10 Mart 2014, “Özgürlük Bayramı” olarak Cumhuriyet tarihine geçecek bir gün. Yurt gazetesinin manşeti en anlamlısıydı bence ve onu ödünç aldım. Bu gün ve izleyen günlerde, tutsak alınan bilim insanları, siyasetçiler, subaylar, gazeteciler, yazarlar; kısaca Atatürk sevdalısı, ulusalcı, yurtseverler özgürlüğe salındı.
Fatih Hilmioğlu, Kemal Alemdaroğlu, Yalçın Küçük, Doğu Perinçek, İlker Başbuğ, Tuncer Kılınç, Hasan Iğsız, Şener Eruygur, Nusret Taşdeler, Veli Küçük, Alaettin Sevim, Levent Ersöz, Mehmet Eröz, Levent Göktaş, Atilla Uğur, Mustafa Dönmez, Fikret Emek, Fuat Selvi, Muzaffer Tekin, Mehmet Ali Çelebi, Oktay Yıldırım, Mehmet Demirtaş, Serdar Öztürk, Fikri Karakoç, Tuncay Özkan, Merdan Yanardağ, Hikmet Çiçek, Ergün Poyraz, Mehmet Bedri Gültekin, Turhan Özlü, Erkan Önsel, Deniz Yıldırım, Kemal Kerinçsiz, Ataman Yıldırım, Durmuş Ali Özoğlu, Kemal Şahin, İsmail Yıldız, Sevgi Erenerol;
Sizlere geçmiş olsun değil, özgürlüğe ve Atatürk aydınlığını yeniden egemen kılmak için verilen dışarıdaki mücadeleye hoş geldiniz, diyoruz.
Diyoruz ama Balyoz, Askeri Casusluk davalarının tutsaklarının burukluğunu ve üzüntüsünü, kahroluşunu da hâlâ içimizde yaşıyoruz.
NEDEN ŞİMDİ
Sık sık soruyorlar, salıvermeleri sağlayan gerçek neden nedir diye. Bize göre bunun üç nedeni var.
Birincisi, Adalet ve Kalkınma Partisi-Cemaat (AKP-C) çekişmesinin başlaması üzerine, yoğun bir seçim iklimine girildiği günümüzde, geçmişte yaşanan ve toplumun tepkisine neden olan bu olumsuzluğu cemaatin üzerine yıkarak sıyrılma çabası.
İkincisi, üretilmiş delillerle suçlu yaratılarak açılmış bu siyasal davalara inanmayan geniş halk kitlelerinin mücadelesi.
Üçüncüsü de, RTE’yi iktidar yapan dış güçlerin yaşanan son olaylar karşısında gerçek kimliğini nihayet görerek desteğini çekmesi ve bunun karşısında açığın iç dinamiklerden kapatılmaya çalışılması.
İşte bu nedenler, Ergenekon savcılığını, Ergenekon avukatlığına dönüştürdü ve tutsaklar salıverildi.
Peki, bundan sonra ne olacak?
Suçsuzluğu geniş halk kitlelerince kabul edilmiş bu kahramanların yargılanmaları sürecek. Hatta Balyoz’da bir kısmının haksız mahkûmiyeti kesinleşti bile. Bu gibilerde tahliye de yok zaten. Dile getirilen yeniden yargılanmaları.
Kime güvenerek bu yurtsever insanları yeniden yargılayacaksınız? Hangi yargıçlarla?
Hiç kuşkusuz öngörümüz tüm yargıç ve savcılar yönünden geçerli değil. Hâlâ tüm zorluklara karşın mesleğini gereği gibi yapmaya çalışanlar var. Bizim sözümüz aşağıda açıklamaya çalıştıklarımıza.
ÖN YARGILI YARGIÇLAR
      Ergenekon ve Balyoz gibi davalar henüz başlamışken, tutuklamalar peş peşe gelirken, her gözaltına alınan mutlaka tutuklanırken HSYK 1. Daire Başkanı özel yetkili mahkemelerin (ÖYM) yargıç ve savcılarını toplayıp, kamuoyunda “ÖYM’lere ve özellikle de İstanbul ÖYM’lerine giden mutlaka tutuklanır” algısı doğduğunu, bunun da yargıya güveni zedelediğini söylemiş ve bu güveni en üst düzeyde tutmanın yargıç ve savcıların görevi olduğunu belirtmiştir. Daire Başkanı o toplantıda edindiği izlenimle ÖYM savcı ve yargıçlarının içinde bulunduğu ruh halini şöyle özetliyor: “Biz böyle yapmasak ülke elden gider. Biz bu direncimizle memleketi kurtarıyoruz. Siz bu dosyaları görseniz, içindekini okusanız böyle düşünmezsiniz, inancındalar.”[1] Yani “önyargılılar.”
