HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

Can Dündar'ın Dezenformasyonu

Bu günkü  (25.Ocak.Cumartesi) Milliyet'te Can Dündar'ın " KADEK Cephesi: 'Niye görüşmeyelim ki? ' " başlıklı yazıs...

Bu günkü  (25.Ocak.Cumartesi) Milliyet'te Can Dündar'ın "KADEK Cephesi: 'Niye görüşmeyelim ki?' " başlıklı yazısı yer alıyor.(Aşağıya bu yazıyı aktardık).  Bu yazının başlığına bakan bu ifadelerin KADEK'e ait bir görevlinin veya yetkili bir organın sözleri olduğunu düşünür. Ne var ki, gerçek durum bu değildir.
Bu ifade, benim (Demir Küçükaydın), Perşembe günü Özgür Politika'da yayınlanan yazımdan alınmadır.
Can Dündar'ın çok iyi bildiği ve bilmesi gerektiği şu hususlar onun okuyucuya gerçek haberleri vermediğini aksine bir dezinformasyon yaptığını göstermektedir.
Ben Özgür Politika'ya yazan bağımsız bir yazarım. Ezen ulustan bir sosyalist olarak ezilen ulusun mücadelesini desteklemeye çalışırım. Bu benim KADEK ile Örgütsel, politik veya ideolojik bir birlik içinde olduğum anlamına gelmez. Zaten yazılarımdan böyle bir anlam da çıkmaz. Benim yazılarımda ifade ettiğim fikirler bağımsız bir yazar olarak sadece beni bağlar, KADEK'in görüşü değildir.
Can Dündar ise, tamamen bağımsız bir yazarın yazısından bir cümleyi alarak bunu sanki KADEK'in görüşüymüş, iddiaları KADEK tarafından da onaylanmış gibi aktarmakta, okuyucuyu yanıltmakta, onlara yanlış bilgi vermektedir.
Bu bizzat aktarma yaptığı yazının içeriğinde çok açıktır. Can Dündar'ın söz konusu ettiği yazıda biz aynen şunları yazıyoruz:
"PKK, ABD ile görüştü mü? Bunun önemi yoktur. Bizim cevabımız her zaman olduğu gibi metodolojiktir ve sorunu ilke düzeyinde ele alır. PKK ezilen ulusun bir hareketidir. Elbette, bütün ezilenler gibi, ezenler arasındaki en küçük çatlaktan, en küçük olanaktan yararlanmak zorundadır. Elbette ABD ile de görüşecektir ve de görüşmelidir. Eğer görüşmüyorlarsa kendi amaçları açısından yeterince esnek ve cesurca davranmıyorlar demektir, kendi mücadelelerine zarar veriyorlar demektir."
Alıntıdan da açıkça görüldüğü gibi, bizim yazımızdan böyle bir görüşmenin olduğuna dair hiçbir anlam çıkmaz. Biz burada sorunu ilke düzeyinde yöntemsel olarak tartışmaktayızdır.
Şimdi, bir bağımsız yazar, yazısında söz konusu görüşme hakkında tamamen kendi yaklaşımını ve fikirlerini açıklamak için yöntemsel düzeyde sorunu ele alıyor ve Can Dündar bunu sanki KADEK'in görüşüymüş gibi on binlerce gazete okuyucusuna aktarıyor. Bu açıkça yalancılıktır. Kamu oyunu aydınlatmamakta, gerçekleri aktarmamakta, aksine tahrif ederek, çarpıtarak yanıltmaktadır.
Can Dündar bir gazeteci olarak pek ala KADEK yöneticilerine sorabilirdi. Bunu yapmamıştır. KADEK yöneticilerine ulaşmak onun için hiç de sorun olmazdı. Bu örgütün yöneticileri sık sık Medya TV veya Özgür Politika gibi yayın organlarına beyanatlar vermektedirler. Oralardaki meslektaşlarından pek ala kendisine bu konudaki araştırması için yardım isteyebilirdi örneğin. Ya da başka kanallardan ulaşabilirdi.
Kaldı ki, KADEK yöneticileri gerek Medya TV'de gerek Özgür Politika'da Can Dündar'ın haberine ilişkin görüşlerini bir çok kere açıkladılar. Can Dündar ne KADEK adına yetkili organ ve kişilerin beyanlarından alıntı yapıyor ne de kendisi direk bu organ ve kişilerden iddialarını kontrol etme yoluna gidiyor. Bağımsız bir yazarın tamamen yöntemsel düzeyde sorunu ele alan ve iddia edilen olgunun olup olmadığını problem bile etmeyen  satırlarını iddialarının doğruluğunun kanıtı gibi sunuyor.
Can Dündar sadece KADEK'e değil, bize de sorabilirdi. Örneğin "sizin şöyle satırlarınız var bunları KADEK'in görüşü olarak değerlendirebilir miyim" diye. Politika'da kimi bağımsız yazarların yazılarının belli devlet, örgüt veya çevrelerin görüşlerini dolaylı ifadesi olduğu da bilinmez bir şey değildir. Ola ki böyle bir durum söz konusu olabilir. Ve böyle durumlar genellikle herkesin bildiği sırlardır. Ama benim durumumda böyle bir şeyin söz konusu olmadığı da bilinmeyen bir şey değildir.
