Türkiye’de siyasetin yüksek tansiyonlu genel seyri düşünüldüğünde bayram tatilinin nispeten sakin geçtiğini söylemek mümkün. Hali hazırda siyasetin temel aktörlerinin rol aldığı kimi önemli gelişmeler olmadı değil -onlara geleceğiz- lakin bayramın son günü gerçekleştirilen gece baskınını es geçmeyelim.
Melih Gökçek’in belediye çalışanı görünümündeki eli sopalı SA kıtalarına eşlik eden Çevik Kuvvet’in nezaretinde, ODTÜ ormanının 5 bine yakın ağacı bir gecede katledildi. Gazetelerde detayları vardı; yapılan katliam tam bir hukuksuzluk! Üstelik gayet organize bir hukuksuzluk. Koruma Kurulu’nun kararı beklenmeden girişilen ağaç katliamını şikayet edecek merci bile yok ortada. Elbette var ama karakol ve savcılık ikilisi de operasyonun bir parçası gibi davranmakta beis görmeyince orman katliamı tam da olması gerektiği gibi, “orman hukuku”yla gerçekleştiriliyor.
1960’lı yıllarda Adalet Partisi iktidarının muhalefeti sindirmek için Meclis’te polise gece baskını düzenletip CHP’nin çalışma odalarında arama yaptırması üzerine merhum İsmet Paşa’nın tepkisi bilinir: “Eşkıyanın bu gece ne yapacağı belli olmaz!” Neredeyse 50 yıl sonra değişen bir şey yok, sözüm ona “demokratik” ülkemizde...
* * *
Bayram tatilinde yaşanan en önemli gelişme, hiç kuşkusuz 15 Ekim’de BDP heyetinin İmralı’ya yaptığı ziyaret ve Abdullah Öcalan’ın barış sürecinin seyrine dair –her şeye rağmen sürdürme- tavrıydı.
Özellikle son paketin açıklanmasının ardından Kandil ve BDP’nin yüksek sesle dile getirdiği rahatsızlık herkesin malumu. İktidar da bunun farkında. Şimdilerde yoğunlaştıkları tarz-ı siyaset, Kürt hareketinin bileşenleri arasında nifak oluşturmak. Aslında kendileri de biliyor; manipüle haberler ve köşe yazılarıyla Öcalan ve Kandil’i/BDP’yi karşı karşıya getirme çabasının beyhude olduğunu... İhtimal ki bu yönde bir kamuoyu algısı yaratmak derdindeler. Niyet, ola ki sürecin akamete uğraması halinde, şimdiden “sorumluları” ilan ederek onlara karşı yürütecekleri muhtemel operasyonun meşruiyet zeminini hazırlamak.
Öcalan’ın dikkat çeken bir başka ifadesi, Kürt hareketinin ülkenin batısında seçimlere katılacağı HDP’ye ilişkin, “Mahir Çayan’ın emaneti” değerlendirmesiydi. Belli ki Öcalan’ın önerdiği sosyalist solu da içine alan gerçek bir muhalefet ekseninin yaratılması çağrısı HDP ile somutlaştırılmak isteniyor. Sosyalistlerin en azından bir bölümünün böyle bir projeye yatkın olduğunu, hatta bizzat dahil olduğunu biliyoruz. Dahil olmayanların da ciddi bir tartışma sürecine gireceğini tahmin edebiliriz. Ama meselenin bir başka boyutu daha var. İnsan merak etmekten alamıyor kendini; Kürt hareketinin, daha doğrusu BDP’nin yönetici kesimleri bu “emaneti” ne kadar kabullenip sindirebilecek... Malum, Mahir Çayan’dan söz ediliyorsa, durum sembolik olmaktan öte Türkiye sol hareketinin ana damarlarından birine işaret ediliyor demektir. Hasılı HDP’nin oluşumu ve rotası dikkate değer tartışmaları da beraberinde getirecek gibi görünüyor.
* * *
Kürt hareketinin sosyalist solla teması AKP’de olduğu kadar –sebepleri başka bir yazının konusu- CHP’de de rahatsızlık yaratmışa benziyor. Yine o çok bildik temcit pilavı ısıtılmaya başlandı: Oylar bölünmesin! Mesele esasen İstanbul. Sarıgül’le İstanbul’u kazanacağını düşünen CHP Sırrı Süreyya Önder’in adaylığından rahatsız.
Burada şunu söylemek lazım. Özellikle yerel seçimlerde şu ya da bu sol/sosyal demokrat partiye kategorik olarak karşı çıkmanın manası yok. Adayların niteliklerine bakılarak her bir yerelin kendi içinde inisyatif geliştirmesi elbette mümkündür. Ama İstanbul’dayız ve oy pusulalarının bulunduğu kabine giriyoruz... Pusulalardan birinde Sırrı Süreyya Önder yazıyor, diğerinde Mustafa Sarıgül!
