SÖYLEM EVRENİ VE "DÜŞMANALGISI" ÜZERİNE
Geçtiğimiz hafta bu sitede yayımlanan Çaresizliğin Provokatif ve Kibirli Söylemi: “Marx Cumhuriyetçiydi” başlıklı yazım, çok fazla eleştiriye konu oldu. Pek çoğunun içinde geçen hakaretleri bir yana bırakacak olursak, hepsinde yer alan ortak bir iddia var: TKP düşmanlığı.
İddianın ciddiye alınacak bir yanı olmasa da bu iddianın hepsinde ortak olması, kibirli ve provokatif söylem odaklı bir müdahale yazısının yazılmasının neden ciddi bir ihtiyaç olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor.
Bu kısma tekrar döneceğim, ancak önce söylem ve söylem çözümlemesi üzerine birkaç not düşmekte yarar var.
Sosyal bilimlerde araştırma yöntemleri üzerine az çok vakıf olanlar bilir; söylem, iletişim biçimlerini kuşatan, günlük deneyimler içinde sosyal dünyayı görme, sınıflandırma ve ona tepki verme yollarını da içeren bir çerçeveye sahiptir. Bu yönüyle söylem, kurallıdır; kurallarla yönetilir ve içsel olarak yapılandırılmıştır. Sosyal ve tarihsel bir matris içinde konumlanmıştır; söylemi belirleyen konuşmacılar tarafından belirlenir. Sosyal ve tarihsel matrisin önemli yönlerini kurar ve biçimlendirir.
En çok bilinen söylem çözümleme yolları, Jasques Derrida’nın ve Michel Foucault’nun yöntemleridir. Bu yöntemlerin ortak yönü, nesnel gerçekliğin insan zihnine yansıtılmasına dayalı, tarafsız ve araççı bir perspektifle ele almasıdır. Bu esasa dayalı bir söylem çözümlemesinin, post akımların bakış açısı içinde kalacağı açıktır.
Bu yöntemlerin girdabına kapılmamak, ancak tarihsel-maddeci eleştirel söylem çözümlemesi yapılması ile mümkündür; ki bu yöntemde dil, içinde kullanıldığı toplumsal/sınıfsal bağlam çerçevesinde ve dilin neden/nasıl kullanıldığına dikkat çeker. Bir başka ifadeyle tarihsel-maddeci bir eleştirel söylem çözümlemesi, dilbilimin çözümleme araçlarını kullanarak kendi başına söylem yapısının araştırılmasına odaklanan yapı olarak söylem tutumunu değil; diğer sosyal, bilişsel, siyasal veya kültürel süreç ve sonuçlar ile ilişkilendirerek inceleyen kanıt olarak söylemi esas alır. Metnin içerdiklerini (content) değil, içeriğini (contex) kavramaya dönüktür ve metnin anlamını belirleyen kelime ya da cümle setleri, verili anlamlarıyla değil dilde nasıl örgütlendiklerini ortaya çıkarmak amacıyla incelenir.
Tekrar başa dönersek… Çaresizliğin Provokatif ve Kibirli Söylemi: “Marx Cumhuriyetçiydi” başlıklı yazıya gerekçe olan provokatif ve kibirli söylemlerin (ve bunun vücut bulmuş pratiklerinin) hiçbiri, kendinde sözcükler değildir; belirli bir tarihsel bağlamda ve içsel olarak yapılandırılmış söylemlerdir. Bunlara dönük eleştirilere karşı “TKP düşmanı” ile başlayıp “yeminli TKP düşmanı”na varan; oradan da hızını alamayıp “komünizm düşmanı”na kadar ulaşan ve “TKP’den nefret ettiği belli” sonucuna hasıl olan ifadeler; en bilinen örneği Türk Silahlı Kuvvetleri’nde vücut bulan “dost-düşman” dikotomisine dayanan söylemin soldan yeniden üretilmiş halidir. Provokatif ve kibirli söylemin, kapalı devre sorunsuz yaşanan bir doktrinizasyon sürecinde yararı olabilir; ancak bu söylem, gerçek hayatta karşılığını bulmayınca, “düşmanlarla savaşıyoruz” türünden bir psikozun yaratıcısı haline gelme tehlikesi taşımaktadır.
Gezi dinamiğini pragmatik bir ulusalcılıkla kucaklamaya çalışmak, kitleleri Prokrustes Yatağı’na girmeye zorlayan bir “çözüm”dür. Ve bu “çözüm”, kendi söylemini de yaratmaktadır. Yaratılan söylemin bir ucunda eleştiren herkesi “TKP’ye düşman” olarak görmek; diğer ucunda ise “devletçi ulusalcılığın argümanları” yer almaktadır. Ancak kimse, buna liberal bir hoşgörü gösterilmesini beklemesin. Hele de pragmatizm uğruna “Şeyh Sait’e karşı Topal Osman”ı tercih ettiren bir argümanın ifade edilmesine izin veriliyorsa… Çünkü tahmin ettiğim kadarıyla hiçbir sosyalist yapılanma, “12 Eylül öncesinin faşist katliamlarına karşı Kenan Evren’in darbeciliğini tercih ederim” demedi, demez; denmesine de (en azından kendi sayfalarında) izin vermez.
