Anarşizm: İpini koparmak ve özgürlüğün sorumluluğu arasında

Daha başından iki dünya görüşü, evrenin yaratılışına ya da oluşumuna ilişkin birbirine zıt iki bakış çatışır. Birinci görüşe göre evren yaratılmıştır, dolayısıyla bir yaratıcısı vardır, bunun geneldeki adı Tanrıdır. İkinci görüşe göre ise, evren yaratılmamış, kendiliğinden oluşmuştur, dolayısıyla bir yaratıcısı yoktur.
Eğer birinci görüş doğruysa, toplulukta ya da toplumda insanların iradelerini de yönlendiren bir üst irade her zaman olmalıdır, olacaktır. Bunun adı, yerine göre, baba, reis, başöğretmen, müdür, lider, otorite, hükümet, devlettir. Eğer ikinci görüş doğruysa, o zaman toplulukta ya da toplumda üstün bir iradeye gerek yoktur. İnsanlar, sayısız iradenin özgürce çatışması ve uyumu yoluyla işlerini görebilir, kendilerini yönetebilirler. Anarşizm, bu ikinci görüşün, 19. yüzyıldan itibaren, modern dünyadaki en belirgin ya da belki en sivri temsilcisidir.
“Anarşi genellikle hükümetsiz toplum, anarşizm ise bunun gerçekleşmesini amaçlayan toplumsal felsefe olarak tanımlanır. ‘Anarşi’ sözcüğü, kadim Grek döneminde kullanılan (anarkhos) sözcüğünden gelir; (an) öneki ‘sız’ ya da ‘siz’ sonekine denk düşer, (arkhos) sözcüğü ise önce askeri ‘lider’, daha sonra ‘hükümdar/yönetici’ anlamına gelir. Ortaçağ Latincesinde sözcük anarchia haline geldi. Erken ortaçağda ise ‘öncesiz’ varlık olarak Tanrıyı betimlemek için kullanıldı; ancak daha sonra, başlangıçtaki Grek siyasal tanımını yeniden kazandı. Günümüzde anarşizm sözcüğü, kurumsal bir otorite ya da hükümet olmaksızın yaşayan bir insanın durumunu betimlemek için kullanılır. Başından itibaren anarşi sözcüğü, hem karışıklık ve kaosa yol açan yönetimsizlik durumuna ilişkin olumsuz bir anlam, hem de artık yönetime gerek duymayan bir topluma ilişkin olumlu bir anlam taşır.” (Peter Marshall, Anarşizmin Tarihi-İmkânsızı İstemek!, çev: Yavuz Alogan, İmge Kitabevi, Şubat 2003, s. 25)
Peter Marshall’ın, Che Guevara’ya atfedilen “gerçekçi ol, imkansızı iste” sözünün ikinci bölümünü kitabının başlığı yapması bir yönüyle anarşizmin temel yönelimlerine uygundur. Anarşizm, özgürlükle özdeş olduğundan hiçbir durağanlıkla uyuşmaz, o sürekli akıp giden bir nehir gibidir. Dolayısıyla bir şey gerçek hayatta mümkün hale geldiği andan itibaren, o artık eskiyenin ve statükonun da bir parçası haline gelmeye başlamış demektir, bu yüzden, o an için gerçekleşmesi olanaksız görünen yeni bir şeyi talep etmek biricik gerçekçi tutumdur. Bununla birlikte, bu sözün, anarşizmin, gerçekleşmeyecek ütopyalar peşinde koşan, ayakları havada bir fantazi olduğu biçiminde anlaşıldığı da olmaktadır. İşte yanlış olan budur. Tersine, anarşizm, eğer insanlık, savaşlarla, cinayetlerle, bunalımlarla, akıl tutulmasıyla mahvolup gitmeyecekse, gerçekleşmesi mümkün biricik alternatiftir.
