ADI GÜLAY KAVAK'TI
Bazı zamanlar vardır ömrümüzde, yerde mi gökte mi olduğumuzu anlayamadığımız. İçimizin içimize sığmadığı zamanlar. Koca koca şehirlerde yalnız, kimsesiz hissettiğimiz. Prangalı zamanlar.
Oluk oluk kanarken bir yanımız, son ses telini koparırcasına bağırırken, öfkeden titreyen bedenlerimizin yetmediği yetemediği anlar.
Otobüsteyim. Şehrin bir ucundan başka bir ucuna içimdeki yangına doğru gidiyorum. Ne yapacağımı nasıl davranacağımı bilmeden. Yangınlarımız hep sarp, dolambaçlı, kentin kenara atılmış gibi duran yerlerinde olur ya, bu defa farklıydı. Oraya ait olmadığımızın sırıttığı bir yerde idik. Hemen ötesinde başka bir hayatın, başka bir gerçeğin olduğu bir mahalleye doğru ilerlemek için oradaydık.
Kentin keşmekeşliğine tanık olmaya alışkın gecekonduların camlarında; sadece yanından geçmeye ve bakmaya hakkımız olduğu düşünülen muhteşem boğaz manzarasının yansımaları vardı. Öyle ya halk dendiğinde akla gelen hep uzun otobüs yolculukları, ıssız sokaklar ve çamurlu yollardı. Ve şehrin bütün güzelliklerini parsel parsel işgal edenlerin yanından dönüp ezilenlere şükür diye tekrarlardı tanrı.
Rantın, soygunun sermayeleri bile birbirine düşürdüğü bir hayatta villaların, gece kulübü ışıklarının, lüks otomobil farlarının arasına karışmış gecekondu ışıkları. Sınıfa dair tüm söylenmiş sözler geliyor aklıma. Yanıtını bildiğim için mutlu oluyorum bir an. Cevabını soluksuz tekrarlıyorum.
Memleketin neresinde böyle bir çelişki ile karşılaşırsanız bilin ki; oradan devrimciler geçmiş.
Bilin ki memlekete o gerçeği devrimciler kazandırmış.
Bilin ki bu gerçek, iktidarların ve sermayenin huzurunu kaçırmış.
Ve bilin ki; Küçük Armutlu’da, Gazi’de, Okmeydanı’nda, Sur’da, Cizre’de, Nusaybin’de, Tuzluçayır’da halk ile birlikte yaratılan bu gerçekler her dönem faşizmin yüzüne bir tokat gibi inmiş.
Yokuş ve çamurlu o yollarda bunu düşünüp, gülümseyerek etrafa baktığımı ve içime havayı daha güçlü doldurduğumu hatırlıyorum.
***
Gecekondulardan birine giriyoruz. Toplamda dört ev ziyaret edeceğiz bugün.
19 Aralık Katliamı’ndan sonra F Tipleri’nde Ölüm Orucu’na devam eden devrimcilerin direnişi bitirmesi için, devlet TCK’nın 399’uncu maddesi ile tahliye kararı almıştı. Artık Ölüm Oruçları dışarıda da sürdürülmekteydi. Yıkamadığımız zindanlardan çıkanlar, zindanları yıkmanın mücadelesine devam ediyordu.
Sanırım girdiğim ikinci evdi. Küçük bir avlusu vardı. Çoğunlukla kadın direnişçilerin bulunduğu bir evdi. Çaylar konmuş, ağaçların altında içimdeki hüzünden ve huzursuzluktan uzak, keyifli bir sohbet başlamıştı. Kalabalık olduğu için duvar dibinde bir taşın üzerine oturdum. Yanıbaşımda kadın bir direnişçi vardı. Sırtı hafif bana dönük olsa da, uzakta kaldım diye huzursuz olup benimle konuşmaya başladı.
Adı Gülay Kavak’tı.
Kısacık kesilmiş saçları, solgun bedenine rağmen gayet dinç ve güleçti. Böyle oldu onunla tanışmamız. Daha önce hiç karşılaşmamış, yan yana yürümemiştik. Yüzümün, hayatında kapladığı süre daha 15 dakikayı geçmemişti. Derin bir sohbete dalmış bulduk kendimizi.
Gülay Zonguldaklıydı. Dev-Genç’liydi. Bir operasyon sonrası 1991’de cezaevine girmiş. 2 yıl cezaevinde kalıp tahliye olmuş. Tahliye olduktan sonra da mücadeleye devam etmiş. Yüreğine birden fazla şeyi doldurabilen memleketimin kadınları gibi; aşkı da doldurmuş yüreğine.
Yanlış hatırlamıyorsam, bu aşkın cezaevine ilk girişinden önce başladığını söylemişti. 2 yıl hem mahpusluk hem de hasret çekmiş. 2 yıl sonrasında mahpusluk da hasret de bitmiş, Dev-Genç’li yoldaşı Erol Yalçın ile evlenmiş. Maalesef bu evlilik sadece 2 ay sürmüş. Erol Yalçın evlendikten 2 ay sonra katledilmiş. Gülay mücadeleden vazgeçmemiş, 1994’te yeniden cezaevine girmiş. 19 Aralık Katliamı’nda Ümraniye Cezaevi’ndeymiş. 1 Temmuz 2001’de tahliye edilmiş. Şimdi Küçük Armutlu’ da direnmeye devam ediyordu.