Bize ulaşmak da zor değildir. Her yazımızın altında e-mail adresimiz ve sayfamızın adresi yer alır. İnternet çağında yaşıyoruz. Hadi diyelim bunları görmedi. Her hangi bir arama motoruna adımızı yazarak yazılarımız ve sayfamızla ilgili yığınla adres bulabilir. Hadi bunu da akıl edemedi diyelim, ÖDP ve sol çevrelere yakın bir gazeteci olarak birkaç tanıdığına telefon edip, hakkımızda bilgi toplayabilir, birkaç telefon görüşmesiyle bize ulaşabilirdi. Çünkü Türkiye sol hareketinde bilinmeyen bir kişi de değiliz. Şunun şurası "kırk kişiyiz birbirimizi biliriz".
Bay Dündar bütün bunları yapmıyor. Ne KADEK ile ne de bizimle her hangi bir ilişkiye geçip sormadan, bağımsız bir yazarın sorunu olgu düzeyinde değil, yöntemsel düzeyde tartışan yazısından satırları olgusal iddialarının kanıtı gibi sunuyor.
Yani olgusal düzeyde bay Can Dündar, gazeteci olarak gerçeği tahrif etmekte ve insanları yanıltmaktadır. Bir gazeteci olarak, sırf profosyonelliğin kurallarına uyması, yani haberi kaynağından kontrol etmesi bile onu bu yanıltma eyleminden kurtarabilecekken görevini yapmamıştır.
En azından bu nedenle, bir gazeteci olarak, mesleğinin gereklerini yerine getirmediği; okuyucuyu ve kamu oyunu yanılttığı için en azından kendi meslektaşları tarafından cezalandırılması gerekir.
*
Ne var ki, bu sorumsuzluğun sonuçları sadece bizi değil, binlerce insanın kanını ve canını ilgilendiriyor. Türk Ordusunun Kuzey Irak'ı kontrol altına alma ve ABD Irak'ı vurduğu takdirde, bu vuruş için sağlanan imkanlar karşılığında Kuzey Irak'taki Kürt ulusal hareketini ve oluşumlarını ezmeyi planladığı ve ABD ile müzakerelerinde hedeflerine büyük ölçüde ulaştığı hiç kimse için sır değilken, bu tür tahrifatlar, Türk Ordusunun Kuzey Irak'ta yürüteceği savaşa hizmet etmektedir.
Söz konusu yazıda biz Can Dündar'ın haberinin Genel Kurmay'ın Kürtlere saldırısının psikolojik ortamını hazırlama işlevi gördüğünü de yazıyorduk. (Nedense kendileri bu konuya hiç değinmemeyi tercih etmişler.)
Can Dündar bu son yaptığıyla yargımızın ne kadar doğru olduğunun yeni bir delilini sunmaktadır.
Kendisi yazısının sorunda görüşme haberinin kendisine sızdırılmasının herkesin işine geldiğini yazıyor şu satırlarda:
"   Bölgeyi iyi bilen ve konuyu yakından izleyen uzmanlar, görüşmelerin açığa çıkmasından, ilgili tüm tarafların yarar sağladığını düşünüyor:
     ABD, bu yolla savaşa katılmakta isteksiz davranan Ankara’ya aba altından sopa gösteriyor.
     KADEK, artık ABD’nin bile ciddiye aldığı bir bölge aktörü olduğunu kanıtlıyor.
     Türkiye, zor taleplerle kapıya dayanan ABD’ye karşı koz yakalamış ve "Kuzey Irak’a seninle benim de girmem lazım" tezine destek bulmuş oluyor.
     KADEK’in güçlenmesinden rahatsız olan Barzani ve ABD’nin bölgenin tek hakimi olmasını istemeyen Almanya da kuşkuları üzerinde topluyor."
Ama burada nedense, Genel Kurmay'ın işine geldiğinden söz etmiyor. Çünkü biz o söz konusu yazıda, bu haberin Genel Kurmay'ın Kürtlere saldırısını hazırlamaya yönelik olduğunu iddia ediyorduk. Şimdi Can Dündar yaptığıyla bu iddiamızın yeni bir kanıtını sunuyor.
Bay Can Dündar elbette bizlerin tepki göstereceğini bilir bu tahrif edilmiş haberi yaparken. Ama şunu da bilir. Bizlerin tepkilerini yayınlamayacaktır. Sanki yokmuş gibi davranacaktır. Ciddiye almaya değmez görecek ve gösterecektir. Bizim arkamızda muazzam basın tekellerinin çıkardığı günlük gazeteler olmadığı için çok sınırlı bir okuyucuya ulaşabileceğimizi bilmektedir. Böylece çok geniş kesimlerin gözünde, hem gerçekleri açıklayan gazeteci olarak pirim yapacak hem de Kamu oyunun kafasına bir şekilde yanlış haber doğruymuş gibi yerleşecek ve Kürt Ulusal hareketine saldırının sis perdesi olacaktır.
Bunlar insan kanı üzerinden gazetecilik yapıyorlar. Bu gazeteciler bomba atan pilotlardan daha tehlikeli. Bunların kalemleri kanlı. Türk Ordusunun Kürdistan'da yapacağı harekatta ölecek olanların kanlarının lekesi Can Dündar'ın ellerinde olacaktır.
Demir Küçükaydın
25.01.2003 12:22

