Aydınlık gazetesi yazarı Mustafa Mutlu, verdiği bir röportajda Kürtlerin çanak antene rağbet etmeleri nedeniyle bölgede "ensest"in arttığını "bilimsel" olarak kanıtladığını iddia etti. Mutlu'nın röportajı, medyanın çarklarının nasıl döndüğünü anlamak açısından da ibretlik.
Vatan'dan kovulduktan sonra Aydınlık'ta yazmaya başlayan Mustafa Mutlu, T24'ten Hazal Özvarış'ın sorularını yanıtladı.
Mutlu, Kürtlerin çanak antenlerde "porno izlediğini" ve "ensest ilişkinin arttığını" iddia ettiği sözler nedeniyle yoğun tepki görürken, medyada "çarklar"ın nasıl döndüğüne dair de ilginç şeyler söyledi.
İşte Mutlu'nun röportajından ilgili bölümler:
Sizi nasıl "kelepçelediler"? Hangi konularda kendinizi sınırlandırılmış hissettiniz?
Haftada iki üç yazıdan sonra ettikleri uyarı telefonlarıyla ya da birebir görüşmelerle "Başımızı belaya soktun", "Yukarıdan yine telefon geldi", "Aman şu konulara gir, aman bu konulara girme" gibi uyarılarla bu kelepçeyi kollarımda hissettim. Kelepçenin açılımını gazetecilik dilinde yapmamı istiyorsan; örneğin, "Aman Emine Erdoğan'a girme", "Aman çocuklara girme", "AKP'li belediyelerin yolsuzluklarına girme", "Deniz Feneri'ne girme"... Bunlar merkez medyada faaliyet gösteren gazetelerin her birinde uygulanan yasaklardır. Şu sözünü ettiğim konularda, merkez medyada haber yazabilen ya da yorum yapabilen tek bir kalem varsa ben bu kelepçeyi taşıdığımı hissettiğim için özür dilediğimi söyleyeceğim.
Size göre şu an merkez medyada yazan herkes kelepçeli mi?
Merkez medyada bir kelepçe politikası izleniyor. Bazı konular "cıs". Girilmesi tehlikeli, girildiğinde anında tepki çeken konular var. Son olarak bunlara, Erdoğan Demirören, bana üç dört ay önce yaptığı bir telefonda, cemaat-iktidar arasındaki kavgayı da ekledi. "Bunlar, bunlar zaten yasak, bunu da yazmayacaksak ne yazmamızı bekliyorsun" dedim; "Otoyolları yaz, iyi giden ekonomiyi yaz, sağlık sektöründeki başarılı hareketleri yaz" dedi.
Demirören, Başbakan Erdoğan'la ilişkisine dair neler anlatıyordu?
"Beyefendi üç haftada bir beni Dolmabahçe'de kabul eder, görüşmelerimizde her defasında önümüze bir dosya koyar. Vatan ve Milliyet gazetelerinde aleyhe sayılabilecek yorumlar ve haberler o dosyanın içinde yer alır. Son zamanlarda - bu görüşmeyi, holding merkezinde bir sene önce yaptım - hep senin yazıların ağırlık olarak bu dosyada yer alıyor. Dön kardeşim" demişti.
'KARACAN YERİNE DEMİRÖREN'İ SEÇTİM'
Milliyet ve Vatan gazetelerinin alımında Karacan ile Demirören arasında uyuşmazlık çıktığında "safları seçmek" zorunda kaldığınızı yazıyorsunuz. Sizin tercihiniz de Demirören'den yanaydı. Seçimde kriteriniz neydi?
