İlk bakışta, Türk milliyetçilerinin HDP’ye oy vermesinin istenmesi bir şaka gibi görülebilir. “Türk milliyetçilerinden, Kürt Milliyetçiliğinin ürünü ve savunucusu olarak bilinen bir partiye oy istemek… Bu kadar saçmalık da olmaz” diyenler çıkacaktır.
Ancak konunun üzerine düşününce kazın ayağının hiç de göründüğü gibi olmadığı görülecektir.
Önce şunu soralım. Türk milliyetçisi kime denebilir; nasıl tanımlanabilir?
Türk milliyetçisi: “Türk milletinin (ulusunun) çıkarını, refahını, zenginliğini ve gücünü her şeyden üstün tutana denir” diye tanımlanabilir.
Zaten Türk milliyetçileri de; Milliyetçi olmadığını söyleyen Türk Sosyalistleri de, hem genel olarak milliyetçiliği hem de Türk milliyetçiliğini böyle tanımlamakta anlaşırlar.
Sosyalistler, milliyetçilerin, sınıfın çıkarının önüne milletin çıkarını koyup sınıfa ihanet ettiklerini; sınıfın birliğini bozduklarını söylerler; Milliyetçiler de sosyalistlerin, milletin çıkarının önüne sınıfın çıkarını koyarak, millete ihanet ettiklerini; milletin birliğini bozduklarını söylerler.
Bu kadar birbirine zıt görünmelerine rağmen, aslında milliyetçiliğin, milletin çıkarını öne almak olduğunda anlaşmış olurlar. Ayrıldıkları nokta milliyetçiliğin nasıl tanımlanacağı değil; öne alınması gerekenin ne olduğudur. Yani sosyalistler ve milliyetçiler milliyetçiliğin nasıl tanımlanacağı konusunda bir ayrılık içinde değildirler; gayet güzel anlaşmaktadırlar.
Politik olarak birbirine tamamen zıt konumlarda bulunan Sosyalistler ve Milliyetçiler tarafından kabul edildiğine göre, bu tanımı kabul ederek akıl yürütmemize başlayabiliriz: Türk milletinin çıkarlarını savunmak ve bunları öne almak Türk milliyetçiliğidir.
*
Tabii burada hemen şu ortaya çıkar: Uzun vadeli çıkarlar ile kısa vadeli çıkarlar; belli bir parçanın çıkarıyla bütünün çıkarı her zaman uyuşmaz; genellikle bunların arasında çelişkiler vardır.
Örneğin pek ala milliyetçi bir parti veya zümre, kendi varlığını amaç haline getirerek, kendi parti çıkarlarını fiilen milletin çıkarlarının önüne geçirebilir; ama bunu milletin çıkarı gibiymişçesine savunabilir. Yani milliyetçi olduğunu iddia edenler arasında kimin milliyetçi olduğunu anlamak kolay değildir.
Keza milletin kısa vadeli ve dar bir perspektiften çıkarları ile uzun vadeli çıkarları çelişebilir.
Buna şöyle bir örnek verebiliriz. Örneğin De Gaulle’ün bir Fransız milliyetçisi olmadığını kimse söyleyemez. Hayatını Fransız milletinin gücü, zenginliği ve refahına adamıştır. Ama tam da böyle olduğu için, yani Fransız milletinin uzun vadeli çıkarlarını gözeterek, tam da bunları savunmak için, Fransa’nın Cezayir’deki savaşa son vermesini ve oradan çekilmesini savunmuş ve uygulamıştır. Ama tam da böyle yaptığı için, özellikle Cezayir’de yerleşmiş Fransızlar tarafından, Fransız milletinin çıkarlarına ihanet etmiş bir hain olarak görülmüş ve öldürülmeye çalışılmıştır. (MeşhurÇakal romanı bu suikast teşebbüsünün hikâyesidir.)
DEMİR KÜÇÜKAYDIN
Arada geçen zaman kimin gerçekten Fransız milletinin çıkarlarını savunduğunu göstermiştir. De Faulle gerçek Fransız milliyetçisidir, Fransa’nın genel ve uzun vadeli çıkarlarını savunmuştur; buna karşılık onu ihanetle suçlayıp öldürmeye kalkanlar Fransız milletinin değil; kendi zümre çıkarlarını; uzun vadeli değil; kısa vadeli çıkarlarını savunmuşlardır.