Bununla birlikte anarşizm, bir sistem, bir toplumsal düzen önerisi değildir, diğer toplumsal sistemlerle bu anlamda arasında kesin bir ayrılık vardır. Bu yüzden bir “anarşist devrim”den ya da “anarşist toplum”dan söz etmek yanlıştır. Anarşizm, bir sistem, bir düzen, bir toplumsal yapı haline geldiği an, kendisiyle çelişir, dolayısıyla bu gerçekleşen şeyin anarşizm olmadığını ilân etmek gerekir ve anarşizm adına bu düzene karşı da mücadele etmek zorunlu hale gelir. Bunun böyle olması, anarşizmin, bugünkü sistemlere karşı çıkıp, insanların doğal ve kendiliğinden yaşam isteklerine uygun bir dizi toplumsal proje ileri sürmesine engel değildir. İnsanlar bu projeleri hayata geçirirlerse, bu, “anarşist devrim” ya da “anarşist toplum”un gerçekleştiği değil, insanların daha özgür ve daha özyönetimsel bir toplumsal yaşam içine girdikleri anlamına gelir.
Anarşizm, böyle bir sözcükle ifade edilen biçimiyle değilse de, özgürlük ve eşitlik tutkusu anlamında, insanlık var oldukça var olmuştur. Daha doğrusu, baskının olduğu yerde mutlaka özgürlük arzusu da ortaya çıkmıştır. Kadim çağlarda bu özgürlük arzusu gizli ya da açık dinsel heretik direniş hareketleriyle kendini ortaya koymuştur. Modern çağda, özgürlükçü düşünce kendini bir takım filozofların ağzından “anarşi” ve “anarşizm” sözcükleriyle ifade etmiştir. Ne var ki bu düşünürler, anarşizmi hiçbir zaman belli kalıplara döküp bir doktrin haline getirmeye kalkışmamışlardır. Zaten böyle bir şeye kalkışmış olsalardı anarşizme temelden ters düşmüş olurlardı.
Modern çağda anarşizmin ilkelerini ilk kez açıkça ifade eden düşünür, William Godwin’di. 1793 yılında yayımlanan, anarşizmin ilkelerini vazeden, Siyasal Adalet Üzerine Bir İnceleme adlı yapıtı, çağında büyük yankı yarattı.
Marx’ın çağdaşı Pierre Joseph Proudhon, 1840 yılında yayımlanan ünlü eseri Mülkiyet Nedir?’le “anarşist” ve “anarşizm” sözcüklerini olumlu anlamda benimseyen ilk düşünür olarak ortaya çıktı. Aşağıya alacağımız ünlü pasaj, bir anarşist manifesto olmanın ötesinde, bireyin yönetilmeye karşı isyanının edebi bir ifadesidir de aynı zamanda:
“Yönetilmek, ne hakkı ne kerameti ne de iffeti olan yaratıklar tarafından izlenmek, soruşturulmak, gözetlenmek, yönlendirilmek, yasalara uydurulmak, düzene sokulmak, kapatılmak, telkinlere ve vaazlara maruz kalmak, denetlenmek, yorumlanmak, değerlendirilmek, sansüre uğratılmak ve komuta edilmektir… Yönetilmek, kişinin her hareketinde, her eyleminde ve yaptığı her işlemde, mimlenmesi, kaydedilmesi, nüfus sayımına tabi tutulması, vergilendirilmesi, damgalanması, fiyatlandırılması, değerlendirilmesi, patentinin alınması, yetkilendirilmesi, müsaadeye tabi kılınması, tavsiye edilmesi, ihtar edilmesi, men edilmesi, doğru yola sokulması ve düzeltilmesi anlamına gelir. Hükümet, haraca bağlamak, terbiye etmek, fidye ödemeye mecbur bırakılmak, sömürülmek, tekelleştirilmek, gasp edilmek, baskı altına alınmak, gizemlileştirilmek, soyulmak anlamına gelir; bütün bunlar kamu yararı ve halkın çıkarları için yapılır. Daha sonra, ilk direniş belirtisi ya da şikayet sözcüğünde, kişi baskı altına alınır, para cezasına çarptırılır, hor görülür, tedirgin edilir, takip edilir, apar topar alınıp götürülür, dövülür, boğularak idam edilir, hapse atılır, vurulur, makineli tüfekle taranır, yargılanır, hüküm giyer, sürgüne gönderilir, kurban edilir, satılır, ihanete uğratılır ve üstüne üstlük bir de küçük düşürülür, alay edilir, kızdırılır ve onuru kırılır. Hükümet işte budur! Ey insanoğlu! Altmış yüzyıldır böyle bir zillete nasıl katlanırsın?” (General Idea of the Revolution, alıntı, Guérin, Anarchism, s.15-16)
Yine Marx’ın çağdaşı Max Stirner, 1845 yılında yayımladığı Biricik Ben ve Mülkiyeti adlı temel eserinde devlet ve toplumsal kurumlar karşısında bireyin tutarlı bir savunusunu yaptı ve bireyci anarşizm akımının başlatıcısı oldu.
