Suriye iç savaşının bir devrime dönüşeceğini ummak, onu devrim yapmaz. Arap Baharı’nın başlamasından bu yana devrimden pek çok bahsedild...
Suriye iç savaşının bir devrime dönüşeceğini ummak, onu devrim yapmaz.
Arap Baharı’nın başlamasından bu yana devrimden pek çok bahsedildi. Benim tarafımdan değil. Ben kitlesel ayaklanmaların; diğer bir deyişle, kökten bir değişime yol açacak biçimde iktidarın bir toplumsal sınıftan (ya da hatta bir tabakadan) bir diğerine aktarılmasının tek başına bir devrim anlamına geldiğine karşı durdum. Kalabalığın hâlihazırdaki boyutu bir belirleyen değildir – bir kalabalığın mensupları ancak kendi çoğunlukları dâhilinde, açık bir toplumsal ve siyasal hedefler setine sahip olduklarında bir devrim mevzubahistir. Eğer sahip değillerse, her daim hareketin bileşenleri ya da devlet tarafından büyük hızla kaybedilen alanın yeniden ele geçirilmesiyle üstünlüğü yitireceklerdir.
NATO tarafından desteklenen Suudilerin, Katar’ın ve Türkiye’nin devrimci bir demokrasi ya da hatta demokratik bir düzen kuracağına ilişkin düşünceye, Arap dünyasının dört bir yanında olanlar meydan okumaktadır.
Buna son yıllardaki en açık örnek Mısır’dır. Ortaya hiçbir özerk iktidar organı çıkmadı. Mübarek’i devirmek üzere yürütülen mücadeleye gecikerek katılan bir muhafazakar toplumsal güç olarak Müslüman Kardeşler, çatışma içinde en güçlü siyasi oyuncu olarak ortaya çıkmış ve böyle olunca da müteakip seçimleri kazandı. Müslüman Kardeşler’in hizipçiliği, ahmaklığı ve hem Washington’ın hem ülkesinin güvenliğini bir arada sağlamaya dönük arzusu, kendi bakış açısından çeşitli stratejik ve taktik hataları alışıldık biçimde yapmasına yol açtı. Ortaya, Mübarek’in alaşağı edilmesine yol açandan daha da büyük yeni kitle seferberliklerinin fitilini ateşledi. Bir kez daha, orduyu kurtarıcıları görerek ve pek çok vakada ordunun Müslüman Kardeşler’e dönük canavarlığını alkışlayarak kendilerini siyasetin dışına attılar. Sonuç açıktı. Eski rejim, bu sefer kitle desteğiyle birlikte geri geldi. İlki [Mübarek’in devrilmesi] bir devrim değildiyse, ikincisinin [Sisi’nin darbesinin] bir karşı-devrim olması da zordur. Ordu basbayağı siyasetteki rolünü tekrar talep etti. Mübarek ve Mursi’yi indirmeye karar veren de bunlardı. Peki, o zaman indiren kimdi? Bir başka kitle seferberliği mi? Oldukça kuşkuluyum. Bağımsız bir siyaset geliştirmeyi beceremeyen toplumsal hareketler yok olmaya yazgılıdır.
Libya’da eski devlet, altı aylık bir bombardımanın ardından NATO tarafından imha edildi. Yaklaşık iki yıl sonar ise kabilelerden birinin ya da diğerinin silahlı çeteleri halen yağmadan kendi payına düşenleri talep ederek ülkede gezmeye devam ediyordu. Buna herhangi bir kritere dayanarak devrim demek oldukça zor olmalı.
Peki, ya Suriye? Burada da kitlesel ayaklanma samimiydi ve siyasi değişime ilişkin bir arzuyu yansıtıyordu. Esad ilk altı ayda, hatta sonrasında bile müzakereye yanaşsaydı, ortaya anayasal bir uzlaşma çıkabilirdi. Esad bunun yerine baskıya yönelmeyi tercih etti ve trajik biçimde benzer olan Sünni-Şii savaş hatları çizildi ( Bu bölünme, Irak’ın işgalinden sonar ABD açısından gerçek bir zaferdir). Türkiye, Katar ve Suudiler kendi taraflarına silahları ve gönüllüleri doldurdu; İranlılar ve Ruslar ise diğer tarafı silahlandırdı.
Suriye Ulusal Konseyi’nin Suriye Devrimi’nin taşıyıcısı olduğu düşüncesi, Müslüman Kardeşler’in Mısır’da yaptığının da bu olduğu düşüncesi kadar komiktir. Hâlihazırda süregiden, her iki tarafın da acımasızlığıyla bezeli canavarca bir iç savaştır. Rejim gaz ya da başka kimyasal silahları kullandı mı? Bunu kesim olarak bilemeyiz. Amerika Birleşik Devletleri tarafından öngörülen saldırılar, Esad’ın ordusunun muhalefetin yenmesini ve ülkeyi geri kazanmasını engellemeyi amaçlıyor. Suriye’de söz konusu olan budur.
