellik duygusu uyandıran bir araç olarak tanımlayan Bedri Rahmi’ye göre, sanatçının önce kendisini aldatmaması, güzelliğe varabilmek için olmazsa olmazdır.
Çünkü güzellik her yerde ve her şeyde vardır. Bununla ilgili bir mülakatında “Tabiat karşısında yalnız kendi intibaınıza ehemmiyet vermeniz ve binnetice sevdiğiniz sanat eserlerini tamamıyla unutmanız lazımdır. Muhakeme sadece ‘şahsi hissinizin’ en kuvvetli en basit ifadesini bulmak için müdahale etmelidir” demiştir. Başka bir yerde ise “Kendini sanata adamışları deli divane eden nedir bilir misiniz? Nur topu gibi bir emek halkasına bir halka daha ekleyeyim derken, ilk halkayı darmadağın etmek. Olgun bir meyve ağacı beklerken yapraktan daldan, gövdeden vazgeçtik, fidandan, tohumdan olmak” diyerek, harcanan muazzam çabaya dikkat eder.
“Sanatı bir ihtiras halinde ölene kadar ciğerleriyle körükleyen dahilere” küfreden; “Sanatı bir eğlence olmaktan çıkarıp onu korkunç bir ilim, ucu bucağı olmayan bambaşka bir alem yapanları” dinlemeyen Eyüboğlu, gerçekte çokça önemsediği halk kültürüyle yoğrulmuş sanatı salt bir eğlence olarak görmez, içselleştirir: “Öyle bir sanat ki, dostlar için değil, düşmanlar için değil, müzeler, salonlar için de değil, herkes için. Öyle bir sanat ki, onu hiçbir sınır durduramasın, öyle bir sanat ki, gümrük kapılarında sürünmesin, cami, kilise, mabed eşiklerinde aşınmasın, kütüphanelerin güzel raflarında beklemesin. Öyle bir sanat ki nesilden nesile, dehadan dehaya, asırdan asıra, imbikten imbiğe süzülmesin. Ona uzanabilmek için ne ilimden uzun kollar ne de herhangi çapraşık sanat bilgilerinden çapraşık yollar dilenelim. Öyle bir sanat ki, bir buğday tanesi kadar mütevazi, bir dilim ekmek kadar ucuz, bir baş soğan kadar yanı başımızda olsun. Öyle bir sanat ki ona günde üç nöbet acıkalım ve onunla günde üç öğün doyabilelim.”
Modern sanatın ve geleneksel sanatlarımızın bir sentezini yaratma çabası günümüzde de devam ediyor. Bedri Rahmi Eyüboğlu ve daha birçok aydın, sanatçı, sosyolog ve sanat tarihçi kültürel gelişmişliğe resim ve yazılarıyla destek vererek; halk veya saray sanatının Batı’dan alınan tekniklerle yeniden yorumlanması ve bir senteze gidilmesi yönünde düşüncelerini beyan etmişlerdir.
Göcek, Taşkaya’daki Osmanağa Suyu’nun bulunduğu koy, “Bedri Rahmi Koyu” adıyla anılır. 13 Ağustos 1973 yılında oğlu Mehmet Eyüboğlu’nun düzenlediği “Mavi Gezi”ye katılan Bedri Rahmi için, bu gezi aynı zamanda 13 Ocak 1973’de kaybettiği Sabahattin ağabeyini anma anlamını da taşır:
“Mavi gezi bir mavidir adı yok / Ağam sensiz bu mavinin tadı yok.”
Evet... Yalnızlığımız kadarız ve yalnızlığımız mis kokmalı…
BÜYÜK ŞEHİR
Bir değil hallerin beş değil
Nasıl anlatsam hepsini bir bir
Nasıl bağlansam sana nasıl, büyük şehir.
Yüz tane kolum olsa kucaklamağa yetmez
Tepeden tırnağa dudak kesilsem bitip tükenmezsin.
Anten misali gerilse bütün damarlarım
Nasıl duyarım semt semt bucak bucak seni
Nasıl sararım?
Büyük hastanelerinde yatarım insan dolu,
Büyük gemilerine binerim mahşer,
Hanların dolu, hamamların dolu...
Gel gör ki her Allahın günü
Göz göze, diz dize
Tramvayda, sinemada, meyhanede, mabette.
Herkes kendi murdar karanlığına gömülmüş
Herkes gurbette.
