Avrupa emperyalizmi, Syriza’yı Mart’tan itibaren köşeye sıkıştırmaya kararlı görünüyor. Yunan burjuvazisi, sermaye kaçırarak bankalara hücumu tetikliyor; böylece AB saldırısına destek veriyor
Syriza ne yapıyor? Günbegün Troyka ile cebelleşiyor.
Troyka nedir? 2010 sonrasında Yunanistan’ın borç krizini alacaklılar için yöneten ve IMF, Avrupa Birliği (AB) ile Avrupa Merkez Bankası’ndan (AMB’den) oluşan üçlü… Borçların ödenmesi için Yunan ekonomisine öylesine yüklendi ki milli gelir dörtte bir oranında küçüldü; borçlar azalacağına arttı; Troyka’nın açtığı 240 milyar avro’luk krediye 100 milyar daha eklendi; milli gelire oranı da tırmandı, yüzde 175’e ulaştı. Borç taksitlerini ödemek için yeniden borçlanıldı. Basit hesaplar dahi ortaya koydu ki, bu borçların ödenmesi imkânsızdır.
Böylece Troyka, Yunan halkı için bir kâbus oldu.
Alacaklılar kim? Başlangıçta büyük çoğunluğu ile Avrupa bankaları idi. Çoğunu Avro Bölgesi devletleri devraldı. Finans kapitalin çürük alacakları böylece “devletleştirildi.”
Syriza, Troyka ile iki alanda cebelleşmeye kalkıştı. Birincisi, borçların Yunan halkını daha fazla yoksullaştırarak ödenmesi yöntemine son vermek ve altı yıllık toplumsal çöküntüyü onarmaya başlamak. İkincisi, borç yükünü hafifletmek…
Bu “cebelleşme”nin niteliği nedir? Yanıt açıktır: Sınıf mücadelesi… Tarafları? Bu konuda çok yazıldı; ben iki yazarın görüşlerini aktarmakla başlayayım.
Birincisi Leo Panitch. New Left Project’teki bir mülâkatta (29 Ocak), Syriza’nın karşısında yer alan kurumların Avro Bölgesi’ndeki her ülkenin egemen sınıflarını, daha genel olarak da sermayeyi temsil ettiklerini belirtiyor. Ona göre Troyka politikaları Yunanistan burjuvazisini sistematik olarak gözetmiş ve bu sınıfa Avrupa sermayesinin yedeğinde yer vermiştir. Yunan toplumsal haritasından burjuvaziyi ayırınız; mücadelenin diğer cephesi de belirlenmiş oluyor: Yunanistan’ın emekçi (halk) sınıfları…
Panitch’in nitelemesindeki eksikliği Şadi Ozansü tamamlıyor (Sosyalizm, 2 Şubat): “Syriza’nın seçim zaferi Troyka’ya ve emperyalist burjuvaziye Yunan halkının şamarıdır.”
Bence de, sınıf mücadelesinin tarafları belirlenirken tek tek metropol ülkelerinin egemen sınıfları ötesinde, önce Almanya hegemonyasındaki Avrupa emperyalizminin, hatta genel olarak emperyalizmin teşhisi gerekiyor.
Tabloyu biraz genişletelim. Ozansü devam ediyor:
Syriza’yı hükümete sürükleyen gelişme, …Kemer Sıkma Politikalarına Hayır! AB’nin Dayattığı Memorandumlara Hayır! NATO’ya Hayır! şeklindeki geçiş talepleridir… Bunlar afakî talepler değil, canı yanan halk için yakıcı taleplerdir. Ne Yaşasın Sosyalizm! türü haklı; ama mevcut durumda propaganda ötesinde bir karşılığı olmayan sloganlardır, ne de Kahrolsun Kapitalizm! diyen ve haklı, ama kitleleri harekete geçirici olmayan uç sloganlardır.” (“NATO’ya Hayır” talebinin Syriza’nın seçim platformunda değil, parti programında yer aldığını hatırlatalım.)
“Geçiş talepleri…” Nereye doğru? Panitch, Syriza iktidarını göreli olarak “yumuşak bir geçiş”in başlangıcı olarak yorumluyor: “Avrupa sosyal demokratlarının sol partiler olmadığı hatırlanırsa, 2007/8 krizinden sonra seçim yoluyla iktidara gelen tek sol parti Syriza’dır. Şaşırtıcı ve çok anlamlıdır. Öncülleri büyük ölçüde Latin Amerika’dadır; ancak bunlar önceki yıllara aittir.”
Panitch bize, dünya çapında “neoliberalizme ve küreselleşmeye” (daha doğrusu sermayenin sınırsız tahakkümüne ve çağdaş emperyalizme) karşı başlayan muhalefet dalgasının 2002’de Brezilya’da ve adım adım Latin Amerika ülkelerinde iktidara gelmesini hatırlatmış oluyor. Brezilya’dan Bolivya ve Venezüella’ya kadar uzanan çok geniş bir yelpaze içinde “sol” partiler, bugün de iktidardadır. Bunlar, genel olarak iktidara aday olabilecek siyasi gruplaşmaların “en solunda” yer alan; geçmişin sosyalist hareketleri, hedefleri ile akraba partilerdir
Ülke bilançoları çeşitlidir. Sola dönük uygulamalarda en ileri giden ülkelerde dahi, Ozansü’nün kastettiği, özlediği anlamda bir “geçiş” henüz gerçekleşmemiştir. Ancak, hatırlatalım ki Amerikan emperyalizminin Latin Amerika’daki hegemonyası, bu iktidarlar sayesinde büyük ölçüde son bulmuştur.