(Aşağıda Can Dündar'ın yazısı.)

KADEK cephesi: "Niye görüşmeyelim ki?..."

     Önce bu köşenin okurlarına, son günlerde burada yazılanlara ve yazanın "can" güvenliğine gösterdikleri hassasiyet için teşekkür ediyorum. Bu desteği, kamuoyunun savaşa ve bölgedeki pazarlıklara tepkisinin bir tezahürü sayıyorum.
     Konunun taraflarına gelince...
     "ABD - PKK görüşmesi"ne dair yayımladığımız belge, tanık ve fotoğrafa, ABD ve PKK tarafından iki farklı tepki geldi.
     ABD doğrusu bir habere daha önce hiç göstermediği kadar büyük bir tepki verdi. Washington’da ABD Dışişleri Bakanlığı; yazılı bir açıklama yaparak PKK ile görüştüklerini yalanladı.
     Ankara’da ise Amerikan Büyükelçisi Robert Pearson, NTV ekranında, - adeta can havliyle - elindeki Milliyet’i "iğrenç yalanlar" diye sallayarak ve haber kaynağının "PKK ajanı" olduğunu söyleyerek gösterdi tepkisini...
     "11 Eylül saldırısında yakınlarını kaybedenlere, neden en yakın müttefiklerimizden birinin gazetesinde böyle bir haber çıktığını açıklayamam" dedi.
     Oysa, diplomatların ittifak bağları gazetecileri ilgilendirmediği gibi, gazetecilerin haber kaynakları da diplomatları ilgilendirmez.
     Kızgın Büyükelçi’ye tavsiyem, terör mağdurlarına, bu haberi değil, habere konu olan buluşmayı nasıl izah edeceği üzerine kafa yormasıdır.
     
