Oruç Aruoba, Rilke‘nin Saatler Kitabı’ndan bir dizeyi şöyle çevirmiş:  ‘Ve kolay yargılamalarının donuk duygularıyla soylulanırlar’...
İnsanlık tarihinin muzdarip olduğu kolay yargılardan ve donuk duygulardan doğal olarak Çankaya Kadınları da nasiplerini aldılar. Onlar ile ilgili az şey bildik, çok şey konuştuk.
‘Cumhurbaşkanı Eşleri ‘ kitabını yazmaya başladığımda sekreterlikte hanımefendilerin doğum ve ölüm tarihleri bile yoktu, arşivden ise birkaç halk mektubu dışında bilgi olmadığını söylediler.
Latife Uşakizade, Mevhibe İnönü, Reşide Bayar, Melahat Gürsel, Emel Korutürk yaşamları boyunca tek bir söyleşi bile kabul etmemişlerdi. Atıfet Sunay suya sabuna dokunulmayan birkaç görüşme ile yetinmiş, Nazmiye Demirel, 1960‘lı yıllarda yaptığı tek söyleşinin kopardığı gümbürtüden sonra 50 yılı aşkın süre konuşmamıştı. Gazetecilere gül reçeli ikram ediyor, esprilerini patlatıyor ama daha fazlasına izin vermiyordu. Semra Özal diğerlerinin aksine pek çok söyleşi verdi ama önemli ve değerli hiçbir anısını (doğal olarak) paylaşmadı. Semra Sezer görev süresi boyunca da sonrasında da söz almamayı tercih eden first lady’ler arasındaki yerini aldı. Cumhurbaşkanları eşleri içinde Latife ‘Hanım’dan başlayarak Hayrünissa hanıma dek uzanan listede tek meslek sahibi hanımefendi Semra hanımdı ve Çankaya yıllarını mesleği doğrultusunda çalışmalar yaparak geçirdi, eğitim sistemini ciddi bir şekilde mesele edindi.
Uzun yıllar ‘türban ile girilmez‘ tartışmalarına konu olan Çankaya‘nın ‘ev gerçeği ‘, Türkiye Cumhuriyeti’nin zayıflıklarını anlamak için çok önemli.  Modernliğin görüntüsünün kendisinden daha önemli olduğu bu ülkede şimdilerde yaşananlar da zaten yüzümüze vurulan kendi gerçeğimiz.
Çankaya’nın hanımefendilerini incelerken doğal olarak onları ‘protokol gereği‘ yakından tanıma fırsatı bulanlara da yönelmiştim. Bunlar içinde en önemli figürlerden biri kıdemli diplomat İlter Türkmen‘in eski eşi Mina Özdoğancı oldu. Mina hanım o yıllar ile ilgili anılarından bazılarını şöyle aktarmıştı:
“Atina’ya sefir olarak tayin edildiğimizde Köşk ‘te Cevdet Sunay vardı. Dolayısı ile veda ziyaretimi Atfet Sunay ‘a yaptım. Doğrusunu söylemek lazım gelirse, görünüşü de ikramı da çok alaturkaydı. Çay ikram ettiği porselenlerin kalınlığını bugün bile hatırlarım. Bir başka tayin dolayısıyla Nazmiye Hanım‘a da gitmiştim. Ben Nazmiye Hanım‘ı çok zeki bulurum. Giysilerine, tırnaklarına hep çok dikkatlidir. Ancak Demirellere vedaya gittiğimde çok şaşırmıştım. Antre ayakkabılarla doluydu, portmantonun ise silinmekten cilası kalmamıştı. Antrede oluşan kötü intibaıma rağmen Nazmiye Hanım beni yolcu ederken son derece dikkatli ve akıllı konuşmuştu.”
Tanıdığım Baş Hanımefendiler içinde en olağanüstü bulduğum Emel Korutürk’tür. Hiçbir yere açıklamamıştır ama hem Çankaya Köşkü’nü, hem Camlı Köşk ‘ü, hem de Atatürk ‘ün Ankara’daki evini o restore ettirmiştir. Hem de son derece aslına uygun olarak. Atatürk ‘ün çalışma odasındaki kitabını, defterini, kalemini bile elleri ile yerleştirmiştir. Dahası 70’li yıllarda ‘Türk Ocağı‘ olarak bilinen ve işkence yapıldığı iddia edilen binanın birkaç katını temizletip müze kimliğine kavuşturdu ve onca vurdu kırdı arasında sanatı düşünmekte ısrar etti; orada müthiş koleksiyonlar sergiledi.
Kenan Evren döneminde ise Sekine Hanım yaşamını yitirdiği için tanışamadık. Kenan Evren’de beni en çok şaşırtan şey, hayatında otel görmemiş olmasıydı. İstanbul Hilton‘u bile görmemiş! Kenan Evren ile Ziya Ül Hak‘a ziyarete gitmiştik. Uçakta Evren‘e ‘Durumu pekiyi değilmiş galiba, yargılanacakmış ‘ diyecek oldum. Sert bir şekilde ‘Yok öyle bir şey ‘dedi. Sonrası malum.