Eğer onların politikası galip gelseydi, Fransa çürümeye, sömürge savaşı masrafları altında ekonomik olarak giderek daha kötülemeye, dünya uluslar âleminden tecrit olmaya devam edecekti. Muhtemelen bugün daha güçsüz, bunalımlar içinde; daha fakir ve itibarsız bir Fransa olacaktı.
Demek ki, bir ulusun çıkarını savunmak demek aslında o ulusun uzun vadeli ve genel çıkarını savunmak demektir. Türk milliyetçiliğinin ne olduğunu da böyle tanımlayabiliriz: Türk milletinin bütününün uzun vadeli çıkarını savunanlar Türk Milliyetçileridir.
*
Peki, bir milletin genel ve uzun vadeli çıkarı; yani refah ve huzur içinde yaşaması nasıl sağlanır?
Bunun nasıl olacağını dünyada refah ve huzur içinde yaşayan ülkelere ve onların tarihine bakarak anlamak mümkündür.
Bütün zengin ülkeler istisnasız demokratik, fikir ve örgütlenme özgürlüklerinin bulunduğu ülkelerdir.
Peki, refah mı önce gelir demokrasi ve özgürlükler mi?
Burada, milliyetçiler içinde kendi zümre çıkarlarını savunanlar, refahın demokrasi ve özgürlüklerden önce geldiğini savunurlar. “Onlar zengin olduğu için demokrasi lüksünü taşıyabilirler; biz zengin olunca biz de demokratik oluruz” derler.
Hâlbuki ne tarih ne de mantık bu iddiayı doğrulamaz. Bugünün bütün zengin ülkeleri, demokratik oldukları için zengin olmuşlardır. Britanya’da, 1400’lerde, aşiret şefleri Krala demokrasinin doğuş belgesi sayılan Magna Karta’yı dayattıklarında, Yani Krala "öyle kafana göre vergi koyamaz harcama yapamazsın, biz onaylarsak yaparsın" dediklerinde, Osmanlı İmparatorluğu en zengin ve şaşaalı dönemini yaşıyordu. Ama Osmanlı padişahını bir yana bırakalım bugün bile Türkiye’de Ordu’nun harcamalarını Millet denetleyemez. Yani Türkiye, demokrasi konusunda1400’lerin İngiltere’sinden daha geridir.
Zaten aslında demokratik olmak için zengin olmak gerektiği önermesi kabul edilirse, bu hiçbir zaman demokratik olunamayacağı sonucuna varır. Çünkü demokratik olmadığı için halk örgütsüz, devlet çok güçlü ve masraflı; zenginlik ve yoksulluk farkları çok büyük olacak demektir. Bu durumda hem ulusal hâsılanın büyük bölümü üretici olmayan tüketime (Devlet masraflarına, bürokrasiye, pahalı ve baskıcı devlete, zengin sınıfların sefahat ve lüksüne) gidecek; hem de zengin ve yoksul farkları, yani sınıf çatışmaları büyüyecek demektir. Böyle olunca da fakirlerin direnişini kırmak için daha büyük baskı ve daha pahalı bir devlet cihazı gerekecek; daha büyük baskı ve masraflar da daha büyük fakirlik getirecek ve bu böyle olumsuzlukların birbirini doğurması biçiminde gidecek demektir. Bu fasit daireden çıkmanın tek yolu, devletin küçültülmesi; demokrasi, fikir ve örgütlenme özgürlükleridir.
O zaman ezilen sınıflar, özellikle de işçiler, daha kolay örgütlenir ve menfaatlerini savunurlar. O zaman da sermayedarlar, işçilerin daha yeksek ücretlerinin yol açacağı karlardaki düşmeyi engellemek için; daha modern teknikle üretime yönelirle ve böylece emek üretkenliğinin artması gerçekleşir. Ayrıca örgütlü işçiler, politikaya ağırlıklarını koyarak, zenginlere daha ağır vergiler, fakirlere bu vergilerden onları koruyan sosyal haklar ve yardımlar sağlayarak ve devleti kısmen de olsa küçülterek hem ülkedeki büyük servet ve zenginlik farkları azaltırlar; hem de lükse ve devlete giden üretici olmayan yatırımların üretime yönelmesini sağlarlar. Böylece zengin ve demokratik ülkelerin standardına ulaşılır. Özetle, gerçek Türk milliyetçileri demokrasiyi ve onun önceliğini savunurlar. O nedenle işçiler aslında en gerçek Türk milliyetçileridir. İşçiler Kendi çıkarlarını savunduklarında milletin uzun vadeli ve tümünün çıkarını savunmuş olurlar.
