2006 yılını hatırlayın…
Lübnan’daki Hizbullah, saldırgan İsrail’e büyük bir yenilgi tattırmıştı.
Hizbullah savaşçıları, (dolaylı olarak da İran ve Rusya’dan) Suriye’den de aldıkları destekle, İsrail’in hava ve kara saldırılarına karşı koymuş, onları geri çekilmek zorunda bırakmıştı.
Bu, İsrail’in Orta Doğu’daki ilk yenilgisiydi.
Bunun nedeni birden çoktu.
Ama İsrail’deki siyasi sürece bakacak olursak, olaylar, önce 1996’da faşist ve ırkçı Likud’un lideri Binyamin Netanyahu’nun başbakanlığa gelmesi ve 1999’daki iki yıllık sosyal demokrat Ehud Barak hükümeti parantezinin 2001’de Sabra ve Şatilla Kasabı Ariel Şaron tarafından kapatılmasıyla gelişti.
Şaron, 2006’ya kadarki iktidarında sürekli gerginliği ve kışkırtmayı kullandı.
Filistinlileri savaşa ve yıkıma sürükledi. Gazze’yi bir açık hava hapishanesi haline getirdi.
Aslında 1990’lardan itibaren Filistin’deki siyasi gelişmelerle paralel bir çizgi izlendi.
Filistin’in devrimci sol gelenekten gelen El Fetih hareketi, giderek bölündü ve 2004’te Yaser Arafat’ın zehirlenerek öldürülmesiyle Batı Şeria’ya hapsedildi. Kontrol altına alındı.
İsrail'in var olma hakkını tanımayan ve Holokost'un bir Yahudi komplosu olduğunu savunan, aşırı dinci Hamas, inisiyatifi ele geçirdi.
İsrail’deki ırkçı ve faşist eğilimler de güçlendi.
2006’daki Lübnan Savaşı işte böyle bir atmosferde gerçekleşti.
Şaron’un beyin kanaması geçirmesi sonrası yine onun kurduğu parti olan Kadima’nın lideri Ehud Olmert başbakan oldu.
Kirli savaşın getirisi olan yolsuzluklar Olmert’i vurdu. Olmert 2009’daki seçimlere kadar üzerindeki yolsuzluk damgasıyla görevine devam etti.
2008’de Gazze’ye büyük bir saldırı düzenledi.
2009’daki seçimde yine faşist Netanyahu iktidara geldi.
2010’da Mavi Marmara baskını da Netanyahu’nun ikinci döneminde yaşandı.
İsrail, taviz verebileceği barıştan vazgeçmiş, sürekli savaş ve işgal stratejisine geçmişti.
ABD için El Kaide neyse, İsrail için de Hamas aynı işlevi görüyordu.
Yani: savaş için önemli bir bahane…
IŞİD’İ ABD’YE KURDURAN İSRAİL Mİ?
İsrail için en büyük tehdit Lübnan ve destekçisi Suriye idi.
Lübnan’daki Hariri suikastı sonrası Suriye ordusunun Lübnan’dan çekilmesi İsrail’in önünü açtı.
Ardından 2011’de Suriye’de iç savaş patlak verdi.
İsrail, bu savaşta Beşar Esad’a karşı kim varsa el altından destekledi.
Özgür Suriye Ordusu, El Nusra, Irak Şam İslam Devleti.
Bu dönemde İsrail’in istihbarat örgütü Mossad, özellikle Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün ile yakın işbirliği yaptı.
Suriye’deki savaşın mimarlarından Suudi İstihbaratçı Bender Bin Sultan, pek çok kez Mossad ile buluştu ve planlama yaptı.
Özellikle IŞİD, yani Irak Şam İslam Devleti, sanki El Kaide filan değil de doğrudan İsrail’in Siyonist bir uzantısı olarak hareket etti.
Lejyoner paralı ve yabancı savaşçı yapısı, inanılmaz gaddarca cinayetleri ve sürekli olarak Alevi - Şii Müslümanları hedef almasıyla, hem Esad’ın, hem de Lübnan’daki Şii Hizbullah’ın elini zayıflattı. Mezhep savaşını körükledi. İsrail’den daha çok camii bombaladı.
Kısacası, IŞİD, İsrail adına cephe gerisinde büyük zararlar verdi.
Özgür Suriye Ordusu denilen Suriye muhalefeti de bunların İsrail uşağı olduğunu tespit etti.
Kimyasal silah kullanmaları ne kadar pervasız olduklarının kanıtıydı.
İsrail, Türkiye ile paralel olarak, bu sözde İslamcı teröristlere silah, gıda, lojistik ve sağlık yardımında bulundu.
(Birleşik Arap Emirlikleri’nde yayımlanan The National gazetesi, Suriye’nin güneyinde savaşan muhaliflerin İsrail’de tedavi gördüklerini, karşılığında istihbarat paylaşımında bulunduklarını yazmıştı. İsrail Post Gazetesi de, İsrail’de tedavi gören Suriyeli muhaliflerin İsrail için birçok anlamda olumlu sonuçların doğmasına yardımcı olduklarını yazdı)
İşin traji komik tarafı da, Irak’ta katliamlar yapan ve İsrail için kutsal sayılan Fırat ve Dicle arasını ele geçirmeye çalışan IŞİD’in, bir tövbe metni yayınlayarak, IŞİD’e karşı savaşmanın Allah ve Resulü’ne karşı savaşmak olduğunu iddia edecek kadar gözü dönmüş olabilmesi.