Aksi takdirde gazete kapanacaktı. Çünkü Ali Karacan'ların beş kuruş parası yoktu. Bir ortaklığa girip yüzde 50 hisse koymayı taahhüt etmişlerdi, ama bunu yerine getirmemiş, diğer radyo şirketlerinin iflası istenmiş, onları ayakta tutabilmek için 17.-18. şirketlerini kurmuşlardı. Bu olay Vatan ve Milliyet'te de yaşanmaya başlanacaktı. Aradan üç ay geçmiş, personel maaşları, baskı parası dâhil hiçbir harcamaya ortak olmuyorlardı. Böyle bir durum karşısında gazetenin yaşaması için en azından bu işe parasını koyan, "Ben bu gazeteyi satın aldım" sözünü veren ve bunu tutabilecek adamın işin başında olmasını istedik.
2002 yılında siyasete giren Cem Uzan'ın sahibi olduğu Star'da seçime yaklaşılırken hem manşetlerde, hem iç sayfalarda "İktidara 15 gün kaldı", "13 gün kaldı" gibi başlıklar atılıyor. Sizin köşenizde bu duruma ilişkin bir değerlendirme görmezken 2007 yılında Vatan’da, Uzan'ın işsizlere 350 YTL maaş vaadini eleştirip soruyorsunuz: "Bu reklamlar sabahtan akşama televizyonlarda dönüyor, bu reklamlar 'tüketiciyi yanıltan reklamlar' kapsamına girmiyor mu?" Buna benzer eleştirileri içindeyken…
Yaptım. Yazılarıma bakacak olursanız görürsünüz. Siz ısrarla bunu söylüyorsunuz, siz içindeyken T24'ü ne kadar eleştirebiliyorsanız ben içindeyken en azından Cem Uzan'ın siyasete girmemesi gerektiğini çünkü bir işadamının siyasete girdikten başına gelebilecekleri anlatmaya çalıştım.
Bunu köşenizde mi yaptınız?
Bunu kitabımda yazdığım gibi, Cem Uzan'a da söyledim. Uzan siyasete girdikten sonra köşeme yönelik saldırıyı nasıl püskürttüğümü de anlattım. Fatih Çekirge'nin bana attığı ve "Bunu senin imzanla yayımlayacağız" dediği bir bildiriyi sadece kendi imzasıyla yayımlasın diye ertesi gün gazeteye yazar transfer edildiğini yazdım.
Bu iktidarın ilk yıllarında gayet seviyeli ama soru soran, bugünkü çizgimle muhalefet yapıyordum. Fakat o gazetenin patronu, siyasete soyunduğu için bu muhalefetim ona yetersiz geliyordu. Küfretmem beklendi. Ben hayatım boyunca küfretmedim. O esnada yetersiz bulunan sorularımı 7-8 sene sonra sorarken aşırı muhalefetten işten atıldım. Paradoks burada.
MUSTAFA MUTLU 'BİLİM' YAPIYOR
O dönemde Güneydoğu'da ağırlıklı olarak yaşayan Kürt insanların, kanallarını izleyebilmek için evlerinin damına, ineklerini satarak, anten yerleştirdiklerini kabul ediyor muyuz? Ege'de de bu vardı, ama örneğin ATV iyi çekmiyor diye yapıyorlardı, ama karasal yayın da tercih edilebiliyorlardı. Güneydoğu’da PKK'nın yayınlarını izleyebilmek için çanak büyük rağbet gördü. Ve bu çanakları kurduğunuz zaman, belli frekanslardan hard core porno yayını yapılıyor, 24 saat. Birlikteyken Kürtçe duymak, Kürtçe haber almak, PKK'daki kızlarından oğlanlarından haber almak için bu kanalları izliyorlardı. Ama yalnız kaldıklarında çocuğundan dedesine bunu izliyorlardı.
Maddi bir kanıt var mı?
Var, seks shop satışlarına baktığınızda, çanak öncesi ve sonrası arasında Güneydoğu'dan siparişlerin patlama yaptığını görüyorsunuz. Vibratörlerin, şişme kadınların, eskiden Konya diye bilinirdi, Güneydoğu'da patlama yaptığını görüyorsunuz. Çünkü bu ürünlerin reklamlarını sabahtan akşama o kanallarda görüyorlar. Bu bir gerçek. Candaş bu yüzden Posta'da linç edildi. Ama bir toplumsal gerçeğin altını çizmek gazetecinin işidir. Ben orada "Kürt toplumu ensestte aldı başını gidiyor" demiyorum. Orada tamamen bilimsel bir saptamada bulunuyorum.
