Tarih, 23 Aralık 1930 Menemen… Şafak sökmek üzere… Soğuktan üşümemek için hırpani kıyafetlerini üzerine geçirmiş, yüzünü gözünü kapatm...
Tarih, 23 Aralık 1930
Menemen…
Şafak sökmek üzere…
Soğuktan üşümemek için hırpani kıyafetlerini üzerine geçirmiş, yüzünü gözünü kapatmış insanlar, uykulu gözlerle camiye, sabah namazını kılmak üzere gidiyorlar…
Ne bilsinler, bir yerlerden kara canavar hortlamış ve kasabalarına çöreklenmiş!
Camiye girdiklerinde tanımadıkları yüzlerle karşılaşıyorlar. Daha önceden gelen bu kişiler, daha ibadet başlamadan zikir çekmeye başlamışlar… Her ne ise; bu garip görüntüye karşın, imam namazını kıldırıyor. Ancak bu garip adamlar, durmak bilmiyor. Namazın ardından yeniden zikir çekmeye, şeriat çığlıkları atmaya başlıyorlar.
Arada haykıranlar da var:
-"Mehdi geldi!"
Bu zikir anında şeriat bayrağı açılıyor. Bu kez bayrağın etrafında dönülerek zikirlere başlanıyor. Böylece dışarı çıkılıyor. Bayrak bir uzun sopanın uçuna bağlanıyor. Bu arada merak içinde; zikir çeken insanların tuhaf hareketlerine bakan Menemenliler, “Ne oluyor, ne olacak?” diye bekleşirlerken; bu kez erken saatinde dükkânlarını açmak için yollara çıkanlar kalabalığı görüyor ve kalabalık gittikçe artıyor… Caminin avlusu böylece gittikçe kalabalıklaşıyor.
Bu yabancıların başında Derviş Mehmet diye biri vardı. Menemen’e gelmeden önce Manisa’dan yola çıkmışlar, köy köy dolaşarak, gizli kapaklı yerlerde kalarak, esrar çekerek Manisa’ya kadar gelmişlerdi. Yanlarında Kıpti adında bir köpek de vardı. Şimdi esrarın da verdiği etkiyle gözü denmiş Derviş Mehmet, cumhuriyet yasalarına küfürler savurarak, şeriatın geldiğini, "laik" düzenin yıkıldığını, kendisinin de “mehdi2 olduğunu söylüyordu.
Mehdi; olağanüstü, dinsel bir varlık… İnançlı insanları en duygusal yönden vuracak en güçlü silah… Bunu kullanıyordu Kara Canavar…
Ve bu nedenle de hiç kimsenin kendini öldüremeyeceğini, kimsenin buna gücü yetmediğini; bir anlamda Allah’ın kendisini sanki bir zırhla koruduğunu söylemeye çalışıyordu.
Olay, Menemen’deki askeri garnizon tarafından duyuldu. Ancak durumun ciddiyeti tam anlaşılamadığı için, genç bir öğretmen olan Kubilay, ellerine manevra mermileri bulunan tüfenkleri olan takımıyla olay yerine gönderildi. Olay yerine gelen Kubilay, gösteri yapan sarhoş dervişleri ve şeriat çığlıklarıyla kışkırtılmaya çalışılan kalabalığıa dağılmalarını emretti.
Ancak nafile...
Derviş Mehmet karşısına dikilmiş bu genç öğretmen subaya "senin kurşunun bana işlemez" diye bağırıyordu.
Kubilay, yanındaki birliğe havaya ettirdi. Böylece grubun dağılabileceğini düşünmüştü. Kuru sıkı tüfekler patladığında sanki iddiası doğrulanmış gibi Derviş Mehmet daha gür bir sesle haykırmaya başlamıştı:
-"İşte görün; bunların silahları bize dokunamaz, kurşunları işlemez!"