Tek işi aynı İsrail gibi Müslüman katletmek olan IŞİD’in, İsrail’in yanı sıra bölgede dokunmadığı tek bir güç var, o da yine İsrail’in açıkça desteklediği Mesut Barzani.
Tabii burada İsrail’in bu işte tek başına olduğu tezini savunacak değiliz.
Elbette her zamanki gibi arkasında ABD var.
Mesela, IŞİD’in kendini halife ilan eden lideri Ebu Bekir Bağdadi kod adlı teröristin CIA ajanı çıktığı iddiaları önemli.
Rus analist Viyaçeslav Matuzov’a kulak verelim:
‘Elde edilen veriler Al-Bağdadi’nin CIA ile alakalı olduğuna işaret ediyor. Büyük bir ihtimalle (2004’te Irak’taki Bukka ABD üssünde) hapishanede geçirdiği yıllar içinde o, Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı için çalışmaya başlamıştır. IŞİD liderinin hikayesi El Kaideci Abdulhakim Belhac’ın hikayesine çok benzer aslında. O da zamanında Amerikalılar tarafından tutuklanıp uzun zaman boyunca ABD’de hapishanede yatmıştı. Sonra da Belhac, Muammer Kaddafi yönetimine teslim edilmiş, 2010 yılında af kararı üzerine serbest bırakılmıştı. Libya devrimi başlar başlamaz adamlarıyla birlikte Kaddafi’ye karşı silaha sarılmıştı. Trablus Askeri Konseyi’nin başına geçen Belhac, Trablus’un Kaddafi güçlerinden alınmasında büyük rol oynamıştı. Sonrasında da Beşar Esad’a karşı yapılan operasyonlara aktif şekilde katılmıştı. Yani Al-Bağdadi ve Belhac’ın biyografileri birbirine çok benzer. Ve onların arkasında ABD istihbaratının bulunduğu olasılığı dışlanmamalıdır’
IŞİD’i terör örgütü olarak görmesine rağmen, ne F-16’ları, ne de İHA’ları devreye sokmayan ABD’nin bu tutumu anlamlı.
Bu arada Aydınlık Gazetesi’nden Rafet Ballı’ya da bir parantez açalım:
İran’dan dönen Ballı, Tahran’ın tespitlerini aktarıyor:
“Konsolosluk baskınını ben sormadan açtılar. Tahminleri değil, tespitleri vardı.
İddia: "AKP-IŞİD anlaştı. Türkiye'nin Musul konsolosluğu öyle basıldı."
Yani: "Olay, danışıklı dövüş." Elbette sordum: AKP'nin amacı nedir?
İki farklı üst düzey kaynak: Benzer konuştu. "AKP iki alana mesaj vermek istedi."
Bir: "Radikalleri destekliyorsun" diyen dışarıya mesajı: "Gördünüz, IŞİD bana da saldırdı. Desteklesem saldırır mıydı?"
İki: Kerkük ve Türkmenler konusunda içe mesaj: "Vatandaşlarım rehine, müdahale edemem."
Bu parantezi şunun için açtık.
İsrail ile sözde küs iken bile ticaretini artıran, İsrail ile boru hatları projeleri yapan AKP, IŞİD’in hem Suriye hem de Irak’taki petrol bölgelerini ele geçirmesiyle Barzani ve kendi sınırları üzerinden petrol ticaretini kiminle yapıyor? İsrail ile.
Mersin’deki ATAŞ rafinerisinden jet yakıtı nereye gidiyor? İsrail’in Hayfa limanına.
Peki Amerikalı jeopolitik uzmanı araştırmacı yazar William Engdahl’in iddiası nedir?
Bir CIA/NATO kirli savaş ürünü olan IŞİD, 2012’de Ürdün’ün Safevi kasabasında CIA, Türkiye ve Ürdün İstihbaratı tarafından kuruldu.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nda görev yapmış Andrew Doran da, "National Review" dergisinde bazı IŞİD militanlarının Amerikan pasaportu olduğunu yazmıştı.
The New York Times’ın yazdığına göre de, ABD, IŞİD`in fikir babası eski Iraklı Tümgeneral İzzet İbrahim el-Duri`yi nedense “yakalayamıyor”.Onu kah Suriye’de, kah Katar’da, kah başka bir yerde görüyorlar.
İsrail, bugün İngiltere ile birlikte ABD’nin iki stratejik ortağından biridir.
ABD, Ortadoğu’da İsrail’e danışmadan tek bir adım dahi atmaz.
Çünkü ABD için İsrail’in güvenliği, petrolün güvenliği kadar önemlidir.
Obama’nın ne tür bir barış güvercini olduğu da belli oldu.
Gagasında zeytin dalı yerine IŞİD’e silah taşıyan kirli bir güvercin.
Hele bir de şimdi IŞİD’in Irak’ın kimyasal silah depolarını ele geçirdiği haberleri tam olarak mide bulandırıcı.
Bugün şu Gazze’ye yapılan insanlık dışı saldırılara bakınca, Filistin’de, İsrail’de, Ukrayna’da, Suriye’de, Irak’ta, Japonya’da, Afrika’da ve daha pek çok yerde dünyanın bütün faşistleri birleşmiş gibi görünüyor?
İsrail’in Ortadoğu’daki en önemli müttefikinin IŞİD olması gibi mesela…
Sizce de öyle değil mi? Hüseyin Vodinalı-Odatv.com