Gezi, demokrasiye susamış Türkiye için yeni bir ses, yeni bir soluktu. Gezi ruhu hızla yurtdışına taştı, hatta tüm dünyada yankı buldu. Sokak hareketi bitti, Gezi ruhu da bir yaz aşkı olarak kaldı. Evet, Gezi meydanlarda bitince şimdi geriye ne kaldı? Türk siyasi hayatının en büyük sorununun belki de iktidar kadar, hatta beki de ondan daha fazla, demokratik muhalefetin potansiyelinin mevcut muhalefet yapısı içinde temsil edilememesi olduğunu düşünenler için, Gezi bir ruh, bir heyecandı.
Halihazırda ise siyasi iktidara karşı öfkeyle karışık bir tepki, itiraz bulutundan başka bir şey gözükmüyor.
Gezi, zihinleri sarsmak için yeni bir muhalefet oluşturmak bir fırsat sundu, ama gençlerin herhangi bir sivil/siyasi organizasyona duydukları inançsızlık, önlerinde kendilerine yön gösterecek, yeni bir dille örülmüş bir demokrasi, Türkiye tanımının, tahayyülünün ve siyasetinin olmaması, Post Gezi’nin giderek CHP’nin ve eski solun muhalefet söylemiyle üstünün örtülmesine yol açtı.
Gezi sonrası, gençler kendi yaşam alanlarında tepkilerini devam ettirirken, sahneyi kendilerinden daha “bilgili X kuşağından abilerine” bıraktılar. AKP, Erdoğan eleştirileri ne kadar sert olursa o kadar çok puan toplayan bir anlayış, asıl mesele olan temsiliyete sahip demokratik bir muhalefet oluşturmanın yerini zahmetsizce aldı.
Gezi sonrasında bu eski söylemlerin temsilcileri, hem yazılı hem sosyal medyada seslerini bu Y kuşağına egemen kılmayı başardılar. CHP’de parti tabanının sadece yarısını oluşturan ulusalcıların, diğer yarıyı oluşturan demokratları sessizleştirerek partinin sesi haline gelmeleri süreci aynen Gezi’de işlemeye başladı. Böylece, sadece Gezi direnişinde cesur bir tavır takındığı için ulusalcı Emine Ülker Tarhan gibi isimler “umut” olarak gösterilmeye başlandı. Oysa Tarhan’ın temsil ettiği akımın Gezi’nin darbelere karşı, Kürtler başta olmak üzere herkese demokrasi diyen mesajın tam diğer ucunda yer alması da başlı başına bir ironiydi. AKP’ye karşı katogorik laik tepki, Gezi tepkiselliğini kendi etrafına toplamaya başlamıştı. Böylece harekete asıl büyük darbeyi, bir anlamda geriye gizlenerek, taleplerin üstüne yatan CHP vuruyordu.
Diğer yandan direniş içindeki sol gruplar bunu bir devrim fırsatı olarak algılayarak, öne çıkmaya ve hareketin yönelimini “sol” bir etikete çevirmeye başladılar. Oysa ki otoriteye başkaldıran yeni orta üst kentli sınıfları, postmodern genç jenerasyonun ihtiyaçlarını, düşünce dünyasını ve küresel maddi hayatın karmaşık diyalektik evrimini anlamayan, her türlü “sol” etiket, bu tarz hareketleri kendileri gibi marijinal kılmaya mahrum kılmaktan başka bir şeye yaramıyordu. Hayattan karşılığını alan hakiki ihtiyaçları temsil etmemeleri nedeniyle de bir temsiliyetleri yoktu.
Diğer taraftan, Y kuşağını sadece yaşam biçimlerine otoriter müdaheleye karşı biraraya getiren dinamikler, yine bu kuşağın apolitik, kavramlara hakim olmayan, postmodernizmin kendi içinde çelişkilerle dolu zihin yapısı yüzünden, onları zaman içinde her türlü yönlendirmeye açık hale getirmeye başladı. Sadece iktidar tepkisi, örneğin Ergenekon davasının pek darbeyle, sayısız darbe girişimiyle, faili meçhul cinayetlerle dolu yakın Türkiye tarihini hiç yaşanmamış sayarak, muhalif söylemi “Ergenekon aslında iktidarın bir oyunudur” noktasına savurdu.
Kürtlerin ana dili hakkına kavuşması, Hatay’da neler yaşandığı, Alevi sorunu bu muhalif söylemde arka planlara düştü. Yine de bu sivil direnişinin en azından İtalya’da bir blog etrafında örgütlenip, seçimlerden birinci parti olarak çıkan 5 Star gibi bir oluşuma dönüşmesi beklenebilirdi. Gezi adıyla öne çıkan siteler de sadece bu tepkiselliği yansıtmaya dayalı kalınca, hareket ateşini kaybedince doğal olarak onlar da etkinliklerini yitirdiler.
Halen eksik olan, direnişin tepkiselliği aşarak, yeni bir zihniyetle, herkese demokrasi diyen, tüm etnik/dinsel/cinsel kimlikleri eşitlikçi olarak tanıyan, çoğulculuğa dayalı yeni Türkiye vizyonunu somutlaştırması. Oysa Gezi bu vizyonun nasıl bir ihtiyaç olduğunu görünür kılmıştı. Gezi’nin gençleri bunu istiyordu, ama ne bunu net olarak ifade edebiliyor, ne de bunu organize yapılar oluşturup pratiğe dökebiliyorlardı. İslamfobi ve Kürdofobi üzerine kurulu ulusalcı-ırkçı anlayışla hesaplaşma ve ayrışma kaçınılmazdı, ama bunu yapacak bir biraradalık oluşturulamadı. Erdoğan’ın demokrat zihin olarak çok önüne geçmeden toplumda bir karşılık bulunamayacağı gerçeği, turnusol kağıdı işlevini gören Kürt meselesinde milliyetçi dalganın seline kapıldı. Zaten iktidar da bunu gördüğü için, Gezi’nin “bu görüntüsünü” kullanarak oylarını kenetledi.
Gezi, ulusalcılıkla, klasik sol arasında sıkışmış temsil edilemeyen muhalefet alanında küresel neoliberal sistemin metropolleri arasında varlığını, ruhunu arayan gençlerin bir demokrasi çığlığı olarak yepyeni bir heyecan yarattı. Ama ikinci aşamada, bu ruh şimdi karanlıkta geziniyor, duvarları yoklayarak ilerlemeye çalışıyor, gizlenmiş tuzaklara düşüyor. Sıkılıp, yorulup eski bireysel apolitik hayatlara dönenler de var, tepkisel eskilerin arkasına takılanlar da… Taşlarını kendilerinin oluşturduğu, özgürlükçü, yeni bir algıya, yeni bir hayale dayalı bir platformları yok çünkü. Gezi ruhu oyunu deplasmanda oynuyor hala. Hala pes etmiş değiller. Ama ne yana yöneleceğini bilmiyorlar, ellerinde kendilerini güçlü bir aydınlığa götürecek el fenerleri de yok. Ama onların açacağı yol aynı zamanda Türk demokrasinin de yolu olacak. Gerçek demokratik muhalefetin olmadığı, temsil edilmediği bir siyasette de, özgürlükler iktidarın iki dudağı arasına bırakılmaya ve buna biteviye tepki vermeye mahkum olmaya devam edecek.
AHMET BUĞDAYCI - http://dunyalilar.org/geziden-geriye-kalan-ve-temsil-edilemeyen-muhalefet-1.html
Daha yeni Daha eski