“İstanbul Asayiş Şube Müdürü Ali Tuna Çoşkun ben.”
Telefonda bu sözleri duyunca, "biri şaka yapıyor" herhalde diye düşündüm. Ama ses devam etti:
“Aile içi ve kadına yönelik şiddetle ilgili haber yapmak için başvurunuz olmuş. Sizi ilgili arkadaşlarla görüştürelim.”
Çoşkun’un sözünü ettiği "ilgililer", cinayet büroda görev yapıyorlar ama taşınma hazırlığı içindeler. Çünkü bir hafta öncesine kadar, Aile İçi ve Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Birimi, illerde cinayet bürolara, ilçelerde asayiş bürolara bağlıydı. Ama artık ayrı bir büro olarak hizmet verecek.
Onlar bunu, "Emniyet’te kadına yönelik şiddetle mücadelede yeni bir dönem" diye tanımlıyor:
“Daha fazla personelle çalışmak, uzmanlaşmanın artması, daha süratli hareket edebilmek bu.”
Yeni büronun yeni atanan amiri Kıymet Bilir ve İstanbul’un çeşitli ilçelerinde kadına yönelik şiddetle mücadelede çalışan polis memurlarıyla eski dönemi, yeni dönemlerden beklentilerini ve sorunlarını konuştuk uzun uzun. Kayda geçen sözlerinse 2011 yılından beri bu birimdeki polislerden biri olan Yavuz Morgül’e ait olmasını istediler.
“Kadına yönelik şiddet insanlık suçudur”
“Bir Cinayetçi olarak kadına yönelik şiddet konusunda çok fazla bilgiye sahip değildik. Oysa işin içine girer girmez, insanın anladığı bir şey var; kadına şiddet bir insanlık suçudur,” diyor yaklaşık 30 yıldan beri polislik yapan Morgül.
Ona göre, kadına yönelik şiddet bazı tekil olaylar üzerine gündeme geldikçe hep pansuman çözümler bulunmuş ama 2000’li yılların başında konuya gerçek anlamda eğilmeye "ne yapabiliriz" diye sorulmaya başlanmış.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak önce ellerinde ne olduğuna bakmışlar. 2007 yılında Emniyet içinde bir proje gerçekleştirildiğini fark etmişler. Proje, kadına yönelik şiddet konusunda eğitim alan 250 polisin kendi meslektaşlarını eğitmesi üzerine kurulu. İstanbul Emniyet Müdürlüğü de bu projeden yola çıkarak 39 ilçenin yanı sıra iki havalimanı ile birlikte 41 birimden, biri kadın biri erkek şiddet mağdurlarıyla bire bir ilgilenebilecek ikişer memur seçmiş. Bu seçilenlerin kendi meslektaşlarından eğitim almaları sağlamış. Zamanla bu konuda eğitim alan memur sayısı artmış. Şimdi sayı 300’e yakın.
‘Bu 300 memur İstanbul’da kadına yönelik şiddetle ilgili yapılan kaç başvuruyla ilgilenmek durumunda’ sorusuna yalnızca Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yanıt verebileceğini söylüyorlar çünkü bu bilgileri paylaşmalarına izin verilmiyormuş.
Ama bu konudaki araştırmalara bakınca yalnızca İstanbul’da on binlerce mağdurun resmi makamlardan yardım aradığını tahmin etmek mümkün.
Barıştırma işine son verdik
Polise yapılan en büyük eleştirilerden biri, "polis şiddet mağdurlarını barıştırıyor."
“Bana en iyi polis kimdir, diye sorsanız, Hulisi Kentmen’in canlandırdığı o babacan polistir derim. Mahallede herkesin sevdiği, kavgaları barıştıran polis. O kültürle büyüdük biz. Yoksa bir art niyet değil, bu kadar iş varken bir de bununla mı uğraşacağım, değil. Çıkardığımız, öğrendiğimiz ilk ders bu oldu. Barıştırma işinin son bulmasının üzerinde hassasiyetle durduk. İlk çıkardığımız ders bu oldu.”
Peki, gerçekten bitti mi, sorusuna ‘evet’ yanıtını veriyorlar.
