Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi’ne ayakkabı ile girdiler diyenlerin amcaları, dedeleri, yol önderleri 1946 yılında İstanbul’a gelen Missouri zırhlısına İstanbul’u ve onun genelevlerini peşkeş çekebilmek için genelevleri badanalamakla yetinmemiş, adı geçen caminin iki minaresinin arasına “Welcome” mahyası aşmıştır
16 Şubat 1969, Türkiye’deki sol, anti-emperyalist mücadele geleneği ve tarihi açısından önemli ve bir o kadar da acı bir hatırayı temsil eder. Bahsi geçen tarih, şubat ayının kanlı bir pazar gününe rast gelmektedir ve adı bu sebeple “Kanlı Pazar” olarak günümüze kadar gelmiştir. 16 Şubat’ta gerçekleştirilen saldırının, devlet destekli bir takım Amerikan cihatçısının anti-emperyalist bir mitingi kana bulamasından daha da öte anlamlar taşıyacağı zaman içinde daha iyi anlaşılacaktır. Çünkü 16 Şubat’ta yaşananlar bundan sonraki gerici kuşatmalarda da devletin desteğinin hep ama hep var olacağının bir işareti gibidir. Bundandır ki, Çorum’a, Maraş’a, 1977’nin 1 Mayıs’ına, Sivas’a baktığımızda hep aynı senaryoyu görürüz. Kanlı Pazar ilk değildir ve tarih gösterecektir ki, sonuncusu da olmayacaktır.
Bir gerici-devlet işbirliği ile gerçekleştirilen Kanlı Pazar’ı kısa da olsa öncesiyle ve sonrasıyla tekrar hatırlamak gerekiyor. Bu noktada ilk sorulacak soru şu: Ne oldu da iki kişinin ölümüne yüzlerce kişinin yaralanmasına sebep olan bu olaylar yaşandı? Sorunun cevabını alabilmek için hadisenin yaşandığı tarihten biraz öncesine gitmek gerekmekte. 10 Şubat 1969 tarihinde Amerika’ya ait 6.Filo’nun İstanbul’a geleceğinin öğrenilmesi üzerine çeşitli gençlik örgütleri ve ilerici kuruluşlar tarafından Filo karşıtı bir dizi eylemler gerçekleştirilir. Aslında bu muhalefetin nedeni hem o dönemin yükselen anti-emperyalist mücadelesi hem de daha 1968 Temmuz’unda Vedat Demircioğlu isimli öğrencinin polis tarafından kaldığı yurdun penceresinden atılarak öldürülmesidir. Vedat Demircioğlu, 6. Filo eylemlerinden sonra toplum polisinin İTÜ nezdinde tüm ilerici sosyalist gençliğe verdiği bir karşılık sonucu katledilir. Bunun da ötesinde, Demircioğlu’nun katilleri hala bulunmamıştır ve ortada herhangi bir yargılama da yoktur. Fakat her şeyin ötesinde dönem, anti-emperyalist ve NATO karşıtı mücadelenin tavan yaptığı bir dönem görüntüsü çizmektedir. Öte yandan 1968 yılı da, hem sol-sosyalist üniversite gençliği, hem de çeşitli toplumsal muhalefet odakları adına hareketli ve eylemi bol bir yıl olmuştur. İşte bu genel hava içerisinde 10 Şubat’ta 6. Filo’nun tekrar geliyor olması herkesi çileden çıkarır. Önce 22 gençlik örgütü Genelkurmay Başkanlığı’na bir telgraf çekerek Filo’yu ülke topraklarında görmek istemediklerini ifade eder. Daha sonra ortak yayınlanan bir bildiride de 6. Filo’nun Amerikan emperyalizminin bekçisi konumunda olduğundan bahisle Türkiye’nin petrollerinin yağma edildiği, işçilerin işten atıldığı, tarım politikalarının ABD çıkarlarına hizmet ettiği gibi argümanlarla Amerika’nın dost değil düşman bir kuvvet olduğunu dile getirirler. Ve Tarih 10 Şubat’ı gösterdiğinde 6. Filo İstanbul Dolmabahçe’ye demirler. Bu andan sonra ise çeşitli gösterilerle, sloganlarla Filo’nun gelişi protesto edilmeye başlanır. 