Zaten dünyadaki ülkelere bakınca, nerede işçiler örgütlü ise, orada daha büyük demokrasi ve refah olduğu görülür.
*
Peki, Türkiye’de bu tür bir programı savunan kimlerdir?
Liberaller, Sosyalistlerin önemli bir bölümü (ulusalcı olmayanlar) böyledir.
Bir de Liberallerin ve Türk Sosyalistlerinin desteklediği HDP bunları savunmaktadır.
HDP demek de özü itibariyle Kürtlerin çıkarlarının demokratik bir düzende olacağını savunan Kürt ulusal hareketinin ve milliyetçilerinin partisidir.
Yani aslında program ve amaçlarına, politikalarına baktığımızda, Sosyalistler, liberaller ve Kürt Ulusal Hareketinin en gerçek Türk milliyetçiliğini savunduğu görülür. Ama bunların hepsi de Türk Milliyetçiliğine ve milliyetçiliğe karşı olduğunu söylemektedirler. Çünkü milliyetçiliği bugün kendine milliyetçi diyenlerle özdeşleştirmektedirler.
HDP bugün Türk sosyalistlerinin ve liberallerinin desteğini aldığına göre, aslında gerçek Kürt ve Türk milliyetçilerinin, Kürt ve Türk milliyetçiliği bayrağını ele geçirmişlere karşı; sosyalizm, demokrasi, eşitlik, renklilik gibi bayraklar altında Kürt ve Türk milliyetçiliğini savunmalarından başka bir şey değildir ve Kürt ve Türk milliyetçilerinin birliğinin ifadesidir.
(Zaten Kürt ulusal hareketinin ve Abdullah Öcalan’ın yıllardır Türklere anlatmaya çalıştığı budur. Bu psikolojik savaş dairesinin engel ve propagandasını aşıp Türklere ulaşamadığı için Türkler henüz Apocu değildir. Kürt hareketi bu yükselişi sürdürürse, Türk milliyetçileri de muhtemelen Apocu olacaklardır. Bu günü kadar Türk milliyetçiliği adına, Kürtlere karşı en uzlaşmaz, en sekter, en karşı olanlar, eğer bu davranışların ardında özel bir zümre çıkarını koruma kaygısı yoksa, en hızlı Apocular olacaklardır.)
*
Demokrasi aynı zamanda Kürt sorununun da çözümüdür. Fikir ve örgütlenme özgürlüklerinin olduğu bir düzende, isteyen istediği fikri özgürce savunup çoğunluğu kazanma şansı olunca, insanların dağa çıkmasına, savaşmasına gerek kalmaz. Zaten biraz özgürlük ve refah varsa, kimse dertsiz başını derde sokmak istemez. Kimse daha kolay ve tehlikesiz yollar varken daha zor ve tehlikeli yolları seçmek istemez.
Gerçek Türk milliyetçileri ne yapar? Başka dilleri yasaklayacağına, onların da öğrenme özgünlüğünü, hatta devlet dairelerinde isteyene istediği dilde tercüman bulma özgürlüğünü vs. savunur.
Örneğin bugün Avrupa ülkelerinde durum böyledir. Almanya’da okuyan Türk kökenli ailelerin çocukları isterse, masrafı Alman devleti tarafından (yani Almanlardan da alınan vergilerle) karşılanan öğretmenlerin verdiği Türkçe derslerine gidip Türkçe öğrenebilirler ve bu nedenle de Almanya veya diğer ülkeler bölünmez.
Aksine, o çocuklar bu yönde bir baskı altında kalmadıkları için, kendilerini böyle özgürlük ve refah sağlamış bir devletin yurttaşları olarak görürler. Örnek Mesut Özil. Yakında Alman milli takımının muhtemelen üçte biri Almanya’da büyümüş Türk kökenli ailelerin çocuklarından oluşacaktır. Ama böylece Alman milletinin bayrağı daha çok şampiyonada göndere çekilecektir.
O halde, Türk milliyetçileri; Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyenlerdir. Böyle Türk milliyetçileri zaten şu an HDP’nin bileşenlerini ve destekçilerini oluşturuyor.