Kökü dışarda diyorlar
Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak, rahat bir gençlik geçiren ve bir bölümü yurtdışında olmak üzere iyi bir eğitim alan Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nâzım için yazdığı, bazı dizeleri sonradan türkü de yapılan şiirinde şöyle sesleniyor:
Sana kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun
Kurusun murdar ilikleri dilleri çürüsün
Şiirin gökyüzü gibi herkesin
Sen Kızılırmakçasına bizimsin
En büyük demircisi dilimizin
Canımız ciğerimizsin
Mavi gezi bir ağaçtır/Dalları deniz./Mavi gezi bir bahçedir/Gülleri deniz./Mavi gezi bir gelindir/Telleri deniz./Mavi gezi bir beşiktir/Bebeği deniz.
Sanat tarihimizde 1930 ile 1970 tarihleri arası, kavramsal tartışmaların belki de en yoğun yaşandığı dönemdir. Sanat için sanat, halk için sanat; devlet sanatı, modern sanat vs. gibi… Oysa sanatçılarımızın tutkuları ortaktı; sanatın ne olduğunu anlamak ve anlatmak. Çünkü yaşanan, topyekun bir varlık mücadelesiydi. Bu nedenle, örneğin resim sanatımızın ulaştığı noktayı göstermek arzusunda olan ressamlarımızın üslup farklılıklarından doğan tartışmalarına dönemin aydınları; hatta bürokratları dahi katılmıştır. Bedri Rahmi Eyüboğlu, söz konusu tartışmaların odağında bulunan çok yönlü bir sanatçı olarak Çağdaş Türk Resmi’nin oluşumunda ve özgün şiirleriyle edebiyatımızda ayrı bir yere ve öneme sahiptir.
Eyüboğlu’nun 1935-36 tarihlerindeki resimlerde daha Van Gogh, Duffy ve Mattisse etkileri yoğundur. Guvaj, bu dönemin önde gelen tekniğidir. Bu yenilikçi yaklaşımı nedeniyle, Sovyetler Birliği’nde açılan ilk Türk resim sergisine Hasan Ali Yücel’in teklifiyle Bedri Rahmi’den üç resim seçilmiştir. Gerçi hoş, sanatçının en dikkat çekici resimleri arasında örnek gösterilen çalışmalarının bir bölümünü ise Paris’teki NATO binası için yapmıştır.
Bununla birlikte Bedri Rahmi, sanatın işlevini, halktan alınanın daha güzel ve faydalı bir şekilde yine halka sunulması çabası olarak görür. Eserlerinde yalın anlatım ya da şiirlerindeki halk söylemleri, masal öğeleri, yerel kullanımlar da halkı sanatla buluşturma gayretinden kaynaklanan bir tavrı işaret eder. Bu aynı zamanda söz konusu dönemin de temel özelliklerinden biridir. Dolayısıyla yeni edebiyatımızı ve çağdaş resim sanatımızı besleyen en güçlü kaynakların halk edebiyatı ile söylenceler, farklı müzikler ve masalların da olduğu halk kültürü olduğunu söyleyebiliriz.
Bu konuda, Ahmet Hamdi Tanpınar, Bedri Rahmi’nin şiiri ile ilgili olarak, “Bedri Rahmi’nin bir tarafını hayat içtihası yaparsa, öbür yanını da gittikçe ağır basan bir populizme meydana getirir. Filhakika bu şairde başından itibaren görülen saz ve halk şairlerinden ve bilhassa halk dilinden gelme unsurlar, sonuna doğru eserin hakim vasfı olurlar. Bedri Rahmi Eyüboğlu bu tecrübeyi son zamanlarda büsbütün kilim ve diğer halk sanatlarındaki motiflerin ve stylisationun emrine vermek suretiyle resmine de nakledecektir” demiştir.
Eyüboğlu ise bu değerleriyle birlikte sanatçıyı şöyle tanımlar, bir anormal insan olarak: “Ya saralı olacaksın ara sıra ağzın burnun köpürecek, şırak diye olduğun yere uzanıp debeleneceksin, ya ara sıra hiç kimsenin uğramadığı bir tarafa doğru estirecek, hiç kimsenin anlayamadığı bir şeyler söyleyecek kısacası bir parça oynatacaksın, ya hiçbir kabadayının içemediği kadar içkiye veya çeşitli zehirlere dayanacak, hiçbir çenginin beceremediği oyunlar döktüreceksin, bir kelime ile bambaşka bir insan olasın ki sanat yapabilesin!” Halk sanatından beslenen sıra dışı sanatçı… Tam bir geçiş dönemi tanımlaması olarak…
Sanatçı kendini aldatmamalıdır...
Kimi zaman sanatı insanlarda güzellik duygusu uyandıran bir araç olarak tanımlayan Bedri Rahmi’ye göre, sanatçının önce kendisini aldatmaması, güzelliğe varabilmek için olmazsa olmazdır.