Marx’ın çağdaşı olduğu kadar I. Enternasyonal’deki rakibi de olan Michael Bakunin, anarşist düşünceyi doğrudan doğruya toplumsal pratiğe sokan ve örgütlü hale getiren ilk düşünürdür. “Kendi hayatında anarşizmi bir siyasal eylem teorisine dönüştürdü ve anarşist hareketin özellikle Fransa, İsviçre, Belçika, İtalya, İspanya ve Latin Amerika’da gelişmesine yardımcı oldu. Kendisine sadece ‘Dünya Anarşizminin Eylemci Kurucusu’ denilmedi, ‘modern anarşizmin gerçek babası’ olarak da selamlandı. Bakunin, anarşizmin altmışlarda ve yetmişlerde yeniden doğuşu sırasında en etkili düşünür haline geldi.” (P.Marshall, s.380)
19. yüzyılın son çeyreğinde ve 20. yüzyılın ilk on yılında birçok eserinin yanısıra, Ekmeğin Fethi (1892) ve Karşılıklı Yardımlaşma (1902) eserleriyle önemli bir etki yapan anarşist düşünür, coğrafya bilimcisi Peter Kropotkin’dir. Kropotkin, yaklaşık kırk yıl boyunca, artık salt bir düşünce olarak kalmayıp toplumda ve işçi sınıfının içinde somut bir toplumsal hareket haline gelmiş anarşizmin manevi önderi olarak görüldü. Birinci Dünya Savaşı’nda, anarşizmin temel ilkelerine aykırı olarak Almanya’ya karşı Rusya’yı ve müttefiklerini desteklemiş olması bile, tamamen farklı ve savaş karşıtı bir yol izleyen anarşizmin ana akımı içindeki saygınlığını ortadan kaldırmadı.
Rus romancısı Leo Tolstoy, doğrudan doğruya bir anarşist düşünür olarak görülmese de, bir çeşit pasifist Hristiyan anarşizmini savunmasıyla, kendi dönemini ve daha sonraki yüzyılları etkileyen büyük ruhuyla ve romanlarıyla Gandhi gibi düşünür ve eylemcilere ışık tuttu ve pasifist anarşizm akımının başlatıcısı oldu.
19. yüzyılın son çeyreğinde Rusya’dan Amerika’ya göç eden Yahudi bir ailenin çocuğu olan Emma Goldman, anarşizmle kadınların kurtuluşu davasını birbirine bağlayan önde gelen kadın anarşist düşünür ve hatip olarak dikkat çekmektedir. Aynı dönemde Amerika’da ortaya çıkan bir başka anarşist kadın düşünür ve hatip de Voltairine de Cleyre’dir. Louise Michel ise, Paris komününde yer almış ünlü bir kadın anarşisttir.
