Behzat Ç. ve ekibinin teşkilat içinde “adalet” arayan tavrı, gerçeğin yalanla mücadelesi içerisinde gösterilmesi anlamına geliyor. Aksiyonu psikolojiye yeğlese de “Ankara Yanıyor” halktan yana bir film. Karakterlerini haksızlığa sövebildikleri için seviyoruz.
Kaan Terman - soL
Türkiye’de son yılların popüler kültür fenomeni Behzat Ç.’nin, televizyonda yayımlandığı üç sezonun ardından ikinci sinema filmi “Ankara Yanıyor” gösterime giriyor. Emrah Serbes’in aynı adlı edebiyat eserinden esinlenen film, münferit cinayetlere odaklanmış olan Ankara Cinayet Bürosu’nun yükselme hırsıyla tanınan yeni amirinin, İçişleri Bakanı suikastini fırsat bilip, ekibini TEM’le (Terörle Mücadele) birlikte sahaya sürmesiyle başlıyor. Ancak eldeki mevcut cinayetlerin peşini bırakmayan büro, öldürülen bakanla diğer kurbanlar arasında bir bağlantı keşfediyor. İşte tam da bu bağlantıların kurulması ancak gerçek failin araştırılmayıp -ülkedeki protesto gösterilerini püskürtebilmek için- egemenlerin kısa sürede sahte bir katil yaratma ihtiyacı, devlet terörüne meşruiyet sağlamanın bir gerekçesi haline getiriliyor. Büronun dağıtılması sonucunda Behzat Ç. ve ekibinin yeniden bir araya gelme çabaları Emniyet içindeki işbirlikçiler tarafından engellense de kendilerine yardım eden Bir Alman konsolosluk çalışanı, izini sürdükleri cinayetin gerçek faili olan Barış Görkem’e ulaştırıyor sonunda onları.
Egemenlerin maniplasyonları
Ankara Yanıyor, ülkenin içinden geçtiği çalkantılı durumda, Emniyet teşkilatı ve o hiyerarşiyi izleyerek hükümet içindeki kirli ilişkileri görünür kılması ve Behzat Ç. ve ekibinin yozlaşan teşkilat içinde “adalet”ten yana olan tavrı; gerçeğin yalanla mücadelesi içerisinde gösterilmesi anlamına geliyor. Filmin aldığı uluslararası boyut (Ortadoğu’daki muhaliflere silah sağlanması, Kıbrıs’taki kaçakçılık işi ve bunların bakanlık düzeyindeki karşılığı) yeterince işlenmese de -ki bunun için karakterlerin de daha derinlikli çizilmesi gerekirdi- içerideki karışıklığın egemenlerce hangi yöntemlerle manipüle edildiği ortaya çıkıyor.
Olgusal anlamda memleketin sorunlarını ifade eden film, kahramanlarını bu gerçeklikle yalnızca fiziki bir etkileşim içine sokarak -sadece yandaş medyada çalışan genç bir sunucu kız üzerinden bir dönüşüm yaşanıyor- aksiyonu psikolojiye yeğ tutuyor. Bunu teknik açıdan -ülkenin imajını kısa süre içinde betimleyebilmek- mazur görsek de bir estetik kategori olarak dilin (sinema dili) potansiyellerine yabancı bir tutum olduğunu anlıyoruz.
Özgün popüler kültür örneği
Neyse ki Behzat Ç. halktan yana bir film. Onun karakterlerini gündelik dilde ve direkt konuştuğu, haksızlığa sövebildiği, naif tarafları ve yalanla mücadelesi içerisinde görebildiğimiz için seviyoruz. Birer toplumsal tip olarak Behzat, Harun, Eda, Akbaba ve diğerlerinin bir sanatsal tür olan “polisiye”den sıyrılmaları ancak onların aksiyonu sırtlayıp götüren teknik özne konumlarından daha üst bir aşamaya, derinlikli betimlemelerinin yapılabileceği yetkin sanatsal biçimlerin alanına geçmeleriyle mümkün. Popüler kültür mecrasında kendine özgün bir yer açan Behzat Ç. karakteri, Ankara Yanıyor ile izleyicisini bir kez daha tartışmaya davet ediyor.