Ancak Mina Hanım‘ı çileden çıkaran tek isim Semra Özal olmuş, resmi bir görüşme için Paris Sefiri ve Sefiresi olarak randevulu gitmelerine rağmen pedikürü bitmediği için saatlerce bekletilmişler nihayet Başbakanlık Konutu‘nun resmi kabul salonuna kabul edildiklerinde onları bir başka sürpriz daha bekliyormuş, kanepenin arasına sıkışan bir masaj aleti!
Anıları uzatmak mümkün tabii ama burada Latife Uşakizade‘den  Hayrünissa Gül ‘e  uzanan çizgide First Lady’lerin yapılarının ve yaşamlarının Cumhuriyet’in dönem ve dönemeçleriyle başatlık gösterdiğini belirtmek gerekiyor.
Her biri kendi döneminin özeti gibi. Emel Korutürk dışında son derece mütevazi ailelerde yetişmiş, çoğu tanıştırma usulü ile evlenmiş, az tüketmeye özen göstermişler.
Hayrünissa Hanım‘a gelirsek: görev süresi içinde tek bir söyleşi verdi, İstanbul ArtNews‘tan Yasemin Bay ve Murat Pilevneli’ye. Bu seçimin sebebi Hayrünissa Hanım’ın iddialı yapısı ve bunu sanat ile kanıtlamak istemesi olabilir. Cumhuriyet tarihinin büyük olasılıkla en yüksek harcamalarını yapan Hayrünissa Hanım, bu kapsamlı söyleşide ‘Cumhuriyet elit’lerine adeta ders vermek istemiş.
(…)Mekanları iyileştirdikçe tablo ve aksesuar ihtiyacı ortaya çıktı. Değerli tablo ve objelerin büyük bölümü Pembe Köşk‘te ve depolardaydı. Ancak Pembe Köşk‘teki yüzme havuzunun sebep olduğu rutubetli ortam, özellikle tablolar için hiç uygun değildi. Tablolarda ciddi deformasyonlar oluşmuştu. Örneğin Ayvazoski’lerde boya dökülmeleri vardı. Yağlıboya tabloların bazıları camla çerçevelenerek kapatılmış; zaman içinde resimler cama yapışmıştı. Gerome‘un ‘Yatan Aslan‘ tablosundaki aslanın gözleri bile seçilemiyordu, yer yer küflenmişti. Yalnızca tablolar değil, çerçeveleri de kötü durumdaydı. Biz de yaldız merakı var maalesef. Orjinali altın varak olan çerçevelerin pek çoğu yaldız spreyle boyanmış. Hatta çerçeveler boyanırken yaldız, resimlere de sıçramış. Özellikle Ayvazoski ‘nin eserlerinde ve Zonaro‘nun ‘Akşam Dersi ‘ tablosunda çok belirgindi.(…)
Öncelikle 43 tarihi tablolun restorasyonuna girişen Hayrünissa Hanım bu pek uzun resim odaklı söyleşinde çağdaş Türk resmine verdiği önemi de dile getirmiş ve Rijks, Metropolitan, Louvre gibi müzelerle görüşerek taşıma sistemlerini nasıl revize ettirdiğini anlatmış. Dahası Odiot sofra takımları için Fransa‘dan Odiot yetkililerini getirtmiş, onları nikel kaplamalarından kurtarıp orijinal hallerine kavuşturmuş, gümüş çatal bıçak takımları da depolarda buldurtarak, kullanılabilir hale getirtmiş.
Birkaç ay önce yaşamını yitiren arkadaşım Mehmet Gün, tablo alımları vesilesi ile Hayrünissa Hanım ile görüşmüş olacak, ‘Kullandığı dil birçok ressamın sahip olmadığı bir akademik kültür içeriyor‘ demişti .
Çankaya‘nın şimdilerde taşınma hazırlığı içinde olan Hanımefendisinin ilgi alanlarına baktığınızda, mutfak’tan, resme, obje’den peyzaj’a  son yılların ‘yükselen Türkiye‘sinin ‘yükselen değerlerini’ temsil ediyor. Resim üzerine konuşuyor ama kültür-sanat politikaları, sanat alanındaki ifade özgürlüklerine dair soruları es geçiliyor.
Gelelim,  üç fırst lady adayına: Füsun İhsanoğlu ve Başak Demirtaş meslek sahibi,  siyasetle yakından ilgili iki kadın, Emine Erdoğan ise eşi ile siyaset meydanında tanışmış, tümüyle politik bir figür.  
Yani kim seçilirse seçilsin Çankaya‘nın yeni hanımefendisi siyasetle yakından ilgili olacak. (AA/ÇT)
* Ayça Atikoğlu, gazeteci-BİANET
Cumhurbaşkanı Eşleri: "Çankaya'ya Dokunan Kadın Elleri", Ayça Atikoğlu, İnkilap Kitabevi, 2006, 271 sayfa.
Daha yeni Daha eski