ÖZAY GÖZTEPE-SENDİKA.ORG
Geçtiğimiz hafta bu sitede yayımlanan Çaresizliğin Provokatif ve Kibirli Söylemi: “Marx Cumhuriyetçiydi” başlıklı yazım, çok fazla eleştiriye konu oldu. Pek çoğunun içinde geçen hakaretleri bir yana bırakacak olursak, hepsinde yer alan ortak bir iddia var: TKP düşmanlığı.
İddianın ciddiye alınacak bir yanı olmasa da bu iddianın hepsinde ortak olması, kibirli ve provokatif söylem odaklı bir müdahale yazısının yazılmasının neden ciddi bir ihtiyaç olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor.
Bu kısma tekrar döneceğim, ancak önce söylem ve söylem çözümlemesi üzerine birkaç not düşmekte yarar var.
Sosyal bilimlerde araştırma yöntemleri üzerine az çok vakıf olanlar bilir; söylem, iletişim biçimlerini kuşatan, günlük deneyimler içinde sosyal dünyayı görme, sınıflandırma ve ona tepki verme yollarını da içeren bir çerçeveye sahiptir. Bu yönüyle söylem, kurallıdır; kurallarla yönetilir ve içsel olarak yapılandırılmıştır. Sosyal ve tarihsel bir matris içinde konumlanmıştır; söylemi belirleyen konuşmacılar tarafından belirlenir. Sosyal ve tarihsel matrisin önemli yönlerini kurar ve biçimlendirir.
En çok bilinen söylem çözümleme yolları, Jasques Derrida’nın ve Michel Foucault’nun yöntemleridir. Bu yöntemlerin ortak yönü, nesnel gerçekliğin insan zihnine yansıtılmasına dayalı, tarafsız ve araççı bir perspektifle ele almasıdır. Bu esasa dayalı bir söylem çözümlemesinin, post akımların bakış açısı içinde kalacağı açıktır.
Bu yöntemlerin girdabına kapılmamak, ancak tarihsel-maddeci eleştirel söylem çözümlemesi yapılması ile mümkündür; ki bu yöntemde dil, içinde kullanıldığı toplumsal/sınıfsal bağlam çerçevesinde ve dilin neden/nasıl kullanıldığına dikkat çeker. Bir başka ifadeyle tarihsel-maddeci bir eleştirel söylem çözümlemesi, dilbilimin çözümleme araçlarını kullanarak kendi başına söylem yapısının araştırılmasına odaklanan yapı olarak söylem tutumunu değil; diğer sosyal, bilişsel, siyasal veya kültürel süreç ve sonuçlar ile ilişkilendirerek inceleyen kanıt olarak söylemi esas alır. Metnin içerdiklerini (content) değil, içeriğini (contex) kavramaya dönüktür ve metnin anlamını belirleyen kelime ya da cümle setleri, verili anlamlarıyla değil dilde nasıl örgütlendiklerini ortaya çıkarmak amacıyla incelenir.
Tekrar başa dönersek… Çaresizliğin Provokatif ve Kibirli Söylemi: “Marx Cumhuriyetçiydi” başlıklı yazıya gerekçe olan provokatif ve kibirli söylemlerin (ve bunun vücut bulmuş pratiklerinin) hiçbiri, kendinde sözcükler değildir; belirli bir tarihsel bağlamda ve içsel olarak yapılandırılmış söylemlerdir. Bunlara dönük eleştirilere karşı “TKP düşmanı” ile başlayıp “yeminli TKP düşmanı”na varan; oradan da hızını alamayıp “komünizm düşmanı”na kadar ulaşan ve “TKP’den nefret ettiği belli” sonucuna hasıl olan ifadeler; en bilinen örneği Türk Silahlı Kuvvetleri’nde vücut bulan “dost-düşman” dikotomisine dayanan söylemin soldan yeniden üretilmiş halidir. Provokatif ve kibirli söylemin, kapalı devre sorunsuz yaşanan bir doktrinizasyon sürecinde yararı olabilir; ancak bu söylem, gerçek hayatta karşılığını bulmayınca, “düşmanlarla savaşıyoruz” türünden bir psikozun yaratıcısı haline gelme tehlikesi taşımaktadır.
Gezi dinamiğini pragmatik bir ulusalcılıkla kucaklamaya çalışmak, kitleleri Prokrustes Yatağı’na girmeye zorlayan bir “çözüm”dür. Ve bu “çözüm”, kendi söylemini de yaratmaktadır. Yaratılan söylemin bir ucunda eleştiren herkesi “TKP’ye düşman” olarak görmek; diğer ucunda ise “devletçi ulusalcılığın argümanları” yer almaktadır. Ancak kimse, buna liberal bir hoşgörü gösterilmesini beklemesin. Hele de pragmatizm uğruna “Şeyh Sait’e karşı Topal Osman”ı tercih ettiren bir argümanın ifade edilmesine izin veriliyorsa… Çünkü tahmin ettiğim kadarıyla hiçbir sosyalist yapılanma, “12 Eylül öncesinin faşist katliamlarına karşı Kenan Evren’in darbeciliğini tercih ederim” demedi, demez; denmesine de (en azından kendi sayfalarında) izin vermez.
ÖZAY GÖZTEPE-SENDİKA.ORG