Kaan Terman - soL
Türkiye’de son yılların popüler kültür fenomeni Behzat Ç.’nin, televizyonda yayımlandığı üç sezonun ardından ikinci sinema filmi “Ankara Yanıyor” gösterime giriyor. Emrah Serbes’in aynı adlı edebiyat eserinden esinlenen film, münferit cinayetlere odaklanmış olan Ankara Cinayet Bürosu’nun yükselme hırsıyla tanınan yeni amirinin, İçişleri Bakanı suikastini fırsat bilip, ekibini TEM’le (Terörle Mücadele) birlikte sahaya sürmesiyle başlıyor. Ancak eldeki mevcut cinayetlerin peşini bırakmayan büro, öldürülen bakanla diğer kurbanlar arasında bir bağlantı keşfediyor. İşte tam da bu bağlantıların kurulması ancak gerçek failin araştırılmayıp -ülkedeki protesto gösterilerini püskürtebilmek için- egemenlerin kısa sürede sahte bir katil yaratma ihtiyacı, devlet terörüne meşruiyet sağlamanın bir gerekçesi haline getiriliyor. Büronun dağıtılması sonucunda Behzat Ç. ve ekibinin yeniden bir araya gelme çabaları Emniyet içindeki işbirlikçiler tarafından engellense de kendilerine yardım eden Bir Alman konsolosluk çalışanı, izini sürdükleri cinayetin gerçek faili olan Barış Görkem’e ulaştırıyor sonunda onları.
Egemenlerin maniplasyonları
Ankara Yanıyor, ülkenin içinden geçtiği çalkantılı durumda, Emniyet teşkilatı ve o hiyerarşiyi izleyerek hükümet içindeki kirli ilişkileri görünür kılması ve Behzat Ç. ve ekibinin yozlaşan teşkilat içinde “adalet”ten yana olan tavrı; gerçeğin yalanla mücadelesi içerisinde gösterilmesi anlamına geliyor. Filmin aldığı uluslararası boyut (Ortadoğu’daki muhaliflere silah sağlanması, Kıbrıs’taki kaçakçılık işi ve bunların bakanlık düzeyindeki karşılığı) yeterince işlenmese de -ki bunun için karakterlerin de daha derinlikli çizilmesi gerekirdi- içerideki karışıklığın egemenlerce hangi yöntemlerle manipüle edildiği ortaya çıkıyor.
Olgusal anlamda memleketin sorunlarını ifade eden film, kahramanlarını bu gerçeklikle yalnızca fiziki bir etkileşim içine sokarak -sadece yandaş medyada çalışan genç bir sunucu kız üzerinden bir dönüşüm yaşanıyor- aksiyonu psikolojiye yeğ tutuyor. Bunu teknik açıdan -ülkenin imajını kısa süre içinde betimleyebilmek- mazur görsek de bir estetik kategori olarak dilin (sinema dili) potansiyellerine yabancı bir tutum olduğunu anlıyoruz.
Özgün popüler kültür örneği
Neyse ki Behzat Ç. halktan yana bir film. Onun karakterlerini gündelik dilde ve direkt konuştuğu, haksızlığa sövebildiği, naif tarafları ve yalanla mücadelesi içerisinde görebildiğimiz için seviyoruz. Birer toplumsal tip olarak Behzat, Harun, Eda, Akbaba ve diğerlerinin bir sanatsal tür olan “polisiye”den sıyrılmaları ancak onların aksiyonu sırtlayıp götüren teknik özne konumlarından daha üst bir aşamaya, derinlikli betimlemelerinin yapılabileceği yetkin sanatsal biçimlerin alanına geçmeleriyle mümkün. Popüler kültür mecrasında kendine özgün bir yer açan Behzat Ç. karakteri, Ankara Yanıyor ile izleyicisini bir kez daha tartışmaya davet ediyor.