Empati kurmayı öğrenmek
Kadına yönelik şiddetle mücadeleye başladıklarında Emniyet’in öğrendiği başka bir ders de empatiyle bakılması gerektiği. Şiddet mağduru bir kadının karakola gitme sürecini başlattığı andan itibaren kapıdaki nöbetçiden, karakol amirine kadar neredeyse dört-beş memura derdini anlatmak zorunda kaldığını fark etmişler:
“Önüne gelen anlata anlata gidiyor şiddet mağduru. Burada bir sorun var. Görüşeceği kişi, onu anlayacak, çekinmeyeceği bir kişi olmalı. Hele bir de kadın, cinsel şiddet mağduruysa, bu daha da yıpratıcı. Biz de dedik ki; size bir şiddet mağduru geldiğinde rahat ettirin, ihtiyaçları varsa, hemen giderin bu konuda eğitim almış irtibat memurlarımızla muhatap olsun.”
Bunun gerçekten başarılıp başarılamadığı sorusunaysa şu yanıtı veriyorlar:
“Aldığımız müracaatlar konusunda rakam veremem ama çok, gerçekten çok. Öyle bir çalışmak zorundayız ki, arkadaşlarım artık fedakarlık boyutunu da geçti.”
Müracaatlar yalnızca fiziki şiddet için değil
Müracaatların önemli bir kısmı, fiziksel şiddet nedeniyle. Müracaatlar yalnızca kadınlardan da gelmiyor, başvuranların yüzde onu da erkek. Psikolojik şiddet ya da, durmadan mail atmak, telefon etmek, karşısına çıkmak olarak tanımlanabilecek ısrarlı takip de başvuru konusu yapılıyor:
“En bilinçli insanlar bile şiddeti, vurdu kırdı olarak anlıyor. Oysa maaş kartına el koyup ekonomik şiddet uygulamak var, hakaret edip duygusal şiddet uygulamak var. Ya da bir kadına, ‘Bak komşumuz bilmem kim hanıma. O şöyle ama sen böylesin’ demek bile şiddet. Hepsiyle mücadele edilmesi gerekir.”
Morgül’ün şiddet türlerini anlatmak için verdiği bir örnek de kendisinden. İşbirliği imkanları aramak için gittikleri kadın derneklerinin toplantılarında bazen ‘şiddetle karşılandıklarını’ söylüyor:
“Bazı kadın derneklerinin önyargılı psikolojik şiddet saldırılarına maruz kaldım. Sen polissin, gazcısın, copcusun. Ya bir durun. Herkese örnek bir toplantı yapalım. Şiddeti şiddetle kınamayalım.”
Foto:[Güray Ervin/Al Jazeera]
Kendini de bitirirsin, teşkilatı da
Peki bütün bu farklı şiddet türlerine, konuyla ilgili polisler aynı tepkiyi veriyor mu?
“Ben hep arkadaşlarıma şunu söylüyorum. Bir kadını dinledikten sonra ara verin. Gökyüzüne bakın, bir dolaşın da gelin çünkü bir önceki kadının yaşadığı bir sonraki kadına yansır, senin davranışına yansır. Bir önceki tecavüz mağduru olabilir. Bir sonraki hakaret. Annesinin bile hakaret etmediği mağdura dün tanıştığı birisi hakaret etmiş. Bir öncekine ‘vah vah’, sonrakine ‘bu da olay mı’ dersen kendini de bitirirsin, teşkilatı da bitirirsin.”
“Merdivenler hep göze çalışır”
Fakat yine de gerçekten de ağır mağduriyet yaşayan bir çok kişinin başvurudan kaçındığını söylüyor polisler. Ya çaresiz hissettiklerinden ya da ‘bunun cezası ne olabilir ki zaten’ diye düşündüklerinden ya da başlarına ne geleceğinden emin olamadıklarından.
Bununla birlikte üçüncü kişilerden gelen ihbarlar da az değil. Aile İçi ve Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Yasası da, bu konuda herkesin ihbarda bulunabileceğini söylüyor:
“Mesela işyerinizde birisi işe hep gözü mor geliyor. ‘Merdivenden düştüm' diyor. Biz de niyeyse merdivenler o kadar keskindir ki hep göze çalışır. O merdivenlere yönelik ihbarlar da alıyoruz.”