Şimdi derviş başı daha da galeyana gelmişti. Birden elini beline attı, silahını çıkardı; sonra namluyu doğrultup, Kubilay'a doğru bir kaç el ateş etti. Genç öğretmen ve yedeksubay, bedenine yapışan kurşunlarla yaralanmıştı. Üzerine yağan mermilerden kendini korumak için yaralı haliyle caminin az ilerisindeki duvara doğru gitmeye çalıştı. Birkaç adım atmıştı ki, yere kapaklandı. Daha fazla ilerlemeye gücü yetmedi. Koşarak üzerine doğru gelen Derviş Mehmet, genç subayın saçlarından tuttu; belinden çıkardığı bir bağ bıçağıyla, sanki bir koyun boğazlar gibi boğazına bıçağı çaldı. Boğazdan fışkıran kan, duvar diplerini kıpkırmızı kaplamıştı. Herkesin donmuş kalmış bir halde izlediği bu vahşi sahne, devam ediyordu: Bağ bıçağı birkaç kez daha boğaza indi ve kesilen başı Derviş Mehmet’in dizleri üzerinde gövdesinden ayrıldı. Bu olayla kendinden geçmiş Derviş Mehmet ve adamları, başı gövdesinden ayrılmış Kubilay’ın kanı bulaşmış toprağı yerden alıyor, sanki kutsal bir şeyle günahlarından arınıyorlarmış gibi, yüzlerine göre sürüyor, böylece kendilerini kutsamaya çalışan ilkel kabile bireylerini andırıyordu.
Sahne şöyle devam etti: Kesilen baş, yeşil bayrağın bağlandığı sırığa geçirilmek istendi. Önce geçirdiklerini sandılar; ancak sırığı birkaç kez sallayınca kesik baş sırığın üzerinden yere düştü yuvarlandı. Bu kez bir ip bulundu ve iple kesik baş şeriat bayrağına sıkı sıkı sarıldı…
İnsanlık durmuş gibiydi:
Canvarlık, büyük bir zafer elde etmiş gibi kükreyip duruyordu. Olaya müdahale etmek isteyen iki bekçi olay yerine yetişti. Bekçi Hasan ve Bekçi Şevki’ye bu kez namlular doğruldu ve iki bekçi de cansız yere yığıldılar.
Bu olaylar olurken, Menemen halkı olaya müdahale etme gücünü kendinden bulamadı. Hatta kimileri, büyülenmiş gibi, şeriat çığlıkları altında olayı alkışlamışlardı da.
Bu ilkel gösteri böyle sürüp giderken; bu kez gerçek mermileriyle garnizona bağlı güçler olay yerine geldiler ve olaya müdahale ettiler. Kısa bir çarpışmadan sonra “Beni öldüremezler, ben Mehdiyim” diyen Derviş Mehmet, tüfek öldürüldü. Bu kanlı olaya neden olayların bir kısmı yakalandı. Kaçabilenler kaçtı ve onların tutuklanması için de çalışmalar başlatıldı.
Bu olay Ankara’ya ulaştığında, genç Kubilay’ın ne kadar zalim biçimde öldürüldüğünü öğrenen Gazi Mustafa Kemal Paşa, büyük bir öfkeye kapıldı. O hep şunu soruyordu kendi kendine: “Nasıl olur da böyle bir olayı Menemen halkı önlemez, nasıl?”
Bir an duraksama geçirdi; önce Menemen'i boşaltıp, tıpkı Pompei Harabeleri gibi top ateşiyle yerle bir edilmesini emretti. G
azi'yi bu isteğinden güçlükle vazgeçirebildiler. Sıkıyönetim kuruldu. Ardından Divanı Harp... Ele geçirilebilenler yargılandılar; suçlarını itiraf edip, idam edildiler...
Genç Kubilay yobaz şeriatçı güçler tarafından şehit edildiğinde, ardında gözleri yaşlı gencecik bir dul eş ve 18 aylık bir yetim çocuk bırakmıştı.