Yani aslında HDP Türk milliyetçilerinin partisidir. Daha doğru ve dakik bir ifadeyle, HDP aslında gerçek Türk ve Kürt milliyetçilerinin, yani Kürt ve Türklerin, bütünsel ve uzun vadeli çıkarlarını savunanlarının, Kürt ve Türk milliyetçiliği bayraklarıyla, kendi sınıf ve zümre çıkarlarını, ulusun çıkarının önüne alanlara karşı kurdukları koalisyonun adıdır.
Sanılanın aksine, Kürtlerin haklarını savunmak, hatta Cezayir Fransa örneğinde olduğu gibi, ayrılıp ayrı devlet kurmalarını savunmak bile Türk milliyetçiliği ile çelişmez; aksine Türk milliyetçilerinin savunabileceği ve savunması gereken bir politikadır.
Türklerin Fransızlardan farkı ve şansı, Kürt hareketinin Cezayir gibi ayrı bir devlet kurmayı değil de Türklerle ve hatta diğer Ortadoğu halklarıyla bir ortak cumhuriyeti savunmasıdır.
Örneğin Cezayir Ulusal Kurtuluş Hareketi zaferinden sonra, diyelim ki, Cezayirlilerle eşit koşullarda Fransa ile bir birliğini savunsaydı ve ikisi birleşseydi; hem Fransa’yı daha da demokratik yapar; hem de kendisi Fransa’nın yeni sömürgesi olmaktan kurtarmış olur; Cezayir-Fransa Ulusunun (ve Avrupa Birliği’nin) refah içinde, Afrika topraklarındaki bir bölümü olurdu.
Kürt Hareketinin yaptığı bu dersi çıkarmak ve buna uygun bir programı savunmaktır.
Özetle, biraz düşününce, bütün kavramların ters yüz olduğu; kendilerine milliyetçi denmesini hakaret olarak gören sosyalist ve demokratların gerçek milliyetçiler olduğu; milliyetçilik bayrağına sahip çıkarların ise, ulusun çıkarlarının önüne aslında kendi zümre çıkarlarını geçirenler olduğu görülmektedir.
Bu açıdan bakınca Milliyetçiliğin karşıtı bir ilke diye savunulan Marks’ın “Ezen bir ulusun özgür olamayacağı” veya Lenin’e dayandırılan ve milliyetçiliğin aşılması gibi tanıtılan “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” vs. gibi önermelerin, aslında milliyetçilerin savunduğu ve savunması gereken ilkeler olduğu görülmektedir.
Bunları savunanların kendilerinin milliyetçi olmadıklarını söylemeleri onların milliyetçi olmadıkları anlamına gelmez. Bir çağ nasıl kendi hakkında yargılarıyla yargılanamazsa, milliyetçilik de milliyetçilerin milliyetçiliğin ne olduğuna dair tanımlarıyla anlaşılamaz.
Kavramları yerli yerine oturtursak, Türk bayraklarıyla gösteri yapanlar; Türk milliyetçisi geçinenler, Türk Milliyetçileri değildir. Onlar aslında özel savaş dairesinin vurucu bir güç olarak örgütlediği ve kullandığı büyük ölçüde lümpen ve kapıkulu bir zümredir.
Yani kavramlar yer değiştirmiştir. Türk milletinin çıkarlarını değil, kendi zümre çıkarlarını savunanlar kendilerine milliyetçi demekte; buna karşılık, gerçek Türk milliyetçileri, yani Türk milletinin uzun vadeli ve genel çıkarlarını savunanlar ise kendilerine demokrat, sosyalist veya liberal demekte, milliyetçiliği bir hakaret gibi kabul etmektedirler.
Tam da bu kavram karışıklığı, gerçekten Türk Milletinin genel ve uzun vadeli çıkarını savunmaya eğilimli, yani gerçekten Türk milliyetçisi, çok geniş bir kesimin, Türk milliyetçiliğine ihanet edenlerin bayrağı altında yürümelerine yol açmaktadır.
Bu nedenle, gerçek Türk milliyetçisi olan sosyalistler, liberaller ve demokratlar, tecrit olmakta ve azınlıkta kalmaktadırlar. Aslında sosyalistlerin, demokratların, liberallerin, demokratik programlarıyla ve bu programın ifadesi olan Türk bayraklarıyla yürüdüğü gün; yani Ergenekoncuların, ırkçıların Türk bayraklarıyla yürüyemedikleri gün; taşlar yerine oturmuş olacaktır.