NEDEN ÖNYARGILILAR
ÖYM savcı ve yargıçlarının neden önyargılı olduklarını incelerken bunu siyasal iktidarın ana projesinden ayrı düşünemezsiniz. Siyasal iktidarın başlangıçtan beri söylediğimiz, ama günümüzde daha da netleşen üç ana hedefi vardı ve vardır: (ı) Atatürk Cumhuriyeti’ni İslami cumhuriyete dönüştürmek; (ıı) ABD’ye iktidar karşılığı verilen sözü yerine getirip, sonu ülkenin bölünmesine kadar varabilecek “Kürt açılımını” gerçekleştirmek (Ki, BDP eşbaşları, seçimlerden sonra özerklik ilan edeceklerini söylemişlerdir. Özerklik, bağımsızlığın ön adımıdır.); (ııı) BOP gereği Ortadoğu’da ABD çıkarlarını korurken, bundan yararlanarak bölge lideri olmak.
Bu hedeflere varmada en büyük engel Türk Silahlı Kuvvetleri ve Kemalist aydınlardı. Bunlar “muhalif/karşıt” değil, engelleme gücü nedeniyle “düşman” idiler. Düşmanın ayakaltından çekilmesi gerekiyordu. Bunun en inandırıcı yolu da, bu işi yargıya yaptırmaktı. Bunun için 2010 Anayasa değişikliği, ardından çıkarılan yasalarla yargı ele geçirildi. Yasal düzenlemeler yapıldı, özel yetkili mahkemeler kuruldu. Bu mahkemelere “özel” yargıç ve savcılar atandı.
Ve bunlara “Düşmanı ayakaltından çekin” talimatı verildi. “Bu kişiler hedefe varmamızı engellemek için darbe bile yaparlar. Potansiyel suçludurlar. Bunları gözaltına alıp tutuklayın, sakın salıvermeyin, mahkûm edin” denildi.
Mahkemeler de, önyargıya dönüşen bu talimat doğrultusunda hareket ettiler. Etmeyenler, kısa sürede gönderilip, yerlerine “uygun” olanlar atandı. Hatta Balyoz davasına bakacak mahkemenin başkanı duruşmaların başlamasına 3 gün kala değiştirildi.
Mahkemeler, siyasal iktidarın “düşman” ilan ettiği bu yurtseverlere “düşman hukuku” uyguladı. ÖYM savcı ve yargıçları daha yargılama sürecinin başındayken bir kanaate varmışlardı. Yargılamalar sırasında göz göre göre, tüm uyarılara karşın bu kadar hukuksuzluk yapılması başka nasıl açıklanabilir?
Öyle bir yargılama düşünün ki, sonu başından bellidir. Yani bunlar birer siyasal davadır. Prof. Dr. Sami Selçuk’un dediği gibi, “Siyasal suç olur; ama siyasal dava olmaz.” Olursa bu davaların hukukla ilgisi kalmaz.
Onun içindir ki, savcılık sanıklar lehinde delil toplamamış, mahkemece tanıklar dinlenmemiş, bilirkişi incelemesi yaptırılmamış, savunma hakkı kısıtlanmış, delil değerlendirme aşaması atlanmış ve mahkûmiyet kararları yağmıştır.
Tutukluluğa devam kararlarını yeterli gerekçeye dayandırmadıkları, Anayasa Mahkemesi’nin İlker Başbuğ kararında tescil edilmiştir.
Ergenekon kararlarının 7 aydır yazılmaması, başlı başına bir “taraflılık” göstergesi değil midir? Sakın kimse, “Ama canım milyonlarca sayfa belge var; bunlara dayalı gerekçe yazmak kolay mı?” demesin. Bu yargıçlar, o belgelerin tümünü inceleyerek, bu belgelere dayanarak mahkûmiyet kararlarını vermişlerdir. Yani çok sayıdaki belge kararın yazılmasının gecikmesinin gerekçesi olamaz. Eğer böyle değilse vay halimize!