Gün geldi; bu devrim şehitleri için Menemen’de bir anıt yapıldı:
Anıtın altında şu yazı yer alıyordu:
“İnandılar, Döğüştüler ve Öldüler”…
Menemen…
Şafak sökmek üzere…
Soğuktan üşümemek için hırpani kıyafetlerini üzerine geçirmiş, yüzünü gözünü kapatmış insanlar, uykulu gözlerle camiye, sabah namazını kılmak üzere gidiyorlar…
Ne bilsinler, bir yerlerden kara canavar hortlamış ve kasabalarına çöreklenmiş!
Camiye girdiklerinde tanımadıkları yüzlerle karşılaşıyorlar. Daha önceden gelen bu kişiler, daha ibadet başlamadan zikir çekmeye başlamışlar… Her ne ise; bu garip görüntüye karşın, imam namazını kıldırıyor. Ancak bu garip adamlar, durmak bilmiyor. Namazın ardından yeniden zikir çekmeye, şeriat çığlıkları atmaya başlıyorlar.
Arada haykıranlar da var:
-"Mehdi geldi!"
Bu zikir anında şeriat bayrağı açılıyor. Bu kez bayrağın etrafında dönülerek zikirlere başlanıyor. Böylece dışarı çıkılıyor. Bayrak bir uzun sopanın uçuna bağlanıyor. Bu arada merak içinde; zikir çeken insanların tuhaf hareketlerine bakan Menemenliler, “Ne oluyor, ne olacak?” diye bekleşirlerken; bu kez erken saatinde dükkânlarını açmak için yollara çıkanlar kalabalığı görüyor ve kalabalık gittikçe artıyor… Caminin avlusu böylece gittikçe kalabalıklaşıyor.
Bu yabancıların başında Derviş Mehmet diye biri vardı. Menemen’e gelmeden önce Manisa’dan yola çıkmışlar, köy köy dolaşarak, gizli kapaklı yerlerde kalarak, esrar çekerek Manisa’ya kadar gelmişlerdi. Yanlarında Kıpti adında bir köpek de vardı. Şimdi esrarın da verdiği etkiyle gözü denmiş Derviş Mehmet, cumhuriyet yasalarına küfürler savurarak, şeriatın geldiğini, "laik" düzenin yıkıldığını, kendisinin de “mehdi2 olduğunu söylüyordu.
Mehdi; olağanüstü, dinsel bir varlık… İnançlı insanları en duygusal yönden vuracak en güçlü silah… Bunu kullanıyordu Kara Canavar…
Ve bu nedenle de hiç kimsenin kendini öldüremeyeceğini, kimsenin buna gücü yetmediğini; bir anlamda Allah’ın kendisini sanki bir zırhla koruduğunu söylemeye çalışıyordu.
Olay, Menemen’deki askeri garnizon tarafından duyuldu. Ancak durumun ciddiyeti tam anlaşılamadığı için, genç bir öğretmen olan Kubilay, ellerine manevra mermileri bulunan tüfenkleri olan takımıyla olay yerine gönderildi. Olay yerine gelen Kubilay, gösteri yapan sarhoş dervişleri ve şeriat çığlıklarıyla kışkırtılmaya çalışılan kalabalığıa dağılmalarını emretti.
Ancak nafile...
Derviş Mehmet karşısına dikilmiş bu genç öğretmen subaya "senin kurşunun bana işlemez" diye bağırıyordu.
Kubilay, yanındaki birliğe havaya ettirdi. Böylece grubun dağılabileceğini düşünmüştü. Kuru sıkı tüfekler patladığında sanki iddiası doğrulanmış gibi Derviş Mehmet daha gür bir sesle haykırmaya başlamıştı:
-"İşte görün; bunların silahları bize dokunamaz, kurşunları işlemez!"
