Tepecik Hayal Okulu, 2009 yılında yitirdiğimiz ve "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" filmiyle geniş bir topluluğun tanımaya başladığı yönetmen Ahmet Uluçay'ın sinema yolculuğunu ve yaşamının son dönemini işliyor.
Geçtiğimiz hafta 25. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde En Iyi Belgesel ödülünü alan "Tepecik Hayal Okulu" filminin yönetmeni Güliz Sağlam ile bir röportaj gerçekleştirdik. Röportaja geçmeden önce filmle ilgili bir kaç noktayı özellikle vurgulamakta fayda var.
İlk vurgulanabilecek nokta filmin en değerli boyutlarından biri olarak "insan"a dair: Sinemamızda uzun yıllardır hasret kaldığımız, tüm çelişkileri, tutkuları, umutları, hayal kırıklıkları boyunca işlenen bir insan ile karşı karşıyayız "Tepecik Hayal Okulu"nda. Hem oyunculu, hem belgesel sinema alanında giderek tek boyutlulaşan insan, bir yönetmen olarak büyük bir zenginlikle karşımıza çıkıyor bu filmde. Koşullarına meydan okuyan trajik bir kahraman Ahmet Uluçay adeta...
YAŞAMA TUTKUSUNUN SİNEMA HALİ
Bir yandan yetiştiği Kütahya'nın Tavşanlı ilçesindeki köyü ve köyün toplumsallığı; diğer yandan yaşadığı sağlık sorunlarına rağmen sinema tutkusuyla yaşama bağlanan bir yönetmen ve tutkusu ve üretme inadıyla, hem çevresine, hem de memlekete çok şey söyleyen, derin izler bırakan bir karakter ile karşı karşıya getiriyor Güliz Sağlam izleyicisini. Ailesini herkesten "kıskanan" ama alabildiğine emek veren bir baba ve eş, Ege'nin bir köyünde doğup kamyon şoförlüğü vb. işlerle uğraşırken, çok yoğun bir şekilde edebiyatla, resimle ve sinemayla ilgilenen bir sinemacı adayı, muazzam sağlık sorunlarına karşın umudunu hiç tüketmeyen dirençli bir insan... Zengin ve etkileyici bir portre bu...
Güliz Sağlam ile, SemirAslanyürek'in "Eve Giden Yol" (2006) filminde reji grubunda birlikte çalışmıştık. Suriye'nin çöllerinden, Antakya'nın türlü köşelerine, birlikte bir mesai yürütmüştük ve bu yoğun emek temelinde bir dostluk ortadayken, okuyucuların "senli benli" sohbetimizi mazur göreceklerini umuyorum.
Şimdi sözü Güliz Sağlam'a bırakalım. Böyle bir filmi ortaya koyduğu için duyduğumuz heyecan ve teşekkürlerle birlikte... Filmden sonra gelen sessizlik...
Öncelikle tebrik edelim bir kez daha, Ankara Film Festivali'ndeki ödül nedeniyle. Daha önce de çeşitli festivallerde gösterimleri yapılmıştı filmin. Festivallerdeki gösterimler sonrasında film hakkında nasıl tepkiler aldınız?
Çok teşekkürler. “Tepecik Hayal Okulu” belgeselinin ilk gösterimi 33. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde yapıldı. Bizim açımızdan önemli olan, bu gösterime Ayşe Uluçay ve İdris Uluçay’ın da katılmasıydı. Ahmet Uluçay’ın kızı Hatice Seven de katılacaktı ama maalesef gelemedi. Ayşe Uluçay’ın katıldığı ilk festivaldi. Daha sonra Haziran ayında Documentarist 7. İstanbul Belgesel Günleri’nde gösterildi. Buradaki gösterimle 25. Ankara Uluslararası Film Festivali’ndeki gösterim bir gün arayla olduğundan ben İstanbul’daki Documentarist gösterimine katıldım, yapımcımız ve görüntü yönetmenimiz İlker Berke Ankara’daki gösterime katıldı. İşbölümü yaptık aramızda! Benim katıldığım gösterimlerde en dikkat çekici olan, filmden sonra salonda bir sessizlik olması ve soruların daha sonra sorulmaya başlanması.
Filmle ilgili şimdiye kadar çok olumlu tepkiler aldık. Ahmet Uluçay’ı tanıyanlar, onun bilmedikleri özellikleriyle tanışıyor, hiç bilmeyenler de onu neden şimdiye dek duymadıklarına şaşırıp, tanımış olmaktan mutlu oluyorlar.
Bu filmi tasarlamaya ne zaman başladın? Çünkü Ahmet Uluçay ile zamana yayılan bir şekilde röportaj kayıtları mevcut. Bunlar senin yaptığın röportajlardı herhalde... O röportajları filme dönüştürme hedefiyle mi yapmıştın, yoksa bir tür dostluk nişanesi gibi miydi? Sanırım Ahmet Uluçay ile tanışıklığınız da epeyce eskilere gidiyor...