Varsayalım ki seks shop satışlarında patlama oldu, bunun çanakla bağlantısı nasıl bilimsel oluyor?
Çanakla bağlantılı çünkü emniyetteki raporları bölgesel olarak izlediğinizde, 1990'lı yılların başından itibaren çanaklar konduktan sonra ensestin patladığını, öldürüp kenara atılan kız çocuklarının sayısının arttığını görüyorsunuz.
İstanbul'da da tecavüz, cinayet vakaları artış gösterirken bunu tek bölgeyle anmanızda sizce nüans eksiliği yok mu?
Ben rakamlara bakarım. Eğer bir rakam aşırı düşüş veya tırmanış gösteriyorsa bunun toplumsal olarak ne anlama geldiğini sorgularım. Benim aslında buna kitapta yer vermemin sebebi, Candaş'ın linçine tepkidir ki, belirteyim, görüşlerimiz farklıdır. Böyle bir şeyin olmadığı kanıtlanıyorsa, gazetecinin yapacağı şey düzeltmeye gitmektir. Eğer çanak antenler konulduktan sonra bu insanların 15 tane hard porno yayını yapan kanalı seyretmedikleri ve etkilenmedikleri kanıtlanabiliyorsa o zaman ben de üstüme düşeni yaparım.
Sizin tezinizin de kanıtlandığına ben dâhil katılmayacak insanlar var.
O veriler bir gazeteci için yeterli kanıttır. Güneydoğu'da işlenen kadın, çocuk cinayetlerinin, cinsellikten kaynaklanan suçların yansıdığı emniyet ve jandarma raporlarına bakarsanız bunu bir kanıt olarak göreceksiniz. Böylesine bir tırmanış elbette ki Ege'de de, İstanbul'da da var, ama hiçbir yerde bölgesel olarak çanak anten satışı bu kadar patlamadı.
Vatan'dan kovulduktan sonra Aydınlık'ta yazmaya başlayan Mustafa Mutlu, T24'ten Hazal Özvarış'ın sorularını yanıtladı.
Mutlu, Kürtlerin çanak antenlerde "porno izlediğini" ve "ensest ilişkinin arttığını" iddia ettiği sözler nedeniyle yoğun tepki görürken, medyada "çarklar"ın nasıl döndüğüne dair de ilginç şeyler söyledi.
İşte Mutlu'nun röportajından ilgili bölümler:
Sizi nasıl "kelepçelediler"? Hangi konularda kendinizi sınırlandırılmış hissettiniz?
Haftada iki üç yazıdan sonra ettikleri uyarı telefonlarıyla ya da birebir görüşmelerle "Başımızı belaya soktun", "Yukarıdan yine telefon geldi", "Aman şu konulara gir, aman bu konulara girme" gibi uyarılarla bu kelepçeyi kollarımda hissettim. Kelepçenin açılımını gazetecilik dilinde yapmamı istiyorsan; örneğin, "Aman Emine Erdoğan'a girme", "Aman çocuklara girme", "AKP'li belediyelerin yolsuzluklarına girme", "Deniz Feneri'ne girme"... Bunlar merkez medyada faaliyet gösteren gazetelerin her birinde uygulanan yasaklardır. Şu sözünü ettiğim konularda, merkez medyada haber yazabilen ya da yorum yapabilen tek bir kalem varsa ben bu kelepçeyi taşıdığımı hissettiğim için özür dilediğimi söyleyeceğim.
Size göre şu an merkez medyada yazan herkes kelepçeli mi?