Elisée Reclus, Errico Malatesta, Benjamin R. Tucker, Alexander Berkman, Gustav Landauer, Johann Most, Rudolf Rocker, Mohandas Gandhi, Camillo Berneri, Buenaventura Durruti, Flores Magon kardeşler, Nestor Makhno, Max Nettlau, James Guillaume, Kõtoku Shusui, Õsugi Sakae, Shih fu, Volin, Fredy Perlman, Albert Meltzer, Colin Ward ise, son isim hariç bugün hiçbiri hayatta olmayan, ilk elde aklımıza gelen anarşist düşünür, eylemci ve tarihçilerdir.
Anarşizm, dünyada en yanlış anlaşılan düşüncedir. Anarşi sözcüğünün popüler anlamda kargaşalık olarak kullanılmasının bu yanlış anlamada önemli bir payı olduğu kuşkusuzdur. Diğer yandan, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında anarşizmin doğrudan eylem anlayışının, o zamanın en duyarlı ve düzenden en çok acı çeken gençleri arasında hızla yayılması, bu düşünceyi benimseyen genç aktivistlerin, halka ve emekçilere baskı yapan devlet ve hükümetlerin başında bulunan kişilere karşı bireysel suikast eylemlerine girişmeleri, ardından egemen düzen temsilcilerinin ve kurumlarının bir karşı propagandayla anarşizmi terörizmle ustaca özdeşleştirmesi de bu yanlış anlamaya büyük bir katkıda bulunmuştur. Ne var ki, anarşizm konusundaki yanlış anlamalar ve çarpıtmalar bu kadarla da kalmamaktadır. En radikal, en düzen karşıtı çevrelerde bile anarşizme ilişkin önyargılar ve yanlış anlamalar oldukça yaygındır. Elbette bu noktada, dünya radikal hareketine yaklaşık yetmiş yıl egemen olmuş Marksizm-Leninizmin teorisyenlerinin bilinçli çarpıtmaları başta gelen etkendir. Son olarak, anarşizmin kimi zaman ortaya çıkan kendi iç tutarsızlıklarının ve yetersizliklerinin, öte yandan ona bireysel özlemlerini yükleyen kimi taraftarlarının bu tür yanlış anlamalardaki rolünü de gözden kaçırmamak gerekir. Ben burada, düzen yanlılarının, anarşizmin terörizm ve kaos olduğu ya da Marksist-Leninistlerin, anarşizmin örgütsüzlük olduğu yönündeki, daha önce çok tartışılmış yanlış anlamaların değil de, esasen anarşizmin kendi iç çelişkilerinden doğan ve biraz da kendi taraftarlarının neden olduğu yanlış anlamaların bazıları üzerinde duracağım.
Anarşizm, bazı taraftarlarınca ipini koparmak, keyfilik ve sorumsuzluk olarak anlaşılmaktadır. Oysa tiyatro yazarı Henrik İbsen’in oyunlarında görüldüğü gibi, özgürlük, her şeyden önce sorumluluktur. Özgür olmak isteyen insan, öncelikle sorumlu olmalıdır. Ama bu sorumluluk, bir takım otoritelerin sırtlarına bindirdikleri yükümlülükler değildir, zaten bunun adı sorumluluk değil, zorunluluk olur. Sorumlulukla zorunluluk arasında hem çok ince bir çizgi vardır, hem de bunlar birbirlerinden dağlar kadar uzaktır. Daha net ifade edecek olursak, zorunluluk varsa, sorumluluk yoktur, sorumluluk varsa zorunluluk yoktur. Gerçek anlamda sorumluluk, ancak özgür iradeyle yüklenilir, yani sorumlu bir insan aynı zamanda özgür bir insandır.