Çünkü güzellik her yerde ve her şeyde vardır. Bununla ilgili bir mülakatında “Tabiat karşısında yalnız kendi intibaınıza ehemmiyet vermeniz ve binnetice sevdiğiniz sanat eserlerini tamamıyla unutmanız lazımdır. Muhakeme sadece ‘şahsi hissinizin’ en kuvvetli en basit ifadesini bulmak için müdahale etmelidir” demiştir. Başka bir yerde ise “Kendini sanata adamışları deli divane eden nedir bilir misiniz? Nur topu gibi bir emek halkasına bir halka daha ekleyeyim derken, ilk halkayı darmadağın etmek. Olgun bir meyve ağacı beklerken yapraktan daldan, gövdeden vazgeçtik, fidandan, tohumdan olmak” diyerek, harcanan muazzam çabaya dikkat eder.
“Sanatı bir ihtiras halinde ölene kadar ciğerleriyle körükleyen dahilere” küfreden; “Sanatı bir eğlence olmaktan çıkarıp onu korkunç bir ilim, ucu bucağı olmayan bambaşka bir alem yapanları” dinlemeyen Eyüboğlu, gerçekte çokça önemsediği halk kültürüyle yoğrulmuş sanatı salt bir eğlence olarak görmez, içselleştirir: “Öyle bir sanat ki, dostlar için değil, düşmanlar için değil, müzeler, salonlar için de değil, herkes için. Öyle bir sanat ki, onu hiçbir sınır durduramasın, öyle bir sanat ki, gümrük kapılarında sürünmesin, cami, kilise, mabed eşiklerinde aşınmasın, kütüphanelerin güzel raflarında beklemesin. Öyle bir sanat ki nesilden nesile, dehadan dehaya, asırdan asıra, imbikten imbiğe süzülmesin. Ona uzanabilmek için ne ilimden uzun kollar ne de herhangi çapraşık sanat bilgilerinden çapraşık yollar dilenelim. Öyle bir sanat ki, bir buğday tanesi kadar mütevazi, bir dilim ekmek kadar ucuz, bir baş soğan kadar yanı başımızda olsun. Öyle bir sanat ki ona günde üç nöbet acıkalım ve onunla günde üç öğün doyabilelim.”
Modern sanatın ve geleneksel sanatlarımızın bir sentezini yaratma çabası günümüzde de devam ediyor. Bedri Rahmi Eyüboğlu ve daha birçok aydın, sanatçı, sosyolog ve sanat tarihçi kültürel gelişmişliğe resim ve yazılarıyla destek vererek; halk veya saray sanatının Batı’dan alınan tekniklerle yeniden yorumlanması ve bir senteze gidilmesi yönünde düşüncelerini beyan etmişlerdir.
Göcek, Taşkaya’daki Osmanağa Suyu’nun bulunduğu koy, “Bedri Rahmi Koyu” adıyla anılır. 13 Ağustos 1973 yılında oğlu Mehmet Eyüboğlu’nun düzenlediği “Mavi Gezi”ye katılan Bedri Rahmi için, bu gezi aynı zamanda 13 Ocak 1973’de kaybettiği Sabahattin ağabeyini anma anlamını da taşır:
“Mavi gezi bir mavidir adı yok / Ağam sensiz bu mavinin tadı yok.”
Evet... Yalnızlığımız kadarız ve yalnızlığımız mis kokmalı…
BÜYÜK ŞEHİR
Bir değil hallerin beş değil
Nasıl anlatsam hepsini bir bir
Nasıl bağlansam sana nasıl, büyük şehir.
Yüz tane kolum olsa kucaklamağa yetmez
Tepeden tırnağa dudak kesilsem bitip tükenmezsin.
Anten misali gerilse bütün damarlarım
Nasıl duyarım semt semt bucak bucak seni
Nasıl sararım?
Büyük hastanelerinde yatarım insan dolu,
Büyük gemilerine binerim mahşer,
Hanların dolu, hamamların dolu...
Gel gör ki her Allahın günü
Göz göze, diz dize
Tramvayda, sinemada, meyhanede, mabette.
Herkes kendi murdar karanlığına gömülmüş
Herkes gurbette.
Kökü dışarda diyorlar
Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak, rahat bir gençlik geçiren ve bir bölümü yurtdışında olmak üzere iyi bir eğitim alan Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nâzım için yazdığı, bazı dizeleri sonradan türkü de yapılan şiirinde şöyle sesleniyor:
Sana kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun
Kurusun murdar ilikleri dilleri çürüsün
Şiirin gökyüzü gibi herkesin
Sen Kızılırmakçasına bizimsin
En büyük demircisi dilimizin
Canımız ciğerimizsin