11 Şubat’ta İstanbul Üniversitesi’nde yapılan Forum’un ardından Beyazıt Kulesi’ne üstünde Vedat Demircioğlu’nun resmi bulunan bir flama asılır. Bunun üzerine 12 Şubat 1969 tarihli Bugün gazetesi, “Tarihimizin en kara günü” manşetiyle bu durumu haber yapacak ve Mehmet Şevket Eygi, 11 Şubat günü Beyazıt Kulesi’ne “kızıl bayrak” çeken kızıl komünistlerin hadlerinin bildirilmesi gerektiğini yazacaktır. 13 Şubat’a gelindiğinde ise bir “Kızlar Yürüyüşü” düzenlenir ve burada taşınan pankartlarda “Türkiye 6. Filo’nun genelevi değildir”, “Türk Kadını onurunu koruyacaktır” gibi yazılar yer alır. Sırf 6. Filo gelecek diye daha önce de boya-badanası yapılan genelevleri buraya not düşmek gerek. 14 Şubat günü Milli Türk Talebe Birliği öncülüğünde “Bayrağa Saygı Mitingi” düzenlenir. Komünizmle Mücadele Derneği ise Türkiye’nin dört bir yanına yaptığı çağrıda herkesi 6. Filo’nun hemen karşısında, Dolmabahçe’de yapılacak 16 Şubat’taki “Cami’ye Saygı Mitingi”ne katılmaya çağırmaktadır. Anti-emperyalist kanatta ise 6. Filo karşıtı kampanya çeşitli toplantılar ve etkinlikler ile sürmekteyken, kanlı saldırıyı gerçekleştirecek olan grup ‘Komünistler Moskova’ya” sloganları eşliğinde büyük bir saldırıya hazırlanmaktadır. Olaylar bu seyirde giderken, daha önce 6. Filo’yu Protesto Kampanyası doğrultusunda planlanmış halde bulunan “16 Şubat Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşü”nün günü de gelmiş bulunmaktadır. Esasen neden “Cami’ye Saygı Mitingi”nin 16 Şubat tarihine alındığının cevabını da bu ayrıntı böylece vermiş oluyor.
“Büyük fırtına patlamak üzeredir. Müslümanlar ile kızıl kâfirler arasında topyekûn bir savaş kaçınılmaz hale gelmiştir… Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tespihimi çekerim, etliye sütlüye karışmam deyip de zulüm edenlerden olma, gözünü aç bak…
“Komünizm küfrüne karşı derhal silahlan. İslam’da askerlik ve cihad ihtiyâri değil, mecburidir… Cihad eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur. Canını veren şehitlik şerefini kazanır… Ezanlar susturulmasın, Müslümanlar, komünizmle çarpışan devlet kuvvetlerine yardımcı olsunlar.”
Yukarıda yer verilen cümleler, 16 Şubat’ta düzenlenecek saldırının nasıl tertiplendiğini göstermesi açısından oldukça önemli. Bu sözler, katliamın baş sorumluları arasında yer alan Mehmet Şevki Eygi’ye ait. İşte, 16 Şubat’a Amerika sevdalısı cihatçılar bu şekilde gideceklerdir.