O halde, programatik bakımdan gerçek Türk milliyetçilerinin HDP’ye oy vermesi gerektiği çok açıktır, çünkü HDP gerçek Kürt ve Türk milliyetçilerinin ittifakını ve güç birliğini ifade etmektedir.
Sorun onların bu durumu Kürt ve Türklere anlatıp, onları gerçek yerlerine çağırmasıdır.
*
Peki, HDP demokrat bir parti değil midir?
Hayır değildir? Öyle eğilimler vardır ama siyasi olarak böyle bir programı yoktur.
Demokrasi insanların biçimsel eşitliği demektir. Biçimsel eşitlik ise, devletin yani politik olanın, her düzeyde, insanların dili, dini, kültürü, soyu sopu, ırkı, tarihi vs. karşısında kör olması ile sağlanabilir.
Yani bir Kürt (ulusun ya da politik olanın, örneğin mahalli bir idarenin) veya bir Türk Demokrat olamaz, Bir Demokrat da Kürt veya Türk olamaz. Demokrat, Kürtlüğün veya Türklüğün hiç bir politik anlamı olmamasını savunandır. Yani Kürtlüğün veya Türklüğün Fenerbahçe veya Beşiktaş taraftarlığı gibi, politik olarak anlamsız kimlikler olmasını savunmadan, demokrat olunamaz.
Diğer bir ifadeyle, Demokrat demek, politik olanın (yani devletin, mahalli bir idarenin vs.) bir dille, dinle, tarihle, kültürle tanımlanmasını reddetmektir. Türkiye’de hiçbir parti bunu savunmadığı gibi HDP de bunu savunmuyor; programı böyle değildir.
O, bu kimliklerin politik olmasını ve ama bunların eşit olarak politik birimler tarafından tanınmasını savunuyor. Bu demokrasi değildir. Demokrasiye de çıkabilir, en merkezi ve baskıcı idarelere de ve Lübnanlaşmaya da.
HDP Demokrat olma yolunda bir evrim geçirebilir mi?
Geçirebilir ama şimdilik bu çok zayıf bir olasılık olarak görülmektedir.
Yani gerçek Türk ve Kürt milliyetçilerinin programatik olarak HDP’ye oy vermekten çekinmeleri için bir neden yoktur.
Demokratlar ise ona programatik olmaktan ziyade, taktik nedenlerle oy isteyebilirler.
*
Buraya kadar Türk Milliyetçilerinin neden HDP’ye oy vermeleri gerektiğine programatik olarak yaklaştık ve öyle gerekçelendirdik. Ama bir de bu seçimler var. Yani konunun bir de taktik boyutu var.
Nasıl İslam bayrağı Muaviye’nin, Sosyalizm bayrağı Stalinist bürokrasinin elinde kaldıysa ve karşı devrimlerini yok ettiklerinin bayraklarıyla yaptıysa, benzeri Türk milliyetçiliği içinde de gerçekleşti.
Bugün Türk bayrağı da aslında Türk milletinin ve milliyetçiliğinin düşmanlarının eline geçmiş bulunmaktadır.
Bu ise geniş yığınlarda bir yanılgıya yol açmakta ve onlar yanlış bayraklar altında özünde karşı oldukları zümrelerin çıkarlarını savunur durumda bulunmaktadırlar. Bu nedenle onların ayıkması biraz zordur ve zaman alır. Ve olayların gelişimi insanların düşünsel evrimini veya kavrayışını beklemez. Seçim dönemleri birkaç ay veya hafta sürer; insanların düşünsel evrimi ise normal zamanlarda çok yavaş gerçekleşir. Yani samimi Türk milliyetçilerinin gerçek Türk (ve Kürt) Milliyetçisi partinin HDP olduğunu anlamaları çok zaman gerektirir. Ama ortada acil bir durum var. Milletin çıkarları değil; bugünkü haliyle bile var olup olamayacağı sorun.
Bu devleti ve milleti bu haliyle bile seven veya kendilerini sevmek zorunda hisseden geniş kesimler, şunu görüyorlar: Erdoğan başta kaldığı takdirde, ülke tam bir felakete gidecektir.