Sorumluluktan kaçan insan ise, zorunluluğu davet eden insandır. Bu yüzdendir ki, sorumluluktan kaçan, keyfiliği özgürlük sanan bireyler, zorunluluğu ve zoru görünce hemen boyun eğerler, keyfilik anında itaatle yer değiştirir. Özgürlük ile sorumluluk nasıl özkardeşlerse, keyfilik ile zorunluluk da özkardeşlerdir.
Anarşizm, zaman zaman iradecilikle karıştırılmakta, etik tavır alma adına bireyin yaşam koşulları unutulmaktadır. Anarşizmin, biraz da yapısından dolayı zıt uçlarda sarkaç gibi sallandığı doğrudur. Örneğin, kendiliğindecilikle iradecilik uçlarını alalım. Anarşizm, kimi durumlarda, aynı materyalistler gibi, objektif koşulların etkisini abartır ve bu tutumunu, her türlü otoritenin müdahalesine karşı çıkmakla da birleştirerek aşırı kendiliğindenci bir tutuma kayar. Her şey kendiliğinden olmalıdır, duruma asla müdahale edilmemelidir. Öte yandan, anarşizmin çok güçlü bir sübjektivizm ve iradecilik damarı da vardır. Bu da bireyin iradesine aşırı ölçüde güvenmesinden ileri gelir. Sarkaç, iradecilik yanına kaydığı zaman bir de bakmışsınız, anarşizm objektif koşulların etkisini falan tamamen bir yana bırakmış, bireyin iradi eylemine ve müdahalesine muazzam bir ağırlık vermiş. İşte bununla bağlantılı olarak, özellikle anarşistler arasında yaygın olan bir “etik tavır alış” kavramı, yani bireyin, iradesiyle her durumda ahlâk ölçülerine tamı tamına uyması gerektiğine ve uyacağına inanç vardır. Örnek verecek olursak, bir silah fabrikasında çalışmak, anarşist ve savaş karşıtı ahlâka aykırıdır, ahlâki tavra sahip bir savaş karşıtı asla böyle bir yerde çalışamaz. Aslında bu oldukça doğrudur. Ama bunu bir adım daha ileri götürelim. Kimi anarşistler, örneğin hayvan cesetlerinin satıldığı bir süpermarkette çalışmayı da ahlâki bulmamaktadırlar. Bu örnekleri arttırdığınız ve en uç noktasına götürdüğünüz zaman, diyelim ki, herhangi bir otoritenin altında çalışmak da ahlâki tavra aykırı olmaktadır. Yani bütün bir işçi sınıfı, hatta bütün çalışanlar ahlâki tavra aykırı bir konumda olmaktadır. İşte burada iradecilik ayan beyan ortaya çıkmaktadır. Ahlâkiliğin koşullara bağlılığı ve göreceliliği tartışmasına girmeden belirtelim ki, ahlâki tavır önemlidir, ama insanlar bir yandan da yaşamak zorundadırlar. Her şeye ahlâk açısından yaklaşmak ya da bunu iyice iradeci bir noktaya sürüklemek, tüm ezilen kitleleri etiğin dışında, hatta düzen yanlısı görmeye, onları tukaka ilan etmeye götürür. Bu ise, gerekli ahlâki tavrın insanlara ulaştırılması şansını büyük ölçüde ortadan kaldırır. Marksizmin, her şeyi ekonomik koşullara bağlayan ve etiği tamamen gözardı eden determinizminin tam zıddı bir iradeciliğe düşmemek gerekir.
Anarşizmin din karşısındaki tutumunda da, somut pratikte geneldeki tutarlılıkla çelişen bazı bulanıklıklar ortaya çıkabilmektedir. Anarşizm, diğer materyalistler gibi, dinin toplumsal mücadeleyi engelleyen ve egemen düzene hizmet eden yönüne vurgu yapar, Tanrıya ve dine inancın bilinci kararttığını ileri sürer. Öte yandan, mutlak özgürlükçülüğü dolayısıyla, dinin birey üzerindeki baskısına karşı çıktığı gibi, dünyasal iktidarların inanç özgürlüğünü kısıtlamasını da hoş görmez. Buraya kadarı tutarlı bir özgürlükçü tavırdır. Ne var ki, somut pratikte yanlış tutumlara düşüldüğü de olmaktadır. Kimi zaman, din eleştirilirken, laik devletlerin inanç özgürlüğüne karşı baskıcı tutumları karşısında duyarsız kalınabilmekte, kimi zaman da, inanç özgürlüğünü savunma adına, dinin ve geleneğin birey üzerindeki baskısı görmezden gelinebilmektedir.