“Biz bu mücadelede yalnız hissediyoruz”
Ama üçüncü şahıslardan ihbar gelmesi, kadına yönelik şiddet konusunda mücadele veren polislere göre yeterli değil. Kendilerini bu mücadeleyi verirken yalnız hissettiklerini söylüyorlar:
“İstanbul’un nüfusunu düşünün. Herkesin başına bir polis dikelemez ki. İstanbul’da 30 bin polis var. Çevik kuvveti çık, büroda çalışanları çık, trafikte olanları çık, herkesin kendi bürosu var, onları çık. Eskiden beri şunu söylüyoruz: Vatandaşla el ele olursak etkin süratli çözüm olur. Herkesin yapabileceği bir şey var bu konuda. Var mısın? Diye sormak istiyorum. Bunu herkese diyorum.”
Kim ne yapabilir? Diye sorduğumda da, birbiri ardına örnekleri sıralıyor:
“Şiddet olayları genellikle sabah saatlerinde ya da akşam geç saatlerde yani mesai dışı zamanlarda olur. Gece vaktinde bir şiddet mağduru geldi mesela. Sen de gönüllü bir psikologsun. Ben seni arayabileceğimi bilsem. Ya bana her şeyi söylemiyorsa mağdur? Çekiniyorsa? Ya da tercümansın. Yabancılar da geliyor bana. Benim her personelim yabancı dil konuşmuyor ki. Bana yardım etsen? Herkesin yapabileceği bir şey var bu konuda.“
Yasanın kapsamı güzel, uygulama sorunlu
Türkiye’de Aile içi ve kadına yönelik şiddetle ilgili Mart 2012 yılına kadar 4320 sayılı kanun vardı ancak bu yasanın uygulanmasındaki sorunlar nedeniyle yeni bir yasa yapıldı. Polislere göre, yeni yasanın kapsamı güzel ama onun da uygulanmasında da sıkıntılarla karşılaşıyorlar.
Bu yasaya göre, hakimler şiddet uygulayanlara yönelik uzaklaştırma, telefonla aramama gibi tedbir kararları verebiliyorlar. Şiddet uygulayanlar bu tedbir kararlarına uymazlarsa, hakimler üç günden on güne kadar zorlama hapsi verebiliyor. Şiddet uygulayan tedbir kararlarına uymamakta ısrar ederse, zorlayıcı hapis otuz güne bile çıkabiliyor.
Şiddet uygulayanların, tedbir kararlarına uymaması az rastlanan bir durum değil. Ama hakimlerin zorlayıcı hapis kararı vermesi o kadar sık değil.
Fakat polisler, hakimler bu kararı verdiğinde de nasıl uygulanacağına dair yönetmeliğin muğlak olduğundan şikayetçi:
“Diyelim ki hakim, şiddet uygulayana yönelik zorlama hapsi kararı verdi. Peki, biz de gittik, kapıyı açmadı, nasıl alacağız, operasyon yapabilir miyiz? Zor kullanılabilir mi? Bunlar muğlak.”
Sohbet derinleştikçe, her olayın o olaya özgü bir yaklaşımı şart koştuğunu, süratle müdahalenin çok önemli olduğunu yasanın da bunu gerektirdiğini ve buna göre davranmaya çalıştıklarını anlatıyorlar.
“Her şey bizde başlayıp biz de bitmiyor ki. Soruşturmayı yapıyoruz, mesela bıçaklama yaralama. Savcıya olayı anlattın. Talimatınız ne? Diye sordun. Yanıt, ‘"fadesini alın, bırakın" olabiliyor.”
E... ya ölseydin?
Polisler, karşılaştıkları başka bir sorun da şiddet mağdurlarının kendileriyle işbirliği yapmaması:
“Şiddet uygulayana uzaklaştırma verilmiş. Polis de bu karara uyuluyor mu? Diye izlemeye almış. Bizim görmediğimiz anlar da olacaktır. Ayrıca ‘şiddet tekrarlanabilir, birlikte hareket etmezsek, sonuç alamayız, gelirse haberimiz olsun’ demişiz mağdura. Ama adam eve gelmiş, kadın da içeri almış, bir şiddet vakası daha yaşanmış. Ee.. ne oldu? Ya ölseydin? Emniyet korumadı olacaktı.”