Tarih 16 Şubat’ı gösterdiğinde Türkiye gericilik tarihi açısından asla unutulmayacak bir olay yaşanır. Aralarında ülkücü ve dincilerin bulunduğu bir grup, 6.Filo’yu kıble kabul ederek karşısında namaz kılacaklardır. O anın fotoğraflarına bakıldığında durumun, ilk kez uçak görmüş ilkel bir kabilenin uçağa “Tanrılık” manası atfederek ona tapınmasından hiçbir farkı yok gibidir. Fakat burada tapınılan şeyin bir metal yığını mı, yoksa bir güç mü ya da Amerikan doları mı olduğu o an için henüz net değildir. Güruh, namazın ardından ‘kan akıtma” sözü vererek ellerinde satır, silah, bomba, bıçak ile sağa sola dağılır ve ellerine geçecek fırsatın gelmesini bekler. Bu esnada Beyazıt’ta toplanan kalabalık Taksim’e doğru yürüyüşe geçmiş bulunmaktadır. Yaklaşık 30.000 kişilik yürüyüş kolunun bir bölümü daha Taksim’e yeni girmişken birden bire geride kalan kitle ile alana giren kitle arasında bağlantı kesilir. Alanda kalan insanların üzerine bombalar yağmaya başlamıştır bile. Bombalara ise taşlar ve mermiler eşlik etmektedir. Bu esnada toplum polisi, geride kalan kitleyi alana sokmamak için her yolu dener. İşte bu planlı ve programlı saldırı sonucu, isimleri Duran Erdoğan ve Turgut Aytaç olan iki işçi hayatını kaybeder, yüzlerce kişi yaralanır. Böylece 16 Şubat 1969 tarihi katliamlar listesine “Kanlı Pazar” olarak girer.
Kanlı Pazar’a damga vurmuş gerici söylemlerin bugün hala devam etmediğini kim iddia edebilir? Cihat adı altında Amerikan çıkarları için savaşanların nesli tükenmiş midir bugün? Türkiye’de sözüm ona Türk milliyetçiliği yapanların babaları, dedeleri, yani Amerikan cihatçıları, Türk bayrağını yakan Amerikan askerlerinin zırhlısına karşı namaz kılmamışlar mıdır? Onu da geçelim, bugünün milliyetçileri, bu ülke topraklarında kurulan hangi Amerikan üssüne hayır deme cesaretini gösterebilmişlerdir? Mehmet Şevki Eygi’nin olaylar sonrasında ABD’den aldığı yüz binlerce doları bugün yönetici kademesinde bulunan eski dostları almamışlar mıdır? Komünizmle Mücadele Dernekleri’nde Amerikan dolarıyla Amerika için cihat edenler yine bunlar değil midir? Şu kesin bir bilgidir, yayalım: Ayakkabı kutularından çıkan dolarların 1969’da alınan dolarlardan tek farkı seri numaralarındadır. Kanlı Pazar olaylarını örgütleyenlerden biri olan Kırklar Komitesi’nde yer alan muhteremler, bugün bu ülkede başbakanlık, hatta cumhurbaşkanlığı yapmışlar, kayıp trilyon davalarının baş aktörleri olmuşlardır. Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi’ne ayakkabı ile girdiler diyenlerin amcaları, dedeleri, yol önderleri 1946 yılında İstanbul’a gelen Missouri zırhlısına İstanbul’u ve onun genelevlerini peşkeş çekebilmek için genelevleri badanalamakla yetinmemiş, adı geçen caminin iki minaresinin arasına “Welcome” mahyası aşmıştır. Bitirirken denilebilir ki, din, iman, millet üçlüsü bu ülkede ne zaman aynı anda gündeme gelse, ortaya bir katliam çıkar, üzerine kan sinmiş bir dolar kokusu yayılır ülkenin her sathına. Ve bütün bunların arasında hiç değişmeyip aksine üzerine eklenen tek şey vardır: Bugünün “Yeni Türkiye’sinde” artık sadece Amerikan gemilerine karşı değil, iktidarın “gemiciklerine” karşı da namaz kılabilecek milliyetçi-dindar vatan evlatları vardır. Yeni Türkiye, gururla sunar!
Arş. Gör. Levent Odabaşı
Adnan Menderes Üniversitesi Nazilli İİBF SBKY Bölümü
Adnan Menderes Üniversitesi Nazilli İİBF SBKY Bölümü