Ahmet Uluçay’la 1990’lı yılların sonunda İlker Berke vasıtasıyla tanıştım. İlker, Ahmet’in kısa filmlerinde görüntü yönetmenliği yapıyordu ve dostlukları çok daha eskiye dayanır. Daha sonra "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" filminin de görüntü yönetmenliğini yaptı. Ben o dönemler yönetmen yardımcılığı yapıyordum ama Ahmet Uluçay’la hiç çalışmadım. Daha çok uzun sohbetlerimiz olmuştu, sinemaya, edebiyata dair. Ahmet Uluçay sinemayla ilgili konuşmayı, senaryolarını anlatmayı çok severdi. Ben o dönem Almanya yapımı bir filmde çalışmıştım ve orada tanıştığım Frank Massholder’a Ahmet Uluçay’dan, çok yaratıcı olan kısa film ve uzun metraj senaryolarından bahsetmiştim.
Ahmet Uluçay’ın daha çok tanınması ve filmlerini gerçekleştirmesi için yapımcı bulmasını kolaylaştırmak için Frank’la, Ahmet Uluçay’la ilgili bir belgesel çekmeye karar verdik. Niyetimiz onun Avrupa ülkelerinde de tanınması ve ortak-yapım fırsatının doğup, filmlerini daha rahat koşullarda gerçekleştirmesiydi. Tam da o dönem, 2002 yılında, Ahmet’in beyin ameliyatı gündeme geldi ve biz çekimlere ameliyat süreciyle birlikte başlamış olduk. Çok da planlanan bir durum değildi, biraz ön çekim yapıp, Avrupa’daki çeşitli televizyon kanallarına başvurmayı ve o şekilde devam etmeyi istemiştik ama pek ilgilenen çıkmadı. Biz de elimizdeki küçük mini DV kamerayla çekimlere devam ettik, köye gittik birkaç kez. O zaman hayatta olan babası ve annesiyle görüştük. Ayşe Uluçay’la da konuşmak istediğimizde film için, Ahmet Uluçay buna pek sıcak bakmadı. Ben de filmin Ayşe Uluçay olmadan eksik olacağını söyledim. Hem Ahmet’i ikna etmek, hem de filmi tamamlayabilmek için destek aramak gerektiğinden, ara verdik çekimlere. Fakat bir türlü filmi tamamlayabilecek koşulları sağlayamadık. Bu ara giderek uzadı ve filmi yıllar sonra 2014’de tamamlayabildik. İçimizdeki o filmi tamamlayamamanın verdiği sıkıntı, sorumluluk duygusunun ağırlığı da erimiş oldu böylece.
tepecik2.jpg
İTİRAZI 'KÖYLÜ YÖNETMEN' ETİKETİNE...
Benim Uluçay hakkındaki malumatım o ilk ve son uzun metraj filminden önceye gidiyor. Şahsen tanışmamıştım ama "Kütahya'nın bir köyünden çıkan ilginç bir sinemacı" diye hakkında anlatılanları duyuyordum. Biraz "bu millet nelere kadir" edebiyatı gibi gelmişti bana, aşırı bir yüceltme mi diye soruyordum kendime... Ancak sonradan, mesela Yüksel Aksu'dan ve bir kaç kişiden daha dinlediklerimden sonra, karşımızdaki kişinin çok iyi bir edebiyat okuru, çok nitelikli bir sanatsever olduğunu, çok uğraşıp didinerek ciddi bir formasyon edindiğini öğrenmiş oldum. Yani basit anlamda "köyden çıkmış sinemacı"nın ötesinde bir kişi vardı karşımızda. Sende kalan ne oldu Uluçay'dan? Filmde bunun izlerini sürmek ve görmek mümkün bence. O açıdan da çok ilgimi çekti izlerken...
Evet aslında Ahmet Uluçay çok yönlü bir sanatçı. Edebiyatla uğraşıyor önce, şiirler ve öyküler yazıyor. Resimle uğraşıyor ve sonunda sinemada karar kılıyor. Çok genç yaşta, çok da bilinçli olarak seçiyor sinemayı. Sinema tüm diğer sanatlardan fazlasıyla beslenen ve çok etkili bir anlatım olanağı sunuyor. Çok okuyan, yazan ve bunu insanlarla paylaşan, paylaşmanın ve tartışmanın önemini ve kafa açıcılığını kavramış birisi. Yaşadığı köyde de bunu az sayıda da olsa paylaşabildiği insanlar var. Komşusu ve arkadaşı İsmail Mutlu ve Şerif Akarsu’yla birlikte ilk kısa filmin hazırlıklarına başlıyorlar. Karısı Ayşe Uluçay ve çocukları İdris ve Hatice da hep o üretim sürecinin içinde. Bunu çok önemli buluyorum ve o yüzden filmde de bunu vurgulamak istedik. Çünkü sinema kolektif bir üretim ve bunu öyle çok süslü laflar etmeden hayata geçirebilmişler.