Bırakalım Türk milletinin genel ve uzun vadeli çıkarlarını savunmayı bir yana; Türk milletinin kendisinin bile yok olması olasılığı bulunmaktadır. Bugün nasıl artık bir Suriye, bir Irak, bir Afgan ulusu kalmadıysa, Türkiye’nin ve Türk milletinin de akıbeti aynı olabilir.
Bunu engellemek için, hem de tarihin sunduğu güzel bir fırsatla, oylarla bu gidişi durdurabilmek için, adı bile duyulmak istenmeyen HDP adeta biricik şans ve olanak olarak ortadadır.
Bu durumda sadece bu gidişi durdurmak için bile HDP’ye oy vererek Erdoğan’ın diktatörlüğüne hayır demek mümkündür.
Bunu gören birçok insan var. Örneğin Facebook’ta Askerlik resmini koymuş bir Türk milliyetçisi, ırkçıların milliyetçi olmadığını görerek “Ülkem ırkçılıktan daha önemlidir” diyerek, Türk bayrağını koymuş ve oyum HDP’ye demiş. HDP’nin İzmir mitingine Türk bayraklarıyla gidenler var.
Bunun gibi az da olsa birçok örnekler görülüyor. Bunlar olumlu anlamda “Kıyamet Alametleri”dir.
Yani programatik değil, tamamıyla taktik kaygılarla (Basında buna yanlış olarak “stratejik oy vermek” deniyor) HDP’ye oy verilebilir ve verilmelidir.
Bugün birçok samimi MHP’li bile artık HDP’ye oy vermeyi ciddi ciddi düşünmektedir. Bunu açıkça ifade etmese ve çekinse bile. Birçok CHP’li karısı veya çocuklarıyla işbölümü yapmakta; biri CHP’ye oy verirken diğeri Erdoğan’a hayır demek için HDP’ye oy vermeyi üstlenmektedir. Birçok gerçek AK Partili, o partinin bildiği Ak Parti değil; Erdoğan’ın egemenliğinin basit bir aracı olduğun görmekte; bu gidişi durdurmak için, ya seçim sandığına gitmemeye; ya da HDP’ye oy vermeyi düşünmektedir. (Bunu bizzat Erdoğan bile gözlemlemiştir ki, bir gevşeklik olduğundan söz etmektedir.)
O halde, Erdoğan’ın diktatörlüğünü ilan etmesine engel olmak; ülkeyi felakete sürüklemesini durdurmak için kendisini bugün Türk milliyetçisi olarak tanımlayanların da HDP’ye oy vermesi gerekmektedir.
*
Bu satırların yazarı ise, bu satırları dışarıdan yazmaktadır.
Yani bu satırların yazarı bir Türk milliyetçisi değil bir Demokrat’tır.
Bu nedenle bu satırların yazarı HDP’ye oy verin derken, sadece taktik bir hedef olarak bunu savunmaktadır. Mücadelenin daha elverişli ve daha az sancılı koşullarda geçmesini sağlayabileceği için; Demokrasi mücadelesine yeni olanaklar açacağı için bunu savunmaktadır.
Aslında gerçek Türk milliyetçileri olan Türk Sosyalist, Liberalleri ve Kürt “demokratik modernite”cileri (veya “demokratik özerklik”çileri); kendilerinin milliyetçi olmadığını düşünüp böyle tanımlanmayı reddettiklerinden; bu nedenle de Kürt ve Türk milliyetçilerinden oy istemeyeceklerinden; onların yapmayacağı bu işi onlar adına üstlenerek onlara destek vermiş oluyoruz.
Yani Türkiye’de gerçek milliyetçiler kendilerinin milliyetçi olmadığını söylerken; milliyetçiliğin düşmanı olan demokratlar, kendini milliyetçi olarak tanımlayan milliyetçilere “görünüşe aldanmayın gerçek Türk milliyetçilerine oy verin” diyorlar.

Demir Küçükaydın - 24 Mayıs 2015 Pazar

(Bu yazı, Demir Küçükaydın'ın Demirden Kapılar (http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/) bloğunda yayınlanmıştır. Yazının DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT'ta yayınlanmasında kendisinin onayı vardır)

(Bu yazıda Paylaşılan Resim Facebook’ta paylaşılmış bir resimden alınmadır:
Daha yeni Daha eski