Merkez medyada bir kelepçe politikası izleniyor. Bazı konular "cıs". Girilmesi tehlikeli, girildiğinde anında tepki çeken konular var. Son olarak bunlara, Erdoğan Demirören, bana üç dört ay önce yaptığı bir telefonda, cemaat-iktidar arasındaki kavgayı da ekledi. "Bunlar, bunlar zaten yasak, bunu da yazmayacaksak ne yazmamızı bekliyorsun" dedim; "Otoyolları yaz, iyi giden ekonomiyi yaz, sağlık sektöründeki başarılı hareketleri yaz" dedi.
Demirören, Başbakan Erdoğan'la ilişkisine dair neler anlatıyordu?
"Beyefendi üç haftada bir beni Dolmabahçe'de kabul eder, görüşmelerimizde her defasında önümüze bir dosya koyar. Vatan ve Milliyet gazetelerinde aleyhe sayılabilecek yorumlar ve haberler o dosyanın içinde yer alır. Son zamanlarda - bu görüşmeyi, holding merkezinde bir sene önce yaptım - hep senin yazıların ağırlık olarak bu dosyada yer alıyor. Dön kardeşim" demişti.
'KARACAN YERİNE DEMİRÖREN'İ SEÇTİM'
Milliyet ve Vatan gazetelerinin alımında Karacan ile Demirören arasında uyuşmazlık çıktığında "safları seçmek" zorunda kaldığınızı yazıyorsunuz. Sizin tercihiniz de Demirören'den yanaydı. Seçimde kriteriniz neydi?
Aksi takdirde gazete kapanacaktı. Çünkü Ali Karacan'ların beş kuruş parası yoktu. Bir ortaklığa girip yüzde 50 hisse koymayı taahhüt etmişlerdi, ama bunu yerine getirmemiş, diğer radyo şirketlerinin iflası istenmiş, onları ayakta tutabilmek için 17.-18. şirketlerini kurmuşlardı. Bu olay Vatan ve Milliyet'te de yaşanmaya başlanacaktı. Aradan üç ay geçmiş, personel maaşları, baskı parası dâhil hiçbir harcamaya ortak olmuyorlardı. Böyle bir durum karşısında gazetenin yaşaması için en azından bu işe parasını koyan, "Ben bu gazeteyi satın aldım" sözünü veren ve bunu tutabilecek adamın işin başında olmasını istedik.
2002 yılında siyasete giren Cem Uzan'ın sahibi olduğu Star'da seçime yaklaşılırken hem manşetlerde, hem iç sayfalarda "İktidara 15 gün kaldı", "13 gün kaldı" gibi başlıklar atılıyor. Sizin köşenizde bu duruma ilişkin bir değerlendirme görmezken 2007 yılında Vatan’da, Uzan'ın işsizlere 350 YTL maaş vaadini eleştirip soruyorsunuz: "Bu reklamlar sabahtan akşama televizyonlarda dönüyor, bu reklamlar 'tüketiciyi yanıltan reklamlar' kapsamına girmiyor mu?" Buna benzer eleştirileri içindeyken…
Yaptım. Yazılarıma bakacak olursanız görürsünüz. Siz ısrarla bunu söylüyorsunuz, siz içindeyken T24'ü ne kadar eleştirebiliyorsanız ben içindeyken en azından Cem Uzan'ın siyasete girmemesi gerektiğini çünkü bir işadamının siyasete girdikten başına gelebilecekleri anlatmaya çalıştım.
Bunu köşenizde mi yaptınız?
Bunu kitabımda yazdığım gibi, Cem Uzan'a da söyledim. Uzan siyasete girdikten sonra köşeme yönelik saldırıyı nasıl püskürttüğümü de anlattım. Fatih Çekirge'nin bana attığı ve "Bunu senin imzanla yayımlayacağız" dediği bir bildiriyi sadece kendi imzasıyla yayımlasın diye ertesi gün gazeteye yazar transfer edildiğini yazdım.