Syriza da, kendi ülkesindeki sosyalist/komünist hareketlerin parçası, uzantısı olan bir partidir. İktidara gelmesi, sosyal devrimlerin anavatanı olan Avrupa’da da “sola salınmaya başlayan sarkaç” dönüşümünün filizlenme işareti midir? Bu soru, Avrupa’nın devrimci hareketleriyle tarihsel olarak bağlantılı Türkiye sosyalistleri için de önem taşımalıdır.
***
“Niçin başkası değil de Syriza?” sorusu abestir. Somut koşullar, bu tarihsel dönemeçte Avrupa/Alman emperyalizmine ve Yunan burjuvazisine karşı mücadele sorumluluğunu bu partiye yıkmıştır. Syriza bu yükü, sorumluluğu üstlenebilecek mi? Önemli soru budur.
Devrimci dönüşüm aşamalarında değilsek, sınıf mücadelelerinde mevziler kazanılır; müzakereler yapılır; uzlaşmalar aranır. Uzlaşmalar, teslimiyete (yenilgiye) de dönüşebilir.
Syriza-Troyka mücadelesi başladı; hafta boyunca sürdü. Kısa bir döküm yapalım.
Kazanılan mevziler oldu. Son memorandum uygulamasının (toplumsal çöküntü mimarisinin) teftişini yapmaya gelen Troyka ekibi geri yollandı. Özelleştirmeler durduruldu. Memorandumun sosyal haklarla ilgili kısıtlamalarına son verildi.
Müzakereler başlarken en etkili pazarlık gücü olan “zorlanırsak drahmi’ye dönmeye hazırız” kozu peşinen devre dışı bırakıldı. Buna karşılık, görüşmeler radikal bir çıkış ile başlatıldı: Bitim tarihi 28 Şubat olan son anlaşma yenilenmeyecektir. Troyka’nın, “birkaç ay ileri kaydırarak yenileme” doğrultusunda nabız yoklamaları ilke olarak reddedildi. Bu noktada ödün verilmedi.
Görüşmelerin başlangıç aşamasında Syriza, iki “gevşeme” sinyali verdi. Birinci olarak, faiz dışı bütçe fazlası hedeflemesinin sürdürüleceği, yüzde 4,5’ten yüzde 1,5’e indirileceği ifade edildi. Bu, alacaklılara, “bütçe disiplinini hafifleterek sürdüreceğiz” mesajıdır; ilkesel olmadığı için fazla önemli değildir. Öte yandan “borç silme” önerisi geri çekildi. Bu talebin, seçim kampanyasının temel öğelerinden biri olduğunu hatırlatalım. Maliye Bakanı Varoufakis, bunun yerine, borç stokunu olduğu gibi koruyup ikiye ayırmayı önerdi: AB devletlerine borç ödemeleri, milli gelirin büyüme oranı ile sınırlı tutulacaktır. AMB kredileri ise, anaparası ödenmeyen, sabit kalan, sadece faizleri ödenen “süresiz”/“ebedî (“perpetual”) borçlara dönüştürülecektir. Bu öneriler, Yunan ekonomisinin borç yükünü hafifletebilir; ancak, Troyka için stratejik bir önem taşıyan “silme” çizgisinden peşinen ricat anlamına gelir.
***
Emperyalist cephe ise, başlangıçta “iyi polis/kötü polis” işbölümünü yapmış gibi görünüyor. Fransız Maliye Bakanı Sapin, “Yunanistan ile yeni bir anlayış” gereğine işaret etti. “Hariçten gazel” okuyan Obama ise, “depresyon altında fazla kemer sıkılamaz; siyasi sistemin, toplumun direnç sınırları zorlanmamalı; Yunanistan’ın avro’da kalması için uzlaşılmalı” çağrısında bulundu.
Buna karşılık, “kötü polis” rolünü Almanlar ve AMB üstlendi. Merkel ve Schauble, “önceki anlaşma takvimi yürürlüktedir; 28 Şubat’ta anlaşmayı yenilemezseniz, reformları durdurursanız yeni kredi kanalları açılmayacak; borç taksitlerinizi ödemek zorunda kalacaksınız” mesajından ödün vermediler. AMB ise, Varoufakis’in, “borçlarla ilgili bir düzenleme kesinleşinceye kadar üç aylık ve 10 milyar avro’luk bir köprü kredisi” önerisini reddetti. Daha da kötüsü, Yunan Hazinesi’nin ihraç edeceği ek bonoları karşılık olarak kabul edemeyeceğini; Yunan Merkez Bankası’na bunlara dayalı likidite desteği veremeyeceğini belirtti.
Böylece, Avrupa emperyalizmi, Syriza’yı Mart’tan itibaren köşeye sıkıştırmaya kararlı görünüyor. Yunan burjuvazisi, sermaye kaçırarak bankalara hücumu tetikliyor; böylece AB saldırısına destek veriyor.
Hedef, Syriza’nın, dolayısıyla Yunan halkının sermayeye, emperyalizme teslimiyetidir. Avrupa solunun yükselişini başlatabilecek bir filizlenme gecikmeden kurutulmalıdır.
Dünyanın ve Türkiye’nin sosyalistleri de, bence, devrimci enternasyonalizmi sahiplenecekler ve bu sınıf mücadelesinde Syriza’yı, dolayısıyla Yunan halkını destekleyeceklerdir.
Kapsamlı, stratejik eleştiriler, Yunan trajedisinin bu perdesi kapandıktan sonra gündeme gelecektir.
KORKUT BORATAV-SENDİKA.ORG