Suriye’de olabilecek ya da olmayacak olan her neyse, devrimsen çok uzak olduğu söylenebilir. Yalnızca en dar görüşlü sekter hayalperestler meselenin bu olduğunu düşünebilir.
Suriye dışında ise Suudiler, ABD işgali eliyle yaratılan Irak’taki yarı-ruhani Şii rejimi tarafından güçlendirilen İran’ı daha da tecrit edecek bir Sünni denetimi konusunda umutsuz durumdalar. İsrail’in çıkarları ise zaten sır değil. Hizbullah’ın imhasını istiyor.
Suriye’de olabilecek ya da olmayacak olan her neyse, devrimsen çok uzak olduğu söylenebilir. Yalnızca en dar görüşlü sekter hayalperestler meselenin bu olduğunu düşünebilir. NATO tarafından desteklenen Suudilerin, Katar’ın ve Türkiye’nin devrimci bir demokrasi ya da hatta demokratik bir düzen kuracağına ilişkin düşünceye, Arap dünyasının dört bir yanında olanlar meydan okumaktadır: Demokrat Hollande Fas otokrasisini korumakta ve meşrulaştırmakta; Suudiler Yemen’in harekete geçmesini e Bahreyn’i işgal etmesini engellemekte; tayyip Erdoğan kendi ülkesinde baskı uygulamakla meşgul; İsrail Hizbullah’ın üzerine bir başka saldırı yapabilmek için dizleri üstüne çökmüş FKÖ’yle tatmin olmamakta ve Hamas’tan da aynısı istemekte (ki Mursi bu konuda ona yardım edebilirdi).
Lübnan’daki ve Ürdün’deki Suriyeli mültecilerin büyük kısmı, ABD saldırısının ülkelerini daha iyi bir yer haline getirmeyeceğinin oldukça farkındalar. Suriye’nin ayaklanmayı başlatan bu cesur yurttaşlarının birçoğu bugün mülteci kamplarında. Suriye’de olanlarsa her iki taraftan da korkuyor ve bu konuda onları kim suçlayabilir ki? Bu sırada, buralara döndüğümüzde ise , Obama Cumhuriyetçilere rejim değişikliğini hızlandıracağı sözü vermekle meşgul.
[Guernicamag’daki İngilizcesinden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]
Arap Baharı’nın başlamasından bu yana devrimden pek çok bahsedildi. Benim tarafımdan değil. Ben kitlesel ayaklanmaların; diğer bir deyişle, kökten bir değişime yol açacak biçimde iktidarın bir toplumsal sınıftan (ya da hatta bir tabakadan) bir diğerine aktarılmasının tek başına bir devrim anlamına geldiğine karşı durdum. Kalabalığın hâlihazırdaki boyutu bir belirleyen değildir – bir kalabalığın mensupları ancak kendi çoğunlukları dâhilinde, açık bir toplumsal ve siyasal hedefler setine sahip olduklarında bir devrim mevzubahistir. Eğer sahip değillerse, her daim hareketin bileşenleri ya da devlet tarafından büyük hızla kaybedilen alanın yeniden ele geçirilmesiyle üstünlüğü yitireceklerdir.
NATO tarafından desteklenen Suudilerin, Katar’ın ve Türkiye’nin devrimci bir demokrasi ya da hatta demokratik bir düzen kuracağına ilişkin düşünceye, Arap dünyasının dört bir yanında olanlar meydan okumaktadır.
Buna son yıllardaki en açık örnek Mısır’dır. Ortaya hiçbir özerk iktidar organı çıkmadı. Mübarek’i devirmek üzere yürütülen mücadeleye gecikerek katılan bir muhafazakar toplumsal güç olarak Müslüman Kardeşler, çatışma içinde en güçlü siyasi oyuncu olarak ortaya çıkmış ve böyle olunca da müteakip seçimleri kazandı. Müslüman Kardeşler’in hizipçiliği, ahmaklığı ve hem Washington’ın hem ülkesinin güvenliğini bir arada sağlamaya dönük arzusu, kendi bakış açısından çeşitli stratejik ve taktik hataları alışıldık biçimde yapmasına yol açtı. Ortaya, Mübarek’in alaşağı edilmesine yol açandan daha da büyük yeni kitle seferberliklerinin fitilini ateşledi. Bir kez daha, orduyu kurtarıcıları görerek ve pek çok vakada ordunun Müslüman Kardeşler’e dönük canavarlığını alkışlayarak kendilerini siyasetin dışına attılar. Sonuç açıktı. Eski rejim, bu sefer kitle desteğiyle birlikte geri geldi. İlki [Mübarek’in devrilmesi] bir devrim değildiyse, ikincisinin [Sisi’nin darbesinin] bir karşı-devrim olması da zordur. Ordu basbayağı siyasetteki rolünü tekrar talep etti. Mübarek ve Mursi’yi indirmeye karar veren de bunlardı. Peki, o zaman indiren kimdi? Bir başka kitle seferberliği mi? Oldukça kuşkuluyum. Bağımsız bir siyaset geliştirmeyi beceremeyen toplumsal hareketler yok olmaya yazgılıdır.
