HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

Hilafet devleti mümkün mü?

Hilafet makamı eğer bir savaş vb. sebeple tabiyet ilişkisi yaratılmamışsa bir başka Müslüman devlet tarafından tanınmamıştır. Emeviler’den...

Hilafet makamı eğer bir savaş vb. sebeple tabiyet ilişkisi yaratılmamışsa bir başka Müslüman devlet tarafından tanınmamıştır. Emeviler’den Osmanlı’ya hiçbir hanedan bu konuda istisna olmamıştır
1914-cihad-ilanı
Şeyhülislam, I. Dünya Savaşı’na giren Osmanlı’yı desteklemeleri için İslam dünyasına cihat çağrısı yaparken. Bu çağrı ciddi bir karışlık bulmadı. Aksine Müslüman ağırlıklı pek çok ulus Osmanlı’dan kopmayı tercih etti.
Hilafet Devleti, İslam dininin hakimiyetinin en çıplak hali diye propaganda ediliyor. Bütün toplumsal ve siyasal ilişkiler dine dayalı prensipler tarafından belirlendiği söyleniyor. Peki Hilafet gerçekten bir din devleti mi? Ya da din devleti ne demek? Din Allah’ın sözleri üzerine inşa edilmiş bir kurallar bütünü ise siyasal bir erk olarak devlet bütünüyle bu kurallar üzerine oturtulabilir mi? Bunu iddia etmek hayatın dinamizmini görmezden gelmek değil midir? Şu an İslam dünyasına yüzeysel bir bakış atmak bile ilahi sözlerin hükümsüzlüğünün ispatı değil mi?
Arap egemenlerinin çıkarlarının bekçisi
Halifelik makamı bilindiği üzere İslam Peygamberinin vefatından sonra Müslümanların liderinin kim olacağı sorunsalı üzerine inşa edilmiştir. Halifelik tartışması Ömer’den sonra Osman ve Ali ile birlikte alevlenmiş ve sonunda Ali’nin öldürülmesinin ardından Muaviye, siyasal gücüne güvenerek kendisini halife ilan etmiştir. Ancak bu, aynı zamanda İslam dünyasında bugüne kadar gelen bir ayrılığı da beraberinde getirmiştir. 2.halife Ömer İslam prensipleri esası üzerine bir yönetimi Peygamberin güvendiği ileri gelen kişilerle inşa etmeye çalışmış, Muaviye ile İslam, Mekke-Medine hattından uzaklaşarak Şam merkezli Arap egemenlerinin çıkarlarını korumaya esas alan bir devletin dini olmuş ve Halifelik babadan oğula geçen bir saltanat olarak uygulanmaya başlanmıştır.

İslam dünyasını bölen bir kurum olarak halifelik
Ancak Şia geleneği ve Harici gelenek hiçbir zaman bu Sünni geleneğin hilafetini tanımamıştır. Dolayısıyla halifelik denen iktidar biçimi hiç bir zaman bütün Müslümanların ortak lideri, egemenliği anlamına gelmemiştir. Halife olmak için sadece siyasi gücü elinde bulunduran soya bağlı olmak yeterli olmuş hiç bir dini kriter veya yeterlilik aranmamıştır.
Osmanlı padişahı Yavuz Selim’in Mısır seferi sonrası Memlükleri yenilgiye uğratarak oradaki Abbasi halifesinden halifeliği devralması da yine siyasi bir egemenlik savaşı sonucunda elde edilmiş bir unvandır. Son Abbasi halifesi Moğol saldırılarından kurtulmak için Memlüklere sığınmış ve Memlükler de onun dini etkisinden bir faydalanmak maksadıyla O’nu yanlarında tutmuştur. Ancak bu halifenin siyasi yaşamda hiç bir ağırlığı olmadığı gibi sadece temsili bir süs olarak duruyordu.
Mısır fatihi Yavuz Selim hilafeti önemsemedi
Yavuz Selim’le birlikte Osmanlı’ya geçen halifelik de aslında sanıldığı kadar önemsenmedi. Osmanlı İmparatorluğu zaten çok güçlü idi ve İslam dünyasında gücünü kabul ettirmek için ayrıca bir “halife” unvanına gerek duymadı. Kaldı ki Osmanlı’dan önce Selçuklu İmparatorluğu da halifelik makamını hiç bir zaman ciddiye almamış ve Abbasi halifeleri Selçuklu’nun gücünü zayıflatmak için her türlü imkânı kullanmışlardır.
Osmanlı, halifeliği ne zaman hatırladı?
Peki Halifelik unvanı ne zaman Osmanlı sultanları için önem kazandı? Artık Osmanlı’nın gücünün kaybolmaya başladığı ve en azından İslam coğrafyası açısından etkili bir unsur olarak kullanılabileceği ihtiyacı ortaya çıktığında. Bunun somut karşılığı ise Ruslara karşı kaybedilen 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşı. Bu savaşı kaybeden Osmanlı ilk kez savaş tazminatı ödemek zorunda kaldı. Savaş sonunda imzalanan Kaynarca Antlaşması’nın maddelerinin biri “Rusya’nın Osmanlı topraklarındaki Ortodoksların sürekli hamisi olacağı” şeklindeydi. Bir başka maddede ise “Kırım hanlığı, Bucak ve Kuban Tatarlarının siyasi işlerde bağımsız olacağı ve fakat dini işlerinde Osmanlı hilafetine bağımlı olacağı” hükmüyle halifelik unvanı ilk kez siyasal metinlerde yer aldı. Böylece Osmanlı zevahiri kurtarmak için siyasal olarak kaybettiği gücünü hilafet makamıyla bir ölçüde telafi etmeye çalıştı. Bundan sonra da Avrupa ve Hindistan coğrafyasındaki Müslümanların Osmanlı’nın himayesinde olduğunu ifade eden hukuki ilişkiler kurulmasına özen gösterildi.
Halifeyi kimse dinlemedi
I. Dünya Savaşı esnasında Almanya Osmanlı halifesinin İslam dünyası üzerindeki gücünü abartarak padişaha “cihat” ilan ettirmiş ve fakat bunun etkisinin çok sınırlı olduğu görülmüştür. İngiliz egemenliğindeki Müslüman sömürge askerleri, Hindistanlı Müslüman askerler, Rus askerlerinin içindeki Müslümanlardan çok azı bu çağrıya riayet ederek savaştan kaçmış ya da gönüllü olarak teslim olmuşlar ama önemli bir kısmı mensup oldukları ordunun emrinde Osmanlı’ya karşı savaşa katılmışlardır.
Özetle, halifelik hiçbir zaman eğer bir savaş vb. sebeple tabiyet ilişkisi yaratılmamışsa bir başka Müslüman devlet tarafından tanınmamıştır. Bu anlamıyla halifelik “ilahi” kaynaklı bir unvan olmamış tam tersine Müslüman topluluğu boyun eğdirmek için o günkü rejimin kullandığı bir hegemonya aracı olmuştur. Siyasal rejimin içeriği Emevi’de başka, Abbasi’de başka, Osmanlı’da başka başka olmuştur. Hepsinin ortak özelliği halifelik ve İslam dininin egemen sınıf ve tabakaların baskı ve boyun eğdirme aracı olarak konumlanmasıdır.TUFAN SERTLEK-SENDİKA.ORG

Business News