Somut pratikte, anarşizmin şiddet konusundaki tavrında da gelgitler olabilmektedir. İster iktidarlar, isterse muhalefetteki gruplar tarafından uygulanıyor olsun, anarşizmin örgütlü şiddetin her türlüsüne karşı çıkması, bireysel nitelikteki şiddet karşısında, egemenlerle ağız birliği edip kınayan bir tutum almayarak tarafsız bir konum sergilemesi ve şiddeti yalnızca özsavunma (pasifist anarşistler özsavunma anlamındaki şiddeti de reddederler) anlamında kabul etmesi onun düşünsel alandaki tutarlılığıdır. Ne var ki, örgütlü şiddetle özsavunma anlamındaki şiddet arasında çok ince bir çizgi vardır. Özsavunma anlamındaki şiddetin her an örgütlü şiddete dönüşmesi olasılığı oldukça yüksektir. Alalım gerilla savaşını. Gerilla savaşı çoğunlukla özsavunma ihtiyacından doğar. Ne var ki, gerillayı sürdürebilmek, aynı zamanda şiddeti örgütlü hale getirmek ve bir ordunun kurallarını, emir komuta zincirinin gereklerini, ordununkine benzer bir hiyerarşiyi uygulamakla mümkündür. Nitekim, Nestor Makhno’nun Ukrayna’daki gerillaları, bütün özgürlükçü yönelimlerine ve kendi içlerindeki demokratik uygulamalara rağmen, zaman zaman örgütlü şiddetin gereklerini yerine getirmekten, Durruti’nin İspanya iç savaşında kullandığı deyimle, savaşın insanı çakala dönüştürmesinden kurtulamamışlardır.
Anarşizmin anti-faşist mücadele ve genel olarak her türlü diktatörlüğe karşı mücadele konusunda da kimi zaafları ortaya çıkabilmektedir. Bir yandan anarşistler, tutarlı ve kararlı anti-faşistlerdir. Faşistlere karşı en kararlı sokak savaşlarını verenler onlar olmuşlardır. Her fırsatta faşizme ve faşistlere karşı nefretlerini ortaya koyarlar. Öte yandan, anarşizm, haklı olarak, en liberali de dahil bütün iktidarların birer sınıf diktatörlüğü olduğunu ileri sürer. Ne var ki, faşizme karşı amansız savaşma alışkanlığı, anarşizmin, zaman zaman liberal diktatörlükleri ehven-i şer gördüğü izlenimini doğurur. Çok kararlı anti-faşistler olmak, liberal diktatörlüğe karşı görece bir hoşgörüyü de getirebilir peşisıra. Öte yandan, her türlü diktatörlüğe aynı ölçüde karşı olmak, faşizme karşı özel bir tavır alınmasını önleyebilir.
Anarşizm, başından itibaren milliyetçiliğe karşı tutarlı bir tavır içinde olmuştur. Ne var ki, “ezilen ulus” sorunu karşısında zaman zaman yalpalamalar ortaya çıkabilmektedir. Anarşizmin, ister ezen, ister ezilen ulusa ait olsun her türlü milliyetçiliğe karşı cepheden tavır alması doğru ve tutarlıdır. Öte yandan, özgürlükçülüğü nedeniyle, anarşizmin, ezen ulus milliyetçiliğinin ezilen ulus üzerindeki baskısına karşı çıkması da bir zorunluluktur. İşte yine somut pratikte, bu konuda bazı ayarsızlıklar ortaya çıkabilmekte, ezen ulus milliyetçiliği ile mücadele edelim denirken, ezilen ulus milliyetçiliğine hayırhah tavırlar takınılabilmektedir.
