Sürekli özeleştiri yapan, bir şeyler yolunda gitmiyorsa bunun en önemli nedenini kendinde arayan vicdanlı aydınlar yıllardır bir tür derin “suçluluk duygusu” içindeler.
“Beyaz Türklükle” damgalanmaktan korkuyorlar!
Osmanlının feodal yapısını modern topluma yakınlaştırmayı hedefleyen Cumhuriyet döneminin hatalarının ağırlığını yüreklerinde hissediyor, o dönemdeki zorlama, baskı ve suçlara ortak olmak istemiyorlar.
Ve bu nedenle de derin bir “paralize olmuşluk” hali içindeler!
Yavaşlayan refleksleriyle, olup biteni “iyi niyetle” anlamaya çalışıyorlar! İçgüdüsel olarak karşı çıkmaları gereken şeyleri bile, “hele dur bir bekle” diye geçiştiriyorlar!
Kendilerine karşı “güvensizlik telkin edenleri” bile anlayışla karşılıyorlar. “Halkını bir türlü anlamayan aydın” olmanın faturasını ödediklerini zannediyorlar.
Oysa geçmişte yapılan hatalar, yanlışlıklar, günahlar ve suçlar elbette eleştirilmeli!  Hatta adalet dağıtılmalı, insanların benliğine işleyen “haksızlıklar” giderilmeli.
Ancak bunlardan bağımsız olarak sorulması gereken iki soru var;
Birincisi, Türkiye’de “halk ve aydınlar” arasındaki bu uçurum, iddia edildiği gibi bu denli derin mi?
Ben bu konuda kuşku duyuyorum. Evet, aydınların düşünceleri bire bir toplumun çoğunluğuyla örtüşmüyor. Ama bu zaten tüm dünyada böyle. Ve bu toplumda gerçekten uçurumlar var, ama bu uçurumlar genel olarak aydınlar ve halk arasında değil, “kentliler ve köylüler”, “zenginler ve yoksullar”, “erkek egemen toplum ve kadınlar” vb. gibi farklı sosyolojik kesimler arasında mevcut. Ve son dönemlerde de “İslami geleneklerin güçlü olduğu ve olmadığı” kesimler arasında daha da derinleşiyor.
Ve ikinci soruyu da “halk dalkavukluğuna”, “millet böyle istiyor” kolaycılığına, “bu aydınlar Anadolu’yu hiç anlamadılar zaten” kestirmesine hiç girmeden soralım.
Halkın, milletin, toplumun çoğunluğunun istediği her şey kutsal mıdır, doğru mudur, dokunulmaz mıdır?
Toplumun çoğunluğu Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluş aşamasında, Güney’de olduğu gibi “köleci sistemin” devam etmesini de talep edebilir!
Toplumun çoğunluğu, bir zamanlar Almanya’da olduğu gibi “faşizm” de isteyebilir!
Toplumun çoğunluğu Afganistan’da olduğu gibi şeriat da isteyebilir!
Ama bu, ne “köleci sistemi” ne “faşizmi” ne de “şeriat rejimini” haklı ve dokunulmaz kılar! Arkasında milyonlarca insanın, bir ulusun, ya da bir ülkenin çoğunluğunun olması bile bu durumu değiştirmez!
Yirmi birinci yüzyılın en evrensel ilkesi, temel insan hak ve özgürlüklerine saygı gösteren bir rejimin yaşamaya hakkı olduğudur!
Aydınların görevi de bıkmadan usanmadan halkına bunu anlatabilmektir! Eğer bu bir uçurum yaratacaksa, varsın yaratsın! Bugün farklılıkların olması, yarınki kuşaklara “kapkaranlık” bir toplumdan oluşan bir miras bırakmaktan daha iyidir!
Sanırım Türkiye aydınının kendisini “suçluluk duygusuyla” ahlaki olarak içine gömdüğü “derin dondurucudan” kurtarmasının zamanı geldi ve geçiyor bile!
TARIK DEMİRKAN - SENDİKA.ORG - 4 Temmuz 2014
Daha yeni Daha eski