Son uygulama da bu mahkeme yargıçlarının ne kadar önyargılı olduklarını göstermesi yönünden çok önemlidir. Bilindiği gibi Anayasa Mahkemesi’nin İlker Başbuğ kararı ile Terörle Mücadele Yasası’ndaki tutukluluk süresini 5 yıla indiren değişiklik yayımlanınca, Ergenekon davası tutsaklarının salıverilecekleri belli olmuştur.
Aynı yasayla İstanbul 13. ACM’nin özel yetkileri kaldırılmış, mahkemenin yalnızca Ergenekon davasının kararını yazacağı belirtilmiştir. Bunun için de 15 gün süre verilmiştir. Buna karşın sanıklara karşı yukarıda açıklandığı gibi “özel görevli” olan mahkeme yargıçlarının ne yaptığı iki gün önce gazetelerde yer almıştır. Önce tatil günü demeden, avukatların bilgisi dışında tutsaklardan cumartesi, pazar günü tahliye istemini içeren dilekçeler toplatmış[2]; sonra da yetkiliymiş gibi bu istemleri reddetmiştir. Diğer mahkemelerin önünü kapatmak için de, UYAP sistemini onların yararlanmasına açmamıştır.
Mahkeme bir şey daha yapmıştır; TBMM’nin mahkeme kapatamayacağını, son çıkan yasayı tanımadığını, yok saydığını, uygulamayacağını ve iptali için Anayasa Mahkemesi’nde dava açacağını açıklamıştır.
Sanırım mahkeme, “kurma-kaldırma” ile “açma-kapatmayı” karıştırmıştır. ÖYM’ler gibi bir tür mahkemeyi kurma-kaldırma yetkisi TBMM’nin; çıkarılan yasaya dayanarak o tür içinde belli bir yerde mahkeme açma ya da o mahkemeyi kapatma yetkisi HSYK’dadır. 3 Temmuz 2013’te çıkardığı yasayla özel yetkili mahkemeleri kaldıranın; ancak bu mahkemelere bir geçici maddeyle ellerindeki işi bitirmeleri için yetki verenin de TBMM olduğu unutulmuştur.
Kuşkusuz mahkemenin açıklamasına tepkiler gecikmemiştir. Adalet Bakanı’nın “Burada görevli hâkim ve savcıların görevleri sona ermiştir. Karar verme yetkileri yoktur. HSYK’yı göreve çağırıyorum” açıklaması üzerine HSYK toplanmıştır. HSYK, Mahkeme’nin karar yazma dışında hiçbir yetkisinin olmadığını, tahliyelere karar veremeyeceğini, verdiği “tahliye ret” kararlarıyla yetki gaspı yaptığını belirtmiş ve mahkeme üyeleri hakkında inceleme başlatmıştır.[3]
Bu açıklamalar kuşkusuz çok yerinde ve haklıdır. Ancak esas yok sayılması gereken; yargıyı siyasal iktidara bağlayarak Anayasa’yı, erkler ayrılığını, hukuk devleti ilkesini ve yargı bağımsızlığını askıya alıp meşruiyetini yitiren bu yargı düzenidir.
Anayasa’daki tüm açıklığa karşın, bir önceki paragrafta belirtilen ilkeleri ihlal eden HSYK Yasası değişikliği nasıl değerlendirilmelidir?
MAHKEMELER ÖYLEDİR DE YARGITAY ÇOK MU FARKLIDIR
Yargıyı siyasal iktidarın güdümüne sokacak 2010 Anayasa değişikliğinden sonra yapılan yasa değişikliği ile Yargıtay’a AKP-C listesinden yargıç atandığı henüz belleklerden silinmemiştir. O atamalarla bir yandan Genel Kurul’da çoğunluğun ele geçirilmesi, bir yandan da dairelerin “uygun” üyelerden oluşması sağlanmıştır. Böylece Ergenekon ve Balyoz gibi davalara bakacak dairelerin üye yapısı güvenceye alınmıştır.
Bu nedenle, Balyoz’da 237, Askeri Casusluk davasında 43 askere ilişkin mahkûmiyet kararlarının, tüm hukuksuzluklarına karşın Yargıtay’ca onanması tesadüf değildir. Ergenekon davasına ilişkin mahkeme kararının da Yargıtay’ın aynı dairesine gideceği unutulmamalıdır.