Sanırım ya hemcinslerim olduklarından ya da kendi hikâyem ile ortak yönlerine olan merakımdan, en çok kadınların hikâyeleri etkiler beni. Çünkü bu memlekette kadın devrimci olmak çoğu zaman; babanızdan yediğiniz ilk tokat ile başlayıp işkencede verilen elektriğe kadar uzanan çetin bir yoldur. Sizin için kaleme alınmış hayatı paramparça edip, her şeyi dikenli teller ile yazmaya başlamaktır.
Karşımda devrimci bir kadının mücadele ederken başına gelebilecek her şeye tereddütsüz direnç gösteren bir hayat vardı. Tereddüt yoktu onun hayatında. Yılgınlık yoktu. Tarihimizin kadın devrimcilerinin bütün kararlılığı ile karşımda duruyordu.
Ölüm orucu mücadelenin en iradi yürüyen biçimlerinden biridir. Her gün ölüme uyanmak, her gün devletin baskısına ve kendi bedenin isteklerine bile sırtını dönmek birkaç cümle ile özetlenebilecek bir şey değildir. İradesi ile bütün engellere diz çöktüren bir kadının duruşundaki o abartısız ve sahici hal zamanı akıtıp durmuştu. Ellerini tuttuğumu o an fark ettim. Ne zaman, nasıl olduğunu anlamamıştım. O da bırakmamıştı ellerimi.
Onu bir daha göremeyeceğim gerçeği bir anda sarstı beni. Sağa sola bakındım. Bir şey arıyordum, devrimci bir kadını hatırlatacak, mücadelesi dışında başka bir şey. Gözüm sehpanın üzerindeki peçeteye ilişti. Hemen bir kalem buldum. Ondan birkaç cümle kalsın istiyordum. Onun ellerinden çıkmış. Kırmadı beni.
***
Bir daha göremedim Gülay’ı.
Bir daha sohbet edemedik. Bir ağacın altında oturamadık bir daha. Bir daha tutuşmadı ellerimiz.
Gülay Kavak mücadelesi uğruna canını feda etti. Benim zihnimde, kalbimde ettiği yer dışında, 14 yıldır sakladığım, bir peçete üzerine yazılmış sözleri kaldı.
Geçen gün kitaplığımı düzeltirken tekrar gözüme ilişti bu hatıra.
“Biz insanlık tarihinin en onurlu evlatlarıyız. Anadolu kadınıyız,” diyordu Gülay.
Anadolu’nun direngen tarihine canlarını feda eden bütün kadınlar canlandı gözümde. Satır aralarında kalmış adları kulaklarımda daha çok yankılansın istedim. Ayağının taşa değmesi ile başlayan bu ablukada; sadece önlerine çıkan barikatları değil sistemin onlara yüklediği sıfatları yıka yıka yürümüşlerdi bu kadınlar. Sınanmış cesaretleri üzerinden yükselmişti Anadolu’da direnen kadınların tarihi. Hatırlanmalı, unutulmamalıydı adları.
Ürkek kuşlara benzetilmeye çalışılan koca bir kadın nesline inat ablukaya ilk bedenini siper eden Mine Bademci’ydi tarihimiz. Boynunda tasması, göğsünde çelik yeleği olanlara; Çiftehavuzlar’da “Varsa cesaretiniz gelin” diyen Sabahat Karataş’tı. Dersim’in merkezinde topa tüfeğe bezenmiş faşizme karşı mücadelesi için bedenini feda eden Zilan’dı. Zindanları yıkmak için canını sipere süren Gülay Kavak’tı. Ve daha niceleriydi…
Kadın devrimciler: Mine Bademci, Sabahat Karataş, Zilan, Gülay Kavak |
Kimisi belki çok yakınımızdı. Belki birkaç tanesi hakkında birkaç cümle daha fazla kurabildik. Ya da hiç tanışma-tanıma fırsatımız olmadı. Siyah beyaz vesikalık fotoğraflarından veya bıraktıkları sözlerden öteye geçemedi belki tanışıklığımız.
Ama hep aynı taşlara takıldı ayaklarımız, aynı sözler incitti bizi. Ciğerlerimiz patlarcasına her haykırışımızda aynı şeyi hissettik. İnatçılığımız bile benzer birbirimize. Hele öfkemiz. Taşacak son damlaya ayarlı, o tozu dumana katan bir fırtınaya benzeyen öfkemiz. Ve başka acılara, başka hikayelere gebe olsa da hayatımız.
Biz hep aynı ağacın altında olacağız. Elimizde taze demlemiş ince belliler ile.
XEZAL - GEZİTE.ORG (http://gezite.org/adi-gulay-kavakti/)