Şimdi derviş başı daha da galeyana gelmişti. Birden elini beline attı, silahını çıkardı; sonra namluyu doğrultup, Kubilay'a doğru bir kaç el ateş etti. Genç öğretmen ve yedeksubay, bedenine yapışan kurşunlarla yaralanmıştı. Üzerine yağan mermilerden kendini korumak için yaralı haliyle caminin az ilerisindeki duvara doğru gitmeye çalıştı. Birkaç adım atmıştı ki, yere kapaklandı. Daha fazla ilerlemeye gücü yetmedi. Koşarak üzerine doğru gelen Derviş Mehmet, genç subayın saçlarından tuttu; belinden çıkardığı bir bağ bıçağıyla, sanki bir koyun boğazlar gibi boğazına bıçağı çaldı. Boğazdan fışkıran kan, duvar diplerini kıpkırmızı kaplamıştı. Herkesin donmuş kalmış bir halde izlediği bu vahşi sahne, devam ediyordu: Bağ bıçağı birkaç kez daha boğaza indi ve kesilen başı Derviş Mehmet’in dizleri üzerinde gövdesinden ayrıldı. Bu olayla kendinden geçmiş Derviş Mehmet ve adamları, başı gövdesinden ayrılmış Kubilay’ın kanı bulaşmış toprağı yerden alıyor, sanki kutsal bir şeyle günahlarından arınıyorlarmış gibi, yüzlerine göre sürüyor, böylece kendilerini kutsamaya çalışan ilkel kabile bireylerini andırıyordu.
Sahne şöyle devam etti: Kesilen baş, yeşil bayrağın bağlandığı sırığa geçirilmek istendi. Önce geçirdiklerini sandılar; ancak sırığı birkaç kez sallayınca kesik baş sırığın üzerinden yere düştü yuvarlandı. Bu kez bir ip bulundu ve iple kesik baş şeriat bayrağına sıkı sıkı sarıldı…
İnsanlık durmuş gibiydi:
Canvarlık, büyük bir zafer elde etmiş gibi kükreyip duruyordu. Olaya müdahale etmek isteyen iki bekçi olay yerine yetişti. Bekçi Hasan ve Bekçi Şevki’ye bu kez namlular doğruldu ve iki bekçi de cansız yere yığıldılar.
Bu olaylar olurken, Menemen halkı olaya müdahale etme gücünü kendinden bulamadı. Hatta kimileri, büyülenmiş gibi, şeriat çığlıkları altında olayı alkışlamışlardı da.
Bu ilkel gösteri böyle sürüp giderken; bu kez gerçek mermileriyle garnizona bağlı güçler olay yerine geldiler ve olaya müdahale ettiler. Kısa bir çarpışmadan sonra “Beni öldüremezler, ben Mehdiyim” diyen Derviş Mehmet, tüfek öldürüldü. Bu kanlı olaya neden olayların bir kısmı yakalandı. Kaçabilenler kaçtı ve onların tutuklanması için de çalışmalar başlatıldı.
Bu olay Ankara’ya ulaştığında, genç Kubilay’ın ne kadar zalim biçimde öldürüldüğünü öğrenen Gazi Mustafa Kemal Paşa, büyük bir öfkeye kapıldı. O hep şunu soruyordu kendi kendine: “Nasıl olur da böyle bir olayı Menemen halkı önlemez, nasıl?”
Bir an duraksama geçirdi; önce Menemen'i boşaltıp, tıpkı Pompei Harabeleri gibi top ateşiyle yerle bir edilmesini emretti. G
azi'yi bu isteğinden güçlükle vazgeçirebildiler. Sıkıyönetim kuruldu. Ardından Divanı Harp... Ele geçirilebilenler yargılandılar; suçlarını itiraf edip, idam edildiler...
Genç Kubilay yobaz şeriatçı güçler tarafından şehit edildiğinde, ardında gözleri yaşlı gencecik bir dul eş ve 18 aylık bir yetim çocuk bırakmıştı.
Gün geldi; bu devrim şehitleri için Menemen’de bir anıt yapıldı:
Anıtın altında şu yazı yer alıyordu:
“İnandılar, Döğüştüler ve Öldüler”…
Hiç yorum yok