Son olarak, anarşizmin, Marksizm gibi, doktrinleşmiş bir sınıf teorisi yoktur. Kimi anarşistler, bireyin özgürlüğü adına sınıfsal yapıları da reddetmektedirler. Kimi anarşistler ise, toplumsal devrimde dayanılacak önemli bir güç olarak işçi sınıfının önemini vurgulamaya devam etmektedirler. Öte yandan, özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ve sınıf iktidarı iddiasıyla ortaya çıkmış Marksizmin toplumsal mücadele alanında güç kaybetmesinden sonra, radikal-devrimci saflarda işçi sınıfı fetişizmi de önemli bir darbe yemiştir. Ne var ki, olay, gerçeğe uygun olmayan böyle bir fetişizmin darbe yemesiyle kalmamış, işçi sınıfının toplumsal devrimin temel gücü olabileceğine ilişkin anlayışlarda da önemli bir zayıflama ortaya çıkmıştır. Bu durum, aynen anarşizme de yansımıştır. Anarko-komünizm ve anarko-sendikalizm gibi, işçi sınıfını temel alan anarşist eğilimler eski tutumlarını sürdürmekle birlikte, genel olarak dünya anarşizminde bu konuda bir vizyon kaybı göze çarpmaktadır. Oysa, neo-liberalizmin, artık işçi sınıfının var olmadığı yönündeki tüm iddialarına rağmen, işçi sınıfının varlığı devam etmekte, hatta toplumdaki ağırlığı artmaktadır. Bir sınıfın gerçekte var olup olmadığı ya da toplumsal mücadelede rol oynayıp oynamadığı, galiba biraz da dünya çapındaki sınıf mücadelesinin yansıması olan ideolojik mücadelenin seyrine bağlı olmaktadır.
Kavram Sözlüğü, Özgür Üniversite Kitaplığı,
Aralık 2005
Türkçede Anarşist Kitaplık
(NOT: Kitaplar 1991 ila 2000 yıllarını kapsamaktadır. Ayrıca bu
yıllarda basılmış kitaplar olarak da eksiktir, örneğin bu yıllarda
basılmış Kropotkin’in ve Paul Avrich’in -Metis’ten çıkan Rus
Devriminde Anarşistler, hangi yayınevinden çıktığını katırlamadığım
Anarşist Portreler- kitaplarının künyeleri bulunup konmalıdır. 2001
ila 2005 arasında basılan kitaplar ise, Marshall’in kitabı hariç hiç
konmamıştır. Eğer böyle bir liste eklenecekse eksiklerin
tamamlanması gerekir.)
P. Kropotkin, Etika, Ocak 1991, Kavram Yayınları, çeviren: Ahmet Ağaoğlu (ilk basım: 1935, Vakit Kütüphanesi), sadeleştiren: Tektaş Ağaoğlu
Catherine Baker, Zorunlu Eğitime Hayır, Mayıs 1991, Ayrıntı, çev: Ayşegül Sönmezay Erol
Ursula K. Leguin, Mülksüzler (Roman), 1991, Metis Yayınları, çev: Levent Mollamustafaoğlu
Bakunin, Marx’a Karşı El Yazmaları, Mayıs 1992, Birey Yayınları, çev: Işın Gürbüz
Tarihte Anarşist, Nihilist, Feminist Kadınlar, Mayıs 1992, Birey Yayınları, çev: Işık Ergüden
P.J. Proudhon, Makaleler, Temmuz 1992, Birey Yayınları, çev: M. Tüzel
Karin Kramer Verlag Yazarlar Grubu, Anarşist Kuram ve Kökeni, Temmuz 1992, Birey Yayınları, çev: H. İbrahim Türkdoğan.