Zaten bu tablonun kendisi bile CHP’nin bu yaz Türkiye’de olup bitenlerden hiçbir şey anlamadığının açık göstergesi değil mi? ADNAN BOSTANCIOĞLU-BİRGÜN
Melih Gökçek’in belediye çalışanı görünümündeki eli sopalı SA kıtalarına eşlik eden Çevik Kuvvet’in nezaretinde, ODTÜ ormanının 5 bine yakın ağacı bir gecede katledildi. Gazetelerde detayları vardı; yapılan katliam tam bir hukuksuzluk! Üstelik gayet organize bir hukuksuzluk. Koruma Kurulu’nun kararı beklenmeden girişilen ağaç katliamını şikayet edecek merci bile yok ortada. Elbette var ama karakol ve savcılık ikilisi de operasyonun bir parçası gibi davranmakta beis görmeyince orman katliamı tam da olması gerektiği gibi, “orman hukuku”yla gerçekleştiriliyor.
1960’lı yıllarda Adalet Partisi iktidarının muhalefeti sindirmek için Meclis’te polise gece baskını düzenletip CHP’nin çalışma odalarında arama yaptırması üzerine merhum İsmet Paşa’nın tepkisi bilinir: “Eşkıyanın bu gece ne yapacağı belli olmaz!” Neredeyse 50 yıl sonra değişen bir şey yok, sözüm ona “demokratik” ülkemizde...
* * *
Bayram tatilinde yaşanan en önemli gelişme, hiç kuşkusuz 15 Ekim’de BDP heyetinin İmralı’ya yaptığı ziyaret ve Abdullah Öcalan’ın barış sürecinin seyrine dair –her şeye rağmen sürdürme- tavrıydı.
Özellikle son paketin açıklanmasının ardından Kandil ve BDP’nin yüksek sesle dile getirdiği rahatsızlık herkesin malumu. İktidar da bunun farkında. Şimdilerde yoğunlaştıkları tarz-ı siyaset, Kürt hareketinin bileşenleri arasında nifak oluşturmak. Aslında kendileri de biliyor; manipüle haberler ve köşe yazılarıyla Öcalan ve Kandil’i/BDP’yi karşı karşıya getirme çabasının beyhude olduğunu... İhtimal ki bu yönde bir kamuoyu algısı yaratmak derdindeler. Niyet, ola ki sürecin akamete uğraması halinde, şimdiden “sorumluları” ilan ederek onlara karşı yürütecekleri muhtemel operasyonun meşruiyet zeminini hazırlamak.
Öcalan’ın dikkat çeken bir başka ifadesi, Kürt hareketinin ülkenin batısında seçimlere katılacağı HDP’ye ilişkin, “Mahir Çayan’ın emaneti” değerlendirmesiydi. Belli ki Öcalan’ın önerdiği sosyalist solu da içine alan gerçek bir muhalefet ekseninin yaratılması çağrısı HDP ile somutlaştırılmak isteniyor. Sosyalistlerin en azından bir bölümünün böyle bir projeye yatkın olduğunu, hatta bizzat dahil olduğunu biliyoruz. Dahil olmayanların da ciddi bir tartışma sürecine gireceğini tahmin edebiliriz. Ama meselenin bir başka boyutu daha var. İnsan merak etmekten alamıyor kendini; Kürt hareketinin, daha doğrusu BDP’nin yönetici kesimleri bu “emaneti” ne kadar kabullenip sindirebilecek... Malum, Mahir Çayan’dan söz ediliyorsa, durum sembolik olmaktan öte Türkiye sol hareketinin ana damarlarından birine işaret ediliyor demektir. Hasılı HDP’nin oluşumu ve rotası dikkate değer tartışmaları da beraberinde getirecek gibi görünüyor.
* * *
Kürt hareketinin sosyalist solla teması AKP’de olduğu kadar –sebepleri başka bir yazının konusu- CHP’de de rahatsızlık yaratmışa benziyor. Yine o çok bildik temcit pilavı ısıtılmaya başlandı: Oylar bölünmesin! Mesele esasen İstanbul. Sarıgül’le İstanbul’u kazanacağını düşünen CHP Sırrı Süreyya Önder’in adaylığından rahatsız.
Burada şunu söylemek lazım. Özellikle yerel seçimlerde şu ya da bu sol/sosyal demokrat partiye kategorik olarak karşı çıkmanın manası yok. Adayların niteliklerine bakılarak her bir yerelin kendi içinde inisyatif geliştirmesi elbette mümkündür. Ama İstanbul’dayız ve oy pusulalarının bulunduğu kabine giriyoruz... Pusulalardan birinde Sırrı Süreyya Önder yazıyor, diğerinde Mustafa Sarıgül!
Zaten bu tablonun kendisi bile CHP’nin bu yaz Türkiye’de olup bitenlerden hiçbir şey anlamadığının açık göstergesi değil mi? ADNAN BOSTANCIOĞLU-BİRGÜN