Libya’da eski devlet, altı aylık bir bombardımanın ardından NATO tarafından imha edildi. Yaklaşık iki yıl sonar ise kabilelerden birinin ya da diğerinin silahlı çeteleri halen yağmadan kendi payına düşenleri talep ederek ülkede gezmeye devam ediyordu. Buna herhangi bir kritere dayanarak devrim demek oldukça zor olmalı.
Peki, ya Suriye? Burada da kitlesel ayaklanma samimiydi ve siyasi değişime ilişkin bir arzuyu yansıtıyordu. Esad ilk altı ayda, hatta sonrasında bile müzakereye yanaşsaydı, ortaya anayasal bir uzlaşma çıkabilirdi. Esad bunun yerine baskıya yönelmeyi tercih etti ve trajik biçimde benzer olan Sünni-Şii savaş hatları çizildi ( Bu bölünme, Irak’ın işgalinden sonar ABD açısından gerçek bir zaferdir). Türkiye, Katar ve Suudiler kendi taraflarına silahları ve gönüllüleri doldurdu; İranlılar ve Ruslar ise diğer tarafı silahlandırdı.
Suriye Ulusal Konseyi’nin Suriye Devrimi’nin taşıyıcısı olduğu düşüncesi, Müslüman Kardeşler’in Mısır’da yaptığının da bu olduğu düşüncesi kadar komiktir. Hâlihazırda süregiden, her iki tarafın da acımasızlığıyla bezeli canavarca bir iç savaştır. Rejim gaz ya da başka kimyasal silahları kullandı mı? Bunu kesim olarak bilemeyiz. Amerika Birleşik Devletleri tarafından öngörülen saldırılar, Esad’ın ordusunun muhalefetin yenmesini ve ülkeyi geri kazanmasını engellemeyi amaçlıyor. Suriye’de söz konusu olan budur.
Suriye’de olabilecek ya da olmayacak olan her neyse, devrimsen çok uzak olduğu söylenebilir. Yalnızca en dar görüşlü sekter hayalperestler meselenin bu olduğunu düşünebilir.
Suriye dışında ise Suudiler, ABD işgali eliyle yaratılan Irak’taki yarı-ruhani Şii rejimi tarafından güçlendirilen İran’ı daha da tecrit edecek bir Sünni denetimi konusunda umutsuz durumdalar. İsrail’in çıkarları ise zaten sır değil. Hizbullah’ın imhasını istiyor.
Suriye’de olabilecek ya da olmayacak olan her neyse, devrimsen çok uzak olduğu söylenebilir. Yalnızca en dar görüşlü sekter hayalperestler meselenin bu olduğunu düşünebilir. NATO tarafından desteklenen Suudilerin, Katar’ın ve Türkiye’nin devrimci bir demokrasi ya da hatta demokratik bir düzen kuracağına ilişkin düşünceye, Arap dünyasının dört bir yanında olanlar meydan okumaktadır: Demokrat Hollande Fas otokrasisini korumakta ve meşrulaştırmakta; Suudiler Yemen’in harekete geçmesini e Bahreyn’i işgal etmesini engellemekte; tayyip Erdoğan kendi ülkesinde baskı uygulamakla meşgul; İsrail Hizbullah’ın üzerine bir başka saldırı yapabilmek için dizleri üstüne çökmüş FKÖ’yle tatmin olmamakta ve Hamas’tan da aynısı istemekte (ki Mursi bu konuda ona yardım edebilirdi).
Lübnan’daki ve Ürdün’deki Suriyeli mültecilerin büyük kısmı, ABD saldırısının ülkelerini daha iyi bir yer haline getirmeyeceğinin oldukça farkındalar. Suriye’nin ayaklanmayı başlatan bu cesur yurttaşlarının birçoğu bugün mülteci kamplarında. Suriye’de olanlarsa her iki taraftan da korkuyor ve bu konuda onları kim suçlayabilir ki? Bu sırada, buralara döndüğümüzde ise , Obama Cumhuriyetçilere rejim değişikliğini hızlandıracağı sözü vermekle meşgul.
[Guernicamag’daki İngilizcesinden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]
Hiç yorum yok