Bu iktidarın ilk yıllarında gayet seviyeli ama soru soran, bugünkü çizgimle muhalefet yapıyordum. Fakat o gazetenin patronu, siyasete soyunduğu için bu muhalefetim ona yetersiz geliyordu. Küfretmem beklendi. Ben hayatım boyunca küfretmedim. O esnada yetersiz bulunan sorularımı 7-8 sene sonra sorarken aşırı muhalefetten işten atıldım. Paradoks burada.
MUSTAFA MUTLU 'BİLİM' YAPIYOR
O dönemde Güneydoğu'da ağırlıklı olarak yaşayan Kürt insanların, kanallarını izleyebilmek için evlerinin damına, ineklerini satarak, anten yerleştirdiklerini kabul ediyor muyuz? Ege'de de bu vardı, ama örneğin ATV iyi çekmiyor diye yapıyorlardı, ama karasal yayın da tercih edilebiliyorlardı. Güneydoğu’da PKK'nın yayınlarını izleyebilmek için çanak büyük rağbet gördü. Ve bu çanakları kurduğunuz zaman, belli frekanslardan hard core porno yayını yapılıyor, 24 saat. Birlikteyken Kürtçe duymak, Kürtçe haber almak, PKK'daki kızlarından oğlanlarından haber almak için bu kanalları izliyorlardı. Ama yalnız kaldıklarında çocuğundan dedesine bunu izliyorlardı.
Maddi bir kanıt var mı?
Var, seks shop satışlarına baktığınızda, çanak öncesi ve sonrası arasında Güneydoğu'dan siparişlerin patlama yaptığını görüyorsunuz. Vibratörlerin, şişme kadınların, eskiden Konya diye bilinirdi, Güneydoğu'da patlama yaptığını görüyorsunuz. Çünkü bu ürünlerin reklamlarını sabahtan akşama o kanallarda görüyorlar. Bu bir gerçek. Candaş bu yüzden Posta'da linç edildi. Ama bir toplumsal gerçeğin altını çizmek gazetecinin işidir. Ben orada "Kürt toplumu ensestte aldı başını gidiyor" demiyorum. Orada tamamen bilimsel bir saptamada bulunuyorum.
Varsayalım ki seks shop satışlarında patlama oldu, bunun çanakla bağlantısı nasıl bilimsel oluyor?
Çanakla bağlantılı çünkü emniyetteki raporları bölgesel olarak izlediğinizde, 1990'lı yılların başından itibaren çanaklar konduktan sonra ensestin patladığını, öldürüp kenara atılan kız çocuklarının sayısının arttığını görüyorsunuz.
İstanbul'da da tecavüz, cinayet vakaları artış gösterirken bunu tek bölgeyle anmanızda sizce nüans eksiliği yok mu?
Ben rakamlara bakarım. Eğer bir rakam aşırı düşüş veya tırmanış gösteriyorsa bunun toplumsal olarak ne anlama geldiğini sorgularım. Benim aslında buna kitapta yer vermemin sebebi, Candaş'ın linçine tepkidir ki, belirteyim, görüşlerimiz farklıdır. Böyle bir şeyin olmadığı kanıtlanıyorsa, gazetecinin yapacağı şey düzeltmeye gitmektir. Eğer çanak antenler konulduktan sonra bu insanların 15 tane hard porno yayını yapan kanalı seyretmedikleri ve etkilenmedikleri kanıtlanabiliyorsa o zaman ben de üstüme düşeni yaparım.
Sizin tezinizin de kanıtlandığına ben dâhil katılmayacak insanlar var.
O veriler bir gazeteci için yeterli kanıttır. Güneydoğu'da işlenen kadın, çocuk cinayetlerinin, cinsellikten kaynaklanan suçların yansıdığı emniyet ve jandarma raporlarına bakarsanız bunu bir kanıt olarak göreceksiniz. Böylesine bir tırmanış elbette ki Ege'de de, İstanbul'da da var, ama hiçbir yerde bölgesel olarak çanak anten satışı bu kadar patlamadı.