Ahmet Uluçay’ın en büyük itirazı ona yapıştırılan “köylü yönetmen” etiketineydi, “Köylü değil köyde yaşayan bir yönetmenim ben.” derdi. Hayatını kazanmak için gündüzleri farklı işlerde çalışıp gecelerini okumaya, yazmaya ve film çalışmalarına ayırmıştı. Çok ciddi bir emek ve çaba vardı sanata dair hayatında, bu çok etkileyici ve ilham vericiydi bizim açımızdan. Bende en çok iz bırakan, Ahmet Uluçay’ın sözünü söylemek için sinemaya bu kadar tutkuyla sarılması ve vazgeçmemesidir. En umutsuzluğa kapıldığımız anlarda hep hatırladığımız ve birbirimize hatırlattığımız bir tutku…
Filmde, bir kaç kanaldan akan bir yapı var görebildiğim kadarıyla: Uluçay'ın sinemacılık serüveni ve yolculuğu bir kanal. Ailesi ve etrafında yarattığı etki bir diğer kanal. Üçünü bir kanal da hastalığı nedeniyle kendinin ve sinema ile ilişkisinin muhasebesini yapan bir sanatçı kimliği kanalı. Bu yapıyı hedeflemiş miydin yoksa elindeki malzeme seni buraya mı taşıdı? Belgesel sinemada bu anlamda bir öngörülmemişlikler alanı olduğunu bilerek soruyorum bunu...
Aslında bu yapı 2002’de oluşmuştu. Ana izlek Ahmet Uluçay’ın sineması, sinemacılık serüveniydi ama süreç öyle geliştiği için hastaneler ve ameliyat süreci de eklemlenmiş oldu. Bunlar tabii ki etrafındaki, en yakınındaki insanlarla da kesişiyordu.
Biz o dönem, o kadar içindeydik ki sürecin, hep beraber bir taraftan belgeliyorduk bir taraftan da Ahmet’in ameliyatı atlatması ve sağlığına kavuşması için elimizden geleni yapıyorduk. Sanırım çekimler, kamera vs. Ahmet’e de moral oluyordu o hastaneler arasındaki belirsiz günlerde.
'BURADAN SADECE KAMYON ŞOFÖRÜ YETİŞİR'
Ailesi ve etrafındakiler üzerinde bıraktığı etki beni özellikle çarptı. "Buradan sadece kamyon şoförü yetişir" diyen Uluçay, kendi köyüne resmen sinemayı solutmuş ve sevdirmiş. Onu anladım filmden. Kızını ve oğlunu gece yarıları uyandırıp hikayeler anlatmasından tutalım da, bir yeni film tasarısını paylaşacak insan aramak üzere gecenin bir vakti köyün kahvesine gitmesine kadar, tutkusunu çok coşkulu bir şekilde aktarmış etrafındakilere. Bu konuda neler söylemek istersin?
Ben bu konuda bir şey söylemek yerine filmin izlenmesini öneririm. Ahmet Uluçay ve filmde yer alan kişiler bunu kendi ağızlarından pek güzel anlatıyorlar zaten.
Son sorum da şu olsun: Filmi izleyemeyenler nerede ve nasıl ulaşacaklar filme? Herhalde başka festivallere de katılmayı planlıyorsunuzdur; DVD'si çıkacak mı? Kültür merkezleri ve benzeri mekanlarda gösterimler olacak mı?
Filmimizin festival yolculuğu devam ediyor. Gösterim tarihleri belli oldukça duyuruyoruz. En çok istediğimiz şeylerden biri de DVD baskısında Ahmet Uluçay’ın tüm kısa filmlerine de yer vermek. Bunu yapabilmek için desteğe gerek var tabi. Elimizde derli toplu bulunsun ve sinema tarihi açısından hak ettiği yeri bulsun Ahmet Uluçay filmografisi. Daha önce İFR “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filminin DVD’sinde bazı kısa filmlerine yer vermişti, iyi ki de öyle yapmış, çünkü filmlerin dijitale aktarılması, hatta restore edilmesi gerekiyor. Belki Kültür Bakanlığı böyle bir işe girişir. Festival gösterimlerinden sonra da üniversite, kültür merkezi, dernek gibi kamusal mekânlarda gösterimler yapmak isteriz. Umarım bu tip organizasyonlar yapabiliriz hep beraber.
ÇAĞRI KIRIKOĞLU-SOL.ORG
Daha yeni Daha eski