Baha Tevfik, Felsefe-i Ferd, Aralık 1992, Altıkırkbeş, Günümüz Türkçesi: Burhan Şaylı
Hans Richter, Dada 1916-1966, Mart 1993, Birey Yayınları, çev: Mustafa Tüzel
Murray Bookchin, Özgürlüğün Ekolojisi, Kasım 1994, Ayrıntı, çev: Alev Türker
Tayfun Gönül, Anarşizm Nedir? (Broşür), Aralık 1994, Kaos Yayınları
Gün Zileli, Hasan Bakü, Mine Ege, Anarşizm Bir Devrim Çağrısıdır (Broşür), Ocak 1995, Kaos Yayınları, İstanbul.
Gün Zileli-İlhan Tekin, Türkiye… Sosyal Patlamaya Doğru, Eylül 1995, Kaos Yayınları
Abel Paz, Halk Silahlanınca, Nisan 1996, Kaos Yayınları, çev: Gün Zileli
Unabomber-Manifesto, Mayıs 1996, Kaos Yayınları, çev: Kaos
George Woodcock, Anarşizm, Kasım 1996, Kaos Yayınları, çev: AlevTürker
Alexander Berkman, Anarşistin Yaşamı, Aralık 1996, Kavram Yayınları, çev: Elif Daldeniz.
Emma Goldman, Hayatımı Yaşarken-I, 1996, Metis-Kaos Ortak Yayını, çev: Beril Eyüboğlu
Emma Goldman, Hayatımı Yaşarken-II, Nisan 1997, Kaos-Metis Ortak Yayını, çev: Emine Özkaya
Ömer Naci Soykan, Bir Anarşistin Seyir Defteri, Mayıs 1998, Kaos Yayınları
Murray Bookchin, Toplumsal Anarşizm mi Yaşamtarzı Anarşizm mi?, Mayıs 1998, Kaos Yayınları, çev: Deniz Aytaş
Ida Mett, Kronştad 1921, Mayıs 1998 (Birinci Baskı: Ekim 1985, Sokak Yayınları, İstanbul), Kaos Yayınları, İngilizceden çev: Ümit Altuğ, Fransızcadan çev: R. Macit
Peter Arşinov, Mahnovşçina, Mayıs 1998, Kaos Yayınları, çev: Yeşim T. Başaran, Cemal Atila
Bakunin, Der: Sam Dolgoff, Kasım 1998, Kaos Yayınları, çev: Cemal Atila
21. Yüzyıl Anarşizmi, 1998, Der: John Purkis-James Bowen, Ayrıntı, çev: Şen Süer Kaya
Errico Malatesta, Der: Vernon Richards, Mayıs 1999, Kaos Yayınları,çev: Zühal Kiraz
Murray Bookchin, Kentsiz Kentleşme, 1999, Ayrıntı, çev: Burak Özyalçın
Paul Avrich, Amerikalı Anarşist Voltairine de Cleyre’in Yaşamı, 1999, Sel Yayıncılık, çev: Emine Özkaya, şiir çev: Hakan Çalbayram
Anarşizmin Bugünü, 1999, Der: Hans-Jurgen Degen, Ayrıntı, çev: Neşe Ozan
Rudolf Rocker, Anarko-Sendikalizm, Şubat 2000, Kaos Yayınları, çev: H. Deniz Güneri
Colin Ward, Eylemde Anarşi, Nisan 2000, Kaos Yayınları, çev: H. Deniz Güneri
John Zerzan, Gelecekteki İlkel, Nisan 2000, Kaos Yayınları, çev: Cemal Atila
Peter Marshall, Anarşizmin Tarihi-İmkânsızı İstemek!, Şubat 2003, İmge Kitabevi, çev: Yavuz Alogan
Blogger tarafından desteklenmektedir.