"Görüşmezse hata"
     Masanın karşı tarafına gelince...
     KADEK Başkanlık Konseyi haberleri "spekülatif ve provokasyon amaçlı" diye niteledi. Ancak açıklamada "ABD ile ittifak" yalanlanırken, "ABD ile görüşme" inkar edilmedi. Tersine "Irak’a müdahalenin yaklaşması, ilgili tüm güçleri arayışlara itmektedir" denildi.
     Aynı gün, KADEK’in Özgür Politika gazetesinde Demir Küçükaydın şöyle yazdı:
     "PKK (..) elbette ABD ile görüşecektir ve de görüşmelidir. Eğer görüşmüyorsa, kendi amaçları açısından yeterince esnek ve cesur davranmıyor, kendi mücadelesine zarar veriyor demektir."
     Yorumda "Başkanlık Konseyi" imzasıyla PKK’dan ABD Dışişleri’ne gönderilen mektup ise şöyle değerlendirildi:
     "Sunulan belge, PKK’nın bu alanda nasıl olgunlaştığının, kendi programını ABD gibi dünyanın en büyük gücü karşısında nasıl kişilikli bir şekilde savunduğunun örneği ve delili."
     
Kim, neden sızdırdı?
     Gazetecinin görevi, doğruluğundan emin olduğu belgeyi kamuoyuna iletmektir. Ancak elbette, bu tür hassas dönemlerde, kullanılma riskini azaltmak için bazı temel soruları da deşmek zorundayız:
     Buluşma haberini kim, niye sızdırdı? Neden şimdi?
     Anlaşılan o ki hem KADEK, hem yerli, yabancı istihbaratçılar Davut Bağıstani’yi tanıyor, onun üzerinden haberleşiyor, ama ona güvenmiyor. O yüzden de bildiklerini şu aşamada açıklaması, kuşkuyla karşılanıyor.
     
Herkesin işine geldi
     Bölgeyi iyi bilen ve konuyu yakından izleyen uzmanlar, görüşmelerin açığa çıkmasından, ilgili tüm tarafların yarar sağladığını düşünüyor:
     ABD, bu yolla savaşa katılmakta isteksiz davranan Ankara’ya aba altından sopa gösteriyor.
     KADEK, artık ABD’nin bile ciddiye aldığı bir bölge aktörü olduğunu kanıtlıyor.
     Türkiye, zor taleplerle kapıya dayanan ABD’ye karşı koz yakalamış ve "Kuzey Irak’a seninle benim de girmem lazım" tezine destek bulmuş oluyor.
     KADEK’in güçlenmesinden rahatsız olan Barzani ve ABD’nin bölgenin tek hakimi olmasını istemeyen Almanya da kuşkuları üzerinde topluyor.
     
"İlişkileri askıya alalım"
     Türkiye’nin geleceğini ipotek altına alacak tarihi gelişmelerin arifesindeyiz. Bir üst düzey yetkili, kavganın nedenini şöyle özetliyor:
     "Dünyanın en zengin petrol bölgesi üzerinde, devlet tecrübesi olmayan bir millet, devlet kurmaya kalkarsa; elbette bütün güçler onun üzerinde nüfuz sahibi olmaya çalışır. Bunca fırtına ondan..."
     ASAM Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ da Siyaset Meydanı’nda "Irak’ın geleceği üzerinde söz sahibi olmayacaksak, ABD ile bütün askeri ilişkileri askıya almalıyız" dedi.
     Hep söylemedik mi; siz kendi bölge insanınızı, onların komşudaki soydaşlarını kazanamazsanız, kazanan birileri çıkar.
     Bakalım "son kazanan" kim olacak.

DEMİR KÜÇÜKAYDIN

(Bu yazı, Demir Küçükaydın'ın Demirden Kapılar (http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/) bloğunda yayınlanmıştır. Yazının SİLİVRİ DEMOKRATHABER'de yayınlanmasında kendisinin onayı vardır)

Business News