Koruma kararına rağmen ölümler de oluyor
TBMM Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerini Araştırma Komisyonu'nun 2014’deki raporuna göre, 21 kadın, haklarında çağrı üzerine koruma kararı olmasına rağmen ‘ani gelişen olaylar sonrasında çağrıda bulunmadığı için’ öldürüldü. Yanında görevli polis memur varken ayrı olaylarda iki kadın öldürüldü. Kadınlardan birine koruma hizmeti veren bir polis de.
Bu hatırlatılınca ‘evet, oldu bu olaylar’ diyor Morgül:
“Dünyanın en iyi korunanı Amerikan Başkanı suikastle öldürüldü. Ben de öğrendim süreç içinde. Öyle dışarıdan değil görerek yaşayarak öğrendim. Aşama aşama geldik buraya. Sadece polisiye koruma tedbirleri yetmez komşu, mahalleli hatta kişi de kendince tedbirler almalı.”
İki çeşit koruma var
Polisler, koruma konusuna da açıklık getiriyorlar. İki çeşit koruma olduğunu anlatıyorlar. Birincisi çağrı üzerine, ikincisi yakın koruma biçiminde.
“Bir yolu kişinin hem evinin hem işyerinin etrafında devriye görevlerini arttırmak. Devriyeler resmi ya da sivil bu adresin etrafında müdahale edecek pozisyonda oluyor. Tabii devriyelerin tek işi bu değil. Asayişle ilgili başka işleri de var. Bu da onlardan biri oluyor. Ama ekip başka bir yeri kontrol ederken o şahıs gelmiş olabilir. 155'e, karakola, asayiş büronun şu numarasını arayıp bildirin, diyoruz. “
Diğer koruma türü de yakın koruma. İstanbul’da bu tip koruma altında olan kadın sayısını söylemiyorlar, ‘ciddi rakam’ demekle yetiniyorlar. Morgül, bu tip bir korunmanın da 24 saat olmadığının da altını çiziyor:
“İkamet özel alandır. Oraya giremeyiz. Kişi arar, şuraya gideceğim, şu saatte, korumam gelsin. Korumayı kime karşı yapıyorsak ona da, bildiririz. Bu kadın korumamız altında diye. Adam, kadının yanında bu gezen de kim, diye düşünebilir ve sorun çıkarabilir çünkü. “
Ben de şiddet uyguladım
Sohbet sırasında polisler, kadın hakları alanında çalışan grupların pek sevmediği ‘bayan’ kelimesini ara sıra ağızlarından kaçırıyorlar ama toplumsal cinsiyet, empati, farkındalık gibi sözcüklerle konuşuyorlar. Dikkatimi çekiyor, ‘bu alanda çalışmaya başladıktan sonra söyleminiz de etkilendi galiba’ diye soruyorum. Morgül şunları anlatıyor:
“Bu birimde çalışmaya başladıktan sonra bütün arkadaşların farkındalık düzeyi artıyor. İşin içine girdikçe meğerse bambaşka olduğunu anlıyorsun. Bir keresinde kendi kızıma fiziki şiddet uyguladım, aklıma geldikçe gözlerim doluyor. Başkalarına laf yetiştireceğimize aslında hepimiz kendimize bakmalıyız.
“Mağdurların gözündeki ifade”
Peki sürekli şiddet mağdurları ile karşılaşmak insanın günlük yaşamını nasıl etkiliyor, diye soruyorum:
“Her gördüğüm kadına bakıp, acaba şiddet mağduru mu diye düşünmeden edemiyorum. Belki size iddialı gelecektir ama bir düğünde şıkır şıkır oynayan kadının bile şiddet mağduru olup olmadığını anlayacak hale geldim. Çünkü şiddet mağdurlarının gözlerine başka bir ifade yerleşir.” Kaynak: Al Jazeera