Balyoz mahkûmiyetlerine dayanak oluşturan 5 no.lu CD’deki sahteciliğin, Poyrazköy davası mahkemesinin istemi üzerine TÜBİTAK uzmanlarınca rapora bağlanması bile, bu davalardaki koşullanmayı ortaya koyması yönünden yeterlidir.
Bu bilirkişi raporu Balyoz başta birçok davayı çökertmiştir. Ama ne var ki, yeniden yargılamanın önünü açacak olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı hâlâ incelemeyi sürdürmektedir.
Şimdi kalkmış, bu yargı düzenine güvenerek “yeniden yargılama”dan söz ediyoruz.
- AKP’yi hem tüzelkişilik, hem yöneticiler yönünden güç durumda bırakacak Deniz Feneri davasının üstünü örten,
- Soruların sızdırıldığı ÖSYM tarafından kabul edilmesine karşın KPSS soruşturmasını takipsizlikle sonuçlandıran,
- Bülent Arınç’a suikast uydurması soruşturmasını sürüncemede bırakan,
- Adli tıbbın “zehirlenme yok” kararına karşın Turgut Özal’ın ölümüyle ilgili olarak bir suçlu yaratıp dava açan,
- “İnsanlığa karşı işlenmiş suç değildir, terör suçudur” diyerek Sivas katliamı davasını zaman aşımına uğratan,
- Ömer Hayam’ın bir dörtlüğünü Twitter hesabından paylaştığı için, “dini değerleri alenen aşağılamak” suçunu işlediği gerekçesiyle Fazıl Say’a hapis cezası veren,
Bizim mahkemelerimizin yargıç ve savcıları değil midir?
Hiç kuşkusuz tüm yargıç ve savcılarımız, yukarıda da belirttiğimiz gibi aynı kefeye konamaz. Ancak bunların varlığı da unutulmamalıdır. Yeniden yargılamaya hangi yargıçların bakacağı nasıl garanti edilebilir?
Yargının bölündüğü, en açık biçimde HSYK 1. Daire Başkanı tarafından ifade edilmiştir. Özetle söylenen şudur: “Bizim hukukumuz, bizim mahkemelerimiz, bizim yargıçlarımız; sizin hukukunuz, mahkemeleriniz ve yargıçlarınız değildir.”[4] Burada dile getirilen “biz” ve “siz” hangi kesimleri hedeflemektedir? Hukukun ve yargının dönüştüğünü bundan daha açık biçimde anlatacak bir ifade olabilir mi?
ÖYM’lerin kapatılması, o mahkemelerde görev yapan ve önyargılı olan yargıç ve savcıları ya da benzerlerini sistemden ayırmamıştır ki! Daha doğrusu ayıramaz ki! Yine mahkemelerde görev yapmayı sürdürüyorlar. Bu yargıç ve savcılar 1985’ten beri Atatürk Cumhuriyeti karşıtı hükümetler ya da bu hükümetleri oluşturan ortaklarca sisteme yerleştirildiler.
Daha birkaç gün önce iki bine yakın avukatın yargıçlığa atandığı açıklanmıştır. Bunların AKP-C ortaklığı listesinden olmadığını iddia edebilir misiniz? Yapılan bir saptamaya göre, mesleğe yeni atanan yargıçlar, belli bir deneyim kazanmadan İstanbul’da görevlendirilmezken, bunların bir bölümü doğrudan İstanbul’a atanmıştır. Gözaltına alma ve mal varlığına el koyma kararlarının oybirliğiyle alınacağına ilişkin yeni yasal düzenlemeler gözetildiğinde, bu atamaların amacı ortaya çıkacaktır.
Tüm bunlar gözönünde bulundurulduğunda acaba umudu yeniden yargılamaya bağlamak doğru olur mu?
Yoksa bunun yerine “af” konusu mu gündeme getirilmelidir. Af, ama nasıl bir af? Bunu da bir sonraki yazıda ele almaya çalışacağız.
Bülent SERİM
Odatv.com
Dipnotlar:
[1] Utku Çakırözer, Cumhuriyet, 29.06.2012
[2] Emin Çölaşan, Sözcü, 11.03.2014
[3] Cumhuriyet, 11.03.2014, Alican Uludağ haberi; Aydınlık, 11.03.2014
[4] Gazeteler, 11.04.2013; aktaran Doğu Perinçek, Aydınlık, 14.04.2013
Daha yeni Daha eski